Dünyanın Siyasi Manzarası Vugoslavya : eya vaziyeti, gü- nün en mühim mevzuu olmakta devam ediy Alman kontrolü altına gi Ofi ismini alan eski Havas ajan- sı, Yugoslavyanm hangi şartlar- İn pakta gireceği hakkında mü- temmim malümat vermektedir. Bunların arasında: Yugoslav- yanın, paktın askeri taahhütle- rinden muaf tutulması ve hiç bir müsellâh cenebi kuvvetin memleket o hudutlarını içine girmemesi şartları nazarı dik- kate çarpmaktadı Bu kayıt- lar,, ilk bakışta, Yugoslavyanın istiklâl ve €mniy bir te- minat olarak telâkki edilse de, Almanyaya nit harp levazım #un ve yaralı askerlerin Yuzos- lav topraklarından © gecmesine aade edileceği hakkındaki r kayıt, evvelki teminatın imdilik sıfıra indir - mese de her halde çok azalta- caktır, ünkü Yuzoslavya hükü- meti bir kere böyle bir taah- hüt altına girip kendi kendini bağladıktan sonra topları, tank« —arı ve tayyareleri harp malze- mesi olarak kabul etmeğe ve yaralı askerlerin yerine sağlam askerlerin geçmesine de müsa- ade etmek mecburi > lacaktır. fi ajansının bır şart ta, Yu sadiyatını salâtını, Alman iktisadi sistemi- ne göre tanzim etmek meebu, yetidir. Bu, doğrudan doğruya Yugoslavyay va besabı- şliyen bir makine haline ge- tirmekten başka na ifa- de etmez. Almanya kaynaklarından ge- len haberlerden Yugoslav © Almanya arasında bir anlaşma yu varıldığı ve bunun bir kaç rüne kadar imzalanacağı neti <€sini çıkarmak mümkündür. Muhtelif Haberler ğer kaynakları nazırın istifasından sonra müzakerlerin inkata uğradığı, mukavemetin elân devam etl- ği ve henüz bir anlaşmaya va- rılmadığı kanaatini İzhar etmek tedirler. Yugoslavya hakkında son üç bildirdi ise, üç SEMİRTECEK Yediğimiz yemeklerin, vücudu muzun işlerine yartyacak gıda haline gelebilmeleri için onların terkibinde | vitaminlerin bulun” ması lüzümlu olduğunu bilirsi niz, Vitaminsiz yemekten gelen hastalıkların türlü türlü alâmet. leri olur. Fakat o hastalıklardan hepsinin en birinci alâmeti 73 Yaflıktır, Vitaminlerden bazıları doğru dan doğruya vücudun beslenme $ine, büyümesine ve eksiklerinin tamamlanmasına yararlar. Bazı” larının işi uzuvlarımızdan bazıla rına İüzumludur. F rımiz işlerini tam gene vücut zayıflar. Onun vitaminlerin hepsi, vücudun bes lenmesi bakımından, lüzumlu sa yılır, A vitamini çocukların büyüme sine, irmesine lüzumludur. Çünkü bu vit ca yenilen yemekler gıda haline gelmezler. Bu vitaminin insan. ları mikroplu hastalıklardan ko- ruması da ondandır. Vücut iyi beslenmeyince kendisini müdafaa TAN ABONE BEDELİ Genebi 1 sene say Ay ray 2000 Kr, ee 20 2 s0 4 dört gündenberi muhtelif kay - maklardan gelen ve çoğunun pro da maksadiye işan edidiği muhakkak oan haberler bir a- raya getirildiği takdirde, şu ka- e varılabil oslavyayı idare asında bu mesele hakkında yoktur. Fakat kahinenin ekseriyeti, Almanya. nın iktisadi tabiiyeti, siyasi taz- yiki ve askeri tehdidi altında bulunan Yugoslavyanın Alman- yaya karşı hasmane