Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
27 SONKANUN 1935 PAZAR ULUS SAYIFA 5 La D İnketlerimiz ANKARA LOKANTALARI (Başı 1 inci sayıfada) lakki ediliyor. Halbuki lokantacılar bunun tamamen aksi fikirdedirler: on- lara göre eski kazanclar kalmamıştır ve şimdi nihayet çok az, hemen hemen ko- rumryacak kadar bir kârla yemek sat- maktadırlar, Müşteri daima ucuz lokan- ta aramaktadır ve her müşterinin kese- sine uygun lokantalar bu suretle doğ- mecburdur. Ucuz yemek de eti, yağı, sebzesi; hattâ tuzu ve büberine varın- cıya kadar her şeyi ucuz temin edilmek şartile olur. Büyük bir iki lokanta müs- tesna diğer bütün lokanta sahibleri ya- ğin en ucuzunu, etin, sebzenin en ucu- zunu bulmak ve aramak için savaşır- lar. Bu sebeble belki en eyi ve güzel yağ, en eyi ve güzel et almazlar. Taba- Camekânın ve “teşhir,, in lokantacılıkta da değeri büyüktür muştür. Bir lokantacı bize Ankara 10- kantalarının İstanbul ve İzmir gibi yer- lerde niçin beğenilmediklerinin sebebi- Di ve lokantacıların derdlerini şöylece anlattı: Ucuz yemek merakı.... İstanbulda vapurlarda, tramvaylar- da görürsünüz. Çantasının bir köşesine arkıştırılmış, bir gazete kâğıdına sarıl- miş alüminyom taslar içinde evinden yemek taşıyan memurlar ve tüccarların sayısı pek çoktur! İstanbul lokantala- rının en esaslı müşterileri dışardan ge- len tüccarlarla, gezmeğe, eğlenmeğe gelenlerdir. Halbuki Ankarada öğle de- ğildir. Evinden birkaç gün yemek gö- türüp dışarıda yemiyen ankaralı me- mur, lokantada yemek mecburiyeti kar- gısında kalsa bile verdiği paranın an- cak evinden yemek getirirken yaptığı masraf kadar olmasını ister. Bunu da tabif görmek gerektir. S0 — 60 lira maaş alan bir memur hem ev geçindirir, hem de dışarıda yemek yer- ken beş kuruşu bile hesab eder. Evli- lerden başka bekârlarda öyledir. Günde yemek parasından on kuruş artırabilir- se hafta sonu sinema veya eğlence pa- rası çıkar. Tüccarlara gelince, onlar memurlardan daha tutumludur. Çok va- kit peynir, ekmek, helva ile karın do- yururlar... Lokantacılar ne yapsın? Ucuz yemek isteği karşısında 1lo- kantacı müşteri bulabilmek için bütün çarelere baş vurup ucuz yemek satmağa ğı 10 kuruşa yemek satabilmek için de başka çare yoktur. Bizim derdimiz halktaki yalnız bu ucuz yemek merakı olsa ne ise... Bizim başımızda bir türlü anlaşamıyacağımız üç derd, uzlaşılmaz üç rakib vardır: Seyyarlar, işkembeci- ler ve piyazcrlar, börekçiler.. Lokantaların seyyarları. Lokantaların seyyarları olur mu diyeceksiniz... Eğer Bendderesi, Ön Cebeci, Samanpazarı ve büyük mekteb- lerin önünü dolaşırsanız orada bizim seyyarlarımızı görürsünüz. Hâl'deki sebzeci, küfe seyyarından ne kadar şi- kâyetçi ise böyle dükkân tutup, icar, vergi, garson parası, aşçı parası, veren biz lokantacılar da kendi seyyarları- mızdan o kadar derdliyiz. İtfaiye mey- danındaki amele kalabalığına tabağı yüz paraya yemek yediren seyyarlar vardır. Bu seyyarların hemen hemen ve yalnızca üç çeşid yemekleri bulunur. Nohud, bulgur pilavı, fasulye. Tabit hepsi de sade suya haşlanmıştır. Yağı, eti filan yoktur. Üzerine bolca tuz, bi- ber koyup teneke bir kepçe ile yarım kilo ekmeğin arasmma tıkıştırılan bu seyyar lokantacılar bizden fazla işler, İkinci bir tip seyyarlar da köfte ya- parlar ve tanesi bir kuruşa satarlar. Bunların müşterisi daha çoktur. Bazı dairelerden memurlar hademeyi gön- derip bu köftelerden beşer, altışar al- dılar mı ekmeğile beraber nihayet on kuruşa öğle yemeği yemiş olurlar. İşi biraz daha ilerleten köfteciler köfte- nin yanına arasıra pirinç pilavı da ya- pıyorlar. 5 kuruşa bir tabak pilav, 5 kuruşa bir porsiyon köfte ve 2 kuruşa 250 gram ekmek.. İşte size 12 kuruşla etli, pilavlı bir öğle yemeği... Lokantaların en büyük rakib- leri: İşkembeciler, piyazcılar.. Seyyarların müşterisi çok az maaş- 1r olan memurlarla, az kazançlı esnaf ve daha çok ameledir. Bu bizi çok sars- maz, Bizim asıl müşterilerimizi çekip alan işkembeciler ve piyazcılardır. An- kara'da öyle bir işkembeci vardır ki en eyi beş lokantamızdan fazla işler. İşkembecilerde yalnız dil, beyin, paça, işkembe çorbası değil, diğer etli ve zeytinyağlı yemeklerle tatlrlar da bu- lunur. Bizim yemeklerimize ek olarak İşkembe çorbası ve paça gibi çok Za- man yalnız kendilerinde bulunan ye- mekleri satmakla hususiyet kazanan işkembecilerde seyyarlar kadar ucuz yemek mümkündür. İşte size bir yemek listesi ki, en ucuz lokantadan bile bu kadar az para ile çıkamazsınız: yarım işkembeçorbası beş kuruş, yarım fasul- ye plakisi beş kuruş, yüz para da ek- mek... 12,5 kuruşla bir yemek... İşkem- becinin fişlerini karıştırırsanız yüzde sekseni bu 12,5 — 15 kuruş arasında o- lanlardır. İşkembecilerin müşterileri bu ucuz yemek istiyenlerden başka bir de akşamcılardır. Garson kelimelere hususi bir ton vererek de bir işkembe gorbası, ekşisi bol olsun...,, diye aşağı seslendiği zaman biliniz ki müşteri ak- şamdan kalmıştır. Lokantacıların üçüncü tip ra- kibleri: Börekçiler... Seyyarlar işçi müşterilerimizi alır. İşkembeciler ucuz yemek merakında olanları alır... Börekçilerle, pastacılar da genc müşterilerimizi çekerler. Cad- de üzerinde, süslü camekânlarda bo- gaça, börek, pasta, süd tatlıları sıralı- yan börekçiler bizim yerine göre para harcamaktan sakınmıyan genc müşteri- lerimizi kendi masalarında toplarlar. İki boğaça ve üstüne fevkalâdeden bir muhallebi veya aşure ile nihayet 20 ku- ruşa çıkan bir öğle yemeğini gencler daima lokantaya tercih ederler. Gelip geçeni seyretmek, eşi dostu görmek de bu 20 kuruşun parasız bir panoraması- dır. Bilhassa kışım işkembecilerle bö- rekçiler bize daima üstün vaziyettedir- ler. Biz de tutunabilmek için yemekle- rimizi mümkün olduğu kadar ucuzlat- mak ve kullandığımız maddelerin kali- tesinden fedakârlık yapmakla müşteri- lerimizi kaçırmamak savaşındayız. Sey- yarlar, börekçiler, ve işkembecilerle daimit bir rekabet halinde olan Tokan- taların hiç kaçmıyan müşterisi de dı- şardan gelen ve Ankaranın ucuz, paha- lr yerini bilmiyen yabancılardır. Yalnız bunların içinde memleketinden getir- diği kavurma, pastırma, peynirle geçi- nip lokantaların camekânlarına bakmı- yanlar da yok değildir. Ankara'da ne kadar lokanta var? Ankarada lokanta, işkembeci, pi- yazcı, börekçi ve pastacı olarak altmışa yakın dükkân vardır. Buna tabii sey- yarlar dahil değildir. Lokantaları bele- diye üç smıfa ayırmıştır. Birinci sınıf 3 lokanta, ikinci sınıf 12 lokanta var- dır. Geride kalanlar üçüncü smıftır. Üç sınıfa ayrılan lokantalarda lis- telerimizi kendimiz tanzim ederiz. Yal- nız belediyemurakabe eder ve icabında listemizi tetkik eder. Zaten biz müşte- ri tutabilmek için ucuz satmak mecbu- riyetindeyiz. Onun için fiat yüksekli- ginden dolayı ceza görmüş lokanta sa- hibi pek azdır. Lokantalar daha ziyade Anafarta- lar caddesile ona müvazi sokaklarda sı- ralanmıştır. Ve tenzilatlı karneli ye- mek usulü hemen hemen her lokantada tatbik edilmektedir. Hattâ öyleki, bazı lokantalar yüzde elli tenzilat yapıyor- lar. Bütün gaye peşin para ile karne satmak ve esaslı müşteri tutmaktır. Kış ve yaz arasında fiat farkı neden yoktur? Bizim halka en gayri tabif ve uy- gunsuz görünen tarafımız yaz ile kış arasında yemeklerde fiat farkr görül- memesidir, Yazın etin kilosu 20 kuruş- tur, Kışın elliye çıkar... Böyle olmakla beraber lokantalardaki et yemekleri fiatları farketmez, gene aynıdır. Bu değişmiyen fiat halkta bizim ih- tikâr yaptığımıza dair bir kanaat do- ğurmuştur. Halbuki biz lokantacılar eti muayyen kasablarımızdan alırır. Ve bu kasablar kışın et yemeklerinin fiat- larını yükseltmiye mecbur kalmıyalım diyebize halka göre nisbeten ucuz et verirler. Buna mukabil biz de yazın onlardan et alırken fazla tenzilat iste- meyiz, Böylelikle yemek fiatlarını yaz kış bir seviyede muhafaza etmemiz halkta ihtikâr yaptığımız düşüncesini doğuruyor. Bence fiatların durluğunu koruması bakımından lokantaların yaz ve kığ ayrı ayrı fiatlar yapması doğru değildir. (Ulus: Bu düşünce bize biraz uygun gelmedi, Yazın sebze ve et fiat- ları kışa göre en aşağı yüzde yüz fark eder. Kışın kasah ve sebzeciden dışarı« ya satışa göre nihayet yüzde 20 ucuz alan lokantacının sebze ve et yemekle-« ri üzerinde yazın hiç olmazsa yüzde 30 veya 40 bir tenzilat yapması gerek« tir.) Aş evlerine gelince. Aile mutfakı ismini de alan aş evle « rinden Ankarada beş tane vardır. Bun - lar hizmetcisi ve aşcısı olmıyan evlerle bekârlara yemek verirler. Lokantalara göre fiatlarr ucuzdur. Az garson kulla- nırlar, Bulundukları yerin cadde üstü » olmasına kati lüzum olmadığından icar« ları azdır. Masa, takım ve saire masraf- ları yoktur, Bunlar perakende satma - dıkları için lok rakib sayıl lar Bir mesele daha vardır: lokantalar « da aynı yemeğin birisinde on beş ku « ruş iken dieğrinde 30 kuruş olmasını müşterilerin havsalası almıyor. Büyük lokantalar her yemeği ayrı pişirirler, Ufak lokantalarda meselâ üç türlü et pi- şer, üstüne biraz yoğurt koydular mı yoğurtlu kebab, biraz salça döktüler mi tas kebab, yanına biraz soğan rendeledi- ler mi soğanlı kebab olur. Tabii böyle « likle bir yemeğin maliyeti ucuzlar, Ve dolayısiyle satmak imkânt olur. Halbuki büyük lokantalara patates kızartması