ABONE BEDELİ ç TAN siziye Ecnebi | Türkiye E__ı::ııbl Adres değiştir. 1400 Kr. 1 sene 2800 Kr,| 400 Kr. 8 Ay — 800 Kr k mek (25) Krgş, 750 , 6 Ay 1500 ,, 160 ce A AM . G00 . ğ İngilizlerin — Habeşistandan Dünyanın Siyasi Manzarası bir mikdar asker getirmiş olma- ları kuvvetle muhtemeldir. Fa- kat, uzun bir harpte yıpranmış olan ve dağlık arazide harekât- ta bulunacak tarzda imal edil- mıs olan tankların çöl harbi i- çin ne dereceye kadar elverişli olacağını bilmiyoruz, İngilizlerin Mısır müdafaa- sı için Hindistandan, cenubi Afrikadan, Avustralyadan da bir mikdar asker getirmiş ol- 1 — Şimali Afrikada, İngilizlerin esas muharebeyi Mersa Matruh'ta Kabul edecekleri söyleniyor, İn- gilizlerin Alman taarruzuna mu- vaffakıyetle karşı koymaları, bu sahaya kâfi miktarda Aasker ve bilhassa motörlü —harp vasıtaları getirmiş olmalarına bağlıdır. 2 — İngiliz kabinesinde bazı de- gişiklikler yapılmıştır. Fakat, İn- gilterenin umumi siyasetinde bir değişiklik olup olmiyacağı, A- vam Kamarasında birkaç gün son- ra yapılacak müzakerelerde belli olacaktır, Afrika Cephesi: hmanlar, Akdeniz plânla- ,rmı tahakkuk ettirmek ' üzere faaliyetlerine devam et- mektedirler. Bu plânın esas hedefi, Sü- veyş ve Cebelitarık'a hâkim o- larak İngiliz donanmasını esir almak yahut Akdenizden kov- mak olduğu anlaşılıyor. Almanların Balkanlarda ka.- zandıkları askeri muvaffakıyet- ler, bu plânin tahakkukunu ko- laylaştıran bir âmil olmuştur. Mısır taarruzu muvaffak oldu- ğu takdirde bu plân tahakkuk etmiş sayılabilir. Çünkü bun- dan sonra İrakın istilâsı ve Ce- belitarık'ın ele geçirilmesi ya- hut faydasız bir hale getirilme- si kolaylaşacaktır. Süveyşe hâkim olmak vazife. sini üzerlerine alan ve çok,.sü- ratli bir taarruzla iki hafta için- de Mısır hudutlarına dayanan Alman motörlü kuvvetleri on beş günlük bir hazırlık devre- maları mümkündür. Diğer cihetten, Yunanistan- dan tahliye edildiği bildirilen 41.000 askerin de büyük bir kıs- mının yeni faal vazife yapacak- ları mıntakalara nakledilmiş oldukları haber verilmektedir. Fakat asıl motörlü vasıtalara, tanklara ve tayyarelere ihtiyaç vardır. Bunların, bugünkü sartlar i- çinde tehlikeli olan Atlantik ve Akdeniz yolu ile İngiltereden gelmelerindeki güçlüklere na- zaran, Hint Okyanusu ve Kzıl- deniz ynlu ile Amerikadan gel— meleri icap etmektedir. Nevyorktan gelen bir haber, Amerika hükümetinin, Hint Ok yanusu yolu ile harp gemileri- nin himayesinde Mısıra süratle harp malzemesi göndereceğini bildirmektedir. Fakat Amerikalılar, mutat tempolarına göre hareket ettik. leri takdirde, bu yardımın yine geç kalması tehlikesi mevcuttur. Amerikadan Hint Okyanusu yo- lu ile vapurların takriben 20 günde Mısıra gelebildiklerine nazaran, Mısır taarruzu başladı- ği gün vapurlar yola çıkmış ol- saydılar, bugün Mısıra varmıs olacaklardı. Fakat, mazide işlenmiş hata- lara ve gafletlere rağmen İngi- lizlerin, haddi zatinde ve İrak petrolleri dolayısiyle hayati bir ehemmiyeti haiz olan Süveyşi müdafaa etmek icin bütün gay- retlerini sarfedecekleri muhak- kaktır. İngiliz Kabinesinde : sinden sonra Soll rek üç koldan Mısıra doğru yü- rümektedirler, Tanklarla takvi- ye edilen Alman ve İtalyan kuv. vetleri, evvelki gün Tobruk'un dış müdafaa hatlarına girmiye muvaffak olmuşlardır. Trablusgarpten Mersa Matruha kadar Şimali Afrikada yegâne tabil liman olan, bu bakımdan mühim bir stratejik mevkie sahip bulunan Tobruk'un Al- manlar tarafından zaptı, Mısı- rın müdafaası için bir tehlike teşkil edebilir. Tobruk, ayni za- manda, Alman istilâ ordusunun cenahını daimi — tehdit altında bulundurması — dolayısiyle, bu ordunun taarruzuna büyük bir engel teşkil ediyordu. İngilizlerin esas muharebeyi, uzun zamandanberi tahkim et- tikleri Mersa Matruhta kabul edecekleri söyleniyor, Fakat Almanların takip ettikleri tak- tikle, Sidi Barraniyi ve Mersa Matruhu cenuptan muhasr ra, e- derek bu mevkilerin esas üsle- riyle irtibatlarını kesmek gaye- sini istihdaf ettikleri hissedili- yor. İngilizlerin bu kuvvetli Al- man taarruzuna muvaffakıyetle karşı koymaları, bu sahaya, kâ- fi mikdarda asker ve bilhassa motörlü harp vasıtaları getir- mış olmalarına bağlıdır. Ynnanistnn harbinden son- ra, İngiliz efkârı umumi- yesinde, matbuatında ve parlâ- menlo mahafilinde bir takım İuklar ve önülzeler ' yandığı malümdur.Mister Chur- ehill'in son nutku, bunun bir tezahürüdür, İngiliz gazeteleri; bilhassa Times, son zamanlarda kabine- de değişiklik yapılması lüzu- mundan bahsetmekteydi. Niha- yet dün, İngiliz kabinesinde. mahiyetini asağıda izah ettiği- miz değişiklikler yapılmışstır. Kabinede tayyare imalâtı na- zırı olan Lord Beaverbroock. devlet nazırı olmustur; yani ka- binede muayyen bir vazifesi ol. maksızın başvekilin vereceği herhangi bir vazife ile meşgu! olacak bir mevkie getirilmiştir. Bazı mahafil kendisini, başvekil muavini, harp istihsalâtı dik- tatörü, hattâ Mister Churchillin halefi olarak görmektedirler. Bu değişikliğin hakiki sebebi malüm değilse de, çok enerjik bir insan olan Lordun, tayyare istihsalâtında azami randıman almak hususundaki azmi dola- yısiyle fahrikatörlerle araların- da çıkan ihtilâfın bu değişikliğe âmil olduğu tahmin edilmekte- dir. (Aı-knsı 4 üncl.ide) ANASON Anasonun kokusundan helki hoşlanmazsınız ama onun da fay- dalarını teslim etmek Tâzımdır. KOKUSU ma hastalığiyle difteri hastalığı- nın mikrobunu 24 saatte öldürür.. Bu yirminci asrın 12 nci yılında Pirimiz, İpokrat üstad di ve K de çıkan bir kolera l da birçok hastalar anason başlıyarak, eski zaman rinin birçoğu anasonu mideye kuvvet vermek için, barsak has - talıklarını ve siyatik ağrılarını geçirmek için baş ilâç olarak tav- siye ederlerdi... Hekimleri hiç sev miyen, tabiat âlimi, eski Romalı Plin amca bile anasonun insana tatlı uyku verdiğini, sabahleyin yüzüne tazelik getirdiğini, ihti - yarların da yüzlerindeki kırışık- lıkları düzelttiğini yazmıştı... Anason kokusunun mideyi ten- bih ederek damarlarda akan ka- na hız verdiğini, hem de insanı burun nezlesinden koruduğunu daha yeni hekimler iddia etmiş - lerdir. Onların iddiasına göre sıt- ma hastalığını da hafifleştic Kalbin kuvvetini arttırarak vü - rek