ULUS 14-3.1937 Hikâye Sıra arkasında saklanan el s ınıf, derse ilk defa giren yeni öğretmeni, böyle hallerde daima gösterdiği tecessüs ve çekingenlikle karşılamıştı. İlk ders ve hattâ ilk ders- ler, talebelerle öğretmen arasında sinsi bir mücadele demektir. Her iki taraf, galebeyi kazanmak için bütün gayret- lerini harcarlar. Bilirler ki, bu mücade- lenin ilk hamlede vereceği netice kati olacak ve sonradan bunu değiştirme- ğe imkân bulunmıyacaktarı. Bu sinsi ve sesiz çarpışmadan mağ- lub çıkan öğretmen olursa, vay onun haline! Artık senenin devamınca sınıf- tan onun neler çekeceğini Allah bilir. “Fakat bir defa da galebe çalarsa otori- tesi sağlam bir temel üzerinde kurul- muş demektir, artık hiç bir şeyden kor- kusu kalmayabilir. İşte öğretmen Bozok da, sınıfa bu ezeli kaideye çok iyi vakıf olarak girmiş ve daha ilk dakikalarda bütün Stra- tejik tedbirleri alarak, dikkatini, vere- ceği dersten ziyade talebeler üzerinde — bırakacağı tesir üzerinde toplamıştı. İhtiyatlı hareket etmek için, bu ilk dersi esnasında kendi söyliyeceklerini azami haddine indirmeğe ve bilakis talebelerini konuşturmaya çalışıyordu. Bu suretle, onlara kendi hakkında bir fikir vermeden önce, teker teker tehli- keli olmasalar bile, bir araya gelince korkulacak bir kuvvet arzeden bu çocuk- ları az çok tanımak imkânını bulacaktı. Ve ilk intibalar ne: *tuhattır. İşte meselâ şu ilk sırada oturan, başı, cı- lız vücudiyle mütenasib olmıyacak de- recede büyük çocuk ince saplı bir su kabağını ne kadar andırıyor. Ya şu sağdan ikinci sıradaki sim siyah giyinmiş çocuğa, mini mini yüzü ortasındaki heybetli burnu ile bir kar- ga demez misiniz? ya onun yanındaki alabildiğine şişman, bodur ve sıranın içine gömülmüş haliyle mütemadiyen uyuklayana: Bay Amcanın çocukluğu dersiniz. Fakat bu dış karakterler altında keşf edilmelerini bekleyen iç karakterler vardır ki asıl ehemiyetli olan da bun- lardır. v Öğretmen Bozok bütün dikkatini şimdi bu mühim keşif ameliyesi için se- ferber etmiştir. Fakat karşısındaki kırk çift gözün yüzünde birer sinek ısrariyle dolaştı. ğını hissederken, onların herbirini ay- Tı ayrı tetkik etmek, kendinden ziya- de karşısındaki kuvvetin 'ehine olan bir noktadır. Öğretmenin sözlerine burundaa ge- Jen tuhaf bir sesle ve âdeta azab çekti- Zi hissini vererek cevab veren çocuk pek iyi bir karaktere malik gibi görünüyor. Bu uzvi kusurundan dolayı son derece mahcup olduğu yüzünün aldığı renk- ten belli. Fakat o dersini okurken, tuhat bir his, öğretmende, onun tam arkasında bulunan çocuğun kendisiyle alay et- mekte olduğu hissini, kim bilir neden Uyandırıyor. Belki bu histe onun a- yakta bulunan çocuğun arkasında gö- zünden tamamiyle saklanmış bulunma- Br âmil oluyordu. Görmediği, fakat yanılmaz sezişle hissettiği bu istihza yavaş yavaş Bozok' lun kafasında bir sabit fikir halini alıyor. Görmediği çocuğun âdeta görmedi,; yüzünde kendisine dilini çıkardığını fark eder gibi oluyor. Birden bire, bu hisse tahammül ede miyerek sert bir sesle karşısındaki tale- beye emrediyor: — Oturun! Hemen dikkatini arkadaki tale. benin bu ani oturuşu neticesinde meyda. Ha çıkan talebenin alacağı tavra çevi. Tiyor, bir an içinde, onun kendini top. Jar gibi bir hareket yaptığını fark eder gibi oluyor. Onu meşhud suç halinde yakalaya- Yak kabahatini gizlemesine vakit bı. Takmamak için bu defa ona hitab edi- yor: — Küçük sen kalk bakayım. Çocuk, bir lâstik top gibi ve bu â- ni hitabla ürkmüş gibi yerinden fır- lıyor. — İsminiz ne? Bir an şaşkınlığı geçmemiş - olan çocuk cevabta gecikiyor. — İsminizi sordum. Yüzü kıp kırmızı kesilen yavru, ke- keliyor: — Ahmet. Artık öğretmen kendi muhayyele- sinden doğan suça inanmıştır. Bu ço- cuğun şaşkınlığını, tereddüdünü, endişe- sini başka neye hamledebilir. Ayni za- manda çocuğun, sol elini kitablarının üstüne koymasına mukabil, sağ elini sıranın arkasında sakladığını *arkedi- yor. Bu el, mutlaka bir suç taşımaktadır. Birden zihnine gelen bu fikir, iki saniye sonra bir kanaat haline gelmiştir. Sesine'en sert tonu vererek soru- yor: — Ne yapıyordun? Ne saklıyorsun ©o elinde. Fakat bu sual cevabsız kalmış- tır, Bu defa daha hızlı tekrarlıyor: — Sana soruyorum, işitmiyormu. sun? ne saklıyorsun sağ elinde. Gene cevab yok. Bu defa hiddetinden kızarmak sı- rası öğretmene gelmiştir: — Çıkar elini bakayım. Fakat çocuk ayni esrarlı sükütu muhafaza ederek kıpırdamıyor. vasıtasını — Çıkar elini diyorum sana. Çocuk bir ölü gibi, işitmiyen bir somnambül gibi hissiz duruyor. O zaman öğretmen Bozok yerinden fırlayarak iki adımda çocuğun yanına fırlıyor ve sağ kolunu tutarak şiddetle yukarı kaldırıyor aynı anda gözleri bu kolun nihayetine dikiliyor: Küçük ço- cuğun kolu bileğinden kesiktir. HİKÂYECİ HAVA KORUNMASI TEMEL KAİDELERİ Ankara: AKBA Kitapevi İstanbul: Hilmi Kitapevi Fakir kimdir? İstanbul şehir meclisinin İstanbul halkından, belediye poli- kliniklerinde tedavi olmak üzere başvu- ranlar arasında fakir olanların parasız bakılması için bir proje hazırlanmıştı. İstanbuldaki arkadaşımızın verdiği ha- berlere göre, şehir projedeki “fakir,, tabirini, tesbit ve izaha muhtaç görerek tarifini yapmak üzere alâkalı encümene iade etmiştir. Fakir kimdir ve kime derler? yürür- lükte olan kanunlarımızda buna aid va- meclisi zıh hükümler yoktur. Mesele bir taraftan İstanbul şehir meclisinde tetkik edilirken; biz de sa- lâhiyetli hukukçularımızdan, kültür ve finans adamlarımızdan ve münevverle- rimizden bu mevzu etrafında ne düşün- düklerini sorduk. Ve fakirin kim oldu- ğunu; devletin sosyal kurumlarından yardım görmek için ne gibi vasıflar ta. şıması gerektiğini sorduk. Bu entere - san mevzu üzerinde aldığımız cevablar- dan bir kısmı şunlardır: B. Şevket Süreyya Aydemire göre: Değerli iktısadcımız B. Şevket Sü- reyya Aydemir fakirliği şöyle izah edi- yor: Kazancının temin ettiği hayat, ©o memleketteki vasati hayat standardının altında kalan kimse fakirdir. Vasati hayat standardı zamana, mem- lekete ve sosyal ihtiyaçlara göre değiş- tiği için fakirlik dediğimiz iktısadi ha- yat seviyesi de zamana ve memleketlere göre değişir. Türkiyede muhtelif vilâyetlerin ica- bında ”asgari maişet,, diye tarif ve ifa- deye çalıştıkları hal de hayat standar- dının bir ifadesidir. Fakat bu hayat standardı, asgari hayat standardıd ». Lâkin fakirliği iktısadi bakımdan ifa- de etmek istersek asgari değil, vasati hayat standardının altını almak doğru olur.,, B. Cezmi Erçine göre: Finans Bakanlığı tetkik bürosu di- rektörü B. Cezmi Erçin diyor ki: ” — Finans mevzuatı, fakirin tari - SPOR Bugün Ankara Gücü Gencler Birliği karşılaşıyor Ankara Gücü takımı bir arada Bugün 14.30 da Muhafız Gücü sa- hasında Ankara 'Gücü - Gençler Birliği Ankara şampiyonluğu için karşılaşa- caklardır. Beşiktaşlı B. Hüsnünün idaresinde yapılacak bu maç dün ve evelki günkü sayılarımızda yazdığımız gibi Ankara futbolcuları arasında merak ve heye- canla beklenmektedir. Resmimiz bu iki seçkin kulübün son kadrolarını göste- ren takımlarını ve iki değerli kalecisi Osman ve Rahimi göstermektedir. tesbit etmek istediği Fakir Münevverlerımız, hu- kukçularımız, alâkalı- lar fakiri nasıl tarif edi- yorlar? fini yapmamıştır. Ancak maişetini te - min edebilecek kadar kazancı veya geli- ri olan adam fakirdir. Daha geniş bir tabirle, memleketin hayat standardına göre ancak zaruri ve yaşamak için el - zem olanını kazanan adama fakir diye. biliriz.,, Avukat B. Fehmi Kural'a göre: Avukat B. Fehmi Kural'ın kanaatı şudur: ” — Fakir, içtimai müzaherete muh- taç olan kimsedir. Bu, içinde yaşadığı sosyal heyetin yaşayış ve yürüyüşüne ayak uyduramıyan, aksaklık yepan şa- hıstır. Solidorite sosyal, içtimaf tesanüd e- sas-na dayanan bugünkü sosyal heyetin bu kuvvetsiz ve kudretsiz uzvuna yar- dım etmek suretiyle cemiyet ferdlerini mümkün olduğu kadar yanyana yürüme- lerini ve hiç olmazsa biribirlerinden çok uzak mesafe ile ayrılmamasını te- mine çalışırlar. Adli müzaheret, bu esa- sa dayanır. Bunların gündelik geçinme kudretinden âciz olmaları iktıza etmez. Bu gibilerine fakir değil, eski tabiriy- le miskin denilirdi.,, Maarif müdürüne göre: Maarif Müdürü B. Rahmi Vidinel, fakiri şöyle tarif ediyor: » — Kültür ve mekteb işleriyle uğ- raşmakta olduğumdan, sualinizin ceva- bını, kendi saham içinde vereceğira: mekteblerimizdeki çocuklardan bir kısmı kitablarını temin edemiyor. Defter ve kalem gibi ona çok lüzumlu şeyler için muhitinden ve cemiyetinden yard m is- tiyor. Normal bir kalori alamadığı ıstı- rabı çehresinden belli Yediği, ba- zı zaman kuruü ekmektir. Üstü başı pe- rişandır. Çorabı yoktur. Kundurası gi- yilecek halde değildir. Bize göre, her haliyle yardıma muh- taç olduğunu anlatan bu çocuk fakir - dir ve yoksul bir ailenin çocuğ:dur ki, ona elimizden gelen yard mı yaparız. Dr. Münib Hayriye göre: Sümer Bank Hukuk Müşaviri Dr. Münib Hayri Ürgüblü diyor ki: Zamanımızda cemiyet mefhumunu sos- yal manasında telakki €tmek gerektir. Bu telakkinin medeni mevzuatta da yer ettiğini görmekteyiz. Birçok misaller arasında şu iki hükmü tesbit etmek kâ. fidir: 1 — Çocuğun terbiye ve tahsili için muktazi masrafları ana, baba ve bizzat çocuk tediyeden aciz iseler bu masraf- lar devletçe ödenir. (Türk medeni ka- nunu madde 277) II. — Herkes yardım etmediği su rette zarurete düşecek olan usul ve füruğuna ve erkek ve kız. kardeş'erine muavenetle mükelleftir. (Türk medeni kanunu madde: 315) İçtimai muavenet bu derecede mü- eyyideleştirilmiş olunca ”Fakir kim dir?,, meselesini muavenet görmediği takdirde zarurete düşecek olan kimse manasında ve geniş mahiyetinde olarak düşünmek lâzımdır. Hâdisemizdeki “fa. kir ise kendisine hastane kap.sı kapalı bulundurulduğu takdirde yaşamak im- kânsızlığına düşecek veya sıhi tehlike- lerle karşılaşacak olan insan demektir. Fakiri bu esas dahilinde kabul edince hususi vaziyetleri incelemek icab eder. Bu meyanda da: varidatı göz önünde tutmak lâzımdır. Bazan 100 lira maaşı olan bir kimseyi 40 lira kazanan muva- cehesinde fakir addetmek doğrudur. Meselâ bir kimsenin maaşı yüz liradır. Fakat on nüfusluk bir ailenin reisi ve mesuldür, 40 lira kazancı olan diğeri ise “bir abam var atarım — nerede tarifini nasıl yapmalı olsa yatarım,, diyebilecek bir vaziyet« tedir. Böyle bir halde şüphesiz ki 100 lira maaşı olan kimseyi 40 lira kazancı olana nazaran daha fakir olark telkki etmek isabetlidir. Kezalik hastahanede tedaviye istekli kimsenin uzak bir yer. de büyük bir arsası vardır. Fakat bu are sayı satmak şöyle dursun, mukabilinde ödünç para bulmak dahi kabil değildir. yani arsa her bakımdan bu derecede kıya metsizdir. Böyle bir arsanın sahibini emlâk sahibi addetmek kabil midir hiç? Bu adam diğer varidat menbalarından da mahrum bulunuyorsa şüphesiz ki fa- kirdir. Bir kimsenin çalışabilmek imkânı- na rağmen çalışmaması ve dolayısiyle de fakir kalması sosyal bir yardımdan istifade edebilmesi için kendisinin fakit addedilmesi vaziyetini refetmelidir. Bile mukabele sefahet neticesinde veya çok hatalr hareketlerden dolayr da - olsa zengin bir adamın yoksul kalması fakit olarak telakki edilmesine mani teşkil etmemelidir. Hulâsa etmek için demek lâzımdır ki: “Fakir kimdir?” sualini halleder- ken insanların içtimai seviyelerini ge- lirlerinin hakiki değerini hayattaki va. zife mesuliyetlerini kısa bir söyleyişle her türlü vaziyetlerini göz önünde bu- lundurmak gerektir. Doktor B. Suhaya göre: Resmi vazifeleri itibariyle her sınıf halkla temasta bulunan Doktor Ali Su. ha “fakir,, i şöyle tarif etmektedir. — Dispanserlere ve ameli muaye. ne yerlerine iki sınıf halk gelir. Bunlardan birincisi hakikaten ih- tiyaç sahibleridir. İkinci kısım ise ihti yaç sahibi olmadığı halde, dispanserin kapısına lüks otomobille gelip mecca. ni muayeneden istifade etmek isteyen tamahkâr zengin tabakası.. Birincileri de ikiye ayırmak müm- kündür: Bir kısmı hakikaten yirmi kuruş da- hi veremez. Çünkü ancak gündelik ek- meğini kazabilmektedir. Bunların a- rasında bilfarz gündelik kazançları yüz kuruştan aşağı olan ekmekçi sını- fiyle, havatlarını kâh dilenci'ik, kâh hamallıkla kazanan ve mahalle arala- rında süprüntü tenekelerinden mev> 'dr gidaiye bakiyesi, ve viranelerden tahta ve odun ve kömür parçaları toplayanlar ekseriyeti teşkil eder. Diğer kısım yir- verebilenlerdir. Bunlarda maddeten bu parayı verebilirler ama, bu parayı o günkü ekmeklerinden, vı- yeceklerinden kesmeye mecbur . kalır- lar. Şu halde kıstas. ne olmalıdır? Nazariye olarak bir liradan fazlasını kazanan bir adam yirmi kuruş verineli- dir, Fakat bu adamın evinde iaşesiy'e mükellef olduğu kaç kişi vardır? Sonra her gelen hastadan aile vazi- yeti hakkında belediyeden verilmiş ve- sika mı aranacaktır? Halkın sıhatini korumak belediye- nin başta gelen vazifelerindendir. Bu hizmetten herkesin kayıdsız ve şartsız ve kolaylıkla istifade etmesi lâzımdır. Bu itibarla hastadan para alınmas: ka- tiyen muvafık değildir. Bir de, ıstırab içinde bulunan bir hastaya doktorun karşısında fakirliğini söyletmek gibi bir izzeti nefis yarası vermek tababet ve demokrasi mefhum- mi kuruşu larına sığmaz..,, Şefkat yurdu reisine göre: Osmanlı Bankası İkinci direktörü ve Şefkat yurdu reisi B. Rauf Baykan fakiri şöyle anlatmaktadır: ”— Malüliyet veya herhangi başka bir sebeble çalışamıyarak geçimi için lâzım gelen asgari kazancı temin ede- miyen ve bunu temin edemediği için baîkasmm yardımına muhtaç bulunan- lar fakir insanlardır. Daha kısa olarak ifade lâzımgelirse bir cemiyet içinde sâyi ile asgari kazanç haddini temin edemiyen insanlara fakir ve yardıma muhtaç denilir.,,