sayılacak bir cephe almasından ve tek- iflerini reddetmesinden çekin- mektedir. Fakat bu ekseriyet ayni za - manda, Bulgaristan vaziyetin- e pakta iltihakın memleketin tiklâli bakımından dofuraca- rden de ürk - Bu sebeplerden dola yıdır ki Yugoslav hükümeti, w -akerelerden sonra, vakkaten telif edecek emi zıt noktayı hiç olmazsa zahi ve muvakkaten telif edecek ma- hiyetle mutavassıt bir formül bul ve bunu Almanyaya teklif etmiştir. Yugoslavyayı ikna yoliyle el- de etmeğe çalışan Almanyanın bu teklifi, bir baslangıç olarak ettiği tahmin olunabilir. Yu- goslavyayı zorlamaktan | tevel- lüt edecek tehlikeler, Almanya- yı böyle bir hattı hareket takip etmeğe sevkeliniştir. Bu tehlikelerden biri, Yugos- vyanın Yunanistan ve İngilte- re ile iş birliği yapması ve bu- nun neticesi, İfalyan ordusunun. Arnavutluktan tamamiyle atıl - masadır, İkincisi “Almanyanın bugün vade muhtaç ol m tabil ser- vetlerini harp neticesi” istifnde| edilemiyecek bir hale gelmele- ridir. Yugoslav Ordusu: man mucizesine Şal lan Almanyanın, kuvvet- li ve cengâver bir orduya malik olan Yugoslavya ile harp hali- ne gelmek istemediği sarih bir) surette hissedilmektedir. Cün- kü böyle bir vaziyet hasıl oldu. ğu takdirde Almanyanın Yugos- İavyaya ve Yunanistana “karşı r kaç milyonluk bir kuvvetle taarruza geçmesi ve bu yeni harp cephesine binlerce tayyare getirmesi icap edecektir. Al m, şiddetli ve mütemadi hava hücumlarına ma- ruz kaldığı ve İngiltere adasını istilâya hazırlandığı bir sırada hu kadar çok miktarda tayyare» Yİ bu yeni cenhe için ayırabile. sünhelidir. cihetten, nazi zimam - darlarının stratejik mevkilere malik bulunan ve İngiliz ka: ve hava kuvvetleri tarafından ye edilecek olan Yunan ve edenler yete vira da, Alman ordusunun kısmi da masının, Alınan milleti ve dün. ya efkârı umumiyesi üzerinde yapacağı tesiri de düşünmeleri muhtemeldir. Bu sebeplerden dolayıdır ki Almanyanın, Yugoslav hiikâ - metinin formülünü kabul eğe. ceğini zannediyorum, Almanyanın Yugoslavya böyle bir anlaşmay ladık- tan sonra Yunanistan hüküme. tine, İngiltere ile iş birliği yap- (Devamı Sa. 4 te) DI İN VİTAMİNLER Jedemez, İ OB vitamini ' vücudu pellagra hastalığından koruduktan başka yenilen yemeklerin gıda haline gelmesini, vücudu terkip eden jhücrelerin beslenmelerini temin eder, Semirmek için en lüzumlu | vitamin budur. € vitamini hormonların yolun. da işlemesi için lüzumludur. Hor monlar yolunda işlemeyince ge- ne zayıflık geleceğinden bu da « dolayısile - gene beslenmeğe li zumlu demektir, D vitamini vileuda kireç ve İfosler madeni temin ettiği icin (bu vitamin eksik olunca kemik. ler car Vitaminleri şimdiye kadar $i* rası geldikçe daima yazdığım İçi onları burada tekrar etmiyece - ğim. Kısa sözle onları en ziyade sebzelerde ve yemişlerde bulur. sunuz, Sebzeler ye yemişler in- sanı, yağlı ve sekerli maddele: semirtmezler, fakat vitaminlerin den dolayı yağların ve şekerlerin rtınelerine