12 Ocak 1936 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

12 Ocak 1936 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1Z SONKANUN 1936 PAZAR ULUĞ SAYIFA 5 Komplocuların muhakemesine (Başı I. inci sayfada) — Bu Şevket kimdir? dir? Müddei umumi Baha Arıkan verdi: — Bizce malümdur arzedeceğim. Adresi ne- cevab Komiser Mustafanın raporu Reis, bundan sonra “sivil ikinci komi- ser,, imzasiyle verilen ve 131 numara - yı taşıyan raporun okunmasını emretti. Bu raporda hulâsa olarak şunlar vardı: “ ., , Ben Ali Saib'in arkasını takib etmeğe ve kendisini kollamaya memur edildim. Eğer Ali Saib bir yere gitmek isterse “beni İç Bakanı gönderdi. Ata - türk sizi istiyor,, demek suretiyle ken - disine mani olacaktım. Sabahın 7 sinden gecenin saat 24 üne kadar kolladığımı Ali Saib'ten ayrılmadığım için raporla- ri ikişer nüsha olarak ve birden yazmak mecburiyetinde kaldım. Lozan Palas'ta Ali Saib 8-10-935 de Çocuk Sarayı yanındaki evi- me taşınmış ve 9-10-935 de karısını ve çocuklarını getirtmiştir. Hareketlerinde çok serbest ve kendisini açık gösterme- ye çalışan Ali Saib polisin hakkındaki tahkikatını, arka cebinde taşıdığı taban- €anın kabarık vaziyetinden ve endişeli hareketinden anladiım, 8 - 10 - 935 de Maraş vilayeti Gök. sun kazasından olan Çerkes Musa ile be- raber olan Ali Saib yolda çolak Aziz'le 10 dakika konuşarak ayrıldı.. Akşama doğru, saat 17 de çiftlik lokantasına gi- yatan derek Çolak Azizle yemek yedi ve ora. dan kolkola Cumuriyet oteline - gittiler. Orada, iki saatten fazla ve saat ona ka- dar kaldılar r Çolak Azizle beraber 9 - 10 - 935 de Şehir lokantasına gi- den Ali Saib orada çolak Aziz'le birleş. miş ve beraberce oturmuşlardır. Üç.gün sommuyanı Z - 10 935 de) Ali Saib vali Nevzad Tandoğanı görmek disini salonda beklemiştir. Valinin ya - maindan çıkan Ali Saib Çolak Azizle on dakika kadar salonda oradan beraberce çıkmışlardır. 15 -10- 935 de kundura boyacısı Rahmi'nin önünden geçmekte olan Ali Saib'i, boyacıda ayağını boyatmakta o - lan Çolak Aziz çağırdı ve konuştular. Bu vaziyet, Ali Saib'le, Çolak Aziz ara - aımdaki sıkı dostluklar ve su sızmazlık, dikkati çekmiş ve Çolak Aziz'in bu işte bir rol oynadığı kanaatını vermiştir. konuşmuş ve B. Şevki Yılmaz ne diyor? “Sivil ikinci kkomiser” in raporu- mun okunması bitmişti. — Reis 133 sayılı vesikanın okunma- sını emretti. k ci © 2.10.1935 tarihini taşıyan ve Fes- mai mühürle tasdikli “Ankara ilbay- lığı yüksek makamına” hitaben ya- zrlmış olan bu raporda hulâsa olarak şunları dinledik: ”— Muavin Behçet ve komiser Osmanla beraber 15-16/10/1935 ta- vihinde Ankaradan Maraşa gittik. A- danada Behçet ile trenden - indik. İs- tasyonda Urfa saylavı Ali Saibi gör- düm. -Eskiden tanışıklığımız olması vüzere belediyeye gelmiş, Çolak Aziz ken- dolayısiyle selâmlaştık. Ali Saibi tanı- mayan Behçet Seyhan