Türk Safosunun Hayatı: g AFİYE SULTAN Z HUrRHAN TAN < TEFRİKA No. 117 Saraydaki Sorgu ; Padişah, Kendisine Ayak Divanında Ter Döktürenlerin Sorgularını Pürgazap Bir Halde Kendi Yapıyordu emşçi vezir, evvelce kazas. ker iken kendisinin himayesi le şeyhülislâmlığa yükselen Ebül. meyamin Mustafa efendinin iki yüzlülüğünden ilk defa şüphelen- di: — Kuzum Osman Bey, dedi, hâ. lâ müftü olan efendi dahi anlarla bile miydi? Payraz Osman mufassal bir kahkaha bıraktı ve sonra kendini toplayıp cevap verdi: — Bile miydi ne demek?.. Seni düşürmek isteyenlerin başında o dı. — Başka bir dıyecegıu var mı Osman Bey — Yoktur devletlü vezirim. Yal. nız deminki niyazımı unutma. Be- ni kadınlar gibi boğdurtma, kılıç. la öldürt. Çünkü er doğdum, er yaşadım, er ölmek isterim. muda çevirdi: — Ya sen Mahmut, bu işe niçin ve nice girdin? — Onu ben bilirim. Başkasının öğrenmesine hacet yok. Yemişçi kızmadı, sakin sakin sipahi ağası Mustafaya emir xe"- di: — Bunları Babıhümaytmna ilet. Bana söylediklerini şevketlü hün- kâra tekrar etsinler. ki saat sonra, Osmatila Mah. mut hünkârın önünde bu. /— lunuyorlardı, yeni baştan sorguya — çekiliyorlardı. Birinei ve ikinci sorgu meclisleri arasında çok fark — vardı. Ötede hocalardan, yeniçeri zabitlerinden terekküp eden bir meclis huzurunda bu iki suçlu gü- ler yüzle, tatlı sözlerle söyletil- mişlerdi. Sarayda kurulan heyet, gayzın timsali olup ak ve beyaz a- ğalardan teşekkül ediyordu. Baş- tan aşağı sırmayla örtülü, elmas. larla süslü olan bu saray audamla. rının hepsi gözlerini hınçlı hınçlı açarak, dişlerini fasılasız gıcuda - tarak, suçlular hakkında varilecek hükmü peşin peşin hissettitiyor- lardı. Kölelerine başkanlık eden padi- vardı, cümleden ziyade telüştay- Sadrâzam, yüzünü Öküz Mah. vel, kendisini gözdelerinin sıcak kucağından çekerek avluya çıka. ran, ömründe duymadığı sözleri yüzüne karşı haykıran, bir baba veya hatırlı bir yoldaş sayarak, candan sevgi gösterdiği ağalarının başlarını koparan, anasını rüsvet- çilikle itham ederek, koca bir ka- labalık önünde kepazeye çeviren zorbalardan ikisini — palaları iş- lemez ve boruları ötmez bir vazi. yette — karşısına getirilmiş gö- rünce, bütün kini şahlandığından gözleri kan çanağına dönmüştü, kollarını yay halinde gererek, ka- sıklarına dayayıp suçluları — yi- yecekmiş gibi — süzüyordu. Kölelere kalsa, iki sipahiyi di. dim didim didikliyeceklerdi. Fa kat padişahtan çekindikleri için, sadece diş gıcırdatıyorlardı. Fakat meraktan da — kurtulamıyarlardı. Çünkü sipahilerin, saraydan - kiy- metli başlar âlıp, padişah nüfuzu- nu ve haysiyetini berbat #tmele. rini hâlâ havsalalarına sığdıramı. yorlardı. Bu işin hangi şeytani kuvvet tarafından idare olundu- ğunu öğrenmek istiyorlardı. böyle bir S ultan Mehmette, O, sade ga- merak yoktu. zap halindeydi. Zira ayâk diva- nında kendini sövülmüş, dövül. müş sayıyordu ve ©o gün bu zin. cirleme hakareti yapanlardan iki- sini karşısında görür görmez — ze- bunküşlere yakışan bir feveran i. le — mücessem gazap kesilmişti. Poyraz da, Mahmut ta kayıtsız görünüyorlardı. Ayak divanı günü ayak öpmedikleri, secde etmedik. leri gibi, şimdi de fazla eğilmiyor- lardı, padişahı sipahice selâmlıya- rak, yapılacak sorguyu bekliyor - lardı. Sultan Mehmet, bir hayli fosurdadıktan, böbürlendikten son- ra, bağırır gibi görünen bir sesle