hizmet Yil kalas, ÜÇ NESİL YARIM ASIRLIK İÇTİMAİ SAHNEDE YANYANA GÖSTEREN UFAK AZİZ DEVRİNDE yük bir cami avlusundayız; vaktiyle türbedar ve mütevelli için yapıl - mış, damı kurşun kaplı, pencereleri kalın demir parmaklıklı, yalın kat bir taş bina, Burası evkaf idaresine bağlı (Mahlülât) ka lemi olarak kullamlıyor. İki basamak mor- divenle çıkıyorsunuz, papuççu - bir cami kapısında imişsiniz gibi - önünüze, sırım ile dikilmiş sarı terlikler çeviriyor, Sopa ge- çen yerleri ve dört köşesi nefli deri ile sa İamlaştırılmış bir aba perdeyi aralayıp ka- lem odasına girdiniz. Sakın orada yaziha- neler, sandalyalar, cam kaplı evrak dolap- ları bulacağınızı sarnımayınız. Ortada Başefendi, yani kalem âmiri, kı- wrcik Ankara keçisi pöstekisi serilmiş yer minderinde ve bir dizini dikmiş, öbürü a)- tında, kulaktan atma gümüş çerçeveli göz- ükleri - icabında hem önüne konan evrakı görebilsin, hem de olan biten işleri takip etsin diye - burnunun ucuna tutturul: vle bir hizada olan pencereden, av- i gli mor kadife palanlı beyaz Mısır merkebini öğünürcesine seyre dalmışlır. O, sabahleyin vazifesine eşek sırtında gelir, akşama - çarşı pazardan nevalesini düzüp beybesine yerleştirerek - yine bü- nunla döner, Şimdiki devirde otomobili olan bir adam kadar itibarı yüksektir; refahına herkes gıpta eder; maiyetindeki kâtiplerin istikba- le ait en tatlı gayeleri Başefendi gibi, bir Mısır eşeğine sahip olmaktır; “He- ifin keyfine bakın, derler, ne - bizim gibi erzakını mendile doldurup yorgun al- gın taban tepiyor, ne de yolda zaman kay- bediyor... 'Tıkır tıkır, bir İâhzede evine ula- sıyor!, Evrak bez torbalar içinde, tomar halinde saklanır ve yeşil boyalı bir tahta sandığa yerleştirilir; üzerlerinde kalın harflerle Tabi ay isimleri yazılıdır. “Ben onun Ce- iyülevvelini bilirim,, fıkrası işte bu orbaları aşırıp don yerine giyen fakir kâ- tihin basından cecen hir vakava isaret eder aşefendinin önünde kısa ayaklı, Sâ- deflerle süslü bir ceviz çekmece var- dır; sonradan umumi hamamlarda ve ba- zı kahvelerde eşini gördüğümüz para çek- mecesi biçiminde... Üzerinde yazı takımı zun hususi şekilde bir Saksonya ta- bağın içine dizilmiş dört adet yayvan, mavi mine çiçekleriyle süslü ve sapları armut şeklin klariyle kâsecikler; birine lifli mürekkep konur; ikincisi süzgeçlidir, rik doludi üçüncüsünde bir sünger par- çası durur; dördüncüsü ufak tefek atmıya yarar. Yine ayni bu tabakta kamış kalem, kalemtraş, kalemi yarmıya ve ucunu dü- zeltmiye mahsus kemik makta' ve bir de parmak geçecek yerleri (maşallah) yazılı kâjıt makası vardır. Ayrıca bir şey daha var: Ucunda pamuk ipliğinden bir ilmik sallanan başı ağrıyan kadınların şakaklarına yapıştırdıkları “Iâ. den,, i andıran sim siyah bir zift parca O, üzerine hahlanıp parmak gezdirdikten sonra mühüre sürülen komprime mürek- keptir. Şimdiki stampaların yerini tutar, Fakat mühürü basmadan evvel kâğıdı Ismak, sonra yine parmağınızı süretek kâfi derecede kurutmak ta lâzımdır. Mühür iki türlüdür: Biri “zat,, mübrü, yani sadece sahibinin adı... Öbürü makam mührü, yani bugünkü başlıklı kâğıtların yerini tutan ve dairenin ismini ve memu- Jdiren damga. Bu mühür, ekesri- bir mecidiye büyüklüğünde ve uzun saplı olduğundan sap menteşelidir, bükuü- Jüp yana yatınca kesesine ve cebine kolay- em girer, tiplerin de önlerinde daha küçük ve âdi tahtadan çekmeceler duruyor onlar da minderde oturuyorlar, lâkin #- yaklarının ikisini de altlarına toplamış, tem kinlidirler. Kâğıtlar, bu asırdaki gibi ev- velceden boy boy kesilmiş, hazır halde de- gil; kâtip, büyük bir tabakadan işin ic bına göre, küçük veya büyük bir parçayı makasiyle keser, Yazı elde yazılır; yani kâğıdı değil çek- meceye, dizine bile dayamak ayıptır. Masa ve destek vazifesini gören 801 elin ayasıdır. Onun içindir ki, kâğıdın, sarkıp rahatsız (Sonu: 4 ünciide) HAMİT DEVRİNDE Agir veya ahşap, kocaman, bakımsız bir bina; her tarafından soba bo- ruları yükseliyor; bu borular paslıdır, ki ları kopup sarkmaktadır, bel vermişler» dir ve ukan gifirleriyle kaplamaları, di - varları berbat etmişlerdir. Avluda bir kaç kira arabâsı ve çöreklenip uykuya varmış sokak köpekleri... K papu at terlik vermez; kış ise çıkarılan galoşları ve kunduraları rafa dizer, yaz ise sopaya takılmış bir bezle tozlarını alır, Daireye girince bir halâ kokusudur bür- munuza dolar; kulaklarınızı da yağ yüzü görmiyen kapıların her tonda gıcırtıları ur- ruklamıya başlar. Bir kalem odasma giri- yorsunuz, mahaşarallah! Memur, masa Ve iskemle bolluğundan adım atacak yer yok. Artık yer minderi, ayaksız çekmece kalkmıştır. Lâkin yazıhaneler gayet hora- da, çekmelerin çoğu kilidi kopmuş, açmak için parmak ve çakı Ucu sokmaktan par- çalanmış, genişlemiştir. Soğan, sarmısak, tütün, enfiye, hacıyağ, ödağacı tesbih, ha- Tup şerbeti, bezir İsi mürekkebi kokusun. Gan hâsıl olan tam bir kalem odası hava- sı Böş mümeyyiz, bir masa başında ise de yazı iskemlesinde değil, portakal Fengin- deki pelüş kadifesinin havı dökülmüş, ge- hiş, yayvan bir koltukta oturmaktadır; hem de ayaklarını altına toplamış, mindet- de imiş gibi... Gözlerine yakın tuttuğu bir süzehhep kur'andan pes sesle hatim indi- Fiyor. İkinci mümeyyiz, önüne çektiği bir teneke tepside, teneke tabağa konmuş ler kebabını yine tenekeden yamru yum- ru bir çatalla yiye dursun köşede evrak mukayyidi limonataya batırdığı gevreği ge- velemekle mesgul şte kapı açıldı; bir bardak şıkirtısı ve bir acayip tıslama: “Sust,, bu sucu - dur; arkasından ciğer kebapcı giriyor, biyıklanı kulaklarında, poturlu, cepkenli beyaz fesli, tam milli kıyafettedir; yalnız belinden, fazla olarak murdar bir salaşpur sarkıyor. Odaya girerken yemenilerini ka- önünde çıkarmayı ihmal etmediğinden kirli yün çorabından en aşağı üç parmağı meydanda olarak yürümektedir. Arkasından şerbetçi, kurabiyeci, kamış kalemci, “Muhammediyye, , “Ahmediy - ye,, ve sair dini kitaplar, dun risaleleri satan seyyar sahaf çıkageliyorlar; tepsile- Ti, surahileri, heybe, zembil veya çıkınları ile... Dilencilerin ardı arası kesilmiyor: Kör hafız, deli Salih, aptal Murtaza, ki zenci Menekşe, sarı yazma başörtülü mu- hacir kızı, para alırken avucunun içi gö- rünmesin diye çarşafiyle gizliyen kanbur Fema ve saire A xiz devrindeki o zarif yazı takımlar, nadirleşmiş, yerine âdi cam hek - kalar kaim olmuştur. Kâğıtlar arlik mat- baadan basılıp çıkmış, başlıklı ve boy boy dur. Henüz dosyalık kılıflar kullarılmı - yorsa da evrak Sarı renkte büyük zarflar. İa bir dolapta hıfzolunmaktadır. Elde yaz- mak mecburiyeti de kalkmıştır; fakat “Ku- dema,, kâğıdı masaya dayamamakta ısTar ediyorlar ve böyle yapmıy: bir türlü mazur göremiyorlar. Derken bina içinde tiz bir ezan sesi... Zira her büyük dairede bir oda mescit ittihaz edilmiştir; kalemler boşanıyor; kol- ları sıvanmış. çıplak ayaklarda nalın, ca- ketler omuzda, pantslonun ön düğmeleri €kseriya açık bir sürü memurun öteye be- riye girip çıktıkları, mendilleriyle kur landıkları, dudakları ynata oynata du- alar mırıldandıkları görülüyor . * * K alemlere girip kâtiplerle kulak ku- lağa, sıkı fıkı konuşan, pullu mü- hürlü kâğıtlar alıp veten sinsi bir adam vardır ona “sarraf,, derler, bir Pavlaki veya Karabet Efendi... Maaş kırar; yeni aylık çıktığı zaman ödenmek üzere fahiş faizle ödünç para verir; hem de yalvafta yakarta, analanından €mdikleri sütü bu - Tunlarından getire getire! Maaş verilme zamanı - bayramlar, cü- Tüs günü ve kandiller müstesna - belli ok madığı gibi devletin bir bütçesi, dairele- Tin kadrosu, barem cetveli de yoktur, Ka- lemde biri öldü mü maaşı daire âmirinin Ç HAYAT DEĞİŞİKLİKLERİ TABLOLÂR 3 - KALEM VE MEMURİYET YAZAN: Refik Halid ÜÇER SERİSİ ŞİMDİKİ DURUM — ge el, Hamit devrinin senede yalnı altı ay, güç belâ maaş beyiz efendisi! Çoktan öbür dünyaya güç müş olan ruhunu biraz aramıza indir de seninle, bugünkü durumda ve yeni hükö- met binalarının birinde kısacık bir gezin- ti yapalım: İşte, vaktiyle çalıştığın daire- nin yerine burası kaim oldu. Bir ecnebi bankasına giriyoruz sanma. Filvaki da piyaz ve halâ kokusu, tütün durman yok; bastığın yer tahta değildir; ölmüş koyun gözleri gihi üzerlerinde ezik başlı iri çiviler parlamıyor, kapılar gıcırdamı - yor ve koridorları birbirlerinin üstüne v Bılmış murdar “senedat sandı n doldurmuyor. Deyneğini kakan kör di- lenciye, eiğer kebapçısı ile şerbetçiye de rastlamıyorsun; çilâh parkeler ve yol halı- ları üzerinde yürüyorsun. Evet, amma, emin ol, eski dairendesin! H aydi kalemine girelim; Bek senin| “mümeyyizi evvel,, inin makamın - da bugün kim oturuyor? “Şu, yüzünde tüy, tüs, olmuyan, başı açık, ayaklarım W- zatmış ve yaylı yazı iskemlesine boylu boyu ış, evrak okuyan delikanlı Evet, o! Filvâki sırtında, babadan ka y fanlla, katı yakalık, redingot yök; iri al kösteğinin ucunda “Esseyyid., ibareli kır - mızı akik mühür sallanmıyor; Fahat et - mek için mercan terlikler giymemiştir, â- yağında kalın tabanlı spor kunduralan ve İsninin üstünde kış yaz, sadece bir ince- cik, yumuşacık gömlek var, Ya senin yerinde ki? Ağzın bir açık kaldı, değil mi? O bir hanım kızdı kazak bluzun göğsünü fazlaca meyd: çıkardığı bir genç ve güzel bayan! Dilini çıkararak değil, parmaklarım bir musiki #letinin üstünde gezdiriyormuşcasına & nin bir saatte yapocağın işi beş dakikada| (Sonu; 4 üneüde) karış tanzim ettiği bir “müzekkere, ve nazınn “mucibince,, si İle diğerlerine taksim edi- lir, Binaenaleyh kalemde biri hastalandı mı herkes için ümit başgösterir; arkada - şın ölüm haberi “mülâzım, lara istikbal kapısını açar. Senelerce “mülâzemeten., , yani maaş almadan kaleme devam ede bir memurun. “münhal, den meselâ, sa- dece kırk kuruş matsa geçmesi üzerin ağn kulaklarına vararak inin teklerini öpüp teşekkür etmesi icabındandır! Daireler, maaş bir bayram yeri gibi şenlen bahtan aksetmiştir. »** emur olmak hiçbir kayda tâbi de Bildir; nazır istediğini kaç yaşımda ve tahsili ne derecede olursa olsun me - muriyete koyabilir; bir şartla ki, yazısı| “hüsnühat,, $a uygun ve işlek bulursun;) tefeyyüz etmiye bu, ekseriya kâfi gelir Devam saati de yoktur; kaleme şafak vak ti gelip güneş batıncıya kadar olduğu gibi bir uğrayıp çıkanla, âyda bir görünüp gidenlere de rastlarır. Rütbe ve nişan bazan ım yanlara bir tavizdir. “Müsevvid., bir tezkerenin müsvedde. ini yapan kâtibin ünvanıdır; dört satırlık bir şey de olsa onun yazdığını, “B. sevvid., görür, tashih eder sonra “Mümeyyizi sani, ye, “evvel, e yine tas. bih görerek müdür muavini sanisine, mu- avini evveline, nihayet müdüre gider. O “Yazıla,, işaretini koydu mu “mübey. yiz,, temize çeker, müsveddeye baka: “Baş mukabeleci, ile karşılaştırırlar; ta - rihini “mukayyid., Efendi koyar; acele ve iltimaslı değilse gece konakta imza'an- mak üzere nazırın evrak çanlasma girer, Bu çantayı nazırın arkasında gözen, afa- basında arabacının yanında yan oturan emektar ve ekseriya ümmi uşağı taşır; bu uşaklar Tüşvet ve hediye ala ala ev bark, han, hamam sahibi çifter karı olmüş- lardır. Bütün bu münameleler esnasında mesa- lih erbabı merdiven başlarında, koridor - larda, kapı aralıklarında dolaşarak, çöme - lerek, bazan yalvarıp bazan tehditlere kal kışarak, çoğu defa gerinip esniyerek ve birbirleriyle dertleşerek günlerce bekler - ler. Canına tak deyip nazırın ayağına ka - pananlar ve “Padişahım çok yaşa!,, ferya- “Sonu: 4 üncüde) © terbiye tığı müjdesi sa- gün Mazhar Osman A rik Vâ-Nü da dayanama, mış. Dünkü Akşamda ye, şiirler karşısında aklı selime ilti ca ediyor, Ben bund birküç ay evvel “aklım fikrim sana mânet Yarabbi! diye bağırin« ve bu feryadın üzerine uğrama dığım ta'n ve teşni kalmamıştı Hattâ böyle karabatak gibi bir batıp bir çıkan matbu risalelerde kimisi beni bıyıklarının dudak kenarları kırpık, çember sakallı kafası