Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SAYFA 4 ULUS 7 İLKKÂNUN 1936 PAZARTESİ yoruz: İstanbul nadide bir mücevherdir, İstan- — bulasırların devamınca denizler, semalar we imparatorlar tarafından bestelenmiş bir senfonidir. Fakat İstanbul bugün - kü yeni Türkiye'de bir müzeden; gü- nün yalnız iki saatinde açık oaln ve di- — ğer saatlerinde de nisyan ve biraz da — nefret tozları altında kalan bir müze - — den başka bir şey değildir. Bu hali se - — bebsiz bir şey sanmayınız. Türk milli inkılâbında İstanbul, 1793 yılında fran- — sız inkılâbı esnasında Vend&e'nin oy - — S hnadığı rolü oynamıştır. Kamâl Atatür- kün milli inkılâbını boğmağa matuf o - lan entrikalar orada örülmüştür. Ata- C türk'ün tevkifi ve kanun harici adde - —— dilmesi emri İstanbuldan verilmiştir. — Atatürkü elde edecek olan şahsa onun — başını uçurmak salâhiyeti oradan ve - /— Tilmiştir. O zamanlar İstanbulda kanun — ve diktatör büyük devletlerin harb ge - milerindeki toplar idi. Bunlar türkün — geref ve vakarını ölü haline getirmiş - — İerdi. : — UZAK MAZİ — Milli lejandlardaki boz kurt gibi müstakil ve öz bir varlık olabilmek için Kamâl 1920 senesinde Ankarayı kendi- 'ne payitaht ittihaz ve ilân etti. Atatürk Ankarayı intihab etmişti; çünkü Anka- Ta Anadolunun kalbgâhındadır ve asır- larca şarktan garba doğru muvasale ro- lünü oynamış olan yaylalara hâkimdir. E _Bğyî,ik muhaceretler ve istilâlar bura- — dan geçmişlerdir ve kbel istilâ ve fütuhatın anahtarmı teşkil ediyormuş gibi ordular hep Ankara etrafında çar- pışmışlardır. Tarihi Ankara kalesi yal- — niz Auğust'un imparatorluğunu değil, hattâ en feyizli zamanlarını İsa doğu- — mundan iki bin yıl önce yaşamış olan- Hititleri de hatırlatmaktadır. Nitekim — bugün Ankarada inşa edilen binaların — temelleri bu büyük Anadolu medeni - /— yetlerinin muhtelif tabakalarına nüfuz etmektedirler. Bu medeniyetlerin tunç, dalçı, altın ve granit devirlerinden kal - ma eserleriyle Ankara müzesi, bugün, -— bir dünya hazinesi halini almaktadır. — Bir akşam Ankaranın eski kalesine çık- — tım ve biribirine karışan, biribiri ya- tnında yükselen ve fakat korkuünç bir — tarzda biribirinden farklı olan ayrı ay- triki âlemi, eski ve yeni Ankarayı sey- /| rettim. Eski Ankara kaleye doğru yük- selmeğe çalışarak tepenin yamacına yas- fında toplanmış bulunan küçük evleri salyangozlara benziyorlardı. Yeni ve camisiz Ankara ise eskisinden ayrılı - yor ve hendesi hatlar teşkil eden bul - varları ile en mütecasirane bir estetik ve laiklik eseri olarak uzanıp gidiyor- du.” Makale sahibi bundan sonra Ankara /| şehrinin taksimatı hakkında izahat ve- — Tiyor ve diyor ki: «« İnsan taşirklar arasında bulunan ve on senelik bir zamanın mhasulü olan ü qhıı şehre: şehir etrafındaki parkların, bundan oön sene evvel efsane addolunan yeşilliklerine - Ankarada bir bardak su bu gün bile para ile tedarik olunmakta- ANK YENİ TÜRKİYENİN KALBİ Memleketimiz hakkında bir kitab hazırlamak üzere bir aylık bir tet« kik seyahati yapan ve son günlerde Yugoslavya'ya dönen Vreme gazete- si politika kısmı şefi Bay Svetovski aşağıdaki makaleyi gazetesinde neş- retmiştir. Belgrad'lı arkadaşımızın bu güzel yazısını sayfalarımıza alı- ARA Ankara, İkinciteşrin sonu. dır — yüksekten bakınca