Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
ULUS 28 ŞUBAT 1936 CUMA 23 şubattaki halkevleri töre- ninde bulundunuz mu? Bulunma- mak bahtsızlığına uğradınızsa, Recep Pekerin çok önemli söyle- vini gazetede — okudunuz mu? Bundan da mahrum kaldınızsa, size acırım. Yeni Türkiyenin ye- ni hayat yolundaki çalışışlarını, türk gençliğinin bu çalışmalara katılışlarını görmek, bilmek, öğ- renmek, yurdunu seven her türk için büyük bir ödevdir. Bu ödevi, nasıl olursa olsun, ka- çırmak, acınacak şey doğrusu. Recep Peker, halkevlerinin dördüncü yılına girişini kutlar- ken, 103 halkevine, bu yıl, daha o- tuz üçünün İkçatıldığını da müjde- ledi. Hem geçen yılların işlerile, hem de bu yeni açılışlarla, haklı olarak övündü. Kemalizm ülküsünün meşale- sini taşıyan halkevleri, geçen yıl, iki milyondan fazla türkün çalış- masına saha olmuştur. 'Böyle en ulusal bir kurumun ha- yatiyle sıkı sıkıya alâkalı olan bir şefin göğsü kabarmasın mı? Yü- reği coşmasın mı? Yurdunu içten seven herhangi bir türk bile, bu ö vünmeye, bu coşmaya ortak olma- ya can atar. İki milyon.... Dört heceli iki kelime. Söylemesi dile çok kolay geliyor. Birden bir milyona kadar saymak için bir adamın ömrü ye- tişmez. Bir meydana toplanmış birkaç bin kişinin bile gösterdiği geniş çevreyi bir göz önüne geti- rirseniz, iki milyondan fazla hal- kın alacağı manzara karşısında şaşırır kalırsınız. Bu iki milyon İ kişi bir günde, bir yerde değil, bir İ yıl içinde, 103 halkevinde toplan- mış, ulusal hayatın her türlü gö- |rünüşlerile ilgilenmiş, her biri kendine düşen çalışma payını yap mıştır. - Bu çalışmaların bir örneğını Ankara Halkevi bize, üç saatin i- çinde gösterdi. Receb Pekerin iç ften alkışlanan söylevinden, Nafi — Kansunun bize rakamların belâ- -— gatini sivrilten sözlerinden sonra, genç müzik profesörümüz Adna- — nın Halkevinde, yalnız başına ye- — tiştirdiği (koro) gençleri, müzik- |— le birlikte birkaç parça yaptılar. -— Bunların hepsi alkışlandı; fakat —armonize edilen (Zile türküsü), koridorlara kadar hıncahınç dol- — muş olan halkın, gök gürültüsünü andıran alkışlarile karşılandı. — Bu, bana, ötedenberi inandıgım — bir hakikati, bir kere daha göster- |di: Halk türküleri, garb tekniğiy- le »staca ve du, gulu * İarak armo- nize edilince, en yüksek bir yürek coşkunluğuyla dinleniyor. Adnan, değerli, sevimli bir genç müzik ustasıdır; yetiştirme- - ge uğraştığı gençler, kendisini çok — içten seviyorlar. Bir öğretmen i- çin, bundan büyük şeref olur mu? 2.000.000 Bir müzikçi için, halkın böyle de- rin alkışlarile karşılanan besteler yaratmak, en doğru bir mükâfat değil midir? Sonra cumur başkanlığı filar- monik orkestrası, çok beğendiği- miz genç türk bestecisi Hasan Fe- ridin birkaç parçasını çaldı. (Pre- lüd) ünü, bir kere de Musiki Mu- allim mektebindeki halk konser- lerinden birinde dinlemiştim. Genç bestecilerimizden, de- gerli muallimlerimizden Ulvi Ce- mal ile Necil Kâzımın müzik par- çalarını derin bir ilgi ve coşkun- lukla dinledik. Oh! yürüyoruz, türk müziğine açılan yeni yol, bu gençlere bakınca, sonsuz umudlar- le dolu görünüyor. Ankara halkevi bu yıl bize, gü- zel