' Tarihdeki ga | N1 Yazan: Max KEMMERİCH 1788 senesinde cerrah “Tenon kralım 'teki Hötel Dicu has- tahanesini gezmişti, orada gördüğü şey- | ler hakkındaki raporunda şunlar yazılı di ; “Hastahane emri üzerine Pari binalarından İ 2627 hasta yatıyordu. Bunlar arasında ateşli hastalar, lohusalar, çiçek çıkaran. lar vardı. 1 metre 10 santim kadar eni olan yataklar iki kişiye mahsustu, f kat içlerinde, üçü baş, üçü aya da olmak üzere altr kişi yatıyordu. Böy- dece hastalardan birinin ayakları diğe- FinİN omuzuna, hattâ - yüzüne / gelirdi Kendilerine ancak 35 santim kadar yer kalan hastalar asla uyuyamazlardı. Pislikler koğuşun içinde duruyor ve sabahları büyük bir kovaya - boşaltılı yordu. Bu yüzden ve yerlere (ökülen pisliklerin tesiriyle koğuşların havası #eci bir halde idi. Elbise dolablarında çiçekli ve uyuğ- 1u hastaların elbiseleriyle diğerlerir elbiseleri bir arada bulunuyordu. Bitta- bi bitlilerle temizler de karışıktı. Yani hastahaneden çıkan bir adam elbiseleri- 'ni çiçek ve uyuz mikroblariyle aşılan- mış ve bitlenmiş olarak giymeğe mec- burdü. Ölülerin elbiseleri de burada sakla- ır ve her sene yedi sekiz bin tane ol- mak üzere mezada çıkarılırdı. - Bunlar memleketin her tarafına mikrob yayar- dardı. Bu hastahanenin, içinde büyü' ame- liyatlar yapılan salonu, yanındaki - ka- davra odası yüzünden, leş gibi kokar ve içerisine güneş girmezdi. Aletler ameliyat olacak kimsenin yanında hazırlanır. ve ameliyat diğer hastaların yanında yepılırdı. Bu hastahanede ölenlerin hepsi in- fektion yüzünden ölüyorlardı. Hasta lohusalar salim Tohusalarla birlikte, ve bir yatakta üç dört kadın olmak üzere, yatarlardı.” Resmi rapordan çıkarılanı bu hulâsa o /zamanın hastahaneleri hakkında bir kir vermeğe herhalde yeter. birinde Bin sene kadar müddetle gömülen Paris'teki Innocents mezarlığı © kadar taaffün etmişti ki, 1746 sene- sinde orayı ziyarete giden ceneral Ber- Tier, içinde 1500 ölü bulunan bir meza- 'Tın üzerinde sürüler halinde yeşil leş 4 gözüyle görmüş- içine ölü de bu mezarlığa yakın yerlerde oturan halk hükümete müra- — €aatederek şikâyette bulunmuş ve me- zarlığın neşrettiği şiddetli tebahhurat 've koku yüzünden ©o civardaki evlerde yiyecek şeylerin bir iki saatte bozuldu- Zunu söylemişlerdir. > 1776 da kilise bahçelerine ölü göm- — Mek tahdid edilmiş fakat büsbütün me- nedilmemiştir k Ö zamanki sıhat koruma işleri hak- — kunda Voltaire'in Dr. Paulet'ye yazdı. rib vakalar Çeviren: S. ALI Küçük sokaklarda mezbahalar var ve bunlar yazın etrafa öyle bir laşe ko- kusu yayıyorlar ki, şehrin bir semti bu koku ile zehirlenebilir. Kiliselerdeki ölülerin kokusu dirileri öldürüyor. In- nocents mezarlığı ise hotantolarda ve Zencilerde bile misli - bulunmuyan bir barbarlığın alâmetidir Bu mezarlıktan yayılan bozuk hava öyle bir hale gelmiştir ki, 1779 senesin- de o civardaki bir evin kilerinde bulu- nas işığı söndürmüştür. Roma katolik kilisesi ve dinsizler Wilhelm Pelisso adında, 1220 ile 1240 seneleri arasında Tuluz civarında yaşa- mış olan bir Dominikan keşişi “Kro- mikler” adlı bir eser yazıp bırakmıştır. Bu eserin el yazması bir