sordü: — Poyraz Osman sensin, Öküz Mahmut ta sen, öyle mi? Onların evet! Demesi üzerina yino bağırdı: — Siz ne zehre (öd) ile benim haremime el uzattınız, ağalarımı öldürdünüz? Hele nasıl bir cüret. Poyraz Osman, gazap halinde bulunan padişahın sözünü kesti: — Boş yere, dedi, üzülme şev- ketlâ hünkâr. Ne demek istediği- ni biz biliyoruz. —Ön beş, yirmi gün önce, biz kuvvetliydik, seni titrettik. Şimdi sen kuvvetlisin, Bizi titretmeğe yelteniyorsun. Lâ- kin boş yere yoruluyorsun. Bizim ne senden, ne sana yâür olan hiz- metkârlardan pervamız var. Senin hırsız uşaklarını ölüme mahküm ederken, senin ananı rüşvetçilik. ten vaz geçirmek isterken, nasıl kimseden korkmadıysak, bugün de öyle pervasısız. Bir sipahi mut- laka kılıçla ölür. Bizim de ölümü. müz öyle olacak. Yalnız şuna ya- .niyorum: Bugüne kadar otuz sa. vaşa girdim, otuz yara aldım, öl- medim de, burada, padişah sara. yında başım kesiliyor. Ne yapa. hm, bu da alnımızın yazısı! O sırada salona — birbiri ar. dınca — iki köle girdi ve her bi- ri, padişaha bir kâğıt sundu. Bun. lardan biri sadrazam Yemişçi Ha. san paşadan gelmekte olup, Poy. raz Osman beyin bir çok harp - lerde yüz aklığı göstermiş olma- sına karşı şahane bir cemile ola. rak kendisinin kementle boğdu. rulmaması ve cezasının kılıçla ve- rilmesi rica olunuyordu. Öbür kâ. Bait, Safodandı. Huzura getirilen sipdhi elebaşılarının hiç söyleti!. meden ve aman verilmeden öldü. rülmelerini tavsiye ediyordu. Fet- tan Venediklinin, — uzun sürecek bir sorgu neticesinde — oğlunun, kendi aleyhine hir takım fikirler edinmesini mümkün gördüğünden böyle bir tavsiyeye lüzum gördü. ğü belliydi. ünkâr, her iki kâğıdı bir kaç kere okudu, sonra suçlula. rı hain hain gözden geçirdi ve a. yak divanı gününün hatıralarını, onların kaniyle . silmek düşü TAN BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli i. d 4 S R KT M DİAİİ MARISİAFİA ALİİLİR B s K T AM' AİLİA N H EİK N .a; AİN »İZ 7€> DİU MİAİL c HiT PİAİMİUİk NiPEİRİA BUGÜNKÜ BULMACA 1 $ e u E-> © gç a w h B0 go r— el Fg) - ©S g # - SOLDAN SAĞA: 1 — Meşhur bir Fransız - Bir zamir. 2 — Bir dağ - Babadan oğula geçiş. 8 — Alıkoymak - Göndermek. 4 — Bir edebiyat terimi - Bir sesli harf,. Bir nota. 5 — Bir sesli harf - Bir nota - Öyle saymak, 86 — Bir Musevi ismi - Bir çalgi. ? — Fasıla - Fazla ,, Bir zamir. 8 — Gövde - Olmaktan emir*- Bir za- mir, $ — İhsas - Bir sorgu . Bir vabit edatı. 10 — Bir vapur adı - Boşluk, YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Bir müverrih - Hâmız. 2 — Hübubattan biri - Taharri, 38 — İttifak . Vakurluk. 4 — Bir dağ - Bir harf, 5 — Bir nâata - Bir nehir. 6 — Eski bir devlet - Uzatmak. ? — Bir zamir - Bir nota . Bir sesli harf » Bir harf. 8 — Fransada bir şehir - Zamanı geç- miş. 9 — Derce . Fransada bir şehir. 10 — Rusyadadır - Nâmevcut - Bir harf. Uludağın İmarı Bursa (TAN) — Uludağda başlıya- cak yeni imar hareketi için, esas teşkil etmek üzere bir plân hazır- lanması takarrür eylemiştir. Bu maksatla şehrimize gelen Ankara i. mar müdürlüğü mütehassıs mühen- dislerinden Mithat, tetkikat için U. ludağa çıkmıştır. Tetkikatını ikmal ettikten sonra, bir proje hazırlıyacaktır. Divrikli Talebe Bursada Bursa (TAN) — Divrik orta mek- tebi talebesinden 70 kişilik bit ka- sinden kendini kurtaramıyarak, kölelerine emir verdi: — Bu ktistahları götürün, öbür