7 Mayıs 1940 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— T7.4.940 7 MAYİS 940 ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi 1400 Kr, 1 Sene 2800 Kr. ee AD 6 Ay 1500 ” 400 * 8 Ay Yağ ? 180 * 1t AY s00 * Milletlerarası posta ittihadına dahil olmıyan memleketler için abone bedeli müddet sırasiyle 380, 16. 9. 8,56 liradır. Abone bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 — kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk pul ilâvesi lâzımdır. İGÜNÜN : MESELELERİ | 12 Yılda Islâh Olamıyan Adam Evvel'ki gün gazeteler, bir hırsı. zın, on iki sene yattığı hıpîs. haneden çıktığı gün, yine hırsızlığa başladığını yazdılar. Ş Eğer bu acı havadis üzerinde biraz düşünülürse görü;iirı ki, ı:ı l:ır:::;ln te hırsızlığa başlamas: olan- Cıhıııı.:suliyeti kendisine ait değildir. On iki sene hapishanede yıtmı_k, kolay katlanılır bir ceza değildir. Fakat, bu kadar ağır bir cezanın bi- le ıslahkâr bir tesir yapamaması ne- den? O talisiz vatandaşın gayri ka- bili ıslah olmasından mı? Bizce, bunun asıl ıebe?lerinden bir tanesi, hapishanelerimizi henüz birer mü haline soka- mamiş hulımııuuıuzd:t. Hattâ, bilâ. is, bi k v daş hapish lkeı:,den'f;oeni cürüm yolları öğrenerf:k, yani ahlâken biraz daha tereddiye uğrıyarak çıkmaktadırlar. e Bu iİşin ikinci mühim sebebini de, hapishaneden çıkan bir mahkümun, içine yeniden karıştığı cemiye_tte kar- şılaştığı şnrtlıırdn aramak lâzımdır. Hapishanede, kendisine takdir olu- nan cezayı çekip çıkan mahküm İ- çin, hayat, ikinci ve hapishanede yatmaktan daha ağır bir cezadır. Bu. gün, birçok namuskâr ve alınları le- kel iş tandaşl bile iş bulmakta ne kadar güçlük çektikleri malümdur. Hapishaneye girip çıkan ve sabıkalı damgasını yiyen bir va-« lahkâü tapîfı:n büsbütün kapalıdır. Çünkü, ona, hiçbir müessese emniyet göste- rip el uzatmaz! Şimdi, alnında, kendisine her ka. pıyı kap kapl bir d ve on parasız bir halde hayata karı. şan bir mahkümun, dürüst bir hayat sürebileceğini ümit edebilir miyiz? O, yeniden hapishaneye atılmak korkusile, belki birçok kapıları ça- lacak, fakat, namuskâr bir iş bula« tak karnını doyuramıyacağını anlı- yacağ gün, yeniden, muzır ve fena bir insan olacaktır. Bunun içindir ki, bizim o kabil hâ. diselerle karşılaşmanın acısını tat- maktan kurtulabil iz, hapish lerimizi, — İmralıda, ve ona benzer müesseselerde olduğu gibi — mah. kümlara birer sanat, hattâ biraz da sermaye temin edebilen birer ı'ıl:h. hane haline sokabil ize bağlıdı Bunun içindir ki, o havadisi vesile ederek, Adliye Vekâletimizin, açıl- mış bulunan o yolda, biraz ılıh.ı ı_ii- ratle ilerlemesini dilememek elimiz. den gelmiyor. Nİ yla, e Otobüs Derdi Bir arkadaşımız, başından geçen bir otobüs hâdisesini anlattı. İstanbulda otobüsün ne olduğ:ınu her hemşehri bilir ve bu çeşit hâdiseler. den birkaçı da her otobüs yol?usı_ı. hun başından geçmiştir. Fakat biz bir de bunu anlatalım: 3124 numaralı otobüs evvelki ak- Şam, hava karardıktan sonra Taksi. Me çıkmak için Gazhane yokuşunu tırmanırken Mühendis mektebi ö- hünde zıngadak duruyor. Sebepler her kilerdir. Otobüsün ya ben. zini bitmiştir, ya makinesi sakatlan- Mıştır veya freni tutmamıştır. Otobüsün şoförü ve biletçisi, oto- büs ha kalktı, ha kalkıyor diye halkı ir müddet oyalıyorlar, sonunda da rmütad “gidemeyiz” diyorlar. Derdin eskiliği, tekerrürünü fuzu. gösteremez. Fakat, İstanbul-şehri, lediyesinin yeni otobüslerine ka. Vuşuncaya kadar, mevcut çürük ça- arabaların daha sıkı muayenelere tâbi tutulmalarını ve bu gibi vaka. larda halkın sürat, emniyet gibi en- dişelerini bir küçük dikkatsizlik uğ- Tuna harcayanların ağırca cezalara farptırılmalarını temin etmek _de Terhal alınması icap eden bir tedbir. Tir zannederiz. Belediyenin bu noktaya bir defa aha nazarı dikkatini celbediyoruz. uT ONÜ Yugoslav ordusunun geçen defaki manevraları sırasında: Bir ordugâh manzarası.. Bugünkü Yugoslav Ordusu Bugünkü Yugoslav ordusunun tekemmülü, 1830 yılında başlar. 1833 te Prens Miloche ta. rafından Rusyaya gönderilen ve o- rada üç sene kaldıktan sonra, va. tanlarına askerlik mesleğindeki ihtisaslarını tamamlamış olarak dönen on iki genç, teşekkül halin. de bulunan ufak Sırp ordusunun ilk bilgili zabitleridir. Fakat bun. ların azlığı, memlekette bir askeri mektep açmak lüzumunu daha şiddetle hissettirmiştir. 1848 de Alexandr Karageorge- vitch, — Babiâlinin ,, müman ne rmemek için, başkâ bir isim altında, ilk askeri topçu mek. tebini kurdurmuştur. Bu mekte. bin, hakiki hüviyeti, 1850 yılm. da tebarüz etmiştir. Mektebin müessisi olan Miralay Corachan- ne, askerlik mesleğinin en kıy- metli eserlerinin Fransız lisanile yazılmış bulunduğunu nazarı iti. bara almış ve franszcayı öğrene. cek talebelerin, ihtisaslarını ko- laylıkla arttırabileceklerini hesap. hyarak, bu mektepte fransızca derslerine büyük bir yer ve ehem. miyet vermiştir. Berlin kongresin. de, Sırbistanın tanınmasile netice. lenen 1875 — 1878 Türk . Sırp harbi sıralarında, adet ve silâh ba. kımından zayıf olan Sırp ordusu, bu mektep sayesinde, çok iyi bir zabitan kadrosuna sahipti. 1880 de, Prens Milan Obrena. vitch, bu mektebi, iki şubeden mü- rekkep bir askeri akademi şekline soktu: Bu şubelerden birisi zabit, diğeri de erkânıharp zabiti yetiş. tirecekti. Bu müessese, bugün hâlâ mev- cuttur, vazifesini gittikçe artan bir mükemmeliyetle başarmakta. dır, ve Kral Birinci Alexandr gibi, Michitch Putnik, Stepanovitech ve Boiovitch gibi en büyük Yugoslav şefleri, bu mektepten feyiz almış- lardır. Bu sene, genç Kral İkinci Piyer de bu mektebin talebeleri a. rasına girmiştir. rtık, küçük ve hür Sırbistan, kuvvetli bir orduya sahip bulunmadıkça, hukukuna riayet ettiremiyeceğini anlamıştı. Bunun içindir ki, ordusunu mükemmel. leştirme yolunda her itinayı gös. termekten çekinmedi. Sırp - Bulgar harbinin ferdasın. da, Kral Milan askeri topçu, süva. ri mektepleri açtı. Bilhassa 1903 ten sonra, Yugoslav ordusu, daha geniş bir tekâmüle kavuştu. Genç ve muvazzaf zabitlerden birçokları stajlarını yabancı mem. leketlerde yapmıya gönderildiler. Ve ihtisaslarını, Rus, Alman Fran. sız, Avusturya ordularında ta- mamladılar. Birçok harp malzemesi, ve bil. hasssa modern toplar satın alan Sırp ordusu, Balkan yarımadası. nın en iyi kuvveti olduğunu 1912 — 1913 harbinde ispat etti. Muhasamatın başlarından itiba. ren seri ve kati zaferler kazanan Sırp ordusu, kuvvetinin beşte bi- rini, —Ayastafanosta durdurulan Yazan: Georges Oudard Bulgar ordusunu takviyeye bile yetiştirmişti. Bir yıl sonra kendi. sine taarruz eden ayni müttefik. lerini de yenmeğe muvaffak odu. 1914 te Avusturya . Macaristan ordularına kazandığı harp, Sirp askeri tarihinin en şerefli sayfası. dır. Çünkü o harp, Sırp ordusunun büyük bir düşmana karşı kazandı. ği ilk zaferdir “Yüuğgoslav ordusu haline giren o eski Sırp ordusu, bugün kendisin. den beklenilebilecek her vazifeyi basarabilecek kudrettedir. Dörtte üçü gürbüz köylülerden müteşek. kil olan vatanperver, cesıır, disip. linli, muti ve cefaya mütehammil Yugoslav ordusu, dünyanın birçok ordularının mahrum bulundukları bircok hasletlere sahiptir. Yugoslav neferi günde 60 kilo. metreyi kolaylıkla yürür. O, her güçlüğe, mırıldanmadan katlanır. Ölümü istihkar etmesini, ve açlı. ğa mukavemet etmesini bilir. Ve efrat bakımından, Fransız askerin. den başka, hiçbir askerin kendisi- ne faik olamıyacağından emindir. ı!;îeıı' ğ’;goslav. on sekiz ay olan askerlik hizmetine ko: İr şe- ref bilir. N 1919 dan sonra, mütehassis zabit yetiştiren — mevcut mektepler arttırılmış, ve yenileri açılmıştır. İhtiyat zabit mektebi de ihtiyaca yetebilecek derecede genişletilmiştir. Yüuğoslav sanayii, maalesef, Yu. göslav ordusunun bütün silâhlarını temin edebilecek derecede tekâ. mül etmemiştir. Yugoslavyanın kömür istihsalâtı da, ihtiyaçlarını karşılamıya gayri kâfidir. Yollar KARİKATÜRLER: Tarih tekerrür edivor dar ve bozuk, ve nakil vasıtaları azdır. Fakat Yugoslav ordusu, bü- tün bu mahrumiyetlerle çarpışabi. lecek — kudrettedir. — Fransadaki Saint . Cyr'e muadil olan askeri akademi, her sene 300 zabit yetiş. tirmektedir. Yüksek Harp Akade- misinin bir senede verebildiği me- zunların sayısı da 50 ile 80 ara. sındadır. Yugoslav ordusu, otuz yedi sı. nıftan müteşekkildir. Bu ordunun en büyük kısmı: “Hareket Ordusu,, adını taşimak- tadır. Bu ordu, 21 yaşla 40 yaş a- rasındaki askerleri ihtiva etmekte. dir. İkinci kategori, “İhtiyat Ordu,, ismini taşımaktadır;: Ve mensup- ları, 40 ile 50 yaş arasında bulu- nanlardır. “Son Müdafaa,, adını taşryan di- ğer ordunun sınıfları 50 — 55 yaş. larındakilerdir. “Marie . Louise,, adını taşıyan bu orduyu da, on se. kizle 20 yaş'larındaki gençler teş. kil etmektedir. Şu anda, “Hareket Ordusu,, nun en genç sınıfları silâh altında bu. lunmaktadır. Bunların miktarı, takriben 120,000 askerdir. Ve bir miktar ihtiyatla takviye olunmuş. lardır. Bu kadro, Yugoslav ordu. sunun daimi kadrosu sayılmakta- dır.