nüshası Fran- sa'da Karcasson şehri kütüphanesinde 6449 sayıda mevcuddur. Bu keşiş şöyle yazıyot : “Allaha, mukaddes bakire Mer- yeme ve babamız aziz Dominikus'a ve diğer bilcümle gök yüzü halkına hamdü süphan olsun diye, allahın emriyle Tu- luz civarında Dominikan frerlerinin yaptıkları bazı şeyleri kaydedeceğim: O zamanlar bir dinsiz papas ölmüş ve kilisenin avlusuna gömülmüştü. Üs- tadımız Rollandus bunu duyunca trer lerle birlikte oraya gitti, hep beraber dinsizi mezarından çıkardılar, cesedini sokaklarda sürüklediler ve sonr yak- tılar. O sıralarda bir de Galvanus adın- da bir dinsiz ölmüştü. Üstad - Rollan- dus'un gözünden bu da kaçmadı. Prer- leri, papazları ve halkı topladı. Hep be- raber dinsizin öldüğü eve gittiler. Evi baştan aşağı tahrib ettiler ve arsasını çöplük yaptılar. Galvanus'u da mezarın- dan çıkardılar. Cesedini muazzam - bir kafile ile şehirde sürüklediler (Tuluz şehrinde) ve sonra şehrin dışında yak- tılar. Bütün bunlar 1231 senesinde rab- bimiz Mesih İsa'nın şanı için ve aziz Dominikus ile Roma katolik kilisesinin gerefi için yapıldı. © zamanlar papanın vekili tayin olu- 'nan engizitör Catalanus iki dinsizi di- ri diri yakılmağa mahküm etti, bunların birinin adı Peter von Pucchperdut öte- kinin Peter Bomassipio idi. Her ikisi de ayrı ayrı günlerde yakıldılar. Cata- Janus birkaç ölüyü de mahküm ettiği için bu ölüler de mezardan çıkarılıp ya- kıldılar. Diğer engizitör frer Ferrarius birçok dinsizi yakalattırıp höcrelere hapsettirdi ve üzerlerine duvar ördür- dü. birkaçını da allahın âdil muhake- mesinin yardımiyle diri diri yaktırdı. Engizitör Wilhelm Arnoldi, Montes- gür şehrinde Johannes la Garda ile bi 210 dinsiz yaktırdı. Bu yüzden © civardaki dinsizler arasında müdhiş bir korku başladı. (Bunu / yaptırar Wil- belm Arnoldi eylüâl 1866 da papa do- kuzuncu Pi tarafından azizler arasına dahil edilmiştir.) (Sonu var) L'laformation'da Fernand de Brinon yazıyor: Bu sabahki başyazısında, fransız - in- giliz - Belçika görüşmelerinin şardarı- h ve neticelerini inceliyen Times, şöy- le diyor: “Yeni bir başlangıç yapıldı ve Avrupa, barışçı üsüllerle evini nizama i ve belki de Bonuncu " Bu fikre tamamiyle iştirak ediyoruz. Dün getçekleştirilmiş olan usul uzlaşması, ne bir fransız ge- i, ne de bir ingiliz diplomatik teşkil eder. Bu uzlaşma şumu ifa- de eder ki, 1914 harbının üzerlerine bil hassa ağır bir surette çökmüş olduğu üç devlet, milletlerinin, kendil Raya atmaya mani olmak-için her çare- ye başvurmamış olmakla itham edemi cekleri kadar büyük bir samimiyetle sulhun teessüsüne çalışmakta inad et mektedirler. kav. Almanya ve İtalya, Lokarno andlaş. masının çiğnenmesinden doğan vaziye- ti eşit haklar dairesinde görüşmeye da- vet çdilezeklerdir. paktının giğnenmesini 23 temmuz tebliği şöyle vasıflandırıyor: “7 mart alman - teşeb- büsiyle yaratılan vaziyet”. Bu görüş- Lokarno melerde, tabildir ki şimdiye kadar ya- pılmiş olan bütün tekliflerle daha da yapılabilecek olanlar, yani her şeyden evel Sarraut hükümetinin fransız plâ- t ile, 1936 martında B. Hitlerin ingi- liz hükümetine yapmış olduğu tekli ler tetkik edilecektir. İtalyan diplomasisinin de, Lokar- 'no andlaşmasını imzalamış — devletler arasındaki mevküne dönerken, dörtler paktı Tehinde bir teklifte bulunması () timali de uzak değildir. Hatırlarda ol- duğu gibi, Makdonald hükümetinin rarları üzerine, Fransa've Almanya, pakt projesini, Romadaki elçileri vas tasiyle parafe ettirmişlerdi. Dünkü toplantı zaviyesinden istik- bal üzerinde düşünürken şu noktayı da ihmal etmiyelim ki, B. Baldvin, resmi tebliğde “umumi bir uzlaşma ile sulhun sağlamlaştırılması” olan esas hedefin tarifinin —ardından, — münakaşalardan sonra metni şöyle tesbit edilmiş olan bir cümlenin girmesi hususunda ıstar etmiştir: “Böyle bir uzlaşma ancak bü- tün alâkalı devletlerin elbirliğiyle ka- bil olacaktır ve bu hususta muhafaza edilmesi lâzımgelen ümidler için Av- Tupanın biribirine zıd hakiki veya zahi Ti gruplara bölünmesinden daha İ bir şey olamaz." “Zahi burada ingilizlere göre, hususi bir ehe- miyet almaktadır. Bu mütalcalar neticeleri aydınlatma- a kâfidir. Bununla beraber şunu da ilâve edelim ki beş devlet konferansı- 'nın birinciteşrin ayının “ilk günlerin- den evel toplanacağı mümkün görün- miyor. Programı tesbit etmek ve görüş Ahtilaflarını aydımlatmak için bu müh- let zaruridii. kelimez Alman ve İtalyan suallerini bekliye- Londra toplantısından sonra lim. Bunlar formülleşmekte gecikmiş e- cektir. Almanyaya gösterilen nezaket La Röpubligue gazetesinde de, aynı mevzua temas eden Pierre Brossolette şöyle yazıyor. Londra konferansı ancak beş saat sürdü. Sabahleyin iki ve öğleden sonra da Üç saat konuşmadan sonra, mllşterek bir tebliğ neşredildi Belki bazıları görüşmelerin bu süra- tinden, Londra - toplantısının - fransız teden ibaret olduğu hi receği endişesiyle şikâyet dir. Fakat bu kısz intiba böyle değil Eğer çalışmaları süratli olmuşsa, bu, konferansın itina ile hazırlanmış olma- sındandır. Delegeler, daha konuşmala- rının başlangıcından itibaren, daha ön- ce diplomatik yoldan hemen her.en ta- mamen hazırlanmış bir metin üzerinde çalışmak imkânını - bulmuşlardır. Az gok manalı bir iki kelime üzerinde mu- tabık kalmaktan başka yapacak iş kal- mamıştı. Ve bu da süratle yapıldı. edecekler. konferanstan alınan Görüşmelerin kısalığı, di tan, üç hükümetin şimdi takib etmek istedikleri milletlerarası politika husu- sunda ciddi ve hakiki bir surette muta- bık olduklarını gösterir. B. Leon Blum, başka bir ihtimal mevcud oldukça ta- bildir ki Avrupayı iki muhalif grupa bölmek istemiyecektir. İngilizler, bel- gikalılar ve diğer sulhçu devletler gibi, onun da en aziz emeli, Avrupa emniye- tinin, hattâ bugün kollektif — sisteme muhalif devletleri bile içine alan umu- mi bir uzlaşma ile temin edilmesi: Ancak bu istikamette yapılacak son te- şebbüs de akim kaldığı takdirdedir ki ekspausiyoncuların tehdidleri karşrsın. a bir karşılıklı müdafaa kombinezonu tasarlıyacaktır. Ve iyi bilir ki bu hti male k: 'mmak için, ve İngiltere gibi memleketleri de buna edebilmek için Almanya ile kollektif - görüşmek tecrübesini sonuna kadar götürmek 11 zımdır. Fransanın vaziyeti böyle olunca, bö- bürlenici bir tavur alarak “Almanyaya, kati bir cevab vermekten kaçmak için fırsat vermeye mana yoktu. Ve işte bu- 'nun içindir ki fransız delegeleri, müş- terek tebliğde Almanyanın şikâyetini mucib bir nokta kalmaması hususunda SAYFA 4 mutabık kalmışlardır. Perşembe akşamı neşredilen tebliğde Almanyaya kendi iştiraki olmadan herhangi bir alınmış olduğundan şikâyet vesilesini verebilecek hiç bir şey yoktur; 7 mart alman kuvyet darbesi nazik bir ifade İle “teşebbüs” diye vasıflandırılmıştır. davet edilmiş olduğ konferans için hiç bir tarih tesbit edilmemiştir; hiç bir tahdid edici program - kararlaştırılma- maştır; alman diş bakanı ingiliz - fran- - Belçika görüşmelerinden — derhal haberdar edilmiştir. Almanyaya - karşı etmeye imkân yoktu. Ve bunu yapmakla haklr bir harekette bulunulmuştur. Mademki Almanya ile kati bir görüşmede bulun- mak lüzumu hissediliyordu; ona hoşu- 'na gitmiyecek şeyler söyliyerek işe girişmek çocukluk olurdu. Fakat bugün bunlar, Almanya ile görüşmek teşebbüsüne tedbirsiz bir su. zette kendimizi kaptırmış olduğumuzu ifade etmer. Bilakis. Gerçekten, 19 mart Lokarno andlaş- ması gereğince yapılmış olan - kurmay uzlaşmaları meriyette kalmaktadır, Al- manya- ile görüşmeler akim kalırsa bu uzlaşmalar kolayca — kuvvetlendirilebi. bir. Öte yandan, eğer beşler konferansr bir Ren anlaşmasına / varacak - olursa, bundan daha nazikçe hareket konferans derhal orta ve şark Avrupa- ar devletlerinin de iştirakiyle genişleti decektir. Bu suretle diğer meseleler as- kıda birakılarak yalnız Ren” meselesi halledilecek değildir. Orta ve şark Avs rupası dostlarımızın menfaatleri bu su- retle korunmuştur. Ve ilk defa olarak bu, İngilterenin tam tasvibiyle yapıl- mıştir. Bu iki bakımdan, istikbale doğru 'açık olan . perşembe vzlaşması, gene de bizim bugünkü dose- Yuklarımıza ve çarm N— isti ktedir. Onun içindir kâ bu yuzlaşmayı kayıdsız şartsız bir tasvible karşılıyabiliriz. Fransızca bilen Bir gence ihtiyacımız vardır. Kendi: Sine matbazda yazı dizme - öğretilecek: tir. İyi maaş verilecekti Ulus Basımevi DDORARALANADKUAKNANIKOKSNAN AOUN AYA IAO MATTONUK OYOY LKY0 CKAYDNNLAKIAANATINALKIKAKLIIININ Gazetelere girecek RESMİ İLÂNLARIN tek mercii Türk Maarif Cemiyetidir ĞAO DDDFODUNLODAOYONLUL POKUYNARRCTTUYUAD OYOYT ULAY LKYK KKK KOY ARKAKAKALAKAKAKAAN NKKK bir de bana onlar benel kurbağa dediler. ve genç ağaçlar bürümüştü. Çeviren: Rudyard KiPLİNG Nurettin ARTAM — Son hızla gidilirse yarım ” gecelik bir yoldur orası dedi Baghira ve gayet ciddi gö- Tünen Balu da: — Elimden geldiği kadar süratle kuşaca- ğm ben de. dedi. /— Balu, veni bekliyemeyiz. Kaa ile ben, hızlı hızlı gideriz, sen de arkamızdan gelir- sin. Yola çıktılar. Balu bir seğirteyim dedi, fakat yere düştü. Ötekiler onu bırakıp ilerle- düier: Baghira, hızlı pars yürüyüşü ile koşu- yordu. Kaa bir şey söylemiyor, Baghira ile at başt yürüyordu. Tepede bir dereye - rast- geldiler. Burasını bir sıçrayışla geçen Bag- hira, yüzerek geçen yılandan ileri gitmişti. — Beni serbestliğe kavuşturan kırık kil din başı için söyliyorum, dedi, Baghira, sen, hiç de yavaş yürümüyorsun, — Karnım aç, dedi Kaa, bundan başka Haydi ilerliyelim. Kaa, toprak üzerinde sürünerek ve sabit gözleriyle en kısa yolu kestirerek yürüyor, ilerliyorlardı. Soğuk inlerde maymun milleti, Movgli nin dostlarını hatırlarına bile getirmiyorlar- dı. Çocuğu bu kaybolmuş şehre getirmişler, burada gayet iyi vakit geçirmeğe koyulmuş. Tardı. Movgli bundan önce hiç bir hindli şehiri görmemişti. Burada, artık, harabe yığınla- rından başka bir şey kalmamış olmakla be- raber, göze gayet güzel görünüyordu. Bunu eski zamanda bir kıral, bir tepe ü- zerine kurmuştu. Şehrin kapılarına ulaşan bir yolun izlerini, hâlâ, görebiliyordunuz ve bunların üzerinde çürümüş, köhne tahta par- çaları elan sallanıyordu. Büyüyen ağaçlar, duvarlardan aşmıştı. Mazgallar, aşağıya yu: vrlanmış, harab olmuştu. ve şimdi onların yerlerini kalın dallı sarmaşıklar bürümüştü. Damsız büyük bir saray tepenin üzerinde bir taç gibi duruyor, avlusunun ve çeşmele- rinin mermerleri kirlenmiş; yeşile, kırmızı. ya boyanmıştı. İçinde bir zaman kıralın fil- İerinin durduğu köhneleşmiş duvarları otlar Saraydan aşağıya doğru baktığınız za- man bir vakitler şehri teşkil eden ve şimdi içleri karaltılarla dolu birer boş arı kovanı n andıran sıra sıra damsız evleri görüyor- dunuz. Dört yolun birleştiği bir meydanda biçimsiz iri bir siyah taş duruyordu ki buna bir zamanlar tanrı diye tapılmıştı. Köşe baş- larında bir zamanlar kuyu olarak kullanıl- mış çukurlar, oyuklar vardı. ve mabedlerin yere inmiş damlarının etrafını yaban incir- leri sarmıştı. Maymunlar, burasının kendi şehirleri ol- duğunu söylerler ve öteki cengel halkını or- manda yaşadıkları için hor görmek isterler di. Bununla beraber, ne bu yapıların ne için yapıldığını, ne de nasıl kullanılacağını bil. mezlerdi. Giderler, kıralın meclis odasına çepeçevre oturup pirelenir ve böylece, akıl- larınca, insanlar gibi hareket etmiş olurlar. dr. Yahut da damsız evlerin bir içine, bir dı- şına koşarlar, oralardan bir takım sıva par- gaları, eski tuğlalar toplayıp bir köşeye yı- ğarlar, daha sonra bunları nereye koydukla- Tını unutarak çığlığı basarlar, biribirleriyle döğüşe başlarlardı. Bu da bittimi, kıralın bahçesine dalarlar, orada çiçeklerle yemişle- nellerini ve yüzlerce ufak, karanlık odalarını dolaşmış, bulmuşlardı. Fakat gördükleri ne idi; görmedikleri ne kalmıştı, bunu bir türlü hatırlıyamazlardı. Bu işleri yaptıktan sonra birer ikişer, ya- hut kalabalık bir küme halinde dışarıya çı- kar, insanlar ne yapabilirlerse kendilerinin de onu yaptıklarını söylerlerdi Sarnıçlardaki suları içerler, üzerinde çır- pındıkları için bu suları çamurlu, bulanık bir hale koyarlar; bu hüneri de gösterdikten sonra dışarıya çıkıp, avazları çıktığı kadar, bağırırları — Cengel'de Bandar-log'lar kadar akıllı, iyi, kurnaz, kuvvetli ve nazik kimsecikler yoktur. Bu yaptıkları bir defa, bir defa daba, ta bu köhne şehirden bıkıp usanıncıya kadar tekrarlarlar, ondan sonra cengel halkına ken dilerini gösterebilmek için ağaç tepelerine tırmanmağa giderlerdi. Cengel yasalarma göre yetiştirilmis, ter- biye edilmiş olan Moveli, bu türlü hayattan bir şey anlamamıs, hoslanmamıstı