çarpıntısını geçirir, kanın içe- risindeki beyaz kürreciklerin sa- yısını arttırır, karaciğerin çıkar - dığı safrayı ve ağzımızın. içinde, | b sonradan şeker olacak, marldele- ri hazmettiren salyeyi şoğnltır Onun mikropları telef etiiği de tecrübelerle sabit olmuştur: Bu -| şey laşık menenjit hıttalımnın mik- bi lu likör içerek hastalıklarını ge - çirmişlerdi.., Anason, büyük miktarda bile, zehir olamaz... Aksine, zehirli maddelerin tesirini azaltır. Bu da lâboratuar tecrübeleriyle sabit olmuştur: Meselâ küçük bir hay- van altı gram alkol şırıngasın - dan telef olursa, alkol anasonlu olunca hayvanı telef etmek için yedi gram lâzım olur... Insanların ne kadar saf alkolle ve ne kadar anasonlu alkolle şi- ringa edilince telef olacakları lâ- boratuarlarda tecrübe edileme - mişse de rakıyı anasonsuz ve a- nasonlu içen için eski zaman in- sanları bu tecrübeyi kendi vü - erektir. Onların anasonda alko- ruıı ıehırıııı hafıfletmck luıdreîı duğunu anl dan dolayı zekâlarını takdir et - mekle beraber, altıda bir nisbet- te azaltmak pek de önemli bir lmadığınd. rakıyı lu da olsa hiç içmemek elbette cutleri üzerinde yapmış olsalar ! Mehmetciğin harp siniri, sinir harbini gülünç edecek derecede kuvvetlidir. Ve onun muhitine karışmak ruha bir ferahlık verir. Mehmetçcik Konuşuyor Ğ ; Bufun Gözlerde Cedlerinden Başka Örnek Tanımıyan İnsanların Gururu Parıldıyor. Mehmetçiğin Âleminde Kahramanlık, Sari Bir Ruh Çelikleşmesidir. N İ Sirüs, ahalinin hepsini #| geçirmeyi emretti. imdi artık aralarındayız... Onların muhitine kaı'ış- mak insan ruhu - na, bir kaplıca ba- vuzunun ılık ve çelikli suyuna dal- manın — dinçleş - tirici — ferahlığını veriyor. Yüzleri güneşten ve rüzgârdan yanmış genç zabitle- rin gözlerinde, tarihlerinden baş ka destan, ve cedlerinden başka örnek tanımıyan insanların gu- ruru parıldıyor. Ve tıpkı elektrik ışığında yıldızlanan lekesiz el - maslar gibi parıldıyan bu gözler ınsana âdeta: “— Biz, diyorlar, bizimle boy olçuşebılecek düşman tanımıyo- ruz: Ve biz, herhangi bir kav- gada karşımıza çıkan bir düş - manla değil, ancak kendi tarihi- mizle boy ölçüşebiliriz. Düşman bizim için, üzerinde yürek ve Bilek denenen bir mehenk taşı- dır. Eğer yarın tarih, yürekleri- mizin ve bileklerimizin ezeli cevherini bu mehenk taşına bir defa daha vürursa, bizim kıra - tımızı, cetlerimizin kıratından harikulâde üstün — bulacaktır- Çünkü o cevher, hiç bir devirde bugünkü kadar usta kuyumcu - lar tarafından işlenmemiştir!,, * * imdi artık aralarındayız... Bulunduğumuz yer, Meh metciğin düşma - na: “Yassah,, etti- ği yerdir. Buradan başlıyan bu yerin hududu — dışında m bir karış — vatan toprağı yoktur. Bir vatan bütün- lüğünü, Majino hattı gibi çelik bir çizgi üzerinde korumak gaf- letini gösterenler, istiklâl kavga- sını esir almaca oyununa benze- tenlerdir. Biz, o kavgada böyle bir oyuna gelemeyiz: Çünkü biz de: “hattı müdafaa değil, sathı müdafaa,, vardır. Ve Türk istiklâlini çiğnemiye yeltenecek- ler için, bu satıhtan geçen her yol, o muhayyel cehennemin ü- YD Pike tayyarelerimizle motörlü kıtalarımız iş birliği yaparken nırda nöbet tutan yağız kahraman, istirahat umınmda. hiç eksil- miyen neşesiyle zeybek oynuyor, zerindeki Sırat köprüsünden bi- le tekinsizdir. Siz, şu anda, bir düzine zaferi bizzat kazanmış bir kahraman kadar iddialı ko- nuşmamı mazur görün: Bana bu edayı, şimdi içinde bulunduğum muhit aşılıyor. Ve ben bugün burada. bıı' defa daha nnlıyoru.