valisi Tevfik Hâdiyi görmeye gitti. Ali Saib bana sordu: — Neye geldin? Yoksa bir istitlâ- at mı var? — Maraş cihetine gidiyorum. İyi bıs arab kısrağı alacağım, dedim, İ — İyi arab kısrağı Maraşta aeğil, Urfada bulunur. Eski mebus Aslanın delâletiyle Urfada istediğin gibi kıs- rak bulabilirsin, cevabını verdi. Üzeyir ve Arifi yakalama Maraşta bulamazsam Urfaya da gideceğimi söyledim. Adanadan saat 18 de kimseye gözükmeden ve bindı ğimiz otomobilde kendimizin nüme rotaj memuru olduğumuzu söyliyerek Maraşa gitmek üzere yola çıktık. Maraşa gelince, vali B. Adli ıle görüştük ve oradan bir müfreze jan- darma alarak Hacı İdris'in Antep vilâ yeti dahilindeki çiftliğine girdik. Çiftlik- de ve evinde yaptığımız araştırmada çakmak ve tabanca bulduk. Vali ve komiser Osman'ı oarda bıra- karak Behçet ile beraber Anderin'e ve oradan Künbetir köyüne gittik. Künbe- tiri kuşatan Maraş jandarma kumandanı binbaşı B. Sami'nin yardımiyle Üzeyir ve Arif'i yakalıyarak Çokat'a gittik. O- rada Yahya'nın gelip yakalandığını ve janjdar.ma Hakkı onbeşiya teslim edil- diğini söylediler. 16 - 10 - 935 ten 22 . 10 - 935 şe ka- dar Çokat'ta tahkikatla uğraştık. Ora - dan Göksuna geldik. Kebenk köyünde Çokat nahiye müdürü Şemsettine rast - ladık. Tabancasını kattık. Kurutepe isimli çerkes köyüyle, kaçan Hamdi'nin kayınpederinin köyü Küçüklü'de bazı şüpheli adamların evlerinde araştırma - aldık ve yanımıza olan Korkmaz'da ve lar yaparak geçtik Nahiye müdürü Semsettini tevkij Nahiye müdürü Şemsettin Çeçen Seyidoğlu Yusufla konuşurken; Hamdi- yi tanıdığını, onun ele mebus olacağını, vazgeçtiğini söylemiş. Mevkufların yol- geçerse hükümetin onu aramaktan da getirilirken biribirleriyle melerine dikkat ettik. Yolda İdris, Zabitlikten mütekaid Kâzım isimli birinin Kenan Paşanın ya- : nına gitmek üzere parası olmadığından bir polisin kendinden para istediğini, vermediğinden tevki fedildiğini ve hattâ bir polisin kendnden yol parası ; beş lira aldığını söyledi. Halbuki Maraştan otobüsle ayrıldığı mız gün İdrisin iddia ettiği gibi hiç bir polisin seyahat ettiğini görmedik. Yal - nız Elâzizli komiser Şeref vardı.,, görüşme- olarak _Rnporlur karşısında B. Ali Saib Üç raporun okunduğunu zabta geçiri tikten sonra reis Ali .Saib Ursavaş'a sordu: : — Ne diyorsunuz? Ali Saib okunan raporlarda Adana.- da Şeyki, Ankarada Azizle konuşmaları hakkında geçen kısımlar üzerinde bazı şeyler söyliyebileceğine işaret dedi ki: “— Urfa saylavı Behçet ederek bana bir mektub yazmış ve bu mektubunda Urfa mebuslarının Urfa'ya gitmek istedikleri- ni bildirerek Adana'da hirleşmemizi ya- zıyordu., Adana'da birleştik ve heb be - vaber Urfa'ya gittik. Eylülün 14 üncü akşamına kadar Urfa'da kaldım. Orada iken bir haber şayi olmuştu: Üzeyirin evinde şüpheli bir adam tutulmuş, dikkatli olmak lâzımdır.. Eylülün 14-15 inde Urfadan ay- rıldık. Ertesi gün öğleye doğru Ada- naya geldik. Ben Adanada kaldım. İstasyonda, 22 senelik bir arkadaşım olan Şevkiyi gördüm. B. Şevki ile karşılaşma “Nereye gidiyorsun?,, diye sor- dum., 4 “— Bir şey yok; Maraşa at almaya gidiyorum.,, cevabını verdi. Çiftliğime gidince ortağım Ali ve çiftlik müdürüm olan Ömere dikkatli 0!