i# mb, > Nİ Damat Ferit, yalısına döndüğü vakit, misafir salonunda beklediği Dİ gördüğü ve çok sevdiği Ali Ih- san Beyden, bir kaç dakika müsaa- de istiyerek harem dairesine doğ- Tu yürümüştü, A: Ihsan Bey, Çerkes İsmail iz Paşanın oğlu, hassa müşiri ra Paşanın damadı idi. Yüksek iz il görmüş, hariciye mesleğin- © yetişmişti. Londra sefareti çı Kitiplik ve müsteşarlığında u. Me müddet bulunmuştu. Bir kaç İsan bilmekle beraber oldukça gör- SÜ ve bilgisi de vardı. Fırka cere- Yanlarından daima uzak kaldığı i- TİN rical arasında İyi bir şöhret , S&nmiştı. Zeki, ahlâkı ve yüre- K temiz, yurdunu, milletini seven ir zatı, Damat Feridin eski bir Kapı yoldaşı, biribirlerinden sir sak “amıyacak kadar samimi arkadaşı idi. Bumünasebeile Da- mat Feridi sik sık ziyaret eder, dol- gunca maaşlı ve yüksek payeli bir Memuriyete kayrılmak için kapı Yoldaşının sadrazamlığını beklerdi. ke Ali İhsan Bey, gözlediği günlerin aklaştığını anlamıştı, Ziyaretleri- Mİ pek sıklaştırmış, hele son gün- pek içli dişli olmuş ilerde Damatla sa ŞEün Damat Feridin, hususi İbi ,< Padişahı ziyaret edeceğini bile biliyor, İzzet Paşanın istitemin- İçen sonra da, sadaret makamına ostinür getirileceğini ümit edi- yordu. Bu takdirde kendisinin de, e vakitler muavinliğinde bulun. ge hariciye müsteşarlığına tayi- Bini muhakkak görüyor, sevincin den çocuk ş gibi çırpınıyordu. Biraz * PaŞaYI Heşelr görünse ümli- Yi eşe Yeri artmış, gözlerini salonun kapı- mek tatlı. hulyalara dal Deşesile, kurula salona girmişti. Keyifli bir Bülümsiyerek kapı yolda- Mil ve: — O pardon şer İhsan, B Plan ileidim. ee b çi Mir en gelir, enteresan evvel verir- “dim. Ne İse. Y, kılmadınız ya? kalmaktan si- Demişti. Ihsan bergüzarı gibi tepiği Mi Len anmağı bir zarafet | > Mai Bi monoklunu sağ kaşmın ai yo altırmış, gözlerini Feriğin ie bile gülen gözlerine mi rula iktan, Beyoğlu caddelerini dor b Yaygara uğultularında,, ba» Ma kaçtım. Sandethaneniziy giz idin sığındım. Ruhumu dinlen, Feri, maroken koltuğuna gö. mülürken, gözlerini açmış sormuştu: © Yüygarası bu monşer? N; e hatçlara karşı ayaklanmış — Yöliinini ün Fransız torpkoları ig la inle sefa- eye merasimle bayrak çek- Mişler. Bunu görmek, alikişlamek “ e Rum, Ermeni, Yahudilerden *sım nankörler sefarethane ka sna toplanmışlar, Bir tesadüf be- bu yaygaracılarla karşılaştırdı. iralarında sıkışıp kalmak mecburi. yetinde bıraktı. Iki yüzlülerin hal- lerini, taşkınlıklarını bir görmeliy- — Paşam, utanmadan, sıkılma- an Fransız zâbitlerini, bayrağını vam selâmladılar ve alkışladılar, ne küstahlıkla bağırıp çağırdılar, Hain Ferit, koltuğunda göbeğini YYDuta oynata solumuş, yavaş ya (8$ doğrulmuştu ve tıpkı zehir ku. sacak bir engerek yılanı gibi başı- Mi dikmiş, ve hırslı bir tavırla tit- temişti ve: Tetfrika No. 4 NY Damat FERİT — Çok ve fena görme bunu mon- şer, demişti. Onlar da çok çektiler, haklıdırlar, elbette taşarlar ve ta- şacaklar da. Yaptıklarını söyledi- ğin şeyler pek tabii ve çok lüzum. İu hareketlerdir onler için. Böyle likle Fransızların muhabbet ve şefkatini, himaye ve sahabetini ka- *zanacaklar. Akıllı, iş bilir adamlar- mış doğrusu. Tabii bizimkilerden hiç kimse yoktu değil mi Istikbalin sadrezam'ığına hazır- lanan bu adamın saçma mantığı, yakışıksız kinaye (o Alilhsan Be yi evvelâ biraz şaşırtmış, durak. satmıştı, O, Feritten bu menfi his. Si, bu acı hükmü hiç te bekleme- ine erere duygusuz ve milletine, kadar saygısız sanmiyordu. Hayal sukutuna uğramış, yıldırımla vu- rulmuş gibi sarsılmıştı. Yüreği sız- lamıştı. Bu act ile başını önüne eğ- miş, suraran yüzünü saklamıştı. Fa. kat, ne de olsa dayanamamıştı. Ya- şaran gözlerini silerken o ciddileş mişti, Kırgın bir eda İle: — Müsaadenizle ekselâns, de- mişti. Bu fikrinizi kabul edemiye- ceğim. Böyle matemli bir zaman- da, bizimkilerin bu gibi tezahürle. re karışmaları pek yakışıksız bir hareket olmaz mı? Harpten mağlüp çıkmakla milli şerefi bir tarafa at- mak, gelen bir kaç düşman zabitini karşılamak, alkışlamak, ayaklarına kapanmak mı icep eder? Bence bu alçakça hareketler bize ve bizim- kilere değil, bugünkü taşkınlıkları yapan iki yüzlülere yaraşır, u acı olduğu kadar da haklı sözler Feridin aklını başına getirmişti. Bir pot kırdığını anla- mış, biraz kızarmıştı. Sözünü tevil için: — Ekseriyet ile çok yanlış düşü- nüyor, daima da partileri kaybs- diyoruz monşer, demişti. Demek is. tediğim şey, böyle sürüler halinde Yaygaralı bir gösteriş değildi. Me- selâ şehrimizin münevver, asil ve bilhassa Fransızlarca tanınmış &i- lelerinden kibar bir zümrenin bu zabitleri karşılamaları, onlara ara- w>zdaki enanevi dostlukları, müna- Sebetleri pekâlâ hatırlatabilirdi. Bu suretle Fransız milletine ve hükümetine, çok canlı bir sevgi #embolü gösterilmiş, kibarca bir kompleman yapılmış olurdu. Bu Dezaketimiz bize karşı yeniden bü- Yük bir sempati de uyandırabilirdi. Çok acınırım ki, yine değerli, bir daha ele geçmez bir fırsat kaçırdık. Şimdi taaccüp edeceksin, padişahı. miz keramet izhar eder gibi bu ne- zaket lüzlmesinin unutulduğunu sanki bilmiş gibi, gelen bu zabitle- re Karşı hususi bir alâka göster- mekliğimi irade buyurdular. Ge- lenlerin kimler olduğu hakkında biraz malümat alabildiniz mi bari? — Hayır, merak edip sormadım bile. Yalnız içlerinden birini tanı- dım: Kapiten Halit. Vaktile, Har. biye mektebimizde okurken Parise memleketine karsı bu! TAN Ferit Sadrazamlığa Hazırlanıyor Balta Limanındaki Yalısında, Beklediği Günlerin Gelmesinden Doğan Bir Neşe İle Seviniyordu. kaçanlardan biri OHarpten evvel Pariste bulunduğum sırada bir dös- tun delâleti ile bir dela görüşmüş- tüm. O zaman Lejyon Btranjer alayındayım. birinci mülâzimim, demiş, Fransızlardan, hayatından memnunluk beyan etmişti. Neden ise bilmem, bende hiç te iyi bir te- sir bırakmamıştı. — Bu Halit. bizim Kürt Hamdi Paşanın kardeşi olan Halit phi aca- ba? — Olabilir. — Bu adamların vazifeleri ne i- miş? — Bir gazeteci dostumun söyle- diğine bakılırsa, mütareke hüküm. lerinin tatbikine nezaret edecek- lermiş FP" ellerini dizlerine vur- muş, hayıflanarak yerinden fırlamıştı ve: — Gördün mü bir kere, demiş- ti. Bu adamlar, bugün aldıkları fe- na duygularla bütün Fransayı, memleketimize gelecek, yarın sulh masasında karşımıza geçecök bü- tün siyaset adamlarını aşılıyacak. lar, Yarından tezi yok bunlarla ta- nışmak, anlaşmak İzm monşer... Eh.. başka ne havadisiniz var? Ali Ihsan Bey gülümsemiş ve — Asıl havadis sizde ekselâns, demişti. Şevketmeap ile bugün gö- rüştüğünüz meseleler hakkında... Damat Ferit muhatabını sözü. nü kesmişti. Gururlu bir tavırla; (Devmnı var) e a mn inç scan , 022222723232737333 2727327377227 2 22772732272772722233 >e HİKÂYE ? .SPANYADAN GELEN DUL: ş Yazan: J. W. WALLANCE N panyadan koğulduktan son- ra, zengin İspanyolların çoğu para- larını burada, Londra bankalarına yatırdılar. Çocuklarına mürebbiye- lik etmekte olduğum Don Carlös da öyle yapmıştı, Böyle yaptığına da çok iyi etmişti. Çünkü paralar bana kaldı. Bu iş pek tuhaf oldu. — Neden tuhaf? — Çünkü paraları doğrudan doğ- ruya bana birakmıyabilir de, akra- basından birini veya bir kaçını vâ- si tayin edebilirdi. Hem de parasm. dan istifade etmekliğim için şartlar koşabilirdi. Bu takdirde onlar beni gözetlerlerdi. Bir bacağım onlara bağlı kalırdım. — Ne 0? O kadar kıskanç m i- di? — Of. deme gitsin. Kıskancın kıskancı idi, sana anlattım mı, sn- latmadım mı bilmiyorum. Ev daz larından ilân edilebilen şeylerden olmadığı için sana anlatmamışımdır Karısı Anita, daha sağken bile, ©- nun benimle münasebeti vardı. Karısı hastaydı. Aylardanberi ve- retiden yatıyordu. İşte aramizda. ki münasebet dolayısile Don Car- losun hısımı akrabası, çocuklarına vermekte olduğum ingilizce derse bir nihayet verdirilerek, benim ka- Pı dışarı edilmemi iltimas vdiyor- lardı. Fakat o ne dersleri kestirtti, ne de beni koğdu. Hastadan uzak bulunsunlar diye şehrin kenarında bir ev kiraladı. Ben oraya taşın- dim, ama orada ne yapı biliyor musun? — Ne yaptı? 'Kapıcıya evi dışardan k'litli tut masını ve beni hiç dışarıya çıkar. LOKMAN HEKİMİN dDOŞUY TL ER TÜRLÜ TÜRLÜ Cücelerin hepsi sevilir ama, hepsi hirbirine benzemez. Kimki kısacık, minimini olmakla beraber vicudü dürgündür, her tarafı bir- biri ile mütenasiptir; İnsan min- yatürü gibi, Galiba en ziyade sevilenler de böyle cücelerdir. Onları İnsan koyun cebine sokup götüteceği ge Bir takimi da hem cüce, hem az çok biçimsiz olur. Meselâ ke- mik hastalığından dolayı cüce ka- Tanlar çarpık bacaklı, koca karın- hı, yamsu alınlı, buruşuk suratlı olurlar. Onlara insan dahn ziyade