dünyaya göçürün. Tuz, ekmek hakkını ayak altına almak nice. dir. görsünler! file muallimleriyle Bursaya gelmiş- lerdir. Şehrimizi gezen ve Uludağa da çı. kan talebe, Atatürk anıtına çelenk koyduktan sonra, yurt gezilerine de- vam etmek üzere Mudanya yolu ile Bir Cadde 31.7-929 75 Santim Genişletiliyor Halkın dertlerine olan “alâkası bütün Türk milletince tanınmış ve kabul edilmiş olan mühterem gazetenizin Niğde halkı- nın aşağıdaki feryadını alâkadar makam- ların dikkat nazarlarına arıetmesıni rica ederim, İçilecek suyu, umumi bir hemsı sokak- larını sulıyacak arazözü olmiyan Niğde Belediyesi yeni bir cadde açmak niyetin- dedir, fakat bu her açılan cadde gibi de- ğildir. Görülmüş ve görülecekcadde açma teşebbüslerinin en gülüncüdür. Bakınız nasil; Belediye Üç sıra üzerine olan çarşıdan ortadakini kaldırmak ve iki taraftakileri de öne çıkarmak -suretile mevcut caddeyi 75 santim çıaisletmek(e— dir, fakat bu 73 santim Nım"’haıxma ba- kınız neye mal oluyor: — 1 — Niğdede bir dükkân I)uîıram mev- eut iken bu/buhran bir kaf daha yıkılma> sı mükarrer olan çarşı 7ytizı.“ıı"ıden artmış bulunmaktadır, bu artış yüzde 50 ile yüz- de 100 arasında tahavvül etmektedir. 2 — Niğde halkına 200 bxn liralık bir tine gitmeksizin hatalârı tashih İle iktifa edeceğim. Bu akarları teşkil eden (70) evden (23) ünde müstahdem ve mütekait erkân ve ümera ve zabitanı askeriyenin müste, civen ikamet etmekte olmıları askerlere ev verilmediği ifadesini fiilen tekzibe kâ- fidir. Şimdiye kadar ev tutinak üzere bir polisin müracaati vâki değilidir. Boş ev bulunmadığı zamanlarda müracaat eden- Tere ret cevâbı verilmesi ise tabiidir Aksini iddiu edenlec iddıalarını ispat etmelidir. HFerhangi bir ev baoşaldığı zaman tayin ve gazete ile ilân olunan günde bilmüza- yede ihâle ve icar olunmaltadır, bütün evler de bu suretle icar olunmuştur. Müddei hitam bulan bir evin kiracısı şeraiti sabıka ile talip olduğu halde ica- rın teedidi 984 tarihli evkaf nizamname. si ve bu nizamnamenin sureti tatbikine dair olan izahname iktizasındandır ve bu suret evkafın menfaatine pek uygündur. Oturduğu evin müzayedeye konularak neticede ya çıkmak veya kirayı arttırmak ihtimaliyle karşılaşan bir kimsenin bu gi- inşaat çıktı ki bu lü 3 — Dükkân kiralarının yukıelmesı yü- zünden eşya satiş fiatlarında yüzde 50 bir artış husule geldiği bugünkü İdarenin yü- rümesile kabili telif değildir. : Niğde Kayabaşı mahılle:ln'den Asım oğlu Kadir Demirer K Bir mektuba cevap : Müteber gazetenizin 24.—7_939 tarihli nüshasının sekizinci sayfasında Muzaffer ve Faik imzali bir mektup vardır. Bunda İkinci Abdülhamit evkafı akarlarından bulunan evlerin kiralanmasında — yolsuz r le v bah ktadır. Hüviyetleri tasrih edilmemiş olan imza sahiplerinin bu yazıları ile ne gibi bir maksat takip ettiklerini araştırmak cihe- bi evlere vtağbet etmiyeceği tabildir. Bir müstecirin çıkmasile — diğerinin girmesi arasında geçecek zaman dü vakıf için bir zarardir. Evkaf idaresinin böyle blr nizamname ve izahname yapmış olması tecrübe neti. cesi ve 'vakfın faydası icab: olduğunda süphe yöktur. Herhangi bir kiracı kendisine btiyük gelen evin bir iki odasını veya bir katı- hi itimat ettiği bir kimseye kiraya ver- meği akaretlere münhasır olmayıp her. tarafta' görülen zaruri hallerdendir. O mektubu yazanlar, suiiştimalden ve