- malarını, Üzeyirden satın almış olduğum araziden, şüpheli adamların geçmek ih - timali olduğunu, bunları yakalıyarak jandarmaya teslim etmelerini söyledim Zira bizde 250 kadar amele çalışır.. Görülüyor ki, ben hâdiseden haber darım ve adamlarıma da haber vermiş . tim. Üzeyir'in bana getiftdiği söylenen mektub' vaki bir hâdise olsa ve suikast- cıların mevcudiyetinden haberim olsaydı, “eyvah! teşekkülümüz haber alındı,, der ve Haleb yoluyla geldiğim için Halebte kalır, lekete dö dim. Mustantık- lığa verdiğim ifadede bunu söyledim. 18 eylülde evim ve çiftliğim arandı. 18 birinci teşrinde de tevkif edildim. Yani aradan bir ay geçmiştir. Bu bir ayı Mersin ve Adanada geçirdim. Çift- liğimi arayan komiserler, üç adamın geldiğini ve onun için evimin arandığı- nı ortağıma ve çiftlik müdürüme söyle miş'er, Ortada dolaşan sözler Bu vaziyet karşısında — böyle bir hâadise ile alâkam olsa neden gele - yim? Ankara'ya geldikten sonra Şevki ile karşılaştım. Ona derdimi — anlattım. Adımiın etrafında dolaşan - sözlerden Mecliste mebus arkadaşlarım da bahse diyorlar ve: “Senin evinde iki suikastçı yakalanmış,, diyorlardı. Bunu Denizli mebusu eski arkadaşım Mazhar Müfid'den de duyun. ca, kendisini kolundan tutup Şükrü Ka- j ya'ya götürdüm. “— Bu adam ne demek dedim. * y “ — Yalandır! dedi, tekzib edebilir - sin!” istiyor?,, Ben taş değildim... Birgün yolda Şevki'yi gördüm. “Ne oluyor, ne var? Benim için ne diyorlar?,, diye sordum: “— Haberim yok; bilmiyorum!,, de- di. Ben onun polis teşkilâtı içinde bir adam olduğunu biliyordum. Hududu. geçmek Raporlarda İdris ve Üzeyir'den bah. sediliyor. Üzeyir'i eskiden tanırım. Dört buçuk senedir görmedim. İstiklâl mah - getiril iştir. İdris'e gelin ce, onu hiç tanımam. Eğer — tanıdığım taahkkuk ederse bütün iftiraları vaki te- lakki edeceğim. dün de devam edildi Eğer bir şeyden şüphem — olsaydı, bulunduğum yere bir saatlık olan hu - dudu geçerdim, Çolak Aziz'e Beş sene evel Ankara avuç içi kadar bir yerdi. Onu o zamandan, eskiden ta. nırım. Çoluk, çocuğum İstanbulda idi. Ara sıra Şehir bahçesine gidiyordum. Bir gün orada iken yanımda oturuyor - du. Ertesi gün de Cumuriyet oteline git- tik. gelince: Azize gelince Ben Aziz'i polise mensup bir tanırım. Şimdi burada Evkaf Apartıma - nının müdürüdür. O, şaibeli bir adam olsaydı, devlet onu nasıl kullanır, ve na- sıl Evkaf apartımanları müdürlüğü gibi bir vazife verirdi? Onu polisin dediği gibi şaibeli bir adam bilseydim. bile vermezdim .Cumuriyet otelinde iki adam selâm saat kalışımızı calibi dikkat görmüşler. Bu otel, milli hudud “çinde, Ankaranın ortasında bir yerdir. Benim oraya ne - den gidip kaldığımı tahmin zor değildir. Gizli bir tarafı yoktur Ne zaman Adanaya gitti? Reis sordu; “— Ne zaman Adanaya gittiniz ?,, — Evet amma, eğer Hamdi bu adam. ları hükümete teslim etse daha iyi ya « pardı; gibi bir şey söyledim. 4 Memurin kanunu, memurlara bir iç- tihad hürriyeti vermiştir. Ben de küçük bir idare memuru olmam dolayısiyle Hamdinin daha kolay yakalanması im - kânını vermek için böyle bir şekil ileri — sürmüştüm. Şimdi beni bu fikrim için itham ediyorlar. Çeçen Yusufun şahitliği Çeçen Yusuf, şahidlik için gelmiştır. Yusufun bazı noktaları yanlış söylemiş olması dolayısiyle muvacehe istedim. Çok türkçe bilmiyen Çeçen Yusuf - te- fahür için söylemiyorum - beni methet. miş ve kendi nahiyelerine gelmem için mazbata bile yapacakl söyle - miştir. İstirham ediyorum. Muvacehe zabıtnamesi çıksın... Üzerinde hassasi « yetle durulan bu komplo işi ile alâka « dar olmuş olsaydım, memuriyet mınta- kam haricinde bir kahve içmek için uğ « ğ sadığım bir adama dellallıkmı yapardım? z Müvacehe edilince Riyaset makamı, Seyid oğlu Çeçen Yusuf'un ifadesi ile muvacehe zabtının l emretti. Tahkikat evrakının “— 9 eylülde... ben 26 d evvel Adana'da ortağıma bir telgraf ver- miştim. Bunda pamuk hasadı dolayısiyle şimdiden amele bulmasını bildirmiştim. Aldığım cevabta para istiyordu. Adana- ya gi ğ önen eit Orada para bulamadım. Ağustosun dördüne kadar bilka ötdüe bezledin. — Zit Bankası Müdürü Bay Fazlı'yi bekledim. O, gelince 500 lira aldım ve ortağıma verdim: Oradan İstanbula gittim. —— Mebus Behçet ile nerede birleş - tiniz? — Bütün Urfa mebuslariyle Adana- da birleşmiştik... Ç Ş Şemsellin ne diyor? Ali Saib Ursavaş'ın söyliyecekleri bit- mişti. Nahiye müdürü Şemsettin söz alarak: “— Şevki Yılmaz imzasını taşıyan ra.- porda bana taalluk eden nmoktalar var. Mezuniyetle ailemi çiftliğe götürüyor - dum. Şosa üzerinde güzel bir köy olan Küçüksu'dan geçerken Çeçen Seyidoğ- lu Yusuf beni bir kahve içmeğe davet etti. İlk sorduğu şey şu oldu: “— Yahu! ne oluyorsunuz. Göksun- da bir jandarma ile bekçi köyleri arı - yorlar, Hamdi meselesi bitmedi mi? - Anladım ki şifre gelir gelmez Ande. rinde olduğu gibi Göksunda da ihtiyati tedbirler alınmış, yalnız buradaki araş - tırmalar aleni olarak yapılıyor. , Hamdiyi bulmak için * Çeçen Yusuf'un üç karısı vardı. En ufağı Korkmazlı idi ve çerkesti. Hamdi- 61 - 63 üncü sayfalarında Yusuf di « yordu ki: “ — Hâdise etrafında — malümatım yoktur. Elbistanlı Hamdi'yi tanırım. İs- herhangi bir yabancı tutulursa zabıtaya teslimini köy muhtarlarına tebliğ et « mişti, Nahiye müdürü Şemsettin köyden geçerken, bir kahve içmesini söyledim. Söz Hamdi'ye intikal etmişt. “— Şu Hamdi'yi neden arıyorlar?,, dedim. Nahiye müdürü: Hükümet Hamdiyi aramıyor. O benim dostumdur. bulunsa —— mebus olurdu. Yanında bir arkadaşı var, —— Onu arıyorlar,, dedi. ğ Nahiye müdürü bunları benim ağ « tir'den Üzeyir'i tanırım. Yahya'yı ıını-î; mamk.,, Semsettin neden söyledi? — Yusuf'un bu ifadesi üzerine Şemset- “den lâf olmak içindir.,, —- : i "Muvacehede Şemsettin buna itiraz etmiş ve “mebus olacağını söylemiş de- — gilim. Suhuletle ele geçmesini temin ga- — yesiyle söyledim,, diyordu. Bu ifadeler — nin de Korkmazlı olduğunu biliyordum. Hatırsma, Hamdi'den bahisle bir şeyler öğrenmek ihtimal ve arzusu geldi; — Biz artık Hamdi'yi aramıyoruz dedim. . — Hamdi'nin arkadaşı Yahya'yı tut- muşsunuz ya! ' — Hayır! diye cevab verdim. O bir kaçakçıdır. Yusuf gene sordu: — Artık Hamdi meselesinden vazge- çildi mi? duktan sonra Şemsettin ilâve etti: “Ben Hamdi'nin mebus olacağını aslâ —— söylemedim. Bu adam, olsa olsa bu me. —— selede bir fedai olabilirdi.,, "g Nahiye müdüründen sonra Üzeyir, bazı şeyler söylemek istediyse de, mev- — zü ile münasebeti olmadığından riyaset makamı bunların müdafaasında uzun — umumi Baha Arıkan söz alarak: ——— * “— Ali Saib'in ilk tahkikat eirülı 0 | ÜLÜS'un romanı: Kırmızı Zanbak Yazan: Anatol FRANS Türkçeye çeviren: Nasuhi BAYDAR Mektubun müphem olan başlangıcı âni bir ıstırab ve karanlık şüpheler ifade ediyor- d_u. “Terez, mademki kendinizi' tamamiyle vermiyecektiniz neye verdiniz? Öğrenmek istemediğimi şimdi bildiğime göre beni al- datmadınız neme yaradı?”, Terez dürdu: gözlerini bir bulut bürü- müştü. Düşündü: demin ne bahtiyardık! böy- le ne oldu, allahım? Ben de, hiç bir neşe kal- mamış olduğu halde onun neşesiyle sevini- yordum! Eğer böyle ölmüş hisleri, silinmiş fikirleri anlatacaklarsa hiç mektub yazma- mak daha iyi değil mi? Mektubun geri taraflarını okudu. Ve, Jak'ın kıskançlıktan hırçınlaştığını görerek cesareti kırıldı: — Onu bütün kuvvetimle, bütün benli- ğimle sevmekte olduğumu şimdiye kadar is- pat edemedimse bundan sonra nmasıl inandı- rabilirim ? Birdenbire ortaya çıkıveren bu çılgınlı- Tefrika: 84 gın sebebini öğrenmekte Jak şöyle diyordu: Ruvayal sokağında kabarede yemek ye- diği sırada, sulardan gelip denize giderken Paris'ten geçen eski bir arkadaşa rastlamış- tı. Beraberce konuşmağa başlamışlardı; ki- bar âlemile yakından ilgili olan bu adam, ta- nımakta olduğu kontes Marten'den, bir tesa- düf eseri olarak bahsetmişti. Ve hikâyeyi burasında keserek Jak bağırıyordu: “Terez, Terez, yalnız benim bilmemekte olduğum şeyi mademki günün birinde öğ- renecektim, bana yalan söylemenin sebebi ne idi? Fakat hata sizden ziyade benimdir. Or San Mikele'deki posta kutusuna attığınız mektub, Floransa istâasyonundaki randevula- FInız, - eğer hakikate karşı göz yummakta ısrar etmemiş olsaydım - beni yeter derece- de aydınlatmış olurlardı. Hayır, istemiyor- dum, bilmek istemiyordum ki o, beni öldü- ren, cüretli zariflikle, teshir edici şehvetle kendinizi bana verdiğiniz sırada bir başkası- na aiddiniz. Bilmiyordum, bilmemek istiyor- dum. Daha ziyade yalan söylemenizden kor- karak size hiç bir şey sormuyordum; ihtiyat- h idim. Halbuki, işte, budalanın biri, durup dürürken, bir lokantanın masası başında gözlerimi açtı, beni bilip öğrenmeğe zorla- dı. Oh! şimdi biliyorum, şimdi tereddüd ede acele ediyordü. miyorum ve sanıyorum ki şüphelenmek çok daha tatlı bir şeydi! adı da, Fiezole'de, Mis Bel'in ağzından işitmiş olduğum adı da söy- ledi, ve ilâve etti: “Canrm, bu hikâyeyi her- eSs 'Dilir.” “Demek ki onu seviyordunuz, hâlâ da se- viyorsunuz! ve ben, odamda, başınızı koy- muş olduğunuz yastığı ısıtırken o, belki, şim- di yanınızdadır. Şüphesiz '«i oradadır. O her yıl Dinar at yarışlarına gidermiş, söylediler bunu bana. Onu görüyorum. Ben her şeyi görüyorum, Eğer beni kâbuslar içinde boğan hayalleri bilseydin; “Çıldırmış!” der;, ve ba- na acırdın. Oh! seni de, her şeyi de nasıl unutmak istiyorum ! fakat yapamıyorum. Bi- lirsin ki ben seni ancak sende unutabilirim. Seni hep onunla bir arada görüyorum. Ne işkence! bilirsinya, geceleyin Arno kıyısin- da, kendimi bahtsız sanmıştım. Fakat o za- manlar ıstırab çekmenin ne olduğunu bilmi- yormuşum. Bugün biliyorum.” Mektubu okumağı bitirirken Terez dü- şündü: “Gelişi güzel söylenmiş bir söz onu bu hale koymuş. Bir kelime onu ümidsizli- ge, çılgınlığa sürüklemiş!” sonra, kendisin- den bu suretle bahsetmiş olan . sefilin kim olabileceğini aradı. Vaktiyle, Lö Menil'in kendisine tanıtırken, çekinmesini tavsiye et- miş olduğu iki üç gencten şüphelendi. Ve, - sonra, babasından kendisine geçmiş olan Şo AÇ guk ve sonsuz hiddetlerden birine kapıla- rak: “Öğrenirim, ” dedi. O vakte kadar ne yapmalı? Dostu ümidsiz, deli, hasta olduğu halde koşup yanına gitmesi, ona sarılıp öp- mesi, etin ve ruhun öyle bir bırakılışı ile ü- zerine atılıp yalrırz ona aid olduğunu inan- — dırması kabil değildi. Yazmak! halbuki gi- dip onu bulmak, sesini çıkarmaksızın göğ- — süne başını koymak ve: “Haydi bakalım, bü- tün varlığımla senin olduğumdan şüpheleti- meğe cüret et!” demek daha ne kadar iyi o- lurdu. Fakat yapabileceği şey yazmaktan — ibaretti. Mektubunu yazmağa ancak başla- mıştı ki bahçede sesler ve kahkahalar işitti. Prenses Seniavin arabanın basamağına aya- gını atmıştı bile. : i Terez aşağı indi ve sakin, güler yüzlü gö- ründü. Üzerinde gelinciklerin tacladığı ge- niş hasir şapkası, mavi gözlerinin parıldadı- ği yüzüne şeffaf bir gölge veriyordu. Pren- ses Seniavin bağırdı: — Allahım, ne de güzel! ve onu - hen hiç görememek ne yazık! sabah olur ol ği sala binip Sen Malo'ya giderek sokaklarda dolaşıyor. Öğleden sonra odasına kapanı- yor ve işte böyle, hen bizden kaçıyor. * (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: