Türk Safosunun Hayatı adli ei Kaldılar TEFRİKA No. Türk Elçi Hepsi de Ondaki Erkek Ol Başmda beyaz keçeden bir külâh vardı ve bu külâhın alt tarafı seri sırma ile süslenmiş olup sivri ucu arkaya doğru kıvrılıydı. On taraf. ta da alacalı tüyden bir sorguç bu- lunuyordu. Arkasına dolama dedikleri kır - mızı kaftanı almış, içine mavi en- tari giymiş, dizine yine kırmızı şalvar geçirmiş, ( ayaklarını sarı renk çizmelere sokmuştu. Belinde lâhuri şaldan bir kuşak ve yalnız elmas kabzalı. bir hançer vardı. Bu renk renk kumaşlar içinde o, dediğimiz gibi kavsıkuzaha sarıl. muş gibi görünüyordu. Fakat, sor- guçlu külâhından, sari çizmelerin- den ziyade belinin iki yanma asi- Ni parlak sahtiyandan bir çift ku- tu dikkat uyandırıyordu. Onlar, o kutular ne kalem, ne piştov ku- buru olamazdı. Çünkü bir değil, yüz kalem alacak kadar büyük oldukları gibi piştov kılıflarında olduğu gibi iki yanları açık değil di. Bu sebeple merak uyandırıyor. lar ve o lâhur kuşağın üstünde de hayli kaba görünüyorlardı. Lâkin salonda ve dehlizlerde bu- umanlar Kubat Çavuşun uzunca bir lâhza elbisesiyle meşgul oluk- tan sonra, bütün dikkatlerini o - nun yüksek endamına ve ondama engin bir mâna ilâve eden güzel Yüzüne bağlamışlardı. e Erkekler sarsılmaz bir sihhat ve solup bo- zulmaz merdane bir taravet nü- münesi seyretmekten hem haz, hem eza duyuyorlardı. Çavuşta en yüksek derecesi görülen erkek gü- zelliği, erkek olgunluğu, onların cinsi gururunu okşuyordu. Fakat onun yanında kendilerinin bir s rü kediye dönmesi güçlerine gidi- yordu. Kadınlar, böyle iki cepheli bir duygu taşımiyorlardı. Onlar, bi - Taz önce gelen deli Caferle Kara- kadı için nasıl samimi bir hayran- lik duymuşlarsa, Kubat Çavuş hak- kında da ayni suretle mütehassis olmuşlardı. Hepsi, istisnasız hepsi onun haşmetli endamını seyreder- ken, ruhi rüyalar | görüyorlar ve yüreklerini bu rüyalar sırasında kademe kademe onun endanında- 2:*** Yazan: Kerime Nadir Ressamı: Münif Fehim isinin Haşmetli Endamını Seyrediyorlar, gunluğuna İmreniyorlardı Resimlerin her hakkı mahfuzdur Mehdiyeye döndüğü vakit şehrin ve limanın ateşten bir çember içine alındığını gördü ki irtifa üzerinde yükseltiyorlar- dı. Yine hepsi, kendilerine yükl nen vazifeyi nasıl görecekl düşünerek ıztıraplı bir heyecan geçiriyorlardı. Çünkü Kubat Ça- vuş onların gözüne uçsuz bucaksız bir güzel vadi gibi görünüyordu ve zavallıların idrüki bu renk do- lu, ziya dolu vadinin sonsuzluğu içinde sersemleşiyordu. Duçe de sersemdi, bir çınar di- bine düşmüş cılız bir sarmaşık du- rumunda olduğunu seziyor ve bu kudretsizlikten utanıyordu. Bu - nunla beraber vazifesini, çevirmek istediği dolapları © unutmuyordu. Onun için salona girer girmez çeh- resin! ciddileştirdi, “ köme'küme yerlere eğilen başlara keskin ba- kışlarile cüret ve zekâ dağıtmıya koyuldu, sonra Kubat Çavuşa 80- kuldu: — Asaletmeap, dedi, size bir sürpriz hazırladık. Ve onun sormasına meydan ver- meden eliyle salonun en uzak kö- şesini gösterdi: — Iki Türk misafirimiz daha var. Umarım ki, Venedikte ve du- geler sarayında iki hemşeri gör - mek, ana dilinizi duymak hoşunu- za gidecektir. Kubat Çavuş, haber verilen ce- milenin kıymetini geniş bir tebes- sümle Duçeye hissettirdiken son- ra, başını çevirdi: — Bir değil, dedi, iki, hattâ üç sürpriz. Çünkü davet ettiğiniz a damlar gelişi güzel birer o Türk olsaydı, yine memnun olacaktım. Halbuki onlar bizim yurdumuz - da adları masallara geçmiş baba- yiğitlerdir, çok ünlü denizellerdir. Birine deli Cafer, birine Karaka- dı derler. Akdenizin dalgaları da, balıkları da onları tanır. Kendile- rini önüme çıkarmakla iki sürpriz birden yapmış oluyorsunuz. Çok teşekkür ederim. Merakını yenemiyen Duçe sor. du: — Üç sürpriz var, buyurmuştu- nuz. Birini izah etmediniz. Kubat Çavuş, iki Türk denizci- sinin oturduğu köşeye doğru elini uzatt: — Bizim kurtların, dedi, yanın. daki kuzuyu kastediyorum. Kurt kucağında kuzu görmek te mühim bir sürpriz değil midir? Küçük Bafayı gösteriyordu. EL çinin bu körpe güzelliğe daha u- zaktan numara verişi, alâka gös- terişi, Duçeyi sevindirdiğinden be-, TEFRİKA No. 18 Burada, hür olmamakla peraoer ner vurru tenlike- den uzak, muntazam bir hayat geçirebileceğiz.. * Pavyonlara yerleştiğimiz ilk günlerde muhitimizi yadırgamıştık. Lâkin zaman geçtikçe her şeyi iyi ve rahat bulmağa başladık. Bir sabah, çay içerken, ben bu memnuniyetimi hiç gizlemeden arkadaşlarıma dedim ki: — Esaret fena şey değil!.. Düşünün ki, eğer bu- gün burada olmasaydık, kimbilir hangi hendeğe yuvarlanıp kalarak kuşlara yem olmuş, yahut, han- gi azgın bir güllenin hışmına uğrıyarak tarumar edilmiştik.... Arkadaşlarım bu sözlerime fena öfkelendiler ve: — Sen deli misin?.. Öleydik te bu hal başımıza gelmiyeydi.. o Düşmanın hükmü altına girmek ne demek biliyor musun? Bu zalim heriflerin esiri ol mak hiç ârına gitmiyor mu?. diye çıkıştılar.. Belki doğru düşünüyorlardı. Fakat ben bambaş- ka düşünmekte ve bambaşka hissetmekte mazur- dum... Aylar geçmekteydi. Kışlada yeknesak bir hayat sürüyor ve bundan da asla şikâyet oetmiyorduk. Sabahları kalktığımız zaman, ekseriya avluya çi- kıyorduk. Bu esnada, emrimize verilmiş olan ne- ferler yatak odalarımızı topluyor, yataklarımızı düzeltiyor; ve icap eden bütün işlerimizi görüyor- lardı. Sonra binanın alt katındaki geniş salonda toplanıp kahvaltı ediyor, çay ve sütlerimizi içiyor. duk. Zaten esaretimizden bir ay sonra süngülü nöbet çilerin muhafazası altında kasabadaki hamama git- meğe başlamıştık. Bu suretle dümdüz geçen haya- tımızda bir değişiklik husule gelmiş oluyordu. Sekiz, on günde bir tekerrür eden bu banyo 8e- ferlerinin bir cihetten daha istifadesi vardı. İstedi- imiz gibi alış veriş ediyor ve her ihtiyacımızı te- mine muvaffak oluyorduk. Lâkin bir müddet sonra bu işin mahiyeti değiş meğe başladı. Devam ettiğimiz asri hamamın bir kasadarı vardı ki, hamam sahibinin yeğeni olduğu gibi gayet güzel bir genç kızdı. Yalnız arkadaşlarım değil, her milletin esir zabitleri bu kıza mütemayil görünmeğe başlamışlardı. Fakat kız çok ciddiydi. Bir kere bile güldüğünü, para muamelesi haricinde bir tek zabitle konustu. ğunu görmemiştik. Hattâ, onu yiyecek gibi bakan Çapkın gözlere bir saniye nazarlarını iliştirmiyor, dalma başı önünde, işiyle meşgul oluyordu. Ben, gönlümdeki hüsran ateşiyle ( kavrulurken, yeni bir maceraya, hattâ küçük bir förte hiç bir zaman cesaret edemezdim; bu muhakkaktı.. Lâkin nasıl oldu bilmiyorum; bir tecrübe yap- mak istedim. Fakat bu işin bir yolunu bulmak Jâ- zımdı. Bütün diğer zabitler gibi aşk mektupları göndermeğe kalkmak doğru olmıyacaktı. Serbest değildim ki, başka bir yerde onu yalnız- €a bulup bir kaç söz söyliyeyim! Bir gece kışlada düşünüp dururken yanıma Nu- man geldi, Elini omuzuma koyduktan sonra güle- rek: 4 — Halâk, pek dalgınsın!.. dedi. Sonra yavaşça: — Yoksa... Hı111?7. diye Mâve etti TAN men anlatmıya koyuldu: — Körfü adasındaki valimizin kızıdır. Iki üç güne kadar babası- nın yanına gidecektir. Ve sesini son derece hafiflete- rek ilâve etti: — Ben bu güzel kızın Istanbulu görmesini, Türk hayatına alışma- sını isterim. Hattâ babasını bal- yozlukla Istanbula göndermeyi de tasarlamıştım. Lâkin yaptığım is timcaza garip bir cevap verdiğin- den fikrimde ısrar edemedim. Salonun ortasında durmuş ve kulağına fısıldar gibi konuşan Du- çeyi dinlemeğe koyulmuş olan Kü- bat Çavuş bu bahse büyük bir il. | gi gösterdi ve sordu: — Korfu valisinin garip buldu- Kunuz cevabını eğer bir mahzur yoksa öğrenebilir miyim? — Sizi başka elçilerle bir tut- muyoruz, dost ve kardeş tanıyo- Tuz, Onun için (o söyliyebilirim: Korfu valisi Sinyor Leonar dö Bafa, Osmanlı İmparatorluğu mu- kadderatında Portekizli bir yahu dinin müessir olduğunu duymuş, balyozlukta o yahudi İle temas et- mek zorunda kalırsa müteessir o- lacağını hesaplamş. İşte şu güzel kıza nefis bir Şark seyahati yap- mak fırsatını kaçıran sebepl. Kubat Çavuş cevap vermedi, yürüdü, kendilerine kılâvüzluk e- den baş teşrifatçının — delâletiyle ilerledi, deli Cafer ve Karakadı- nın bulundukları köşedeki husu- si mevkie kadar geldi. Denizci Türkler, ayağa kalkmışlar ve bir ellerini bıçaklarının kabzasına ko» yarak elçiyi — güler yüzle — karşılamışlardı. e Kubat, her iki Türkün ayrı ayrı ellerini öptü, “Si- zi burada görmek ne mutlu?, di. | ye sevincini açığa vurdu ve onla- rı resmi surette Duçeye, Duçeyi | de onlara tanıttıktan sonra Bafa- ya yaklaştı: — Dikenle, dedi, gül arasında tabiat bir yakınlık © yaratmıştır. Bu halden cüret alarak size s0- kuluyorum: Sizi çok nefis buldu- Bumu söylemekliğime müsaade ©- der misiniz? Karakadı gülümsiyerek söze ka- — Bizi istersen şahit göster. Hem kalbimizi, hem kalıbımızı basarik bü Küçük hanımın yer - yüzünde eşi olmıyan (bir güzel idüğine şahade ederiz. Bafa, yarım saat önce deli Ca- ferle Karakadıya yaptığı gibi bu sefer de Kubat Çavuşun önünde diz kırdı, şuh bir reverans yaptı: — Cariyenizim, dedi, iltifatınız- dan iftihar duyuyorum! ' Şimdi kurtlar üçleşmiş ve Duçe HASAN ÖZLÜ UNLARI iyenin her yerinde tutulmuş bir çocuk gıdasıdır. Saflık, temizlik ve ucuzluk prensiplerine dayanan bütür - a mel m Naa annelere evlâdlarının neşvüneması iğin tavsiye ettiği yegâne Kuvvet, sıhhat, neş'e, enerji, kalori kaynağı HASAN müstahzaratı gibi HASAN ÖZLÜ UNLARI da tabiatın yarattığı gibi saf unların özlerinden fenni bir surette yapılmıştır. az Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralii, kırıklık ve bütün ağrılarınızi derhal Keser, a lcabında günde 3 kaşe alınabilir. ye bu üç kurdun tek bir kuzuya gösterdikleri derin sevgiyi muva- Üniversite Rektörlüğünden : Tıp Fakültesi Çocuk hastalıkları ve bakımı Kliniği asistanlığı açıktır. zeneli tutmak vazifesi düşmüştü. | Asistanlık talimatnamesinde gösterilen şartları haiz olanların Tıp Fakül. (Devamı var) Gülüşüne hafif bir gülümseme ile mukabele ede- Tek karşıma oturmasını işaret ettim: — Tahminin doğru olabilir. Fakat ya hâlâ süküt ediyorum. — Korkuyorsun da ondan.. — Hayır dostum!,. Korkmaktan ziyade müsbet bir netice vermiyecek olan her hangi bir çareye baş vurmak istemiyorum.. — O halde fazla mağrursun'. — Belki!, — Fakat ne olursa olsun bir tecrübe et canım. Sen hepimizden yakışıklısın! Öyle tahmin ediyorum ki, arzuna çabuk nail olursun. Arkadaşım bu sözleri hafif bir hınç ile söylüyor- du. Zira o belki herkesten ziyade güzel kasadara vurgundu... — Adam sen del dedim. Zaten benden görüp gö- receği rahmet bir kere olacak. İkinciye teşebbüs etmeyi düşünmem bile!.. Ya harro, ya marrot.. — Sen ya bu kızı fazla sevmiyorsun, yahut ta, kibrin aşkına galebe çalıyor! — Birincisi daha doğru!.. — O halde niçin kendini zahmete sokuyorsun?.. — Bir heves!.. — Garip mantık!.. Oturup keyfine baksan daha iyi değil mi?.. Ama sen tecrübene güveniyorsun. — Canım bunlar çocukça Iâflar!.. Tecrübe, güve- Gü- görüyorsun nilmiyen bir işi yapmağa kalkmak demektir. venilmiyen işe güvenilir mi .. Numanın kaşları çatıktı. Marıltı halinde sordu; — İsmini biliyor musun?.. — Hayır! — Güzell: — Hem lise mezunu İmiş. —Odaalâ.. — Bunlardan ziyade beni sersem eden güzelliği azizim... Saçlarının ne tatlı bir sarısi var! Hele tesi Dekanlığına müracaatları. (2369) gözlerinin yeşili... Bu sırada karşımda, tayyareci üniformasiyle çok yakışıklı ve çok genç bir Rus zabiti durunca arka- daşımın sözünü kesmeğe mecbur oldum. Ben bu adamı tanıyacak gibiydim. O, gözlerini yüzümden ayırmadan dikkatle, fakat tatlı nazarlarla bakı- yordu. Birdenbire yerimden fırlıyarak: — Siz hal. dedim. — Evet mülâzim efendi. Benim. Piyer Voroni- kof... Elimi avuçları arasına alarak muhabbetle uzun uzun sıktı Sonra samimi bir sesle: — Nasılsınız? Burada rahat mısınız?.. diye sordu. Kuru bir sesle: — Evet, rahatım, dedim. — Bir eksiğiniz, yahut noksan bİr arzunuz var mi?., — Hayır yüzbaşı! — O halde memnun oldum. YİNE görüşürüz. Ellerimi bıraktı ve yürüyüp #itti. Boşlukta kalan ellerimi ceplerime soktum ve yerime oturdum. Göz- lerim dalmıştı. Kâbusa benziyen karışık hayaller arasında fırtınalı bir kış gecesinin batıratıni seçi- yordum. Artk aklımda ne Lida kalmıştı, ne Nu- man!.. Ruhum neden bu derece hâdiselerin esiri oluyordu. Niçin en ehemmiyetsiz bir şey beni peri- şan ediyordu yarabbi! Niçin? * Aradan bir hafta geçti. Tecrübeme girişmek için #yi bir çare bulmuştum; Ecce garnizondan kaça- caktım. Nöbetçinin avucuna bir kaç ruble sıkıştırınca, bu i$ halledilmiş oldu. Yalnız nöbet saztleri değiştiği için bana şu ihtarda bulundu: — Ben akşam nöbetinden çıkmadan evvel sizi birakırım.. Fakat sabahın tam beş buçuğunda dön- meniz lâzımdır. Zira bu Saatte tekrar nöbete göçe- ceğim.. Anlıyor musunuz? (Devamı var)