tas hallinde CHY MUAMMASI ichy muamması henüz çö” zülmemiştir. İnanmak lâ- gelirse, bir kaç gün evvel, ayanın teklitteri kabul €- ği takdirde, Fransaya şı merhamet siyasetinden hegeçeceğini söyliyen Berlin hdyosu, lisanını değiştirerek, Üln şunları söylemiştir; “Fransadaki hadiseler dahili Peyia. Laval'in idare vkiine gelmek istemesi işine Ümanya arya müdahle #nemektedir. Laval'in Alman: fanın kuklası olarak hareket et- İği ve Almanyanın Fransadan İonanmasını ve üslerini istedi- fi de yalandır. Londra radyosu ise, bunların oş lâftan ibaret olduğunu, ha- ökatte Laval'i Almanyanın tah ik ettiğini ve Laval'in dahiliy tzırı sıfatile ve geniş salâhi- 'etle Vichy kabinesine girmekle ktifn etmediğini fakat hüküme- i Parise nakletmek istediğini öylemekte” ve kat'i safhasına rirmiş olan vaziyetin bir kaç gü- 16 kadar aydınlanacağını ilâve *tmektedir. emediğini, ancak Fransanın: ip, Avrupanın nüstakbel siyasi ve iktisadi ni- amında Almanya ile i sapmasını istediğini ir. Zannediyoruz ki, Almanyanın "ransaya karşı alacağı vaziyet, >üylk mikyasta, Bingaziden onra İngiliz kuvvetlerinin hare- cet istikametine bağlıdır. Eğer yu kuvvetler, Trablusgarbi de taptetmek maksadile ileri hare- «etlerine devam edecek olursa Almanya, Mareşal Petain'e rağ- nen Fransanm cenup sahillerini senl edecek, burada ve İspan- yanın cenubunda tesis edeceği hava ve deniz üslerinden İngi- liz deniz kuvvetlerine ve nakli- ye gemilerine karşı taarruza aktır. Aksi takdirde, ya- kuvvetleri Bingeslien ha ileri gitmemek temayülü- gösterdikleri takdirde, Fran- sanm donanmasını ve şimali Af- TA Ağı üstünde, şeker hastalığı, anda bulunan şeker nisbetinin bii dereceden fazla olması de- ek. İnsan ne kadar çok şeker erse, şeker hastalığına tutul- sak ihtimali de o kadar çok ol- uğu düşünülür... Zaten pek eski ekimler de -çok alkol içenlerin ildöği gibi- »k şeker yiy sm adını takmışlar ve çok Btürür, demişlerdi. ek mantıklı bir fikir. Fakat hayat işleri her vakit izim (mantığımızla yürümez. kere de hayat ilminin tecrü- elerini sormak lâzım. İnsan birden pek çok şeker ye- iği vakit vücudü sağlık halinde «e şekerin hepsi kana karışır arışamıyan mikdar pek ez ka- ir, Oradan karaciğere gidecek "akat karaciğer hepsini kabul et- nez, Pek azını alarak, en coğu-| w kanda bırakır. Onun için il in kanda şeker nisbeti artar. ek farla olursa şeker vücudün cihdeki suyu çeker, kan çoğalır, lamarlardaki tansiyon da artar, ncak pek kısa bir zaman içi Vücudümuz, tabii halinde, böy- e islere karsı müdafaasız kalmaz. PİE. LOKMAN özür. enini) SEKER YEMEKTEN GELİR Mİ? rika üslerini iki safhada, iki ka- demede elde etmeye gayret ede- cektir. Birinci kademede, kendi istediği mahiyette bir hükümet kuracak ve onunla, bir çok va- itlerle dolu cazip bir sulh akte- decek ve şimdilik sadece iktisa- di bir işbirliği yapmakla iktifa ve esirlerin bir mikdarını daha Fransaya inde ederek, beş on bin ton patates daha göndere- Tek, Fransa