tıraşlı, kalın enseli üze rinde âriyet gibi duran Sivil el bisesivle bir softa bozuntusu şek linde bile tasvir eti. Kimisi d “Sen yeni eserleri okumadın. O kumadığın halde nasıl hükmedi yorsun? Ara, bul, oku!, dediler Buna cevap vereyim dedim Bir kırılca kiyamet daha koptu Halbuki ben pek o kadar da gö kapalı fervat etmemiştim. O. kumuş ve anlamadığım iti rar elmiştim, Münakaşa kendi kendine sön- dü, Ma'r'fet İltitata tb İltifaterz meta, zayi'dir. Dedik. Eğer bu malm “ ahıcısi varsa tabii daha esaslaşır. Yoksa tmez, Bakalım, görelim, d'nun bahsettiği bu mee- muayı görmüş, fakat ehehmmi » yet vermemistim, Şiirlere gelin » ce, onları anlamıya bile çalışma. dım. Çünkü artık kendi kendi- mei Tum sen bu işin içinden çıkamıyorsun. Nafil; o dimağını yorma. Anlaşıldı ki. tehsilin, if- min, görgün bu yüksek Şiirle anlamana müsait değil, Demiştim, Fakat, tali bu sükün ve huzu- rn lezzetini yine bana çok gör- dü, Din, “Aksam, i elime alınca Vâ-Nü'nun “Can kurtaran yok mu?,, feryadımda yine bunları o» kümayayım mı? Çare yok. İçlerinden birisini tahlile gayret etmeli, Belki anla- görünen (Park) a ele alalım; Nömülenahi Parkta uyuyor. Bunu eski usul roman resim. leri altina yazılmış bir lejand, yahut bir hikâye başlangıcı zan- nelmeyiniz. Ba bir şiirdir, Yani bir takım Hâfzı, lâf, da kri kuyuda tâbi bulunması icap eden parlak bir sözdür, Bu- nun size ne ilham ettiğini bilmi- yorum, Fakat, bana, daha ötel İeri okumadan aylarea evvel aşk ile şevk ile ellerimi açıp et tekrarlattı, Aklım fikrim sana emanet Yarabbi! Takvimci Edirnede Beden Terbiyesi Mükellefleri Hakkında Bir Karar Edirne (TAN) — Şehrimiz Hal başkanı vali Ferit iyasetinde — toplanan Merkez, Ayşekadın, Muradiye, Karaağaç ret gençlik klüpleri bed iyesi mükel - leflerinin daha verimli bir tarz - şmaları için bunl, et beden terbi ktörlüğü emrine ver ini mışlar ve yeni kulüp baş kânlarını seçmişlerdir. Bu Suret- le bugüne kadar Parti ocakları nın idaresinde çal lüpleri beden te umum müdürlüğüne bağlanmıştır. Gençlik kulüplerinden bir ve dört numaralı merkez ve Ayşe kadın kulüpleri yeni makta olan kapalı spor binasına yerleş: Tek merkezde çalışacaklardır. Ni sanın ilk hsftasında açılma töre- k olan kapalı üne kadar y si için faaliyete hız ve Edirnede Yumurta Konirolörlüğü Edirne, (LAN, — vugünden tibaren şehrimizdeki yumurta ih racat köntrolörluğu kâldırılmı . Bu tar sonra Edirne v yakın merkezleruen sevkedi istenen yumurtaların en yak iskelelerde kontrol edileceği ütü Tet vekületinden şehrimiz mnta- ka müdürlüğ, Samsun mey ğ yetiştirilen aşılı elma fidanlarının halka ve köy- lüye tevziine başlanmıştır. Köy lüye parasız olarak dağıtılan bu fidanların yekünü elti bini bul - müştur, Bundan başka Lâdik köy enstitüsüne ve Balraya gönderi- anlar da mühim bir yekün tutu tadır. Ayrıca varında bir de akasy cude getirilmiştir. nin de iki tarafı s lunmaktadır. ve fi ormanı vü- Bafra şosesi iğütle teşçir o.