ıın ki, iklerin kahramanlık sari bir ruh çelik - leşmesidir. Şehirdeyken zaman Zzaman, tıpkı müz'iç bir dilenci gibi ba- şıma musallat olmuş endişeler, şimdi bana, itiraf edilmez bir hicap veriyor. Yalnız odada yatmaktan korkmuş evharmnlı bir çocuk gibi utanıyorum. Çünkü burada, yeis, telâş, korku, en - dişe, hayret, tasa, bilinmiyen duygulardır. Gözleriniz, Meh - metciğin sakin, atik, vakur, mağ rur ve yağız çehresine çarpar çarpmaz, bütün bu miskin ve kokmuş duygular, ruhunuzdan tıpkı, kuvvetle sarsılmış bir ağa cın çürük meyveleri gibi sapır * sapır dökülüyor. imdi artık aralarındayız... Tik gibi kuzu yahnisinin, enfes kuzu içi pi- lâvının, ve bal gi- bi üzüm hoşafının tadı hâlâ damağım da kalan karava- na henüz kalkmış- tır. Grup grup ağaç gölgele - rine dağılmış Mehmetciklerin istirahat vaktidir. Buraya sar - b robunu bir saat icinde, kara hüm daha iyidir, sılmaz neselerinin bütün vasıta- NACİ n YAZAN ünek SADULLAH larını da beraber getirmiş olan Mehmetcikler, şimdi keman ça- hyorlar, ut çalıyorlar, cünbüş çalıyorlar, bağlama çalıyorlar. Ve her ağacın gölgesinde bir baş ka Anadolu şehrinin türküsü o- kunüyor, her ağacın altında, bir başka Anadolu şehrinin oyunu oynanıyor: —Adeta, milli bir festival var. Ve ben, bü â- lemin vakur, sakin neşesine ba- karken, birdenbire, tıpkı sinır - leri tutmuş yarı kaçık bir kadın gibi, katıla katıla gülüyorum: Çünü o anda gözlerimin önüne, gülünç bir ciddiyetle: “— Sinir harbi var!,, diyen herhangi bir evhamlı geliyor: Sinir harbi varmış... Onünde bulunduğum manzara karşısın - da, bu tuhaf rivayet bana, sa - kin bir denizi ince bir deynek- le dalgalandırmıya çabalıyan bir meczubu düşündürüyor. Dağla- Yra meydan okurcasına kabar'a - rak zeybek oynıyan Mehmetci - ğe bakıyorum: Şimdi sınır har - binin bu kös dinlemiş kahrama- nına sokulsam, ve şu gülünç si- nir harbinden ciddiyetle bahset- sem, konak çocuklarına gözdağı veren üumacı masaliyle, bir Ay- dın efesini ürkütmiye kalkışan budaladan ne farkım kalır? Şu anda, ılık bir rüzgârla ür- peren ovaya, uzak bir ağaç göl- gesinde türkü söyliyen Mehmet- ciğin erkek sesi yayılıyor: Bizim eller, dağlık taşlık meşe- dir Yar yatağın güller ile döşetir, Yiğit olan yatağında ölemez, Düşman gelse, savaş bize neşe- dir! Belli ki, burada sinir harbi yok, harp siniri var. Ve Meh - metciğin harp sinili, mevcudi - yeti rivayet olunan sinir harbi- ni sade mağlüp değil, gülünç e- decek derecede kuvvetlidir. * * imdi artık aralarındayız... Içlerinden birisine soru - yorum: “— Harp çıka - cak mı dersin?,, «— Biz ne bili- riz?