*Bu kadronun diğer ismi de: “Yugoslavyanın en büyük mekte. bi,, dir. Askerî plândan mesul olan Büyük Şef, Erkânıharbiyei ümumiyenin de huzurile Harbiye Nazırıdır. Erkânıharbiyeiumumi. ye riyasetini ise bugün, 59 yaşında tecrübeli bir asker olan General Pier V. Kossitek işgal etmektedir. Altı. Yugoslav ordusu, bugün, halihazırda, on altı piyade fırka. sından, bir hanedan muhafız” fır- kasından, üç süvari fırkasından, iki dağ alayından, yedi tayyare a. layından, ve yedi tayyare dafi ala. yından müteşekkildir. Yugoslavya, icabında, bir mil. yon asker seferber edebilecek va. ziyettedir. Fakat geçen sonbahar iptidasın. daki tecrübeler, Yugoslavyanın, 500 binden fazla askerin teçhiza. tını ve silâhlarını temin edebile. cek vaziyette bulunmadığını gös- termişti. O zamandanberi gösteri. len gayretler sayesinde, Yugoslav. yanın, çok yakın zamanda, bir milyon askeri mükemmelen silâh. hyabilecek hale girebileceği mu- hakkaktır. Yugoslav ordusunun Fransadan, veya Skoda'dan aldığı silâhlar, moöderndir. Fakat, biraz evvel de söylediğimiz gibi, henüz gayri kâ.ri fidir. Çünkü modern silâhlanma, ikin. ci derecede milletlerin katlanamı. yacakları kadar ağır iktısadi kül. fetlere mal olmaktadır. ” fih Yugoslavyada, bu i. şin mMmesuliyeti, biraz da, mem. leketin etrafını dostlarla çevrili sayan, ve bu zanla, ordunun ihti. Yazan: — Ateş mi? Ne münasebet efen. dim. Tam bir aydır kömürün yüzü- nü gören yok! Bunu söyliyen Napoli limanında Kont do Savoy vapurundan bizi kar- şılamıya gelen dostumdur. Vapurun üst salonunda hem çay içiyor; hem konuşuyoruz. İtalyanın kömür derdini ilk defa Nevyorktaki Amerikan gazetelerin. den birindeki ufak bir havadisten öğrenmiştim. Meselenin ehemmiyet kesbettiğini de vapurdaki küçük ga- zetede okumuştuk. Fakat nedense davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Ve Napolide karşıma ilk çıkan tanıdığa: — Yollarda yorulduk ve üşüdük, şu otele. bir varsak ta ısınsak; demiş bulunuyorum. O da bana yukardaki cevabı ve. riyor ve ilâve ediyor: — Ah sormayın, diyor; mangal a. teşine bile hasretiz, nerde o günler. Sulh diyarından, cenk diyarına a- yak basar basmaz harbin yakınlığı. nı hissediyorum. İndiğimiz otel büyük bir buz dola. bini andırıyor. İtalyanlar harbin cil. velerini hesaba katmamış olacaklar ki, binaların yerlerini tekmil mermer döşemişler. Halı denilen nesneyle de yerleri değil, o da bazan süs maka- mına, duvarları kaplıyorlar. İşte bir, on yedi mart gecesi, termometre sı. fırın altında iken kaloriferleri umu. mı grev ilân eden böyle bır Napoli şehrine vardık. Girdiğim odada ilk işim yatağm ü- zerindeki battaniyeyi çıkarıp yere halı gibi açmak oluyor. Hiç olmazsa taşlara basmaktan kurtulurum, diyo- rum, Bir parça yüzümü gözümü yı- kamak üzere musluğa