ile yemeklerin yanına garnitür olarak ko « nan patates ayrı ayrı hazırlanır. Aşevlerinin bir çoğu Suluhandan alış veriş ederler ve ikinci mutavassıt olan Hâl'deki esnafa ayrı bir kazanc verme - diklerinden daha ucuza alabilirler. Hal- buki lokantalar Hâl'deki esnaftan alış veriş ederler. Ve her ikisinin arasında- ki farkların dolayısiyle müşterinin ce « binden çıkar. Biz lokantacılar da diğer esnaf gibi geçmiş günleri hatırlıyoruz. Tanrr An « kararya gelip gidenleri eksik etmesin, Yoksa şu sırada gördüğünüz onlarca dükkân şimdiye kadar çoktan tarihe ka« kırışırdı..,, “Işkembeciler, sebzecilerin seyyarları gibi bizim en büyük rakiblerimizdir.,, ERELE * ——— ©——7 a— Büyük hikâye Yefrikar 2) Bu da bir hikâyedir Yazan; Yaşar Nabi NAYIR Fakat kadının başı gitgide daha fazla dönmeğe başlıyor ve hareketlerine hâkimi- | yeti de aynı süratle azalıyor. “Fena oluyo- rüm,, diyor, ve bir an oluyor - ki, erkek, bu kumral başı kollarının arasına düşmüş bulu- yor. Üç kadeh şampanya bu alkolle hiç nlı.ş- kanlığı olmıyan sinirleri uyuşturmak - için kâfi gelmiştir. İki mislini içmiş ve hattâ bu- na biraz viski karıştırmış olan erkeğin de ba- şı dönüyor, fakat sinirleri çok kavvetlidir, sarhoşluk onda ancak bir neşe ve cesaret taşkınlığı halinde beliriyor. Yalnız göıl_er_ı— ni hafif bir duman tabakası kaplamış gibi; ve bu duman tabakası arasından, e_lbıı?_s:- nin siyahlığı üzerinde taze açmış bir gülü andıran kumral başı olduğundan daha fazla güzelleşmiş görüyor. Alkolle el ele vererek, saatlerden beri görünmez bir şırınga ile sevgi ihtiyacını kanıma akıtan bu müz renk ve koku âlemi içinde, düne kadar ka- yıdsız bir gözle seyrettiği bu kadıma karşı dayanılmaz bir cazibe duyuyor. Başını ya- vaş yavaş eğiyor, ve genc kız, yarı kapalı göz kapakları arasından, yüzüne doğnı !ı_k— laştığını ve yaklaştıkça fantastik bir öl_çu ile yüdüğünü ve kızıllaştığımı gördüğü bu iki çift dudak arasında son kalmış olan bu AAAT , birkaç santimlik mesafenin de kaybolması- nın büyük bir ehemmiyeti vardır. Eyi veya fena olduğunu şimdi tahlil edemediği, fakat enstenktiv bir korku duyduğu bu şeyin gü- neşin açması veya yağmurun yağması gibi önüne geçilemez bir hâdise olduğuna inanı- yor ve gözlerini büsbütün kapıyor. Bir müddet böyle biribirlerini seyredi- yorlar, etraflarını saran kalabalığın i günıl- tüleri âdetâ kulaklarına varamıyor gibi. Sonra genc kız bir aralık kendini toplu- yor. Çok vazıh bir rüyada gibi bütün Eefe.ı_'- rüatile farkında olduğu fakat gene !)u' rü- yada gibi olmasının önüne geçemediği hadi- seden içinde pişmanlık değil, yalnız tuhaf bir korku var. Ve bu macerayı düşünmek için tek başına kalmak ihtiyacını duyuyor ve duyuyor ki daha fazla kalırlarsa d_nhl fenalaşacaktır, arkadaşma “gidelim!,, diyor. Şimdiden mi? ne yazık! halbuki henüz saat dörttür. Ve sabaha daha çok vakit var. Sabahın gelmesinden korkan genc adam için bu “gitmek,, fikri ne fena. Onu daha kalmaları için ikna etmek istiyor. Fakat genc kız “sen kal, diyor, benim yüzî'!mden eğlencenden mahrum - olma, beni bir _oıo- mobile kadar götür, kâfi, yalnız dönerim.,, Erkek “ne kadar eyi bir kız, diye düşî.im_i- yor, kendini bu kadar hasta hissettiği bir anda bile beni düşünüyor, hodbinleşmiyor,, ve beraber çıkıyorlar. . Karlar üzerinde sessizce kayan otomo- bilde dudakları bir daha birleşiyor. Fakat bu son buse, kadın hesabma, daha az maze- — retlidir. Çünkü gecenin serin havası onu eyice ayıltmıştır. Fakat aynı sarhoşluk oyu- nunu oynamakta devam etmeyi ikisi de ter- cih ediyorlar. Şimdiden biribirlerine artık sen diye hi- tab ediyorlar: — Hastasın, seni bu halde evine götür- miyeyim, gecenin bu saatinde hepsini ra- hatsız edeceksin, hem annen seni böyle gö- rünce ne der? Bize gidelim, sana benim odamı veririm. Uyu, biraz istirahat et, sa- bahleyin balodan geliyormuş gibi evine bı- rakırım, Bu ne cüretkârane teklif. Yabancı bir erkeğin evine bir genc kız nasıl gidebilir? Evinde teyzesi ve ablasiyle oturması da kâ- fi mazeret değil. Fakat bu teklifi yaparken erkeğin içinden hiç bir fena maksad geçme- miştir. Bu sadece romantik bir arzudan iba- rettir. İstiyor ki o yattıktan sonra baş ucun- da sabahlasın, ihtiyatsızlığile hastalanması- na sebebiyet verdiği bu güzel kızı bu ha- linde terketmekten âdetâ bir vicdan azabı duyuyor. Ona bu kadar fazla içirmek için ısrar etmeli miydi? Genc kız “hayır,, diyor, “bu kıyafetle sabahleyin senin evinden nasıl çıkarım?,, diye ilâve ediyor. Erkek bu reddin zayıflı- ğından istifade etmek istemiyor, görülürse bir genc kız için pek fena dedikodulara se- bebiyet verebilecek teklifinde ısrar etmiyor. Onu kapısında bırakırken dudakları bir da- ha birleşiyor, ikisi de hissediyorlar ki bu yabancıca bir ayrılış değildir. Genc kız kapı- nm arkasında kaybolmadan önce mırıldanır N Ç 2 B | gibi onun kulağına bir şeyler söylüyor, içine de bahar ve sonbahar kelimeleri geçen söz -. ler, fakat erkek bu sözlerin manasından iz4 — yade içinde, eşikte alımnmış bu son busenim —— lezzetini götürüyor. ' Uykusuzluktan ve içkiden ağırlaşmış iki baş, o gece, iki ayrı yastıkta, bir kurşum ağırlığı altında kapanmış göz kapaklarma rağmen, daha saatlerce uyuyamıyacaklur:ıa , kadar her ikisi de düşüncelerle, bu gecenin lâ:rklı:rnmedîk hâdiselerinin tahliliyle dolu- — Her ikisi de bu maceranın devamsız va artık maziye karışmış gecenin hatırasından — ibaret kalacağını düşünüyorlar. Turgud bir tesadüfle kolları düşüvermiş o ince uzun vücudu ve bu vüi cud üzerindeki mini mini çocuk yüzünü ha. tırlıyor, bu çocuk yüzile tezad teşkil ı::::_ iri ve ihtiraslr gözleri düşünerek bu ğ ranın devamsız kalmıya mahküm oluşuna — “ne yazık!,, diyor. Bu, hiç güçlük, sıkıntı ve — endişe çekilmeksizin kazanılmış zafer onu doyurmamış, bilâkis ihtirasını kamçılamış, tır. Bir yıldırım hızile gözlerinin önünde dönüvermiş bu filmin bir de ralantisini gör: meği özlüyor. Ve düşünüyor ki g b lar yavaş yavaş ve güçlükle kazanılan müx — vaffakiyetlerden almır. Onun içindir ki bu geceden büyük bir zevk duymuş değildin Uzun bakış mücadelelerile başlıyan, D ç söz düel ’ İ dehv:;ıedânumn ve muhi — teşem bir macera ediyor.