/ Diyot Bir isteklisi çıkarkarliladak elbet... Bir başkasına dönüyorum: “— Sen ne dersin? *— Bilmem... Onu düşünmek bizim üstümüze vazife değil. Lâkin, bana sorulursa: “olma- h!,, Derim. Merakla sordum: “— Neden? O, yüreği pınar suyundan da: | karşısına esatiri bir âbide gibi ha temiz bir çocuk mâsumiye - tiyle boyun bükerek cevap ver- di: “— Buradan bir şey yapma- dan, bir şey kazanmadan ne yüzle geri döneriz? Bunca za - mandır yediğimiz içtiğimiz gö- Zzümüze dizimize durmaz ımnı? Madem ki, deprenen düşman var dıye buralara biriktik, onu den geri dö li- yiz. “— Harp olursa, kazanacağı - mızdan emin misin?,, Hayretle gözlerini açtı: “— Düşmana yenilecek deği- liz ya! “— Ya düşman çok kuvvetli olursa? “— Düşmanın kuvvetlisi ne olur ki? Alt tarafı düşmandır Onu konuşturmak ı;teg_ıyle tahrik ettim: “— Bazıları: “Şimdiki harp, demir, çelik harbidir!,, Diyorlar da? Ö, ayni lâkaydiyle cevap ver- di: “— Demir, çelik, bizde yok mu ki? Hem sen öyle diyenlere pek kulak asma... Harp, sade demirle kazanılmaz... Ona ba - karsan!...., Mehmetcik, sağ ayağını kal - dırıp, sol avucuyla yepyeni pos- talının hâlâ pırıl pırıl parlıyan kabaralarına vurdu, ve cümle - sini tamamladı: “— Demir dediğin, be- nim tabanımın altında da Bir başkası söze karıştı: “— Istiklâl harbinde, bizim demirimiz, silâhımız değil papu- cumuz bile yoktu: Halbuki, şim di elimizdeki silâhları bir gör- sen, alimallah atmıya kıyamaz- sın!.., x * trafımı çeviren Mehmet- ciklerin ara sıra, Gağlara, ovalara, ağaçlara dalan — gözlerine dikkat ettim: Hep- si de, bekledikleri vatanın sade taş - larına topraklarına değil, en yabani dikenlerine, ve en bodur ağaçlarına bile, âdeta avradının nâmusu üzerine Litri - yen müteassıp bir erkek kıskanç liğiyle bakıyordu. Bir başka tarafa gitmek üze- re onlardan ayrılirken, türkü - leri ve sözleri hâlâ kulakalrım- da, Birisi: “— Harp mi... Bir isteklisi çı- karsa olacak elbet!.. diyor. Oteki: “— Düşmana yenilecek deği- liz ya? Diye soruyor. Ve nihayet, bir tanesini, hiç unutamıyacağım sanıyorum. O, gözlerimin, ve gönlümün içinde JSıpkı bir masal devi gibi büyü - yor, büyüyor, alabildiğine büyü- yor, ve kendi-haklarından kendi inançlarından kendi yüreklerin- den ziyade tayyarelerinin çeli - ğine, tanklarının demirine güve- nen müstevli zamane orduları dikiliyor, “Sonra sağ ayağını kaldırıp, sol avucuyla yep yeni postalının hâlâ pırıl pırıl parlı- yan kabaralarına vurarak,, du- dak büküyor: «— Demir dediğin, be- nim tabanımın altında da Es_i "Yeni Nizam,, rih, galin tarafından diri diri yakılmıya mahküm edilen Lidya kralı Krezüs'ün so- nunu muhtelif şekillerde anlatır. Bir günde “hep” iken “hiç” olan hükümdarın, yanarken Atinalı Âkili hatırlatan feryadımnı Sirüs işittiği zaman mağlüp hükümdarı alevlerden kurtarıp huzuruna ge. tirmelerini emretmiş. Koşmuslar. fakat ateşi söndürmiye muvaffak olamamışlar... Diğer bir rivayete göre Krezüs alevlerden kurtarılmış; Sirüs'ün huzuruna çıkarılmış, Mağlüp hü- kümdar, Solon'un saadet hakkın- da kendisine söylediklerini tek- rar etmiş. Bunun üzerine affedi- lerek Sirüs'e nedim olmuş. Lidya'lılar, kralları kadar der- yadil olamadılar. Paktiyas is- minde bir kahramanın etrafına toplanarak isyan