şirketten bahsetmektedirler, Bunlar hü- Viyetlerini tasrih ve iddialarını tavzih et- melidirler. Boşiktaş Akaretler 64 numaralı yazıha- nede İkinci Abdülhamit vakfı mütevelli kaymakamı Murtaza GÖZE Tokatta Mektep Sergileri Tokat Valisi ve Maarif Müdürü ilkmektepler sergisinde Tokat (TAN) — hattin Üner, Yeni vali Salâ. tetkikatinın sonunda, ilkmektep , binalarının umumiyetle, evden bozma ve yıkılmak tehlik&si. ne maruz olduğunu görmüştür. Bun, ların tamiri ve sıhhi bir vaziyete ge- tirilmeleri için kaymakamlara ve nahiye müdürlerine emirler vermiş. tir. Bu işler, yeni ders.sene;ı bası. Bu sene merkez ilkmekteplerim. 'den 226 talebe mezun olmuştur. Ge- çen yıldakinden 41 fazlâ olan me- zunların 75 i kız ve 151 i erkektir. Mekteplerimizin geçen ders sene- si zarfındaki faaliyetini ve talebenin eserlerini göstermek üzere, Gazi Os. manpaşa mektebinde bir sergi açıl- mış, bir hafta müddetle gezilerek H ll OKUYUCU MEKTUPLARİ şah ta sinirliydi. Bir iki hafta ev. — le..... Buna rağmen, sanki, konuşulmıya başlanılması için, bir yere oturulması şartmış ve sanki bu yolu aşmadan söz söylemek yasakmış gibi, ikisi de su. suyorlardı. Kahvenin mezarlığa bakan balkonunda hiç kimse yoktu. Oradaki masalardan birisinin başina yerleş. tikleri zaman, Moruk Mehmet sordu: “— Bir kahve içersin değil mi? Ayşe Hanım: “— İçsem de olur, içmesem de!” der gibi dudak büküp, omuz silkti. Moruk, kahveciye seslen erek iki l'ıhve ısmarladıktan sonra, söze: *— Bilmem haberin var mı? Geçenlerde bu mı hanede bir maraza koptuydu? diye başladı. Meyha. nenin içyüzü, ve müşterileri hakkında bir sürü ma. lümat verdikten sonra Sarı Bekirle Fitil Kadri ara. sında geçen son kavgayı, Fitilin o gece vuruluşunu. Sarı Bekirin ölümünü anlattı ve: “— Neticede, dedi, anlaşıldı ki; Fitil, kurşunu ye- dikten sonra, Sarı Bekiri kovalamış, yolda yakala- Yıp, ağzından, burnundan kan getirinceye kadar düvmüş ve biçarenin ölümüne sebebiyet vermiş. Ka. rakolda, vakanın böyle olmadığını iddia etmiş ve Benli Melâhati de şahit göstermiş, fakat Melâhat: “— Benim hiçbir şeyden haberim yok: O sırada uyuyordum!” deyip işin içinden sıyrılmış. Kaltak üstelik te, fırsattan istifade, biraz ikramiye kopara- yım diye, Fitilin kaçakçılığını da ihbar etmiş. Kaçak mallar da meydana çıkınca, Fitili deliğe atülar, meyhanenin kapısına da bastılar mühürü!.. Bu işten Melâhate bir miktar para verildiğini de söylüyorlar, Fakat ne Melâhatin, ne de Mürüvvetin nereye gittiklerinden kimsenin haberi yok. Dediğim gibi, biz Mürüvveti senin yanında sanıyorduk. Ayşe Hanım, Moruk Mehmedin şişire şişire anlat. tığı vukuatı dikkat, hayret, merak ve endişeyle din.. liyordu. Moruk Mehmet: * — Iste hal ve kevfivet bövle!” diverek sifahi ra. (D ( İstanbula hareket etmişlerdir. Var) TEFRİKA No. 43 — Peki, dedi, şimdi ben Muruwetı nereden arı. y ayım" Moruk Mehmet dudak büktü: «— Vallahi, orasını bilmem! Istersen bir kero ka. rakoldan sor! * Ayşe Hanım karakolda da, kahvede dinlediklerin. den fazla bir şey öğrenemedi. Oradan yapabileceği hareketleri kestirmeye çabalıyarak uzaklaşırken o kadar dalgındı ki, bodruma varıncaya kadar, iki ö. lüm tehlikesi atlattı. Ve hayatını bir defasında bir şoförün maharetine, bir defasında da bir vatmanın tramvayı yoldan çıkarırcasına durdurmasına borç. landı. Mürüvveti lerde arıyab i düşünür- ken, gözlerinin önüne gelen ilk sima, Doktor Mem- duh şerifti. Bodruma inmeden önce, konağa da uğra- dı: Konağın kapısını da o gün ilk defa çalıyardu. Kapının açılmasını beklerken duyduğu heyecan, kalbinin çarpıntısını şiddetlendirmişti, Bereket, çok beklemedi. Kapıyı açan orta yaşlı kadına sordu: — Doktor Bey evdeler mi “— Hayır efendim. Evde benden başka kimse yok. * —Doktor Bey sokaktalar demek? “— Hayır... Doktor Bey de, çocuklar da, on beş gündür Bursadalar... deki “çocuklar,, kelimesine takıldı: Acaba içlerinde kendisininki de var mıydı? Kapıyı yüzüne kapatmıya hazırlanan muhatabın.. dan bir sual daha sordu: “— Acaba ne zaman dönecekler” 1 -— Bilmiyorum. Ayşe Hanım oradan uzaklaşırken, büsbütün ümit. siz kalmıştı: Artık yapılabilecek hiçbir hareket yok. tu. Bacak kadar kızı, koskoca Istanbulun hangi köşe- * gsinde arıyabilirdi? Vâkıâ, kızin tı başına gelmiş olan kazanın çeşidini de kestiremiyordu. Fakat onun bir kazaya uğradığını muhakkak sayıyordu. Kendi ken. dine: “-—- Eğer, diyordu, Mürüvvet, doktorla beraber ise herif kızcağızı mutlaka, ya aldatarak, yahut ta zorlıyarak götürmüştür: Zira Mürüvvet kendi ihti. yarile böyle bir maceraya atılmaya cesaret edemez! Fakat ya doktorla beraber değilse, ve başına gel miş olan kaza, çok daha büyükse? Ayşe hanım, düşündükçe bunalıyor, ve zihnine üşüşen suallere birer karşılık bulamadıkça, bir çok yerlerine batan cam kırıklarını çıkaramıyan insan- lar gibi kıvranıyordu, Mürüvvet onun en güzel. ve en oldgun eserivdi. na kadar bitirilecektir. , mesüliyetin.” biraz da kendisine ait takdir edilmiştir, lümü karxısında hemen hemen ayni lâkaydiyi duy- mıya alışmış' olan Ayşe hanımın hisleri, sade Mü. rüvvete karşı, değişiyordu.. Mevcudiyeti Ayşe hanı. ma, tatlı ümitler besleten yegâne insan Mürüvvet- ti. Küçük Mürüvvet, karanlık bodrumun, bir gün işliyeceği muhâkkak görünen meşru sermayesi gi- biydi. Ayşe hanım, Mürüvvetle birlikte, sermayesi. ni de kaybetmiş oluyordu Yüreği, illâs tehlikesini çok-yakından duymuş bir! insan azabiyle doluydu. vaat. onun zavallı . ümitlerini ayakta tutan eaçlı.ve çılız bir payanda gibiydi. Ve şu anda, ÂAy- şe hanımın içi, harap olmuş, çökmüş ümitlerin en. kaziyle doluydu: Zifiri karanlığında boğulmaktan, büsbütün bunalmaktan ürktüğü için bodruma gire- nw,_ Memdüh Şerifin konağına dikilen ıslak göz- lm. şupheyle, nefretle, kinle doluydu: Içinin Mü. rüvvete bu derece bağlı bulunduğunu, şu andaki kadp' hiç bir' zaman hissetmemişti. Fakat, ölmüş bi ası ihtimalini de hatırlamasa, Mürüvvete biraiHiddet te duyacaktı. * 4ğürikü o koskoca kızin, artık kazalardan kendisi. ni koruyabilmesi" Jâzimdı. Fakat, biraz düşününce, bulunduğunu kal:ıul etti: '— Ben, dedi. Onu bırıkmamnlıydım Buradan kaçıp gidişini hoş gormmydim işler bu hale gel- mezdi. Ben, © günden sonra, onun Zehralarda kal- masima göz yummakla, fena yol tutmasına müsaade vermiş oldum. O ihtiyar kürt, kızı kandırmak için, kinibilir neler vermiş, neler almış, neler yapmış, möler söylemiştir. Buraya geldiği gün, o kadar hıts- l1 olduğum. halde, beni' bile kandırmamış mıydı?,, Ayşe hanım buhları düşünürken, konağa daha derm bir kinle bir daha bakti: Koyulaşmıya baş. hyan akşam karanlığı içinde, kirli bir kefene bü. rünmüş gibi görünen koca konak, Ayşe hanımın diş bilediği servetın. yıkılmaz kalesi gibi yükseli. vardul