hakkındaki niyetle- rinin çok halis olduğu hakkında bir kanaat uyandırdıktan sonra hulülü muslihane (siyaseti ile Fransiz kuvvetlerini ve üslerini elde etmeye çalışacaktır. LİBYA ZAFERİ: İ gibi çok kısa bir zaman İ- çinde 800 kilometrelik bir me- safeyi kat ve bir çok müstahkem kaleleri zaptederek, 14 İtalyan tümenini ya esir yahut imha ve sayısız harp malzemesi iğtinam eyliyerek iki gün evvel Bingazi yi zaptetmeleri, hakikaten İngi- liz hava, deniz ve kara kuvvet- her Yuımdan faikiyeti- ni göstermektedir. Bu hadisenin, Alman taleple- rine karşı bir karar vermek mec buriyetinde olan Mareşal Petain ve General Weygand üzerinde iie yapmış olması muhtemel- ir; Fakat asıl mühim olan mese- le, İngiliz kuvvetlerinin Trab- Tusgarbe doğru ilerleyip, Gene- ral Weygand ordusu ile doğru- dan doğruya irtibat tesis etmek ve şimali Afrikadaki İtalyan or- dusunu tamamile temizlemek, Sicilyada yerleşen Alman hava kuvvetlerinin tehdidini ortadan kaldırarak cenubi İtalyaya karşı müessir m ve deniz taarruz- larında bulunmak ve bu suretle sarki Akdenizle garbi Akdeniz arasında bugün az çok güçleşen seyrü seferi tamamile emin bir hale getirmek maksadile Trab- lusgurbin zaptını istihdaf eden bir harekete geçip geçmiyecek- leri meselesidir... Trablüsgarbi ele geçirmenin temin edeceği bütün faydalara rağınen, Balkanlarda pek yakın da vukuu muhtemel bir Alman, taarruzunun, bu meselenin hal- linde büyük bir rol oynıyacağı muhakkaktır. Romanyadan son gelen ve petrol sarfiyatının tahdit edil. diğini bildiren bir haber, bu ba kımdan çok şayanı dikkattir. Romanyada istihsal edilen ben- zinin Romanyanın ihtiyaçlarına! kâfi gelmiyeceği düşünülemez. Diğer cihetten, nakil vasıtaları- nın kifavetsizliği dolayısile İs- tihsal edilen bütün benzinin İ- talyaya ve Almanyaya gönderi- lemediği malümdur, Bu takdir- de bu tahdidat, ancak Atmanya- nın Balkanlarda yapacağı bir askeri hareketle izah edilebilir. Bunun içindir ki General Wawel'in ordusunun mühim hir kısmını, Balkanlarda başlı- yacak gibi görünen bir taarruzu önlemek (o maksadile, harekete müheyya bir surette serbest bü- lundurmak istemesi de müm- kündür. M. ANTEN Bir taraftan böbrekler gayrete gelir, kandaki fazla suyu çıkarır- İnr. Bir taraftan da pankreas gud- desi fazla işlemeye başlayarak şe- kerin fazlasını dağıtır. Şeker, birdenbire pek çok de- gil de yavaş yavaş, fakat vülcu-| dün ihtiyacından, sarfedebilece- ğinden fazla yenilirse?.. i O zaman karaciğer, kendisine| fazla gelen şekerden bir kısmını kabul ederek saklar, bir kısmı" da onun sarfedecek olan adalele- rin arasında -İhtiyat akçesi gibi- | birikir. Normal v kanın terkibindeki şeker nisbti artmaz. Yenilen şeker, kara ciğerle a- dalelerin saklıyabilecekleri & darı da geçerse, o vakit şeker bir takım kimya müamelelerinden geçerek yağ haline girer. Vücut; bir gün, bir Kaç gün şekersiz ka- lırsa yağ tekrar o muameleler- den, İnkat aksine istikamette, ge- çerek şeker olur, adaleler