nt Tefrika No. 76 Izmir Işgal Edilmişti İstanbul Hükümeti Bu Son İhanetine Halkı da Ortaklamak İstemiş, Fakat İzmirliler İsyan Etmişlerdi Sahne pek ibretli idi. Ahmet Rı- za ve Ali Ihsan Beyler acı acı dü- şünüyor. Harbiye Nazırı endişe i- çinde titriyordu. Hain Ferit, kol- ordu kumandanın bu haklı işar ve ihbazına feng halde kızmış, te- piniyordu. Ak gözlerini Şakir pa- şaya çevirmiş ve: — Bu kumandanı tekdir et, ps- şa, demişti. Böyle asılsız ve mühey- yiç işarlarin bizi işgal ve efkârımi- z: teşviş ettiği için. 15 yılı mayısının on dör- düncü çarşamba günü idi Altı yüz yıldanberi mukaddes ve manevi bir taç gibi başımızda yülk- sünmeden taşıdığımız, hele sakat bir iman ve irsi bir gafletle, Alla- bın yeryüzündeki gölgesi sanıp ta- pındığımız, Osmanlı hanedanının son ruhsuz ve gurursuz veledli Vah- dettin, o gün, Türkün yüksek şe- refini düşmanlarının ayakları al- tma utanmadan serdi ve çiğnetti. Türkün yaralı bağrını kendi elile Ütremeden deldi ve oraya düşman- larının bâyraklarmi diktirdi, Tür- kün öz ve değerli vatanının bir in- cisi, güzel İzmirini acımadan düş- manlarına peşkeş çekti ve verdi. Bu ihanet ve hiyanetini kâfi gör- medi. Bir cinayet daha işledi. Türk lüğün ruhunu, gururunu incitti, Türkü, kendi gibi şerefsiz, namus- suz zannetti ve sıkılmadan: — Itilâf devletlerinin kararı ile Izmir işgal edilecektir. Ahali işi ve gücü ile meşgul olsun, Dedi. Fakat, kahraman İzmirli- İer bunu dinlemedi, coşkun ve u- bi gunulu biz gelir gi karıştı: — Padişah, Istanbul hükümeti, Ttilâf devletlerine zelil ve miskin bir tevekkül ile, körkörüne teslim oldular. Şimdi bizi de ayni âkibe- te sürüklemek, kendi boyunların- daki esaret zincirini bize de geçir- mek istiyorlar. Türklüğe ve Tür- ke, ne bu hain padişahtan ve ne de hükümetinden fayda yoktur. Yapı- lacak işgale silâhla mukabele ve mukavemet göstermeliyiz, bu uğur- da ölmeliyiz. sala ve hay akat, bu kahramanca veri- len kararın tatbiki, o an İ- çin imkânsızdı. Çünkü halkın e- linde, düşmanın bütün barp vası- taları ile yapacağı ihraç hareketi- ne mâni olabilecek, esaslı bir kuv- vet yoktu. Kolordu kumandanı Na» dir Paşa, Istanbuldan aldığı bir emirle kıtalarını böyle bir hare- kete iştirak ettirmek, halkla bera- ber bir müdafaa tertibatı almak cesaretini gösteremiyordu. Vali Iz- | zet Bey, böyle bir teşebbüsü terviç etmek şöyle dursun, hattâ, düşü- nülmesini, görüşülmesini bile mu- vafık bulmuyor ve fazla olarak hal- kım hislerini, tezahürlerini boğmu- ya uğraşıyordu. Bu coşkun heye- can içinde çırpınan, bu vasıtasız- lk ve çaresizlik karşısında çirpi- nan halk, işgal keyfiyetine müma- naat edilemiyeceğini anladı. Bu - nun için, işgali protesto etmek, il- haka meydan vermemek, işgalelle tin iç Anadoluya doğru vâki olacak ilerleme teşebbüslerini önlemek ka rarlarını verdi, Derhal bir reddi ilhak heyeti teşkil etti, la ae alk bu işlerle meşgul iken, kolordu kumandanı Nadir Paşa da, Harbiye Nezaretinden aldığı emirlere uydu, Urla is- tibkâmlarını Fransızlara, Kösten adası istihkâmlarını İngilizlere ve İzmire en yakın olan Yenikale is- tihkâmlarını da Yunanlılara tesli- me, İşgal keyfiyetini teshile koyul- du. Bu