acir... Yuvarlak, fakat şişman de- gil, Şişmiş gibi, yüzleri ayın on besi kadar yuvarlak, baslarda kılsız, aptal ba- kışlı cüceleri de bilirsiniz. Onları insan sevemez, hasta denilemiye- ceği için acıyamaz, onun İçin sade- ce şaşar... Bir de koca kafalı, gövdeleri normal, fakat kısacık kollu ve ki- sacık bacaklı cüceler vardır. Böy- leleri çok defa kabadayı oldukla- rından halleri insanı eğlendirir... Kanbur cüceler de, tabii, unutula- maz. Onların boyları esasından kı- sa değilse de kemik vereminden gelen kanburluk kendilerini kü- çük gösterir. Onlara da - kanbur- ların hepsi gibi - hürmet edilir, çünkü kanburluk sahibine daima #xamet verir... İhtiyarlıkta da eü- celik geldiği vardır. Fakat bu ta- bii bir halin İfratı demektir ve za- ten pek nadir olur... Bugnü söylemek İstediğim o hastalıklı, biçimsiz cücelerin hiç- biri değil vücutları düzgün, her tarafı mütevazin cücelerdir. Bun- lara da dikkat edilirse gene iki türlüsünü oayırdetmek mümkün olur. Bir türlüsü - tabiat, dürbü- nün ters tarafından bakmış ta ya- Tatmış gibi - tam eücelerdir: Kafa- ları vücutlarile mütenasip, kolları ve bacakları düzgün ve sadece kr- li asleri di öy boyu kadar, Sesleri de öy- gi gibi... Bir rivayete göre de, tabiat onları yaratırken, normal Insanlar için kullandığı kalıbı tamamı tamamına küçülter yek kul . Bu türlü A liğin sebepleri iyice bilinmezse harmon çıkaran guddelerin hepsi- CÜCE VAR... nin birden bozukluğuna atfedilir. Fakat bundan dolayı, o tam ve mükemmel cücelerin uzun ömür- lü olmamalarına hiçbir sebep yok- tur, zmten onlardan çoğunun ço- cukları da olur. Ancak çocukla- rinin da kendileri gibi cüce olmı- yacakları hiç temin edilemez. çiinki cücelik anadan ve babadan cocukla; geçer. Nitekim Afri- a cüceler ırkı bulunduğunu ri- vayet ederler. En sona bıraktığım, ipofiz gud- desinin İslememesinden ileri ge. len cüceliktir... Çocuk doğduktan sonra, beş yaşına, altı vasına, ki- misi de on yaşıma yiir, her tarafı muntazam olarak, fakat o yaşa gelince artık büyümez © lur ve ne kadar büyümüsse o de- recede kalır. Bu da bir cüceliktir ama, bundan önceki türlüsü gibi pek te minimini cücelik değil, O- nun İcin bazı hekimler böylelerine cüce demekten riyade çocuk gibi demeği tercih ederler. Onların da her tarafı düzgün, mütenasiptir. Kafaları kocaman olmaz. Kemikleri iylee katılaşma. makla beraber dışardan belli de- Zildir. Bütün hallerile bes, altı ya- hut on yasındaki çocuk gibi ka- lırlar. Zekâları da o derecede. Bülüğ yaşma gelince hiebir sey olmazlar. Daima cocuk. Erkeklik uzuvları da çocukluk halinde ka- lir. Çocukları da olamaz. İpofiz guddesinin öteki gudde- lerden hepsine hâkim olmasından dolayı, böyle cücelerde hormon çıkarın haşka guddelerde de bo- zukluk olmakla beraber, cüceliğin asıl sehebi ipofiz guddesinin kafa- tası icinde çrkan bir ur neticesinde işlemekten durmasıdır. Böyle