şeker- siz kalmaz, hayat devam eder, Demek ki, vücut normal kal- dıkça, birden vahut yavaş yavaş çok şeker yemekten insana şeker hastalığı gelmez.. Pek çok tatlı yiyen, çokça yağlı pilâv yemiş gibi şişmanlar. Şeker hastalığı- nın yolu başkadır, Bizim ektep bahsi, steşbihte ha- ta olmaz- av, kumar ve yılan hikâyesi gibi, bir acıldı mı kolay kolay sona ermiyor. (Üç nesil - Üç hayat) serisindeki fasil münasebetile geçen hafia- danberi çoğumuz bir araya gel- dik mi çocukluğumuzu anıyor, tahsil çağımızı konuşup eski za- mani yad ede ede ruhumuzda geçici bir yenileşme buluyor; fa- kat tekrar kendimize gelince ne kadar eskidiğimizi daha yakın- dan, daha derinden iyarak ak saçlı bi ö üze €- Aiyor, “hey gidi günler bey!, diyoruz. “Hey gidi günler hey!,, Bu söz, muhakkak surette halden şikâyeti ve maziye tahassürü i- İade etmez; bir daha geri dö nemiyecek olanın hatırasına “Kel ölür sırma saçlı olur, kö: ölür badem gözlü,, fehvasınca bir rikkat sadakası gibi ihsan €- dilir. Bana şimdi bir peri veya bir sihirbaz; "İstermisin seni kırk sene küçültüp yine mektep sırasına döndüreyim!,, dese şüp- hesiz ki bir dakika duraksama” dan reddederim. Arabi muallimi meşhur Naim beyin tekrar abus © karşılaşmıya, yahut matematik hocamız mütevefla Labo'nun Münkir - Nekir sorgü- larile ecel terleri dökmeye hiç te hevesli değilim. Emin olunuz ki Bekirağa zindanında kendimi mektep yatakhanesinden daha az esir addetmiş, divanı harbin suallerine karşı da, hesap der- sinden çok deha metanetli ce- vaplar vermiştim. Ruhlarında tam ve sağlam bir hürriyet aş- kile doğanların, hürriyeti aman vermez, nefes aldırmaz bir cen- dereye sokan &ski mektep haya- tından zevk almalarına imkân voktur, s- şimdi (bizim mektebi Sultani) den bahsedece- Him; yani benim neslimin yetiş- tiği o zamanki Galatasaray lise- sinden... Fakat, bu sefer bina- dan, tedris heyetinden ve tahsil sisteminden değil sadece talebe- den, talebenin de matbuat, ede- biyat ve irfan âlemimizde meş- hur olanlarından... Aman alla- hım, meğerse zamanımın mek- tebi sultani'si bir meşahir fol- Tuğu, (meşhur adamlar ansiklo- pedisi) nin bir “hârâ,, sı, yani Sanat koşusuna cins damızlık ye tiştiren modern bir Haymana 0- vası imiş! Her hangi bir edebi- yat antolojisini açımız; muhak- kak benim neslimin (mektebi $ultani) sinden sekiz, on talebe- ile burun buruna gelirsiniz. Hat- tâ bu zahmete de pek lüzum yok; iste gündelik gazeteler ö- nümüzde. . İşte baş makaleler, baş fıkralar (şimdi bu çeşit bir yazı nevi de zuhur etti); iç fikra Jar, makaleler, tenkitler, musa- habeler; siyasi, ilmi, tarihi, içti- mai etüdler... coğu Abdül- hamit devrinin son günlerinde ve sayei maarifvayei hazreti pa- dişahide Galatasaray li tahsil çağını geçiren talebeye a- ittir. Hususile yeni edebiyat ta- rihimiz: Siz olmasaydınız, öksüz ka- ardı €ş'arım lar yer almasaydr, öksüz değil se de hayli yoksul, zürriyeti kıt ve epeyce boş bir manzara ar?