bir sürpr:z yaptı. Bu sürprizi ondan heklerneğe hakkımız yok tu. Ankara halkevinin bir sinema stüdyosu olmadığını biliyorduk. Onun dökümanter bir film yapa- bileceğini düşünemezdik. Fakat işte, bu beklemediğimiz, düşün- mediğimiz şey olmuş, Ankara hal- kevi, bize kendi eseri olarak bir dökümanter film göstermiştir. Stüdyosuz, oyuncak nevinden aletlerle yapılan, müzikle senkroni ze edilen bu dokuz yüz metrelik dökümanter film, kırk dakika için- de bize, Ankara halkevinin bütün çalışma şubelerinin nasıl işlediği- ni göstermiş, bir yandan içimiz- de derin bir ilgi uyandırırken, ö- te yandan “türkün gücü her şeye yeter.,, sözünün doğruluğunu gös- termiştir. Ya o, en sonraki. Muallim Mu- allânın yarattığı çiçekler, kelebek- ler feerisi ne idi? Ne idi o sahne- nin dekorları? Neydi o çiçeklerin, kelebeklerin güzellikleri? Ne idi o Butterfly bestesi/ ile yürüyen, süzülen, eğilen, kıvrılan, oynayan çiçekler ve kelebekler? İnsan, kendini hakikat mMasalı içinde yaşıyor, sanıyordu. Bize üç güzellik, coşkunluk saati yaşat—le" için, Palkevi genç- leri, günlerce, haftalarca, belki ay- larca çalıştılar, didindiler: yorul- dular, terlediler: uykusuz geceler geçirdiler. Ve bunlar, hiç bir mad- di menfaat karşılığı olarak yapıl- madı. Onlarr canlandıran yalnız türklük ülküsü, yalnız halkevi ü- yeliğinin verdiği vicdani zevktir. Ankara halkevi başkanı Ferid Celâl, ne kadar övünse haklıdır; Halkevleri, türk gençliğinin, bütün ülkülü çalışmalarına geniş bir saha olmuştur. Onlardan çok daha geniş, çok daha parlak so- nuçlar bekliyebiliriz. Kâzım Nami DURU olmuş bir perı Halkevinde komite seçimleri Dün akşam Halkevinde dil, edebi - yat, tarih, sosyal yardım, köycülük ko- miteleri iki yıllık toplantılarını yapmış- lar ve bu iki yıl içinde ne suretle çalış: tıklarını komitelerine izah ve rapori tetkik edilerek gayet samimi, canlı ko nuşmalar yapılmış neticede geçilmiştir. Bu seçimleri yapmış olan komitelere seçilen arkadaşların isimle- seçimlerie rini yazıyoruz. DİL, TARİH, EDEBİYAT KOMİTESİ Hıfzı Oğuz Bekata — Sanayi Umum Müdürlüğünde, Enver Behnan Şapol - yo — Öğretmen ve muharrir, Halil İb- rahim — Şürayı Devlet azalarından, Münir Müeyyed Bekman — Matbuat Umum Müdürlüğünden, Şeref — Hu - kuk tatetbesinden, SOSYAL YARDIM KOMİTESİ Doktor Rağıp Tüzün, Doktor Fat - ma — Edirne Saylavı, Doktor Süreyya Asım, Bayan Behiye Uluöz, İhsan Ka- rabatur. KÖYCÜLÜK KOMİTESİ Doktor Celâl Puyan, Doktor Ahmo? Remzi Gönenç, Bayan Saffet Denği -- Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesinde do- çent, Bahadır Dülgeroğlu — Hukuk ta lebesinden, Kerim Ömer Çağlar — Kim- yager ve doçent. Bugün de saat 18 de Gösterit, Ar, Müze v Sergi komiteleri seçimleri ya- pılacaktır. 5 l"ı!.ııi: Ci Geri Kalmışız (Başı I. inci sayfada) kat etmeierini tavsiye ederiz. Biz dahi bir devrim gençliği yaratmak ihtiyacındayız. Böyle gencliklerin nasıl varlaşmakta ol.