bir ur bulunduğu vakit cöcede cücelik- ten baskaca da alâmetler hulumur. Fakat hazısında ur da yoktur, ipo- fiz guddesi hilinmiyen bir sebep- gen dolayı işlemekten durmustur. O zaman sadece cücelik... İpofiz guddesinin çıkardığı hormonlar heniz hastalar üzerinde kolaven kullanılacak hale gelmediğinden simdilik bu türlü eüceliğin devası yoktur. Fakat yakın bir zamanda © hormonların da ele avuca sığa- cak hale getirileceğinden umut ke. 7 mamasını emretti. Ben mahpuslum yahu. Ne var ki, ben her şeyi olu- runa bırakırım, Meselâ o vaziyete düşünce, İngiliz konsolosluğuna başvurarak şikâyet ( edebilirdim. Gürültülü bir skandal olurdu. He- yır! Oyle yapmadım. Bekledim. Hem de sonra mahpusluk bana o kadar koymuyordu. Evet! Mâlüm! Miktarı kâfi gezip tozamıyordum. Ona bir bisiklet satın aldırttım. Pa. zılarımı oynatmak için bahçede fır dolabı dönerdim. — Bahçede mi? — Oyle ya! Bacaklarım oynat. mak, hareket etmek ihtiyacı yok mu a canim? Işte o! Yoksa besiye çekilmiş kaz gibi şişerdim. Yalnız Carlos beni otomobille bir gezinti- ye götürdüğü zaman dışarı çıkar. dım. Ne dersin onu bir türlü yürü- temedim. Yayan yürümeği içtimai vaziyetine yakışıksız mı buluyor- du? Haysiyetine mi dokunuyordu ne? Ellilik vardı. Hem de ellinin fena tarafında idi. “Şişman değil, fakat tombulcana idi. Ciddi tavırlar takımırdı. — Yani, yalnız olarak çıkmana hiç izin vermiyor mu idi? Kandı. ramadın mi? — Kandırrıya uğraştım. Hem de çok, ama tehlikeli işe giriş mem, diyordu. Oradaki Ingilizlerin birine rastlar da, olunla Ingiltere- ye gitmekliğimden körkuyordu. Beyhude korkuyordu. Çünkü ben bizimkilerden kimseyle konuşmaz. dım. Yalnız kitap evinden okumak için ödünç kitap almıya giderdim. Orada ise benim gibi bir Ingiliz guvernantı vardı. Don Carlos ara- mızda olup biteni duyduktan sonra onlar bile yüzüme bakmazlardı ya. Bittabi bu şeylerden &nneme ve babama bahsetmedim. Onlar, beni guvernantlık ediyor sanıyorlardı. Ne dersin, hâlâ Liverpoole kadar yidip ihtiyarları bir ziyaret ede. medim. Onları görürem © kendilerine ser halde Don Carlosla evlendiğimi, ve evlendikten biraz sonra onun öldürüldüğünü söyliye- ceğim. — O nasıl öldürüldü? — A canım âdet veçhile, yani kurşunla vuruldu. — Hükümet tarafından mı? — Evet. — Vay gidi hayvanlar. Kimin yakasında beyaz ve temiz bir ya- kahık görürlerse hemen başına bir kurşun yapıştırmışlardır. — Hayır! Asilerden daha insaflı davranıyorlardı. — Tuhaf yahu! Sen heriflere kiz. miyorsun görüyorum? Benim ko- cam vurulaydi ben citten ateş ke silirdim. — Vallahı ne bileyim. Belki müstahak: idi, —Müstahak mu? — Evet, men dakka dukka mese- desi, — Ne yaptıydı ki? — Eve, korunmak için gelen bir zavallıya karşı pek berbat bir tarze da hareket etti. — Senin tanıdıklarından birine karşı mı? — Hayır, Ben o adamı hiç gör- memiştim. Frankocular şehri zap- tedince, eve geldi, benden evde giz. lenmesini yalvardı, Doğrusu onu gizlemeği pek istemedim. Bilirsin a, tehlikeli iştir. Fakat nedense a- dama acıdım. Daha çocuk denecek kadar gençti. On sekiz, on dokuz çağlarında bir şey. Ona hizmetçi kızlarla mutfakta oturmasını söy- ledim ve eğer biri gelecek olursa, bahçıvanımız olduğunu söylersin, dedim. Carlos şehirdeydi. Eve ge- lip te meseleyi anlayınca küplere bindi. Frankocular gelip te onu bu- rada bulurlarsa bizim hallyiz ne o- lur? diyordu. Bizim haberimiz ol- madığım ve adamın gizlice eve gir. miş olduğunu iddia ederiz, dedim. Bana mırıldana mırıldana pek âlâ, dedi ama evden sinsi sinsi sivişarak gidip haber verdi. Tam ben yatağa gireceğim zaman askerler geldiler. Aşağıda gürültü oldu. indim. Oğ- lanı götürüyorlardı. Dönüp bana öyle acı baktı ki, yüreğim cız etti. Ona kabahatim olmadığını demek istedim. Ellerimle işaret ettim. An- ladı. Çünkü hemen dönüp zabitler- le konuşmakta olan kocama baktı. İki gün sonra kurşuna dizmişler. Bu sefer ben öfkelendim. Carlosa söylemedik bırakmadın. Ne derse beğenirsin? Adumm benim her hak de evvelce tanıdığım bir dostum ol. duğunu iddia etmez mi? Gülünçtü, doğrusu. e harta sonra hükümetçiler şehri geri aldılar. Hem o ka- dar çabuk aldılar ki, kaçacak vak- tımiz olmadı. Carlosun korkudan ödü patlıyordu. Hattâ geceden is tfade ederek kaçmayı tasarladı. Düşün bir defa ömründe yayan gez memiş bir adam, dağ yamacını na- sıl tırmanacaktı? Evi aramıya ge- lirlerse, benim yabancı olduğumu ve evde kimsenin bulunmadığım, iddla edeceğimi söyledim. Yüreği- De biraz su sörpildi. Aradan iki mi, üç mü gün geçti, hatırlamıyorum. Hizmetçi çarşıdan dönmüştü. Telâş içindeydi. Her e- vin teker teker aranmakta olduğu nu söyledi. Carlos, yukarı çıktı. Benim elbi. se dolabima girdi. Önüne uzun e- tekli elbiselerimi astım. Ayakları gözükmesin diye yere de bir kaç battaniye devşirip attım, Aşağı in- dim. Az sonra geldiler. Vallahi yap tığım biraz yüreksizcene bir şeydi ama, ne bileyim, düşündükçe güle sim geliyor. Elimde değil vesselâm. Zaten hep böyle olür, en acıklı da- kikalarda gülesim tutar. Neyse lâfı uzatmıyayım. Yedi, sekiz kişi idiler. Onlara bir yabancı olduğumu söyledim. Hemen döndü- ler ve evden çıkmak üzereydiler. Onlara “biraz bekleyiniz!,, dedim. Bu sefer bana doğru çark ettiler. Onlara elifinden yesine kadar ola- nı biteni birer birer anlattım. Içi. me düğüm olmuştu. Bayağı ferab- ladım. Sonunda da, “oğlam gidip ispiyonlayansa yukarda benim elbi- se dolabımdadır!,, dedim. Yukarı çıktılar. Hemen buldular. — Peki ona ne yuptılar? — Kurşuna dizdiler. — Aman ne fena! hu! — A canım o kadar hoyrat olma. Hiç cinayet » işlemişe benzemiyo- rum. Yani öyle bir şey duymuyo.. Cinayet ya- rum. Sakın sana söylediklerimi kimseye anlatma, Insanlari bilirsin a.. Don Carlosun parasına konmak için gidip haber verdiğimi sanır- lar.