€©- derdi, “Kimlerdir bunlar, bu ankâ kusları bakalım!,, diyorsunuz. Size yirmiye yakın isim sayabi- leceğimi söylersem ne buyura- caksımz? Bir mektebin ve bir neslin yetiştirdiği yirmiye yakın söhret ve imza! Hakikaten çok, hakikaten bereketli, hattâ belki de hakikaten fazla... Ne olmuş- tu da böyle olmuştu? Eşref sa- ate rastgelerek yediğimiz meş- hur pilâva Minerve ilâhesi sihir- li parınağını mr sokmuş, Gül baba okumus üflemis, Ebüssüud efendinin hayır duası mı geç- mişti? Bunu bilemem; bildiğim şudur; Ahmet Samim, Ahmet Haşim, Emin Bülent, Emin Lâmi, Abdülhak Şinasi, Abidin Da- ver, Ercüment Ekrem, Ham- dullah Suphi, Tahsin Nahit, İzzet Melih, Profesör mer- hum İzzet, Müfit Ratip, Nec- mettin Sadak, Refi Cevat, Re- fik Halid, Ruşen Eşref, TAN Mekteb-i- Sultanı Bir Batında Kimleri Haftanın Musahabesi Yetiştirdi? O RAZANI- ie k Halid | Bim Nüzhet, Sermed Muhtar, Bütün bunlar bir kaç yas farkla bir mektebin ve bir nes Jin, bir dam altında ve bir arad yetiştirdiği eski mektebi sult $ #alahasidin ukarıda saydığım Isum v0i- luğuna nazaran görülü- yor ki biz kumkuma, hevenk, Cıva bardağı, karınca yuvası, di- zi, ocak, gümes, sürü, alay, ta- bur halinde imişiz; bir kap ve bir demet içinde çokluk, bere- ket, çeşit, hareket ifade ediyor- muşuz; başka devirlere ve ne- sillere nisbetle bir istisna imi- şiz! Boy boy, cins cins, renk renk, acı tatk, ham ve olgun, zevkine, meşrebine göre seç seç al! Hatip mi istersiniz? Var! Sembolist, vatanperver, veya â- sik şsir mi? Var! Gazeteci mi? Alâsından! Siyasi muharrir mi? Mükemmel! Hikâyeci, roman- cı, mizahçı mı, Beğen beğendi- ğini! Tiyatro tenkidi, eski za- man masalı, psikoloji dersi ve sosyoloji makalesi mi? Halisin- den! Frenk lisan ve âdetleri mü tehassısı mı? Su katılmamışı! Mebus mu? Bulunur! Sefir mi? Mevcut! Sürgün mü? İki tane! Maktül mü? Bir adet! Katil mi? Yok, hamdolsun! Mağdur mu? Kalmadı, çok şükür! Filvaki bunların bir kısmı işe erken başladı, çabuk tüketti; kimi geç girdi, kolay açıldı; ba- Zsının ömrü vefa etmedi, bazi- sina yaşadığı kısa müddet kâfi geldi; bir mikdarı da otuz $u kadar senedir matbuata temel attı, Nuh, dedi, peygamber de- medi, yazıcılık mesleğinden şaş- madı, Kendi hayatıma bakıyo- rum: Yirmi senesi çocukluk ve talebelik... yani biç! İki senesi memurluk.... azap! Yirmi bir s6 nesi menfâ... ömür sayılmaz! Meğerse bön ne kadar az yaşa” mışım.. geriye kala kala dokuz yıl kalıyor; meşhur mezar taşı hikâyesinde olduğu gibi yalnız hür ve mesut yıllar sayılırsa an- cak dokuz yaş ömür sürmüşüm demektir. Tevekkeli değil, hâlâ, vücu- düm, kafam ve ruhum biraz ço- cuksu, taze kalmamış! (ârasüz — “Tevekkeli, ve “Te- vekkeli değil, sözlerinden sorsa gelen'fiil, bu sözlerin tasdik, ie - yit, sebep ifade eden birer zarf e- dan mevkiinde bulunmalarına rağ men, Usanın hikmetinden sunul 0- Yanmaz, menfi şekilde kullsulır fakat müsbet mânasını ifade e- der: “Tevekkeli adamcağız bağını ahp kaçmamış! Tevekkeli değil har savup harman savurma - maış!,, misllerinde ve yukarıdaki EŞ e 4 a EE #merikanın ssee hekrini * Matbuat Hürriyeti İn yi 1 i İ cümlemde olduğu gibi. Grame vapacakların dikkatini eskerim gimi bana sorabilirsiniz :— Saydığın isimlerin sahip lerini, henüz çocuk sayıldıkla rı sırada, mektepten tanıyor, ha- tırlıyor musun? — Evet! ittihat ve Terakki komita sının Bahçe kapı fırını önün de tabanca ile arkasından vur- durup öldürttüğü değerli genç gazeteci, Ahmet Samim, mekte- be girdiğim zaman yüksek sınıf. ta idi, Bir gün küçüklerin bah- çesine geldi, hepimizle şakalaş- tı, güldü, güldürdü, gitti Va kitsiz söndürülen bu zekâden bende kalan mektep hatırası o kadarcıktır; insana “yaşamak hakkındır., dedirten saf, mesut, sıhhatte, ahlâklı bir çehre.. (Fec rlatt) de ve gazetecilikte, son- radan arkadaş olmuştuk; Mer- siyesini yazmak ta bana düş müştü, Ahmet Haşim de yaşlıcalar- dandı. Yaşıtlarile dalma atışma, çekişme, somurtkanlık halinde idi; arzusu üzerine defterine yazdığım bir deniz tasvirini be- Renmiş, elimi sıkmıştı. Fakat onunla ne mektepte uyuşabildik ne hayatımızın ötesinde... Ab- met Haşimin yüzü titizliğin, mi- zaç ve sıhhat bozukluğunun, huysuzluğun aynası idi. Zaten edebiyatımızda iki çehre vardı ki, yüreklerindeki infial tahri- batını bir Tontken fotoğrafı gi- bi aksettirirdi; onlar vesikalı gönül hastalariydi: Haşim ve Süleyman Nazif! Balkan harbinde: Türküm ve düşmanım san kalsam da bir kişi, Ve: Kabrinde müsterih uyu, ey nâmdar Atam, Evlâdınm bugünkü adı sa- de intikam! Şiilerini yaratan Emin Bü- lent, bu şiirlerin vereceği tesi- re taban tabana zıt, yüzüne faz- la bakılsa kızaran, melek huylu. dinç bir sporeuydu. Abdülhak Şinasi ise spora düşmandı; yük- sek sımf talebesi olmasına rağ” men teneffüs zamanlarını bi- zim bahçede ve senelerce benim: le yanyana, top gürültüsünden uzak geçirirdi. Onunla ve Mü- fit Ratip ile ayrılmaz dost kal- dığımız için unutulmaz hatirâ- larımız çoktur; bir müsahabe çercevesine sığmaz. Emin Lâmi, mükemmel bir Kazeteci olmak istidadını alkol- de boğmuştu. 7 e win Haver, diyeoirim Kİ A yine bu idi, şimdikinin kalınlaşmamışı iyi bir çocuktu Yine elinde askerliğe dair kitap- lar, bilhassa “Almanseh du Drapeau, ; önünde haritalar; ce- binde dünya ordularının hazeri ve seferi kuvvetlerini gösteren İstatistikler... “Asker olacağım ben!,, türküsünü çağırmazdı a- ma, çağırır gibi bir hali vardı. Asker olmadı, lâkin taş çıkardı. Yaşı küçük olmamakla bera- ber Ercüment Ekrem mektebe xeç girdi; o gelirken ben gidi- yordum. Hem ben, babamın pek saydığı babasının daha evvelden iltifatına mazhardım, ahbap ço- cuklarıydık, nihayet arkadaş ol- duk. Bana öyle geliyor ki Hamdul- lah Supbiyi hiç bir zaman kara saçlı, talebe ve çocuksu görme- dim. Daima mürşit, “apöire,, € dalı idi; insana, sun'i de olsa ter- biyeli, ahlâklı görünmek mecbu- riyetini yüklerdi. İyi tanışma- mız Fecriati'den bir çekişme ile başlar, İ Tahsin Nahit, şairliğini uzun saçları ve tomar tomar şiir def- terleri ile bir bayrak gibi taşi- maktan zevk alırdı; bir sınıfta, bir sırada, yanyana bile bulun- muştuk; aklı derse yatmazdı; bo yuna gözlerini tavana diker, il- ham bekler; sonra kaleme sarı” lir, kâğıda mevzun sözler di- zerdi. O kadar zararsız bir ço- cuktu ki şiire bile pek zarar ver-| meden dünyadan elini, eteğini çekivermişti. İzzet Melih te yukarı sınıf larda idi; bu yukarı sınıflığını da aşağı sınıflardakilere €peyce hissettirirdi, Fakat gayet dürüs! korekt bir talebe idi; korektliği ne bir zırh gibi bürünmüştü; öyle de kaldı. Sonradan profesör olan İzzet ile bir aralık sınıf yoldaşlığı et- tik, gazete çıkardık, hem de bu Aazelenin adı (Küçük mavi) idi. Neden acaba? Gyp'ten bir ro- man İsmine tutularak... Tom- bul, bodur, yumuk, sokulgan ve geveze idi; birden serpildi, ciddileşti, ilim adamı oldu; ö- X milini re Teriyer ecem Düdük, Upkı ismi gibi ancak bir harf mik- darı ya değişmiş, ya değişme- miştir. O zaman da az ve özlü konuşurdu, temkinliydi, heye- cansızdı, lâübeliliği sevmezdi, vazifesini bilirdi; yani şimdiki gibiydi. Refi Cevat Ulunay ile herkes- ten daha önce, (Şemsül Maarif) de buluşmuştuk, kırk şu kadar senelik muarefe... Bizi birbiri- mize dost eden vesile ikimizde de başlıyan operet merakıdır. O , Fransız ve İtalyan kumpanyaları Beyoğlunda klâ sik operetler oynarlardı; bir 0 e we İYAKVİMDEN D3i Ev Sahibine Arzuhal erhametlâ efendim, Meride aramızda tesisini ümit ettiğimiz dostluğa güvene rek işbu istirhamnameyi hâkipa- yinize takdim ediyoruz. Vaziyet şundan ibarettir: Ailemiz efradı çok kalabalık ol duğu için oturduğumuz dar eve bir türlü sığışamadık. Fıkaralık yakamıza çöktü. O kadar ki ba- bamızdan kalan tek çizmeye bir i: kincisini iâve etmek mümkün 0- Inmadı. Artık her odada yirmi kişi yatmağa mecbur idik, Buna bir çare bulmak için bitişik kom- Şumüz madam (Maryan) ın kâh- yasına müracaat ettik, Kendisine biraz da bahşiş uçlandık, Düşüz- dü taşındı. — Deniz aşırı yerde siyahi Mebrük ağanın koskoca bir kona- ğı var, Gidin oturun! Dedi, Olur mu? Olur.,, Dedik, size müracaat ettik. Reddettiniz, Ma- halle ihtiyarlarına müracnat et- tiniz. Onlar da bir şey yapamadı- lar, uzatnuyalım ne olduysa oldu. Konağı zaptettik. Biz fakir adamlarız. Sizin gibi eski devirlerden çırak çıkarılmış #engin bir zatın altın yaldızlı dör şemelerini, kıymetli ağaçlardan yapılmış mobil; aklımız başımızdan gitti, nedamet ettiği suzluklar oldu. Şimdi iz bir çok uygun Sizi büsbütün konaktan atmak için sığındığınız odanın üstünde sabahlara kadar hora teptik. Mahsus havağazleri- ni açık birakıp sizi boğmağa bile teşebbüs ettik. Bunları edamct- le tekrar ediyoruz... Tabii bu vaziyette kalamazdı. niz, konağı bize bırakıp çıkıp gittiniz. Bülün konaktaki eşya hadem, başem bizim oldu. Daha doğrusu bizim oldu zannettik. Hemen boru gibi dar evimizden iki yüz bin kişi getirip konağa yereştirdik, Mesele bununla kal- madı. (Paçacı Bayram ağa) dan zaptettiğimiz eve bitişik olan (Le- onidas) ın bahçesine de göz attık. Keşke atmaz olaydık. Ondan son- ra işler tersine döndü. Her taraf- davaya girsek kaybediyoruz. Şim di sizin konağı da boşaltıp gitme- ğe mecburuz. Koğulmağa alışık olduğumuz için buna ehemmiyet vermiyoruz. Bizi düşündüren nok ta kapı dışarı edilirken size sa“ dık kalan maiyetinizin süpürge lere basıp, saplarını çekip bizi pa» taklamaları ihtimalidir, Bundan çok korkuyoruz. Zira dayak yiye yiye sırlımız pestile döndü. Artık dayananıyacağız. Merhamet celbetmek için nero ye müracaat etsek: — Biz karışmayız. Ev sahibine yalvarın! diyorlar. Bterteniz gitmiyelim. Kalalım size güzel operalar söyleriz. Hoks kabazlıklar yaparız, sizi eğlendi- ririz, Aman ağam biz ettik siz etmeyin. O incir diktiğimiz ocağı. nıza düştük, Sizin gibi medeni ve merhametli adamlar bizim gibi cahillerin kusuruna bakmazlar, Bundan sonra tövbeler tövbesi!,. Bir defa sürçen atın başı kesil mez. semt çocuğu olduğumuzdan Şeh zadebaşındaki Unkapanı köprü- sü tarikiyle karşıya beraber gi- der, beraber dönerdik. Sonrala- rı da gurbet temaşalarına bera” ber gittik, beraber döndük! Ruşen Eşref (Harf tertibine az buçuk riayet ettiğimden is- mi sona düştü, pardon!) Bizden küçüktü; onu küçüklerin bahçe- sinde toz toprak içinde, kan tere boğulmuş, boğuşurken, şöyle belli belirsiz görür gibi oluyo- rum. Kendisile ancak umumi harin son yılında tanıştık. Yir- mi senedenberi rasigelemedi- im için eski coşkun ve halkci ruhundan bir şey kaybedip et- mediğini bilemiyorum. Selim Nüzhet hem ruhunu, hem ka- Jıbımı muhafaza etmiş temiz bir mütefekkir... Acaip ifadeli, fakat fayda yazılarını okumaktan usanmağı. Sermed Muhtarı mektep n pekaz hatırlarım. Deha sonraları, Fenerbahçe gezintile- rinde, ikimiz de (araba sevdasi) geçirirken, bana kendisini ta- nit işti ; yanında zenci bir ne- “ ke (bMextebi sultani)... Fakat bu “bizim, dedi- şimdi gördüğünüz Galatasaray Lisesi, ayni dam alı değildi; onun Bg” #im (Mektebi sultani), Merhamet, Merhamet, Merha- met. Var iken dilde muhabbet imzaya ne hacet! Takvimei Ziraat Mühendisleri Kongresi Toplandı Ankara, 8 (TAN) — Bugün Halkevinde, Türk Yüksek Zirsat Mühendisleri Birliği Umumi Kon. gresi saat 15,30 da toplanmıştır. Ziraat Vekili o Muhlis Erkmen, bu münasebetle Ziraat Mühen. dislerine köy işlerinde düşen va. zıfeler etrafında geniş izahat ver. miştir Bundan sonra idare heyeti raporu okunmuş ve yenidaa İdare heyeti seçilmiştir. Burada di. lekler ve direktifler yeni idare heyetine bildisilmiş, büyüklere birer tazim telgrafı çekilmesine karar verilerek kongreye nihayet verilmiştir. a yerinde idi ama, bir gün tutuş muş, yanıvermiş, sadece kuru duvarları kalmıştı. Eski edip- lerden olsaydım. yangına tek mihen müsahabemi şöyle bir cümle ile bitirirdim: “Bu kadar ateşin zekânın nevbenev şerare feşanı İrfan oldukları bir mecmis ürefa için te'mei lehibi suzân ol- mak, vâesefâ mukader idi!,,