bilmecburiye, bataklıklar içinde kâinata bir pençere açan (muharrir Petrogradı murad edi- yor) büyük Petroyu ve hınçın tabiat ve intikamcü ilâhlar ile boğazlaşan ikinci Kamses'i hatırlıyor. Böyle bir gözle seyredilince Ankara iradenin ve insan zaferinin timsali olarak göze çarpmak- tadır, Ankara sokaklarında seyrüsefer eden ve Moskova tarafından türk por- takallarına mukabil satılmış olan rahat- liklı otobüsler, henüz on üç yaşına bas- mış bulunan cumuriyetin, meşhur ame- rikan şairi Walt Whitman'a has olan şiirini tamamlamaktadır.,, Muharrir Ankaradaki konservatuvar ve benzerleri hakkında izahat verdikten sonra diyor ki: « . Atatürk'ün eseri olan bu yeni Ankara bütün hayatiyet hulâsalarını kendine çekmektedir. Ankara daha şim- diden Türkiyenin baş ve dimağı halini almış bulunmaktadır. Ankara bugün 130 bin kişilik bir şehirdir. Faakt 20 seneye kadar 300 bin kişilik bir şehir olacaktır. Bugün Avrupadan Asyaya ve Asyadan Avrupaya giden dört ekspres Ankara - dan geçmektedir. Fakat Ankara Kaf- 1 d i düferleri sistemi ile rus ş bağlanınca; İsmet'in muazzam şimen- düferler plânı tamamlanınca; Türkiye İran'a rabtolununca, Ankaradaki aerod- romda memleket dahili muvasalalar inkişaf edince ve otomobil yollarının inşası tamamlanınca hasıl o- lacak tempo ve bu yollar vasıtasile ya- prlacak transitler bütün Asyanın uyan- masına müessir olacaktır. O zaman An- ve harici ile kara yalnız yakım Şarkın anahtarı öl - makla kalmıyacak, aynı zamanda yakın şarkın mihveri halini alacaktır ve daha on sene evel çıplak bir taşlıktan başka bir şey olmayan bir zeminde yeni bir medeniyet doğacaktır. Ankara Uetire - sinin sırrı budur ve bu sırra kıymet tak- dir etmek imkânsızdır. Belki Ankara millete azçok pahalıya mal olmaktadır, fakat Ankara dimağ ve iradenin mah- sulü olan bir mucize olarak bakı kala- gelmektedir. MURADIN OĞLUNUN MAHBESİ Ankaranın en cazib ciheti mazi ile hali yekdiğerine Trabtetmesidir. Kale burçlarından eski ve yeni Ankarayı sey- rettiğim akşam nasıl lakayd kalabilir- dim ki, ayaklarımın altında Muradın oğlu mağlüb Beyazıdın zındanı bulunu- yordu. Uzun İstefanın bütün fedakâr - Iığına ve Timurlenk ile Ankara civa - rında yapılan harbta sırb süvarilerinin gösterdikleri bütün gayret ve . şecaate rağmen mağlüb olan Beyazıd, ayakla- rımın altında bulunan bu kulede hapse- dilmiş ve orada ölüme tekaddüm eden meraretli ânları yaşamıştır. İşte bu sey- ran esnasında bu süretle Kosova'ya te- mas ettikten sonra yeni ÂAnkaraya in - dim,” M. SVETOVSKİ —< ÇA YABAN | CI GAZETELERDE OKUDL S OKUDUKLARIM Çekoslovaklar Avrupa vaziyetini nasıl görüyorlar ? Alman gazetelerinin “bolşevikliğin ileri karakolu”, “Sov- yetler ittihadının tayyare karargâhı” adını verdikleri Çekos- lokavyanın resmi gazetesi olan Prager Presse gazetesi, Çe - koslovakyanın vaziyeti ve Avrupadaki enternasyonal durum hakkında yazmış olduğu bir makalede diyor ki: “ Her ne kadar ÂAvrupanır' vaziyeti vahim görünüyorsa da henüz bir Avrupa harbı kendini göstermemektedir; bundan dolayı panik yapmağa lüzum yoktur. Son on sekiz sene için- de bazan komünistlerin bütün dünyada ihtilâl yapmağa teşeb- büslerinden, bazan Almanya ile Lehistan arasındaki gergin »- liklerden, bazan Balkan ile İtalyanın vaziyetinden dolayı bir- çok defalar harb tehlikesi pek yaklaşmıştı; fakat patlak ver- meden bertaraf edildi. Bugünkü gergin hava için de aynı ne- ticeyi tahmin edebiliriz. 