*ığunu, bil- akis uzun senelerdenberi artık inkılâbçı olmuyan Temps düşünü- şünden daha başka türlü takib et- mek zoru altındayız. F.R. ATAY Kış olimpiyad oyunları tasnifinde, memleketimizin - Le Temps hususi aytarının da dün bildirdiği gibi cak tam manasiyle liste sonunda gel- miş olduğu bir vakıadır. Bu netice, bu defa yapılmış olan nevinden millet- lerarası karşılaşmalarında, Fransanın, büyük dünya memleket- lerinin çoğu tarafından, hem de bü. yük bir farkla çok gerilerde bırakıl- mış olduğunu göstermektedir. Bu hu- susta, spor zihniyetine tamamiyle zıd olacak bir kırgınlık ızhar etmemek- le beraber bu kadar sarih bir madun- luktan müteessir olmak ve hattâ kaygulanmak yersiz değildir, ve bu hesab hatasından icab eden faydalı ders de çıkarılmak gerektir. n Şüphesiz, bu son senelerde, terbiyesinin, Fransa'da, büyük ve hattâ çok büyük ilerlemelere eriş - miş olduğu kabul edilmelidir. Gencli- gimizin bugün müşahede edilebilen fizik kaliteleri ile geçen Tinkil an- ihtısas spor kelimenin etimolojik manasiyle bir nevi din karşılığı, yani en güzel re- korları ekde etmiye imkân veren kalb- lerin anlaşınası ve samimi birliği var- dır ki bunlarsız bütün rekorlar bey- fizik id- manlara yalnız disiplinle çalışmıyor- lar, ona ihtirasla kendilerini veriyor- lar, onda yaşamak zevklerini, vata- nın taliine güvenlerini, bu talii daha emin ve daha ihtişamlı yapmak ar- zularını göstermek fırsatını da bulu- yorlar. hude olur. Bu genclikler, Ne yazık ki bütün bunlar, bizde hiç yoktur. İdari bakımdan beden terbiyesi vazifesiyle mükellef olmı- yan (bu iş, bilindiği gibi Sıhat Ba- kanlığına düşer) milli terbiye, buna manen gerektiği ehemiyeti vermiyor. Bu bakanlık çoğun vatan ideoloji- leriyle karıştırılan resmi sıyasal mis. tikleri müdafaa ctmek ve kuvvetlen- dirmek gayretiyle, gencliğin kafasın- da, bilhassa (fesadlarla parçalanan demokrasimize her zamandan fazla lüzumlu) bir müşterek idealin teşek- külüne pek müsaid olan spor saha- sında, etrafında kollektiflik hissinin gelip kristalize olacağı bu medeni te- melli kıymetleri hâkim kılmayı hiç umurlamıyor. Ufuksuz bir materyalizm ve içi lojinin iki başlı tehli- ar da yapılacak hiç bir kıyaslama Ai ANKARA * Ulus - un fransızca haftalık nüshası ANKARA nın 102 inci sayısı çıktı Bu sayının başlıca yazıları şunlardır: B. Falih Rıfkı Atayın bir başyazısı Halkevlerinin yıldönümü ve B. Receb Pekerir' nutku yoktur. 1900 den ve hele harbtanbe- ri, dev adımlariyle ilerlenmiştir, ve bu bakımdan harcanmış olan gayret- leri zlık etmek haksızlık olur. Fakat bu gayretler, gereken ne kol- lektif karaktere, ne de medeni karak- tere büründü; birçok bakımlardan, bizde bütün — milli muvaffakiyetlere büyük engel olan bu ferdci manzara- sını hafaza etti. Disiplin y ğu ve bilhassa iyman yokluğu yüzünden ak- sadı ve aksıyor. Adale terbiyesi, o- nun zaruri tamamlayıcısı olan ve Al- manya, İtalya ve Rusya gibi başka memleketlerce son noktaya kadar İktisad Baltânır B. Celal Baya rın endüstri plânımız hakkındaki nutku Haftanın tarihi, Sömürgecilik, Madani yıldö- nümü, Türk inkılâbı tarihi, Ticaret anlaşmalarımız. Edebi parçalar: 4 Aydmlık (Yusuf Nazir) ve ilâ.. Ekonomik haberler: Ceviz ihracatımız, Ege Va H H * durum. Haftalık hikâye.. Haftanın resim ve karikatür- leri ve ilâ... Sayısı 5 kuruş ileri götürülen kafa ve kalb terbiye- di. Şüphesiz, bizim gibi hür bir