ettiler. Sirüs ü zerlerine asker gönderdiği zaman dağlara çekiliyorlar; fırsat bul- dukça hücum ediyorlardı. Bu milli hareketle başa çıkamıyan kılıçtan Emri yerine getirecek olan kumandan gayet kurnaz bir adamdı, Hükümdara: — — Ahaliden bir tane bile bı- rakmamak şartiyle öldürsen yine faydası yoktur. Bağ budandıkça filiz verir. Yapılacak şey, Lid: yalıları öldürmek değil, onlarda- ki erkeklik, kahramanlık, istiklâl, hürriyet hislerini öldürmektir. E- ğer hükümdar bana müsaade e- derse bunu kılıçtan başka şeyle temin edeceğim.. Sirüs'ün - muvafakati üizerine kumandan bir beyanname neşret- “Lidyalılar! Küçük bir devlet- siniz. Kendi kendinizi müdafaa edecek bir vaziyette değilsiniz. Harp, sizin servetinizi mahvedi- yor. Terakki etmeniz için sükün içinde yaşamalısınız. Bunu sizin istirahatinizi düşünen Sirüs size temin ediyor. Memleketinizin her türlü düşmanına karşı müdafaa- sını üstüne alıyor. Rahat tahat tarlalarınızda ekiniz, biçiniz.. Ti- caretle, sanatla uğraşınız!” Sirüs'ün adamları da halk ara- sında bu yeni nizamın propagan- dasını yapıyorlardı: Lidyalılar silâhlarını bıraka- caklar. Mantolarının altına uzun etekli entariler, ayaklarına ta- kunyeler giyeceklerdi. Çocuklarına ok atmak, harp, talimleri- Yaptırmak yerine; mu- siki öğretecekler yahut ta hepsi- ni ticarete sevkedeceklerdi. Evvelâ propaganda şeklinde başlıyan bu tedbir, biraz sonra bir kanun, bir nizamı mahiyetini aldı. Ordulara kafa tutan, memleket leri için kanlarını oluk gibi akıt- mayı büyük bir şeref addeden Lidyalılar, gözlerine sürme çeke- rek, yüzlerine allık sürerek kırı- ta kırıta uzun etekli entarilerini üyerek dolaşan kadınlara dön- Sirüs, Lidyalıları öldürmemiş, fakat onlardaki erkeklik, kahra- manlık, istiklâl, hürriyet hisleri- ni öldürmüştü. Bu suretle bir ha- yat yerine beş hayat membat ku- rutuluyordu. Tarih, iki hin bes yüz sene ev- velki yeni nizamı böyle kaydedi. — yor! Takvimci YENİ NEŞRIİYAT: İKTISADİ YÜRÜYÜSŞ$ — Ayda iki defa neşrolunan iktısadi, ticar?, sınal, ziraf ve mali mecmuanınm 34 üncü saa yısı çıkmıştır. TÜRKİYE TURİNG VE OTOMO- BİL KLÜBÜ BELLETENİ — 28- 192 inci sayısı mesleki yazılarla neşredil- miştir. ADANA TİCARET ve SANAYİ O- DASI BÜLTENİ — Ayda bir çıkar, 36 - 37 inci sayısı neşredilmiştir. ANKARA SPOR — Haftalık mec- muadır. 48 inci sayısı çıkmıştır. KARACADAĞ — Diyarbakır Hal- kevi dergisidir, 38 inci sayısı çıkmış- tır. ğ İNANÇ — Denizli Halkevi dergisi- dir, 50 .inci sayısı neşredilmiştir. VARLIK — Milliyetçi ve memle- — ketçi fikir mermuasıdır. Ankarada çıkan. 187 inci sayısı neşredilmiştir, P - hi TÜRKİYE — BİBLOYOĞRAFYA - SI — T. C, Maarif Vekilliği basma ve — yazı ve rTesimleri derleme mitdürlü- ğü tarafından 1940 senesinin 4 üncü cildi çıkmıştır. KONJONKTÜR — Ticaret Vekâ- — leti tarafmdan 2 incikânun ve mart — nüshaları bir arada neşredilmiştir, PERDE ve SAHNE — Bu, aylık si- nema ve tiyatro mecmuasının Mnyıı'h nüshası birçok resimlerle — çıkmıştır, — İçinde Ertuğrul Muhsin'in, Arcan'ın, Vasfi Rıza Zobu'nun, Mefe — - var!..,, haret Ersin'in yazıları vardır. t. Galipr Çi