işi bitirdikten sonra da A- miral Galtrop'tan aldığı ikinci no- tanın hükümlerini icra ve tatbike başladı. Kıtaatın gârnizonlarda top- lu bir halde bulundurulmasını, ha- Tice çıkarılmamasını temin etti, Bil- hassa genç zabitlerin münferit te- şebüslere girişmemelerini, halkın başina geçmemelerini emretti, Fa- kat, bu zillet ve meskeneti zihinle rine sığdıramıyan bir çok zabitler silâhlandılar, Şehrin haricinde s£- ralandılar. Gece, Yahudi maşatlığı bir mah- şer yerine döndü. Yer yer ateşler yakıldı. Meydan, yüreklerden ta şip fışkıran — feryatlarla çınladı. Başta heniz terhis edilen ihtiyat zabitleri olduğu halde bütun balk gükremiş arslanlara benzedi ve o anda saraya, hükümete müteveccih bir isyan başgösterdi. Depolara hü- cum edildi. Kapılar kırıldı, Silâh ve cephaneler alındı ve dağıtıldı Vali İzzet beyin, ittihatçılıkla, rumlara taşkınlık ve ecnebilere saygısızlıkla suçlandırarak tevkif ettirdiği ateşli gençler unutulma- dı. Hapishane kapıları da kırıldı. Bu siyaset mağdurları da kurta- rıldı, silâhlandırıldı ve hep bir. likte şehir hâricine çıkudı. M ayıs ayınn on beşinci saba. hıydı. Güneş henüz doğu- yordu. Yunan nakliye gemileri, torpitoların himayesinde olarak Yenikale önünden limana doğru Yavaş yavaş ilerliyordu. İzimirin © vakitki rumları, başlarında metrepolit (Hırisostomos) İle di- Zer ruhani ve cismani âzaları bu. Tunduğu helde, ilk ihracatın ya: pılacağını bildikleri Paspori mev. kil ve civarlarına o yığılmışlardı. Dualar okunuyor, çığlıklar kopa. rilıyordu. Saat sekizden sonra, (ogemiler limanda demirlemişler, ihraç ha- reketine başlamışlardı. Saat do- kuza gelirken, İlk olarak Pasport civarında Kremer otelinin önüne gönderilen bir Efzun alayı kura. ya ayak bastı ve şehrin rum teş. kilâtı ile palikaryâlar, papaslar tarafından karşılandı. Metropolit Hasta olmadan, durüp durur. ken kan aldıranlar, böyle yap- makla vüeütlerinde bulunan ye- hirlerin bir kısmından kurtula- | caklarını sanırlar. o Halbuki kan * almak büsbütün aksine tesir eder, Vücudün zehirleri varsa, kana i geçmeden önce, hücrelerde bu- İunur. Kan bütün nesiçlerimize ve onların hücrelerine gıda gö- türdüğü gibi, bir taraftan da on- ların içinde lüzumsuz, yahut za- rarlı olan, kan aldırmağı merak- k olanların zehir dedikleri mad- deleri toplar, onları çıkaracak uvlara ürür. İnsan sıhhat halindeyken, kanın bu işi görme- sine, zehir dedikleri lüzumsuz maddeleri o çıkarmasına bir mâni olmaz, Halbuki vücuttan kan alınınca, onun hücreleri hem beslemek, hem de onlardaki lüzumsuz mad- deleri almak isi yavaşinr. Bunun sebebi damarlarda © tansiyonun, kan alındıktan sonra azalmasıdır. Bercket versin ki, tabiat insanın kendi kendine yaptığı hatayı ta- mir eder de, yirmi dör! sant son- ra kanın tansiyonu önceki dere- cesine tekrar çıkar, Fakat, vücu- dünün zehirlerini temizlemek fik- riyle kendisinden kan aldıran a- damın vücudündeki nesiçler, hiç olmazsa yirmi dört saat, hem az beslenir, hem de tömizlenemez. Daha sonra du — eğer bir sakat- lık olmamışsa — hiç bir fark ol maz, Vücuttan kan alınınca — gene damarlardaki tansiyonun azalma- sından dolayı — yürek daha hızlı vurmağa baslar, Çarpıntı gelir. Fakat kimisinde de, ine, yü- inen, o kanın miktarı azaldıktan başka, terkibi de değişir. e Kırmızı küreciklerin sayısı azalır. Tabiat, bunu da dü. zeltir, bir kaç gün sonra kürecik- lerin sayısı eski derecesine çıkar. LOKMAN e HEKİMİN <DGSUY TLER SAĞLIKTA KAN ALINIRSA... ler, takdis âyinini hürmetle, me- serretle ve müslümanların gale. yanını tahrik ve hislerini rencide edecek bir beceriklilikle yaptı. Rıhtım üzerinde tertip edilen nümayiş alayı derhal yürüyüşe geçti. En önde Efzun alayının ku. mandanı bulunuyor, arkasından, yerli rumlar tarafından evvelce Hazırlanmış olan gayet büyük bir Yunan bandırası geliyordu. İki Bfzun taburu da, bu bandırayı ta- kip ediyor ve yerli rumların âl- kışları, kopardıkları mmeserret a- vazeleri arasında etrafa gurur ve kurum saçarak İlerliyorlardı. A. layin baş tarafını ve yanlarını Komitacılar, palikaryalar sarmiş. tı, Hepsi de bir hâdise çıkarmak etrafa saldırıp bir Türk kem a- kıtmak için, ufak bir bahane sri- yorlar, efzunların gözlerinin içine bakıyor, işaret bekliyorlardı. Fa- ket, onlarda, nedebolsa korku ve helecan içindeydiler. Bakışlardan mâna çıkarmak de. Bil, söylenilenleri bile anlıyamı- yacak kadar şaşkın bir haldeydi- ler. Fakat, çok geçmedi. Onlar da kendilerini topladılar, gözleri- ne dikilen nazarlardaki omâneyi kavradılar. Alayın kolbaşısı, kış- layla hükümet binası önündeki sant kulesinin bulunduğu mey - danlığı geçti ve Kokaryalı tram. vayının tevakkuf mahalline gel- di Pe tam bu esnada, stılan bir tabancanın sesi, Türk kanının akıtılması, Türk mağs ve evlerinin basılıp yağma eğil- mesi için bir sebep teşkil etti. Bu silâh, taşkınlığa bahane 2- rıyan rumlardan biri tarafından atılmıştı. Bu sufetle yapılacak şe. naatlere bir bahane hazırlanmak istenilmişti, (Devamı var) sa da, bunları yapan uzuvlar lü- zumsuz yere yorulmuş olurlar. Bir taraftan da kandaki su nisbe. ti artar, Beyaz küreciklerin sayı- $i artmaması kaideden olmakla be- raber, bazılarında bunların, ateş- Ji bir hastalığa tutulmuş gibi, art. tığı olur, Her halde kan alındık- tan sonra damarlardaki kanın mu- vazenesi bozulur, Bundan dolayı teneffüs işine de halel gelir, Nefes alıp verme sik- r. Alınan kan çokca olursa, heticenin nereye varacağı oönce- den pek te iyi bilinmez, Kan alındıktan sonra, insanın tabli harareti hiraz düşer, Eski- den ateşli hastalıklarda kan alın- ması da bundan ileri gelirdi. Kan alınınca ateşli hasta sıcaklığının birazından kurtul Fakat sıh- hat halinde, tabii hararetin düş” mesi hiç te, istenilecek hir sey de- ğildir. Tabiat insanı muhifin harareti ne olursa olsun, ayni derecede sıcak olmak ii yarattığı halde, kan alarak tabii harareti düşürmek insanın tabia- tına aykırı İş yapmak olur. Kan aldırmanın daha zararlı tesirleri, sinirler üzerinedir. Ku. laklara uğultu gelmesi bunların en hafifidir. Daha sonra baş dön- mesi, bütün sinirlere heyecan, tit- reme gelir. | Alınan kar çokca, kan aldıran kimsenin sinirleri de zalen zayıf olursa, bir taraftan ispasmoza, bir taraftan hezevan etmeğe başlamak #a mümkündür. Kan aldıranların bazısma, ar- kasından şiddetli bir sasuzluk ge» lir, soğuk soğuk ter bassr. Kimisi de midesindekini çıkarır. Bunlar, şüphesiz, fena seyler olmakla beraber, kendi kendine kan aldıran kimsenin akciğerle- rinde uyumuş halde duran verem hastalığı, kan alındıktan sonra #- lev almazsa, gene pek hefif sayı- Tabilirler. g İl BLD dial nl TAN (232323333223323373333333333233773232322323233722223 HIiKÂYE TUHAF BİR ASK 222323223333X > GU okuyucum olan bir delikanlıdan bir mek- tup aldım. Delikanlı bu mektu- bunda, başıma büyük bir felâket geldiğini, bu felâket karşısında 2- pişip kaldığını, benden şü vaya bu şekilde imdat beklediğini yazıyor. Mektuba nazaran vaziyet şu: 1937 yılının şubatında Mişin is- minde bir delikanlı (yani sizin sn- layacağınız mektubun sahibi) toor- kezden oldukça uzak bir mesafede bulunan kolhoz (kollektif çiftlik) lardan birine tayin ediliyor. Delikanlı, kolhoza ovardığınn bilmem kaçıncı gününün akşamı kolhoz reisile dereden, tepeden ko- nuşmıya başlıyor. Bunlar, farkına varmadan, tedricen umumi mevzu- lardan daha şahsi ve daha samimi mevzulara geçiyorlar. Delikanlı. göğüs geçirerek: — Burası, iyi, hoş ama, diyor, pek ücre bir yer.. Insanin bütün dünya ile alikasını kesmesi icap ediyor. Ben şimdiye kadar burada hiç te güzel kadın ve yahut kız gör medim. Doğrusunu isterseniz bu şerait altında burada nasıl kalabi- leceğime bir türlü aklım ermiyor. Oyle ya canım, biz burada papaz hayatı sürecek değiliz. Kolhoz reisi, anlaşılan mahcup tabiatli bir sdammış! Delikanlının bu sözlerinden kıpkırmızı kesili- yor. Maamafih delikanlıyı büsbü- tün cevapsız da bırakmıyor. — Ah, diyor, bundan bir ay ön- ce, gelseydiniz ne kadar iyi olurdu. Bundan bir ay evveline kadar bu- rada, bizim kolhozumuzda ziraat mütehassıs sıfatile bir kız çalışı- yordu.. Asya Kornarova ismindeki bu kız harikulâde güzeldi. Bu kr za görseydiniz mutlaka kendisin- den hoşlanacaktınız. Fakat maale- sef kız, tam bundan bir ay önce, memleketine gitti, orada bir işe yerleşti. Bunun yerine buraya zira- at mütehassısı olarak bir başka kız gönderdiler, Bu da giden kızın ar- kadaşı ama, güzellik bakımından Asyanın pabucunu bile çeviremez. ye kolhoz reisinin bu izahatından sonra yeni zi- raat mütehassısını merak ediyor, filhakika o bunun hiç te entere- san bir kız olmadığını kendi göz- lerile de görüyor. Tabii kıza karşı hiçbir alâka göstermiyor. Fakat gelgelelim, can sıkıntısından çatlı- yor, gönlünü eğlendirecek herhan- Bİ bir eş bulamayışından fena hal- de üzülüyor. Bu mevzu üzerinde kolhoz reisile bir kaç defa daha görüşüyor. Fakat bu görüşmeler can sıkıntısını arttırmaktan başka hiçbir şeye yaramıyorlar. Günler bu minval üzere gelip, geçiyor. Delikanlı her günkü işle- rile bir otomat gibi meşgul olu - yor, Bir gün bu boş, bu yeknesak hayatında ufacık bir değişiklik yap mak düşüncesile, sırf lâf olsun di- ye, postahaneye gidiyor. Köy sa- kinlerinin ne miktarda mektup ya- zışlarile alâkadar oluyor. Posta me- muru, postaya verilen mektup sa- hiplerinin her gün oldukça büyü- cek bir yekün tuttuğunu söyleyin- ce, delikanlı mektupları gözden ge- çirmiye başlıyor. Delikanlı bu işle meşgulken, bir- denbire gözüne şu meşhur “Koma- rova,, adı işiyor. Zarfı dikkatle o- kuyunca, mektubun, şu “ziraatçi güzeli meşhur Asya Komarova,.ya gönderilmekte olduğunu anlıyor Bu münasebetle derhal, kolhoz reisi- nin bu kız hakkında kendisine söy- lediği şeyleri hatırlıyor. Zarfın ar- kasını çevirince, mektubun şimdi- ki ziraat mütehassısı kız tarafım - dan Asyaya gönderilmekte oldu - ğunu öğreniyor. Delikanlı, sebebini tayin edeme- diği bir heyecana tutuluyor. hti- yarı dışında, zarfın üzerindeki As- ya Komarovanın adresini kendi defterine kaydediyor. Evine gelir gelmez hemen masa sının başma geçerek Asya Komaro- vaya mufassal bir mektup yazıyor. Mektubunda: “sevimli Asya, di- ol aş lk a, Gi SD e 4 Yazan: Mih. Zoşçenko yor, sizi henüz hiç tanımadığım hal- de bursdan gidişinize, burada ol- mayışınıza herkesten fazla ben mü- teessirim. Siz şu anda burada ol- saydınız, muhakkak ki, ben, dün- yanın en baktiyar bir insanı olur- dum. Asya, bu çöl gibi hayatın i- çinde büna dünya değerinde bir sa- adet tattırmak İster misiniz? Be- nimle mektuplaşmıya razı olursa- nız bünü yapmış olacaksınız. Ben size y siz de bana cevap ve- rirsiniz. Bu mektuplaşmamızın, dünyanm en mesut bir anlaşması için bir mukaddime teşkil etmiye- ceğini kim bilir? Tlâh.,, ım, elikanlı, bu ve buna benzer fikirlerle doldurduğu mek- tubunu derhal kıza gönderir ve büyük bir sabırsızlık içinde ceva- bını beklemiye başlar. Nihayet üç, beş yün sonra, babtiyarlıktan tit- riyen ellerile kızdan gelen cevabi alır. Kız bu mektubunda, delikan- lının fikirlerini pek orijinal buldu- ğunu, kendisine muntazaman c2 - vap yazacağımı, bu şekildeki tanış- manın ona pek enteresan göründü- ünü bildirir. Işte bu suretle, bu iki genç arâ- sında bir muhabere kapısı açılır. Çok geçmeden biribirlerine re simlerini de gönderirler. Resimler- den her ikisi de pek memnun kâ- lır.. Tkisi de, hayallerinde yaşattık- Yarı tipleri bulmuş olmalarına ay- rıca sevinirler. Bilhassa bu £fo- toğraflardan sonra her iki gencin kalbinde şiddetli bir aşk ateşi tu- tuşur. Mektuplar gittikçe sıklaşır, muhtevaları gittikçe daha samimi, daha ateşli bır hal almıya başlar. Delikanlı işi âdeta her güne bindi- rir.. Kız da muntazaman kendisine cevap verir, Kızla delikanlı (o arasmdaki bu mektuplaşma bir sene kadar sü - rer. Biribirlerine olan sevgileri git- tikçe artar. Artık biribirinden ay- rı yaşıyamaz olurlar. Biribirlerini görmek, önüne geçilmez bir ihtiyaç halini alır. Delikanlı kızın bulunduğu şehre gideceğine ' dair bir vaatte bulunur. Fakat aksi gibi mevsim kıştır, delikanlı iyi bir paltosu yoktur, Sırtındaki külüstür palto ile sevgilisine görünmeği muvafık görmez. Seyahatini yaza kadar te- hir eder. Nihayet bu yılın 23 temmuzun- da kizın bulunduğu diyara doğru hareket eder. * eygili okuyucularım, hikâye mizin buraya kadar olan kısmı, bize gönderilen mektubun kısa bir hulâsasıdır. Fakat bundan sonra cereyan eden hâdiseler o ka- dar baş döndürücü ve o kadar mü- himdir ki, kaba kalemimizin bun- ları anlat len çok şüphe- ire, 000000000 CAKE LEC liyiz.. Onun için sözü doğrudan doğ ruya vakanın kahramanına bırak- mağı, bundan sonraki vukuatı ©- nun kaleminden okumanızı temin et meyi daha muvafık buluyorum. Delikanlı mektubunda, kızın bu lunduğu kasabaya varışını ve on- dan sonraki hâdiseleri şöyle anlatır yor: we 27 temmuzda kızın bulundu- ğu kasabaya vardım. Henüz sa - bahtı, Kendime biraz çeki düzen vermek mecburiyetinde olduğum için doğruca bir otele indim. Ge- celiği 50 kapiğe olmak üzere bana bir oda verdiler. Odayı gördüğüm zaman, midem bulandı. Buraya hi- çin girdiğime kendi kendime küf- . Oda o kadar pisti. Bir bu- dala gibi yarım günümü bu odada geçirdim. Sonra bavulumu elime alarak kızın evine gitmiye ve der- hal sevgilimi görmiye kurar vet - dim. Onun buraya gelerek bu pis odayı görmesinde hiçbir mâna yok- Le Delikanlı, bu pis odada kalma- makla cidden doğru hareket etmiş” tir. Oyle ya, pisliğine kendisinin tahammül edemediği bu odayı sev- gilisine ne diye gösterecekti. Ne & se delikanlı bavulunu kaptığı gi- bi kızın evinin yolunu tutmuş. O mektubunda bu faslı şöyle anlatı- yor: “Takriben saat dört raddelerin- de Komarovanın evine geldim. Fa- kat evde sonradan sevgilimin bü- yük annesi olduğunu öğrendiğim, bir koca karıdan başla kimsecik - ler yoktu. Asya ile Yenya (iki kız kardeş) ve anneleri (Anna Petrovna) pazar da imişler. Ben onların pazardan gelmelerini bekledim. Evet bir bus dala gibi onların gelmelerini bek- ledim. Heyecandan âdeta bir hüm- ma nöbeti içinde imişim gibi tltri- yordum. Adeta iğne üzerinde ötu- ruyormuşum gibi oluyordum. Hem vakit geçirmek, hem de sevgilimin gözlerine daha iyi görünmüş ol - mak için çamaşır değişmiye ka- rar verdim. Ben çamaşır değiştir- diğim esnada sevgiltmin kız karde şi Yenya pazardan geldi. oca karı kızı görür görmez, pencereden evin içine gir- memesini, çünkü koridorda bir ya- bancınn çamaşır değişmekte oldu- ğunu ona söyledi. Yenya, pencere- den evin içine girdi ve bana niçin burada soyunmakta olduğumu sor- du. Ben kendisine: i “Sevgilim Asya K rum, dedim, O gelimi muyayımd iye çam değişmeğe karar © verdim., Yenyu kendisinin Aryanın kız kardeşi 9 i Pazarda bulunduğunu, (ekat nerde İse onun da eve geleceğini söyledi, Takri- ben yirmi dakika sonra köşebaşından Asya göründü. Asya bir bisiklete bin- mişti.. Onu karşılamak - üzere derhal avluya indim. O avludan içeri giref girmez derhal kendimi ona takdim et- © tim ve benim, kendisiyle bir sene dört aydenberi gıyaben muhabere eden, ve kendisini çıldırasıya seven “kahraman, olduğumu söyledim. Asya fevkalâde © şaşırmıştı, Çok heyecanlı idi. Bana, gö- ya karşısında ben değilmişim de bir. başkası imiş gibi, tuhaf tuhaf bakıyor. düm Mektubun muharriri hikâyesi - nin burasına gelince, o kadar fazla müteheyyiç olmuş ki, ne yazacağı. nı şaşırmış, Cümlelerde zabtutapt kalmamış.. Fikirler karma karişik olmuş. ; Biz, mektubun bu kısmını, bu | halile okuyucularımıza Osunmağı muvafık bulmadık. Yine kendi ağ- zımızdan hulâsa etmeyi uygun gör- dük. ğ Asya, hemen hemen ilk kelime- lerden sonra delikanlının burada daha fazla durmasının muvafık ok © mıyacağını söylemiş, Gece şehir vi bahçesine (mektubun muharriri het nedense lüzum olmadığı halde bir çok kelimeleri tırnak içine alma; gelmesini teklif etmiş. ; Velhasıl bizim âşık akşam olun- ca fevkalâde müteheyyiç bir halde Şehir (bahçe) sine yollanmış. Fas