mem- leket, gencliğin bedeni ve ahlaki te- şekkülü bakmımdan, saydığımız “mutlakıyetçi” memleketlerde rağbet gören usullere başvuramazdı. Asker- leştirilmiş, pek kudretli sıyasal orga- nizasyonların mengenesi içinde haps. edilmiş olan, rus, alman, italyan genç- İikleri işe veya talime gider gibi spo- ra gidiyorlar; biz fransız gencliğine bu örneği teklif etmekten çekinece- ğiz. Fakat, ne fransız ananesinde mevcud olan, ne fransız zihniyetine uyan korporalizm usulü aleyhinde hüküm verirken, bu genc kıtalarını canlandıran kudretli kollektif zihni- yete, milli heyecana, münakaşa gö- türmez idealizme de hürmet etmeli- yiz. Birçok büyük yabancı devletle- rin tatbik ettikleri şekildeki sporda, bomboş bir id kesiyle tehdid edilen fransız gencli- ği -şayet hükümet kuvvetleri ciddi su- rette istiyecek olurlarsa - ihtiyari di- sipline, vazifeleri onu artırmak olan bunca ilk mekteb öğretmenlerinin bütün kuvvetleriyle aleyhinde çalış- tıkları - vatan düşüncesi hatırlatıl. mak suretiyle - uyandırılması müm- kün olan şuurlu heyecana pek çabuk kendilerini vereceklerdir. Her sahada hiç bir zor ve askeri usul kullanılmadan, olduğu gibi spor sahasında da, onlarda heyecan, menfaatsiz hareket kültü, gayretin faziletine :»- — genc olmak - fransız olmak - gururu adın ve erkek slenmek suretiytle, genc — fransızlardan — istenilen — in - sanlar meydana getirilebilir. Bu sa- yede bize pek çabuk olimpiyad şe- refleri ve üstelik daha birçok şeref- ler de gelebilirdi. . Nişan Ölü Halid Başyazgan kızı ve ma- nifatura tüccarı B. Arifin küçük hem- şireleri Bayan Kâmile ile Milli Mü- dafaa vekâleti müsteşarlık hâkimi Tevfik Sayımın nişan töreni 27 şubat 1936 perşembe günü akşamı B. Ari- fin Samanpazarındaki nişarlılara sağlıklar evlerinde ya- pılmıştır. Yeni dileriz. Tefrika: No. 24 ANKARA Yazan: Norbert von BISCI!OFF Türkçeye çeviren: a BELGE Yalnız şunu da söyycım ki Osmanlılara göcebelikten kalma politik görüşlerini mu- hafaza ettiren âmil, devletlerini müslüman /|-teokrasisine taşıtmak zarureti olmuştur. Çünkü bu teokrasi, tarihin bir devresinden sonra, artık hayata intibak edememiş ve hâ- diselerin emrettiği oportünizme uyamamış- Peobar. Tarihin o devri halbuki, Osmanlılardan, daha girift, daha organik bir devletin kurul- — Masını beklemiştir. Demek oluyor ki, Osmanlı devletini öl- , ğ düren hastalığın sebebi, getirdikleri devlet — Yyasasının göçebece olmasında ve buna ken- disi dahi göçebe ruhundan müteessir islâm — dininin ilâve edilmiş olmasında aranmalı- dır. Çünkü hayat cemiyetlerden başka şey- ler isterken, Osmanlı yasasının yaşamaz bir - hale gelmiş kaidelerinde en &on zamanlara — kadar hiç bir değişikliğin yapılmamış olma- sı, ancak bu iki göçebelik esasının birleşmiş olmasiyle kabili izahtır. Fakat Osmanlı padişahlarının göçebe asıllarını ispat eden en büyük delil, asılları- nı hiç bir meşru vesikaya istinad ettirmek, umumiyetle de, herhangi bir tarihi tradisyo- na bağlanmak lüzumunu görmemeleridir. Her şeyi tarih içinde düşünen ba- tıda — halbuki, —hükümranlığı — tradis - yon ve meşrutiyete istinad ettirmek, hiç bir hükümranlığın müstağni kalamıyacağı bir asalet beratıdır. İhtilal idareleri bile, iktı- darı ele aldıkları günün ertesinde, kendi asa- let şecerelerini dikmeye çabalarlar. Batı'lı krallar, başlarında, fethettikleri bütün mem- leketlerin taçlarını toplarlar. Bu taçlar, meş- ru hükümranlığın mistik sembolleridir. Bun- lar, hakimiyet'in devamlılığını ve meşruiye- tini temsil ederler. Muzaffer kral, kendine bağladığı ülkeyi, eski politik benliğinden dilediği kadar uzaklaştırabilir hattâ ondan hiç bir hakka sahib olmıyan bir eyalet ya- par? Fakat, taç, hakimiyet'in her zaman için esrarlı bir kaynağı ve meydanda bir belge- sidir. Ve kralın alnına dokunan her taç, o- nun kudretine ilâve edilmiş bir kudrettir. Halife - sultan için ise, böyle değildir. O, cihangir bir göçebe soyün önderi ve bütün müminlerin başıdır ve bu itibarla, islamlık adına fethedeceği bütün dünyanın sahibidir. Ondan sonra gelecekler için de böyledir. Hep, Muhammet adına aynı ödevi yerine getireceklerinden bu iş için bir meşruiyet esası aramak yalnız fuzuli bir iş değil bir kü- fürdür de.. Bir padişah, yeni topraklar fethettimi, cihan ölçüsündeki misyonunu yerine getir- miş ve kendinden önceki caiz olmıyan duru- mu değiştirerek onun yerine doğru olan bir durumu koymuş demektir. Fethettiği ülke- nin bütün sembolleri, tacı, tahtı, adı, bay- rakları, armaları, küfrü temsil eden işaret- lerdir ki, bunların değil muhafazası, güne- gin önünde gecenin çekilmesi gibi, ortadan kalkması lâzımdır. Ortadan kaldırılan, haksız olandır. Or- ganik; politik ve kültürel fonksyonlarından tecrid edilen bir eyalet, uzvi hiç bir esas gö- zetilmeksizin, olduğu gibi, padişahın diğer eyaletlerine ilâve edilmektedir. İdaresi de türk askerine ve türk memuruna bırakılmak- tadır. Bir eyaletin toprakları fazla tenhalaştı yahud fazla tahrib gördü mü, oraya türk mu- hacir yerleştirilmektedir. Gelenlerle beraber “hak dini” ve “hak yasası” da gelmekte ve eyaletin eski dini ile eski yasasını, müsamaha ile muamele gören bir azlığın kendi hususi müesseseleri vaziye- tine sokmaktadır. “Emir--ül-Müminin” ise, bu zaferi ile ö- vünmez, kendinden önce o eyalette olan ni- zama istinad etmez, hasmını yenmiş olmak- tan mistik bir kuvvet payı çıkarmaz ve o za- mana kadar fethedip belki de elden çıkar- dığı bir alay memleketin adını sayıp dök- mez. Adına yalnız ufak bir unvan ilâve eder. Bir unvan ki, Batı'nın herhangi bir hüküm- darı onu kendi adına takamaz. Çünkü onun için zafer de mukadder olabilir bozgun da. Fakat peygamberin halifesi içiri böyle bir mahzur tasavvur edilemez, çünkü bu unva- nın mesuliyetini, kendisi gibi kendinden sonra gelen de üzerine alacaktır. Unvanın herhangi bir tekzibe uğramaması islâm ide- alizmi tarafından emniyet altına alınmıştır. Bütün bunlardan başka da, unvan, göçebe ve cengâver soyun şefi için âdeta bir vesika ve berat mahiyetindedir. Bu unvan, “Gazi” unvanıdır |1). (Sonu var) IZ) “Gazi” unvanını Bischoff “ebedi muzaf- fer'“ diye tercüme etmiştir. Bu kelime etrafında yürüttüğü uzun mütalealar, muharririn kelime- lere bazen hâdiselerden ziyade ehemiyet verdi- ğini ve buna göre hükümlere varmaktan çekin- mediğini gösteriyor.