'Güçlüklerle tehlikeler mübalaga edilmemeli, sulhu ve em- niyeti korumak yolunda yapılan müsbet teşebbüsler de gözden uzak tutulmamalıdır. Bay Eden'in nutku tarif edilemiyecek de- recede ehemiyetlidir . Eğer İngiltere, 1914 senesindeFransaya ve Belçikaya böy - le teminat vermiş olsaydı, o zaman büyük dünya harbının önü- ne geçilmiş olurdu. B. Edenin nutku, garbi Avrupada sulhu emniyet altına almış, aynı zamanda bütün Avrupa sulhu için de büyük destek olmuştur. Bunun en büyük ehemiyeti, İngilterenin dünyayı daha iyi bit hale getirmeğe muktedir olabilmek için metodik bir suret- te silâhlanmakta olmasındadır. Bay Musolini, son nutkunda İtalyanın Avrupada bir fe « lâket kopmasını arzu etmediğini söylemiştir. Rusyayı da ya - kından ve iyi tanıyanlar, bu memlekette içerde inşa ve dışar- da sulhtan başka bir dilek beslenmediğini bilir. Almanya, silâhlanmağa devam etmekle beraber, bunun da bir haddi vardır ve Almanya yeni sistemini tamamiyle kurabil- mek için muhakkak surette sükün ve sulha muhtaçtır. Dr. Gö- bels, pek doğru olarak, Almanyanın harbtan müsbci olarak hiç bir şey kazanamıyacağını, ve bir harbın neticesi itibariyle memlekete zarar getireceğini söylemiştir, Yeni bir harb, o kadar maddi zararlar, o kadar sosyal değiş- meler meydana çıkaracaktır ki bunun bir kısım mesuliyetini bile hiç bir aklı başında devlet adamı, politikacı veya asker ü- zerine alamaz.” Gazete burada reis Beneş'in sözlerini istinsah ile diyor ki: “Bugün Almanya ile anlaşamıyan Avrupa memleketleri a- rasında hakikatte hiç bir ihtilâf yoktur. İspanyadaki sivil harb, doktrinlerin ve ülkülerin çarpışma- sından ne neticeler doğabileceğini göstermekte ve biribirine muarız akideler besliyen devletlerin biribirine karşı müsama- hakâr davranması lüzumu hakkında güzel bir ders vermekte- dir. Çekoslovakya bu politikayı güdmektedir. Bu memleket hiç bir ideoloji ihtilâfına yanaşmamakta ve böyle bir kampa girmemektedir. Çekoslovakya, demokrasiye bağlılığı muhafa- za etmekte, ne faşist, ne de komünist bloklarına girmemekte - dir. Onun akdetmiş olduğu ittifaklar, tecavüz etmemek pakt«a ları bu vaziyet üzerinde tesir icra edemez. Çünkü bunlar, kar- şı taraftaki devletin dahilde hangi rejimi takib ettiği düşünül- meksizin yapılmış şeylerdir. Almanya tarafından gelen telâş uyandırıcı propagandala- rın « bunlar her ne kadar müsaid bir hava uyandırmazsa da - Çekoslovakya bunlarin kendi siyasetini ihlâl etmesine müsa - ade edemez. Çekoslovakya, bu' siyasete aynr ile mukabele etmiyecek, Almanyaya karşı bitaraf kalmakta devam edecektir. Çekoslo - vakya, kimsederi bir şey istemiyor ve kimseye karşı da bir te- ahhüde girişmek arzusunda değildir. Bu memlekette her hangi bir ifrata kaçmıyacak bir dahilt rejim muhafaza edilecektir.” Haftanın iki mühim siyasi hâdisesi İngiltere, Belçika, Almanya ve Japonya Sunday Times gazetesinden : Geçen hafta dış siyaseti âleminde iki ehemiyetli hâdise ol- du. Bunlardan birisi, Bay Eden tarafından “Belçikanın istik- lâl ve toprak bütünlüğünün İngiltere için hayati bir ehemiye- ti olduğu” ve “bu memleketin, şayed, bir saldırganlığa uğrı - yacak olursa o zaman ingilizlerin kendisine yardım edeceğine güvenebileceği” hakkındaki sözleri idi. İngiliz dış bakanının açıktan açığa, resmi bir surette ve Belçika başbak hazır bulunduğ da söylediği bu söz- lerden daha vazıh ve kati ne olabilir? â Bay Eden, bu sözlerine açık konuşmanın değeri hakkında bir mukaddime ile başlamıştır. Bay Eden, bu sözleriyle bütün dünyaya şunu ihtar etmiş bulunuyor: Belçikaya karşı yapıla- cak her hangi saldırış karşısında büyük Britanyanın takına- cağı tavır, 1914 senesindekinin aynı olacaktır. Bunlarda şaşılacak bir taraf yoktur. Coğraft zaruretler, geçmiş asırlar içinde hep İngiltere bu memleketlere karşı bu türlü siyasetler takib ettirmiştir. Üçüncü Edvard, Elizabet, Kromvel, Marlboro, Pit, Palmerston ve Gladston hep aynı il- ham ile hareket etmişlerdir. Bundan dolayı yeni bir lokarno vücud bulsun, bulmasın, bu siyaset, milletler arası siyasetin temel taşlarından birisi olacaktır. Böylece ne kimse tehdid edilmiş, ne de her hangi bir şey değiştirilmiş olmamaktadır. Bu, ancak hiç bir devletin İngilterenin onu müdafaa edeceğini bilmeksizin Belçikaya hücum edemiyeceğini hatırlatan bir teminattır. İkinci hâdise, Almanya ile Japonya arasında bir pakt imza- lanmasıdır. Bu paktın Rusya aleyhine değil de, Komintern aleyhine tevcih edildiği beyan edilmiştir. Gene şeklen bu ko « münist enternasyonalinin etrafa saçtığı tehlikelere karşı te« dafüt mahiyette bir anlaşmadır. Bununla beraber, herkes, bunun, hakikatte, Rusya aleyhin- de bir anlaşma olduğuna kanidir. İtalya, bu anlaşmaya gir- memiştir. İtalya her ne kadar bütün şekilleriyle komünizme düşman ise de onun Rusya ile toprak alıp vermek süretiyle halledilecek hesabi yoktur. O, alacağını almıştır. Başka taraflarda bu paktın uyandırdığı intiba müsaid de - ğildir. Birleşik Amerikada, uzak şarkta yeni rahatsızlıklar, kargaşalıklar uyanması ihtimali tehlikeli telakki edilmiştir. Ayrıca Japonyada da bu paktı imzalamış olan militaristlere le, bunu Japonyanın eski dostluklarına bir tehdid telakki eden diplomatlar ve devletler arasında bir tefrika uyanmıştır. İrigiltereye gelince, bu memleket, uzak şarktâa mevzii bir pakt yapılması imkânınt kaldırracak olan böyle bir hareketi memnuniyetle karşılamış değildir. Hulâsa, bu pakt, Amerika, İngiltere, Rusya, hattâ Japan- ya ve Çin tarafından iyi karşılanmamıştır. Sulh için yeni ümid 30 ikinci teşrin 936 tarihli Deyli Heraid gazetesinden : Enternasyonal durumda yeni ve ümid verici bir değişik « lik olmak üzeredir. Bundan altı ay evel zecri tedbirlerin iflâs etmesi Üüzerine sulhcu milletler büyük bir ümidsizliğe ve bozğuna uğramış idiler, Bizim gazetemiz, zecri tedbirlerde iflâsın Milletler Cemi- yeti ve kollektif sistem için bir son olmadığını, belki bir geri- İeme olup bu devre nihayetinde onun gene canlanacağı ümid ve mütalaasını ileri sürmüştü. Bu devre baş göstermiş bulunuyor. Bütün sulhçu milletler de harbın önüne geçmek siyasetinin keskin bir siyaset haline gelmesi karar altına alınmıştır. Harb tehdidi faşist devletlerden geldiğine göre sulhçu mil- letlerin böyle bir siyaset ve kararda birleşmesi dünya nizamı - nın korunması ve kanunsuzluğun ortadan kaldırılması yolun- da tedafüli bir cephe tutulduğuna delâlet edebilir. Son hafta içinde İngiltere hükümeti, Fransa veya Belçika veya Mısır bir saldırganlığa uğradığı takdirde bu memleketin onları müdafaa ve askeri zecri tedbirler tatbik edeceğini bil- dirdi. Fransa hükümeti, milli tasvib üzerine farnsız - Sovyet pak« tının tamamiyetini teyid etti. Fransa, Polonya ve Britanya arasındaki münasebetler yo « lundadır. Polonya ile Romanya alman - japon anlaşmasına gir- mekten kaçınmışlardir. Şimdi, bütün bu vaziyet ve hareketlerde sulh cereyanının yürüdüğü ve yüksek bir seviyeye çıkmakta olduğunu göster « mektedir. Şimdi asıl mesele, bütün bu sulh hareketlerini Milletler Ce« miyeti ve bu cemiyetin paktı ile zecri tedbirler mükellefiye- tini koymakta olan on altıncı madde etrafında toplayabilmek- tir. Bunun için iki sebeb vardır. Eğer bütün tehlike noktaları- nın korunması lâzım geliyorsa daha şümullü tedbirlere lüzum ve ihtiyaç görülmemelidir. Doğu Avrupasında sulh için ve saldırğanlığa karşı almman garanti tedbirleri, harb isteyen devletleri cesaretlendirecek ka- dar hafiftir. Çekoslovakya, hayranlığa değer bir soğukkanlılık ve meta- net göstermektedir. Fakat esaslı surette Milletler Cemiyetinin himaye ve garantisi bir ân evvel temin edilmiyecek olursa bu küçük devlet bir saldırganlığa kurban gidecek, bundan da bü- yük bir Avrupa harbı baş gösterecektir. İngilterenin Belçika ile Fransaya vermiş olduğu garanti, garbta başlıyacak her hangi bir harb tehlikesini önlemiştir, di- yebiliriz; fakat bu garanti, şarkta başlryacak bir harbın garba Bugün mevcud olan paktlar, tam ve bütün bir Avrupa pak- ti haline getirilecek olursa, o zaman sulha musallat olagelmek- te olan tehlikenin önü alınmış olacaktır. Mevcud garantilerin Milletler Cemiyeti çerçevesi içinde toplanması zaruretini doğuran ikinci sebeb de bunu, tatmin edilmemiş bir takım milletlerin bir takım maksadlarına hiz- met edecek şekilde ittifaklar hali lmesine mani olmaktır Bu vaziyette her millet için hukuk müsavatı ve atdâlet gö- zetilmeli, bir takım muhakkak ıztırabların ortadan kaldırıl « ması için sulhçu milletlerin fedakârlık etmesi lâzım gelirse o da yapılmalıdır. İngiliz milletinin arzusu, sulhu temin için Milletler Ce « miyeti etrafında toplanmak ve kollektif emniyeti ko: il - mek yolunda lâzım olduğu gibi silâhlanmakdan daha iyi ifade edilemez. - Tefrika: No: 104 BİLİNMİYEN İNSAN Yazan: Dr. ALEXİS CARREL Türkçeye çeviren: NASUHİ BAYDAR İnsan ve ferd mefhumlarının - karışıklığın - dan gelen bir hata da demokratik müsavattır. -Bu dogm, bugün milletlerin tecrübelerince havale — olunan darbelerle yıkılmaktadır. Demek ki onun / sahteliğini göstermek faydasızdır. Fakat bunun uzun mmfaffıkiydindaı dolayı şaşmak lâzım- dır. Beş_enyet, nasıl olmuş da buna böyle uzun — zaman inanılmıştır, Bu doğm vücudun ve şuu- run teşekkülünü göz önünde tutmamaktır. Kon- !:re bir hâdise olan ferde uygun değildir. Evet, tı_ısanlar müsavidirler, fakat ferdler müsavi de- gildirler. Onlarm hukuk müsavatı bir hulyadır. — Zayıf akıllı ile jeni adamı kanun nazarında da müsavi olmamak lâzımdır. Budala, zekâsız, dik- — kat sarfına iktıdarsız, dağmık bir kimsenin yük - _ıek_bir terbiyeye hakkı yoktur. Ona, tamamiyle — inkişaf etmiş ferdin seçim hakkını vermek ma - — nasızdır. Cinsler müsavi değildirler. Bütün bu müsaavtsızlıkları tanımazlıktan gelmek çok teh- likelidir. Demokrasi prensipi güzidelerin inki- şafıma engel olmak suretiyle medeniyetin inhi- tatına yardım etmiştir. Ferdt müsavatsızlıklara hürmet etmek gerektir. Modern cemiyette bü - yüklere, mutavassıtlara ve madünlara elverişli vazifeler vardır. Fakat yüksek insanları da alel- ade insanlar gibi yetiştirmeğe kalkısşmamak lâ - zımdır. Böyle yapılmış olduğu içindir ki demok- rasi ideali cemiyette zayıfların hâkim olması ne- ticesini vermiştir. Bunlar her sahada kuvvetlile- re tercih edilmektedirler. Yardım görmekte, hi- maye edilmekte ve ekseriya kendilerine hayran o- lunmaktadır. Bunun gibi, halkın sempatisi hasta- lara, canilere ve delilere gitmektedir. Ferdin in- hitatından, geniş ölçüde mesul olan müsavat efsanesi, senbol sevgisi, konkre hâdisenin ih - malidir. Aşağı seviyeden olanları yükseltmek imkânsız olduğu için insanlar arasında müsava- ti tesis hususunda tek yol onların hepsini en al - çak seviyeye indirmek idi, Şahsiyetin kudreti de işte böylece yok oldu. Yalnız ferd mefhumu insan mefhumu ile karıştırılmakla kalınmamış, fakat daha ileri gidilerek, insan mefhumu, yabancı un- surlar ilâve edilmek ve kendine has un- surların İğalearmdan da mahrum brrakıl- mak suretiyle taglit olunmuştur. Biz ona, ıfnîtanık âleme v#;id mefhumları tatbik ettik. Te- ekkürü, manevi ıztırabı, fedakârlığı, güzelliği sükünu unuttuk. İnsana şimik bir madde, bir makine veya bir makine çarhı imişçesine mua- mele ettik. Onu ahlâki, estetik ve dini faaliyet- lerim_'len ayırdık. Onun bazı fiziyolojik faaliyet- lerinin manzarasını da ortadan kaldırdık. Nesic- lerle şuurun gıda ve yaşayış tarzı değişiklikleriy- le nasıl 5 erini hiç soruşturmadık. İn- tibaki fonksiyonların esaslr rolünü ve bunları istirahate terketmeden doğacak neticelerin ehe- miyetini tamamiyle ihmal ettik. Bugünkü zaafı- mız hem ferdiyeti iyi tanrmamamızdan ve hem de insanın teşekkülünü bilmememizden ileri gel- mektedir. z XI Kendimizi bilmemizin âmeli manası Modern insari muhitinin, cemiyetçe kendi- sine ister istemez kabul ettirilmiş olan yaşama ve düşünme itiyadlarınımn muhassalasıdır. Bu iti- yadların vücudumuzu ve şuurumuzu nasıl muz- tarib ettiklerini gördük. Teknolojinin etrafımız- da yaratmış olduğu muhite tereddi etmeksizin uymamızın imkânsız olduğunu şimdi biliyoruz. Halimizden mesul olan ilim değildir. Mesul olan- lar yalnız bizleriz. Memnu ile mubah olanı biri- birinden ayırd etmeği bilemedik. Tabit k dininin ve endüstri ahlâkının dogmları biyolojik hakikatin karşısımda sukuta uğ . Yan sak olanın ne olduğunu kendisinden soranlara hayat daima aynı cevabı verir. Zaafa düşer. Ve zi, bizim olmayan bir diyara götürmüştür. Onun bize arzetmiş olduğu her şeyi de biz kabul et- “ gayri olmuş, zekâsını kaybetmiş ve kqııdinı'_ ve ALAY kendi mü lerini aciz getirmiştir. Fakat aynı zamanda biyolojik ilimler sırlarm en değerlisini bize ifşa etmiştir: bunlar, bedenimi- zin ve şuurumuzun gelişmesi kanunlarıdır. Bu bilgidir ki bize kendimizi ihya etmek vasıtası- nı vermektedir. Irkın ırst hassaları sağlam kal- dıkça modern insanlarda cedlerinin kuvvet ve cesareti yeniden uyanabilir. Bu insanlar acaba bunu istemek kabiliyetini henüz haiz midirler? ea S : Y UNU