gidiyorum. Gözlerime muslukta sabun namina bir şey ilişmiyor. Her halde unutuL. müş olacak, diyorum. Zile basıp hiz. metçiyıi çağırıyorum. Gelen kadın: — Yok, diyor. Muhakkak istiyor- sanız kendiniz gidin dükkândan alın. Şımdı sabun pahalı biz veremeyiz. Ya bu diyardan gitmeli, ya bu de- veyi gütmeli, Birincisini yapmama imkân ol. madığından sabunun peşine düşmiye karar veriyorum. Paltom zaten üze. rimde olduğundan başıma şapkamı getirip sokağa çıikiyorum. “Yüksek siyasetten ve a3ceri mev- zulardan bahsetmeyiniz. Alnınızı le- kelemeyin; elinizi kirletmeyin!” Bu, sabun almak üzere girdiğim ec. zahanenin duvarındaki beyaz levha- da yazılı olan ibaredir. Dönüşte ayni hizmetçiyi odamda yatakları yapıyor buluyorum. Üze- rinde incecik siyah bir - elbise, tirtir titriyor. — Ne olacak bu haliniz böyle, di- yorum. — Halimizde ne var ki, diyor İn- gilizler kömür yollamıyor. Biz de yaz gelince ısınırız. Dd İlk geceki yemeğimiz balık, ma- karna, şeker ve çaylı su ve bir de portakaldan ibaret.. Sofrada beş ar- kadasız. Birincisi garsonu çağırıyor: — Ben, diyor, perhizdeyim. Balik yiyemem. Bana et getir. Garsonun cevabı kısa ve katidir: — Çarşamba ve perşembe günleri bütün İtalya perhizdedir. Herkes o yaçlarına cevap vermeyi lüzumsuz sayan Stoyadinoviçe aittir. Hal- buki, Yugoslavyayı Almanya ile komşu haline sokan anschluss'dan sonra, Arnavutluğun İtalya tara. fından işgali, bu tehlikeli nikbin. liğe feci bir cevap vermiş oldu. İki senedenberi, Lioublina'da bulunan hususi bir erkânıharbiye. nin gayretile, gerek İtalya - Yu- göoslavya, gerek Almanya . Yugos. lavya, ve gerek Macaristan - Yu- goslavya hudut'arında tahkimat vücude — getirilmiştir. Fakat, bu muhtelif hudutların genişliği ile, Yugoslavyanın askeri ve iktısadi kudreti nazarı itibara alınırsa, an. laşılır ki, bu tahkimatla Majino, ve Zigfrit hatları arasındaki mü. şabehet hayli azdır. Maamafih, Yugoslavya, muzaf. fer ananelerine sadıktır ve o, ken- disine saldıracak her hangi bir Gdüşmana karşı son adamına kadar döğüşmek indedir. Bu l keti tanıyanlar için, bu, boş bir lâf değildir: Yugoslav askerinin gayri kabili mukayese kalitesine güve. nerek iddia olunabilir ki, kendisi. ne öyle bir teceavüz vukubulduğu ve malzemei harbiyece takviye e. dildiği takdirde, Yugoslav ordusu dünvavı veniden sasırtacaktır! İtalyada Neler Gördüm? — Sevim SERTEL a bi Bt te gel —'w-i ü ı.W 1 gün et yerine balik yer. Büu sırada ikinci arkadaş atılıyor. — Garson, diyor; şu ekmekler gibi hiç olmazsa şunları bir kızart t: getir. İ O istifini hiç bozmuyor! — Hükümetten emir var, diyor, e- lektrikler yalnız gecenin muayyen saatlerinde ve o da yalnız etrafı ay- dınıatmak maksadile yakılabilir. Ek mek kızartacağı ve bu gibi diğer e. lektrik âletlerini kullanmak olmaz. — Derken, demindenberi gözleri sofrada bir şeyler aramakta olan çüncü arkadaş atılıyor: — Garson, diyor, ben ortada şek lik namına bir şey görmüyorum. - O parmağile bize, çay tabakları kenarlarında duran gayet küçük zar ları işaret ediyor ve sonra ilâve edi | yor; — Şimdi şekerde tayin var, adam başına bu kadar düşüyor. Rr (Bu kadar) bir çay kaşığının ü biri miktarındadır. Böylece bir canın içine (bu kadar) şekerimizi yi. ne bir (bu kadar) çay ile beraber ko. yüyor ve üzerine sıcak suyu basıyo« ruz. li : Bu sırada dördüncü arkadaş derdi. ni döküyor! p — Garson, diyor, şu makarna gibi katı. Şunu bir parça daha pişir- seler de yumuşasa, Aldığımız cevap şu: Kik — Beyim çiğ değil ya, pek ala.. ye. nilebilir. Şimdi ateş kıymetli. Öyle ince ince pişirmek olmaz. a. | " e ” Şimdi eski bir tanıdığı ziyaret dö nüşü bindiğimiz otomobildeyiz. Na- polinın meşhur yalı boyundan geçer. ken, bir yandan da, bu şehirde on senedir oturan ve vaziyeti çok iy bilen bu dostun söylediklerini müna. kaşa ediyoruz. O bize her şeyı ik sözle izah ediveriyor: v — Şimdiden açlıktan canları yor! Ve biz işittiklerimizle gördükleri. mizi biribirine bağlamağa çalışryo. ruz; her kafadan bir ses çıkıyor. U. zaktan Pompei civarındaki ışıkla gözüküyor. by'e —- Çat., Çat.. Çat.. Birdenbire otomobil duruyor. FB rola? Şuför bozuk bir fransızca ilet — Ey gezinti bu kadar, diyor, radan ileriye yürüyerek gideceks — Nasıl olur, diyoruz. 1Tem soğı hem uzak, hem de yol bilmeyiz. O her şeyi tabil karşılıyan bir vırla: — Ne yapayım, diyor; burada | vesikayladır. Bir şoför ayda şu dar benzin kullanabilir. Ama kaz: gaz biter de ay sonuna ermezse o v kit otomobilini kenara çeker ve bek ler. Ben. artık bu ay gaz alamam —— Halinde ne bir şikâyet, ne bir is. yan. — Yahu, diyoruz, gazın azdı. nive yola çıktın. Bunda bizim n bahatimiz var? a — Ne yapayım, ne kadar gazın varsa onu kullandım. Cebime ne gi rerse kârdır. Böyle günde nezaket sırası mı? bi e Yolds bulduğumuz diğer bir o battanıyenin altında hâlâ soğuktu titrerken kendi kendime artıstlı âşıkı oldukları şu Napoli şe geçirdiğim bir kaç saati düşünü; “rum. Martın ortasında, sıfırın üzerin de iki derece hararette, aç, kömür. süz ve vasıtasız olan halkın içinden nasıl olur da tirtir titriyen bir o kadın çıkar ve yaz' gelince ısın der? Nasıl olur da 'açlıktan nefesi kan bir şoför arabamı kenara çeki beklerim, der. Bu ne tevekkül, bu sabırdir? Birden gözümün önünde bir lev. ha beliriyor. aA “Yüksek siyasetten, askeri me zulardan bahsetmeyiniz. Alnınızi. kelemeyin; ellerinizi kirletmeyiniz * Ertesi sabah Romaya gitmek ü re bindiğimiz trenin penceresindi son bir defa başımı çıkarıp Napoli; bakıyorum. Uzakta Vezüv'ün dun ları çıkmakta devam ediyor, f: kaç para eder? İtalyanları ısıtam ki' Finliler harp esnasında hep tal l atten imdat bekledilerdi. İtalyanla da da ayni haleti ruhiyeye rastgelin yor. Hepsi otelçi kadının sözünü rarlıyorlar: Yaz gelsin ısınir, rahata ereriz. Fakat bu sene tabiata da #ü. venilmiyor. Yaz onlara saadet « ne en korktukları harbi getiriyor. —

Bu sayıdan diğer sayfalar: