SBUL Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi. 127 YER Ee Hain Vahdettin Kaçıyordu S“eneraj Harington İle Kapiten Benet Hazırlıkları Yapmışlar, Otomobilleri Kapıya Getirmişlerdi *eki,, lıların Anadoludan çekile- ük ii temin ediniz ve bunların “rip, kleri yerleri bana teslim a da gösterilmek üzere Mig, Yor İngiliz lirası da borç Ş,,ç Ben hemen hanedanımla gider millet ve tebeam » Sizin tevali edecek hima- Yardımınızla mükemmel bir *t Vücude getirebilirim. Siz, da ve Mustafa Kemalin “oplanan milletimin na- #dildiğinden haberdar de- Mustafa Kemal ve arka * Anadoluyu, beni sizin eta” '*n kurtarmak için çalıştık. iy, Ylemek suretile ayaklan- Yay, Ve etraflarına toplamıştır. | İN yi mak haysiyetile, verece- b bü İşaret, yapacağım bir da- İla, İn bu halkı etrafıma top- İçin kâfidir. İstediğim yar- ların müdafli olan hü- ü,, , Sizden bekliyofum, Sulhün eği benimle yapılmasını Yardım edilmesini rica 2 ZEZE? ii 7 l ay Kodar alçalan, bu derece ça- İ San bir hain, elbette bu mü- “İlay, Yurdun temiz topraklarında “İta, 4z ve elbette bu kahraman , 2 başında duramazdı. Ona, iü düşmana beslemelik ya- Nitekim, kendinin de ya- ÖL bu uşaklığa o kavuşmuş , ag ikinci teşrininin on yedin- a, * günü sabaha karşı İstan- © Sövuşmuştu, Bakınız nasıl. be günü akşam üzeri, tin, kaymakam Zeki vasıta- j Je W almişti. General, bu jk Vahdettinin. “dileği l ig ltere hükümetinin ken- İstanbuldan ve saraydan Meyer yerde himayesi altına İş, 4 karar verdiğini ve ertesi bareket etmek üzere hüzır- icap edeceğini bildirmiş” Y, i Metin bu sevinçli haberi a Kararırken, baş mabeyncisi İ a araya, musahipleri Mazhar | Vrettin ağalara, esvapçı başı Berber başı: Mahmut, | başı Şükrü efendilere tay i. Efendilerine bir kö- i yz akatile bağlı olan bu s0Y- İİ göleler, hemen firar hazırlğı- i tışlardı. O gece sarayın | dniresi mutat sükünete ks- J yi, yahdettin, hususi dalçesin- İT hirsiz sessizliğile dolüşmiş, İN eyheratını bavüllarıla ken? yerleştirmişti, Sabaha a narikörlük ettiği yür- #€yir ile vaktini geçirmişti. , Yıldız sarayının, inların cephanelik ittihaz : X Açık bulunan kapusu önün- otomobiller (oduruyor, İN, Yüyük ve küçük bir hayli İn- tleri bulunuyordu. Gene- , du. Kapiten (Benet) bu kapa- itmiş ve Vahdettine hazırirk- , tan, el ayak çekildikten na, hususi evrakını, nukut Uyuyamamış, sarayının pep- Yön yaklaşmış, ortalık ala- Calaşmıştı, mevkideki MaHa kapü - Harington olmak ü- N Miri ve titiz hareketlerle gezi- y bitiğini haber vermeğe git Y dakika sonra, bavullar o- «, illere yerleştirilmişti. Arka- ,, Koyu siyah bir yağmurluk Vahdettin yanında oğlu İle kaymakam Zeki ve hi da bendeleri okluğu hal PU önüne gelmişti. Vahdettin, ne sığındığı devletin ge » zabitlerimi | güler yüzle a larmş, oğlu ile Zekiyi de ya- de i, Mabahçe sarayma indikleri ,, Sava iyice aydınlanmıştı. İM açığında demirli bulunan bı <a 4 al aile ral Haringtonun son .. (Malaya) zırhlısı kara dumanlarını püskürüyordu. Sarayın rıhtımın: da da bacası sarı, teknesi beyaz bir muş bekliyordu. Saray rihtime ile zırhlı arasinda birçok motörler geziyordu. Vahdettin Dolmabahçe sarayında çök durmadı. Hemen nh- tama İndi. Generel Haringtonun uzattığı elini tutarak muşa girdi. alaya zırhlısının merdiveni M başında, İngilterenin Bah - risefit filosu başkumandanı (Drok) ile İstrsbul fevkalâde komiseri vekili mister (Nevil Hendrson) de raflarından karşılanan Vahdettinle bendeleri nihayet murutlarına er- mişlerdi. Hiç kimse tarafından gö- rülmeden zırhiıya ayak bastıkları. na sevinmişlerdi. Hain gafiller kendilerini adım adım izliyenlerin her hareketlerini gözleyenlerin bulünduğunu fark bile edememiş- Jerdi. “Vahdettin, merdiven başında, kral Corca böldirilmek üzere ne gi- bi bir arzusu olduğunu soran mis- ter (Nevil Hendrson) a, krala min- net ve şükranlarını bildirilmesini söylemiş, doğruca kendisine tahsis edilen kamaraya girmişti. Mübarek yurt bu taçlı hainden, İyanetlerinden nihayet kurtulmuş- be zırhlısı demirini alırken vali vekili Esat paşa de Vahdetti- 'nin firarı haberini taharri memuru Müştak efendiden almıştı, Derhal, merkez kumandanı Abdurrahman Nafiz, polis müdür vekili Sadi bey- leri beraberine alarak Yıldız sarâ- yma koşmuştu. O gün, yapılması mutat olan cura selâmlığı için o ray muhafaza alıma alınmış, sara- ya girip çıkmak menedilmişti. İlk tahkikat, saraydan birçok mücev- ./ herat ve kıymetli eşyalarm çalınıp | götürüldüğünü meydana çıkarmıştı. | Osmanoğullarmın yüzünü karah- | yan bu veledin sade hain değil bir hırsız da olduğu anlaşılmıştı, un sırada İngiliz karargâhı a- B janslara şu tebliğ vermişti: “İstanbul 17 (T. H. R) “Zatı şa- hane” vaziyeti hazıra dolayu ile hürriyet ve hayatının tehlikede ol- masından korkarak” bütün müs- Iümanların halifesi" sıfatı ile İngil- derenin himeyesini ve İstanbuldan derhal müfarakat etmek istedi- ğini resmen bildirmiştir. “Zatı şa- | hane” nin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiyedeki İngiliz | kuvvetleri başkıumandanı ferik sir (Şar! Harington) Zatı şahamenin arzularmı infaza ömade olarak Kendisine bir İngiliz harp sefinesi, ne kadar refakat etmiş ve kendisi orada Bahrisefit filosu kumanlanı amiral sir (Drok) tarafmdan istik- bal olunmuştur. Fevkalâde komiser ekili mister (Nevil Herdrson) kral Beşinci Corç Conaplarma tebliğ e- dilmek ve zatı şahanenin arzu” larını öğrenmek ya kendisini ge- yaret etmiştir. an daha neşredilmeden, firar haberi, yelnız İstanbula de- ği, bütün Anadoluya yayılmıştı ve memnunlukla karşılanmıştı. Bi tün yüzler gülüyordu. Bütün mil let milli hâkimiyetin bu hain hak- kında vereceği kararı dört gözle bekliyordu. o ye inmek Üzere sa - bahleyin Üsküdardan bindiğim va» purda, Vahdettinin firarı hâdisesi- ni yazan bir gazeteyi gözden geçi- ğ Erzincan)r Şa- i elimdeki oturuyorlar, iki yandan gazeteyi onlar de okuyorlardı. Dak miştım. Sağımda oturan Şakir, elile elimde tuttuğum gezeteyi biraz yukarı kaldırdı ve dudaklarını ku- lağıma yanaştırdı. Yavaşça: — İşkillendirmeden karşımızda oturan palabıyıklıya bak, Dedi. ew Bu herifi, dün akşam Üsküdara ge- çerken yine böyle karşımızda, sana yiyecek gibi bakarken gördüm. Nenin nesi aceba bu herif?.. Gazeteyi biraz daha okur gibi göründükten sonra, kapadım, kat ladım cebime koydum. Boş kalan gözlerimi kullanmağa (başladım. Tuhaf, karşımdaki sima bana hiç de yabancı gibi gelmiyordu. Kaşlar, gözler, yansk kemiklerinin çikin- tıları ve hele çenenin sivriliği ve kulakların büyüklüğü bende esaslı bir tanışıklık hissi uyandırıyordu. Yalniz palabıyıklar bu çehrenin dimağımda saklı kalan şeklini bo- zayordu, Düşünmeğe, hafızamda- ki, geçen yılların katlandırdığı, yıprandırdığı tozlu sayfaları birer birer açıp yoklamağa koyuldum. Hetirlıyamıyordum bir türlü. Fa- kat, ara sıra karşılaşan bakışları mızdan, bâna çevrilen yüzde, di- kilen gözde hiç te samimiyet seze- miyor, bilâkis eski bir kinin ve hu- sumetin parliyan hışımlarını $e- zinliyordum. KK eee çıktık, ben arkadaş- lardan ayrıldım, Vilâyet da- iresine gittim. Esat paşadan aldı- öm yeni bir vazifenin icra şeklini, zihnimde tasarlıyarak vilâyetin bü- yük kapusundan çıktım. Sağa kıv- rılirken, nöbet kulübesinin arka- sında, uçleri sivri ve dik palabıyık- larla yine karşılaştım. Bu sefer çat- pışan bekışlarımızdan sıçrıyan bir kıvılerm, haftzamı ışıklandırmıştı. me aye (Devamı var) B en hiçbir şey anlamadım ves. selâm. Yalnız onun anlat- tıklarını kaydedeceğim. Çünkü an- laşılmaz bir şey olmasma rağmen dinlenecek bir şey. Ben onu din- lerken sanki ıssız ve derin bir or. manm tâ yüreğinde duruyordum da, gayri meri varlıkların esra- rengiz fısıltısını duyuyordum. Mehmedi bilirsiniz: Birdenbire içeri girip karşımdaki sandalyeye çöktü. Bakışlarında sergüzesti 0- kunuyordu. Şaşa kalmış güzlerdi onlar, Korkulu değil ama, sanki gözleri apansızın bir şey görmüş- tü. Gurupta uçan bir pembe bulut gibi bir şey. Fakat şeklini kavrı- yamâadan bulut eriyivermişti. Ka- dir gecesi gök şak olup cennet şim- şek gibi görünürmüş a! Mehmet bana “Bir adam gördüm” dedi. Bir milyona yakın nüfuslu ko- ca İstanbul şehrinde, bir insana değil, binine de rastlarır, Bu söz- de merakla kulak kabartılacak bir şey yoktu. Az kalsın cevap olarak “Elinin körünü gördün!” diyecek- tim, Fakat, onda mühim bir şey göyen bir insan hali vardı. Onu üs- tünkörü dinliyemezdim. Mehmedi tanırsın. Gazetelere yazı yazar, Duygulu bir adamdır. Fakat bu seler sesi daha derinden, tâ can evinden geliyordu. Asıl merakım Mehmedin rast- ladığı insandan ziyade, Mehmedin neye hayret ettiğini anlamaktı. Mehmede “Sonra ” dedim, Meh- met bütün hizile kerdini kapıp koyverdi. O bir şey görmüştü ves selâm! N “Bilirsin! Bugün eve yiyecek almak üzere Balıkpazarna gittim. Kalabalık! Çamur! İnsan! Sinsin yağan yağmur! Kaplumbağa sırtı gibi kara kara şemsiyeler! Her günkü çidal! Yemek! Yemek! Yo- LOKMAN HEKİMİN LER i GOLE e MÜZMİN BÖBREK İLTİHABI Yaşlı adamlara mahsustur, der- ler ama gençlerde de olur. Kadm, erkek te ayırdetmez... Böbrek ilti- habı, soğuktan geldiği vakit oldu- İ ğu gibi, birdenbire hâd şeklinde gelirse birkaç gün, nihayet birkaç hafta içinde neticesini belli eder. Halbuki bu müzmin böbrek İl- thabı, âdeta gizli gibi, yavaş ya" vaş başlar, Yıllarca sürer. Ona tu- tulan İnsanı alil eder. Mutlaka iyi olmaz denilemezse de Iyi edil mesi güçtür. Başında, pek iptida- sında anlaşılırsa ilerlemesine mi ni olmak mümkündür. Başındaki alâmetleri de bir hastalık alâmet- leri denilemiyecek kadar hafif ve ehemmiyetsiz olduğundan, bu has- talık çok defa İlerlediği zaman teşhis edilir. İnsan hastalığın ba- şındaki alâmetleri bilip te o vakit kendisine dikkat ederek tedavisi- ne başlarsa elbette daha iyi olur... Onun için, müzmin böbrek İltiha- bınm ne olduğunu herkesin bilme- si lüzumsuz bir bilgi sayılamaz. Birçek müzmin hastalıklarda ol- duğu gibi, bu hastalıkta da şahsi bir istidat olur. Hastalığın soya çektiği şüphesizdir, hem de yalnız hahadan anadan değil, atalardan- beri gelir, Göğsü xayıf, midesi veya karaciğeri hozuk soylar ol- duğu gibi, böbrekleri zayıf soy- lar da vardır. Fakat bundan dal ehemmiyetlisi o çocuk annesinin karnmdayken annesinin idrarın - da albümin çıkarmasıdır; Annenin gebelikte albümin çıkarması do- ğncak çocuğuna, kırk elli yıl son- Ta müzmin böbrek iltihabına tu- tulmak için istidat verir. İnsanda bir hastalığa İstidat bulununca, onu meydana çikara- cak sebepler de çok bulunur. Ço- cuklukta kızıl hastalığı gibi böb- reklere dokuman bir ateşli hasta. lik, yahut daha sonra kara hum- ma, sıtma, verem 6 İstidadı mey- dana çıkarmağa yetişir. Bunlar olmasa da, çok yemek yiyerek böbreklerini o yoranların müzmin böbrek hastalığına tutul- dukları o meşhurdur. Şişmanlık, şeker hastalığı, rümatizma hasta- lıkları bu hastalığı meydana çika- ran sebeplerdendir. Bunlardan dolayı müzmin o böbrek iltihabı .— bozukluğu hastalığı da sayı- Mide bozukluğu, hele karaciğer bozukluğu ile birlikte olunca müz- min böbrek hastalığını meydana çıkaracak en İyi sebeplerden biri olur. Bunu anlamak ta pek kolay- dir. Kanımızın İcinde lüzumsuz yahut zararlı maddeleri temizle. mek işini böbrekle birlikte, daha doğrusu ondan önce, karnelğer görür. Karaciğer yorgun olup ta - İ bu işi hepsi Zin üzerine kalır. Bun- dan dolayı sadece yorulur denile- mez, çünkü karaciğerle böbreğin gördükleri iler ayni gaye, yani kanı temizlemek gayesile olmak- la beraber, bunlar ayrı ayrı isler dir. Böbrek karaciğerin temizliye- mediği zararlı maddeleri görünce #aşırır, eksik kalan o işi göreme- diği gibi, kendi işini de göremez, bozulur, hastalanır. Gebelik icinde gelen albümin, kaybolsa bile, yıllaren sonra müz- min böbrek hastalığına istidat bi- rakır. Hayatınm sonbaharına ge len bayan bu hastal, vakit etrafınd. disine bakmıyor, fazla yiyor, ken- disini üşütüyor, derler, Halbuki kendisi hayatınm yaz mevsimini hatırlarsa gebeliklerinin — birinde yahut daha xiyadesinde albümin grkarmış olduğunu bulur. Böbrekler damarlara pek hağlı olduğundan, böbrek hastalığmda damarlarda tansiyon arttığı gibi, damarlar ilkin bozulduğu vakitte de neticede böbrek üzerine tesir ederek orada müzmin iltihaba se- bep olurlar. Gençlik hastalıklarından, adını söylemek İstemediğim, © çirkin bastalık üçüncü devresinde böb- öremeyince İşin v v A A A A A A A A A n A A A o HIiKAYE TÜKENMİYEN BAKIŞ Se izan i B li k : nas Dalıkçısı CCE N Halikar ç 6222737233233333 ECE CEK cek! Çiy etler, kırmızı kirmiz yığılmış. Tramvay altında ezilen ihsan gibi. Asılmış hayvan kaday, raları! Ölü ölü balıklar; donmuş bilya gözlerle bakarlar! Haykır. şan! Koparan! Didikleyen! Pazar. Miklar! Yırtılış, kopariş, tikmmak için! ök kubbesinin ağır kâbusu, beyinleri ezip oyamyassı ediyor. Lâpa lâpa kara kurumlar, kahve telvesi gibi yüreklere çökü- yor, gönlü ve gözü kör ediyor. Hele kafalardaki gündelik kayg- ler yok mu? Huysuz bir karı! Mü- hasebetsiz evlât! Ödenecek borç! Çocuk hasta! Bu adam tahkir et- ti! Beriki haysiyeti çiğnedi! İşte ciddi, haysiyetli ve şanlı işlerimiz. Ben ölü etleri elliyordum. Ölü ba- liklarm ağızlarını ve kulaklarını kokluyordum. Stticı çok nazikti! Neden? Ya malımı, ya kendini sat- imağa kalkışıyordu. Neyse Jâfr uzatmiyalım! İstedi. dim şeylere param yetmedi. İste- mediklerimi aldım. Ayrtlirken kö- şedeki çiçekçinin önünden geç- tim. Çiçek satıyordu. Hah! Hah! Hah! Bunlar cenaze alayını süsli- yecek çelenklerdi. Bu dert yarın yine baştan. başlı- yacaktı. Yarınki derdin kapkara heyülâsıni setlıyarık dönüş oto- mobiline bindim. Otobüsün içi srkı fikı insan tıkılı idi Kapmın ya- nındâ ak sakallı, eski püskü krya- fetlinin biri oturuyordu. Bilmem neden, onun bir gemi- <i ve bir denizci olduğunu anla- dım. Yanmda bir bay oturuyor. du. Pantalonunun ütüsünü, ve kendi külüstür hayatında görenek edine koyduklarını, kanunu hilicat sayıyordu. Çocuğu yanında idi. Çocuğun o temiz elbiseleri, o de- nizciye dokunur diye, çocuğu o- turtmuyor, ayakta durdurtuyor. du. İhtiyar denizci “Burada yer var! Çocukcağız sığar” dedi. Sesinde, sessiz bir sükün var. dı. Serbest olarak yaşamış bir a- damın sesi. Onda bilâ kaydü şart bürriyetin verdiği ilâhi lâkaydi vardı. Ben adamın gözlerine bak- tım; ve öyle bir bakişm ancak böyle bir sesi olsbileceğini anla- dım. Kaptan mıydı; gecimi miy- | di? Her neyse o adamm nezaketi- ne mukabele “edeceğine, o Bay kaşlarını çattı, ve çocuğu büsbütün uzağa çekti, Sanki çocuk ihtiyara dokunursa kirlenecekti. Kirlen. mek mi? Herifte hür olarak uçan kuşların, esen rüzgârlarm, uzak- lerdeki gurup ışığının safiyeti var- dı. O Bayın bu hoyratlığına ih- tiyarın yüceneceğini sanmıştım. Fakat ne gezer! İhtiyar adam Ba- yı hiç görmemiş gibiydi. Ne diye. yim sana, hayran kaldım. A yavrum biz hayatımız dediği- miz zaman yaşamıyoruz, yaşadığı- muzt fsrzediyoruz. Yapmak mec- buriyetinde olduğumuz bir sürü ufak tefek şeyler var, Her günkü ufak tefek üzüntüler, Günbeğün yapılacak ufak telek vazifeler, İş- te bunların hepsi, uykusunda yü- rüyenin kâbusu gibi bizi kavramış. Bu kâbusun dışında görülecek gü- izi sallayıp © imi zel rüyalar var, EV ay V” uzsnamıyoruz, uyanmıyo- TUZ. Karşında oturan ak sakallr ş me isteğiğini bulmak İ- diyen teş Şmezler, bizi MÜT her türlü yal” Ge ni larını çi, na dolana ve tarırlar. Ve açi #eylere bizi al haysiyetli, tary,> Oldu dİYe evin içine edepli, bir âlem derler. yrayssilar, Bu ere Devi bakışında Ky “Ki ihşiyara yaradılışı hudutsuz 3. dişini, dar. Bizim gördüğü, “Klikları ver ötesindeki rüya vardı, > Kâbusun uniya sonbaharda, H raklar olur, Bir pa Yap çin w mer, ötesi yeşilimsi, berisi ir ex. ihtiyarın elbisesi Tüzgüyda, Penbe, de, güneşte tıpkı » deniz, öyle İnsana moda haricinde bir pa lik duygusu veriyordu. Sanki e avuç deniz, bir tutam gök, bir fig ke toprağı, terziye götürmüşsün de bunlardan bana bir elbise yap demişsin gibi bir şey. Adamın yü. zü de öyleydi. Rüzgârlar güneşle, soğukla harap olmuş bir yüz de ği. Fakat bir yemiş gibi ermiş bir yüz. O sukin sakin gözleri, otobü- sün, benim, ardımdaki pencere sinden Beyoğluna, Galutasarayı- Da, Taksime, Pangaltıya, görme- den bakıyorlardı. Dünya umurum- da değil mi idi acaba? Hiç te de- ğiL O bakış dünyayı umurlıya - mıyacak kadar sönük değildi. Bi- Vâkis pek canlı bir bakıştı. Hattâ © kadar ki artık dünyadaki kü- güklüklerden hiçbirini göremi - yordu. Ben evler, tramvaylar, a- partrmanlar gördüğüm yerde, o boş ve açık mesafeler ve uzaklık. lar görüyordu. Biliyorum. Saçma- yorum. Seni bü sözlerimle sikı- yorum. ehmedin oyüzünde, kendi duyup ta başkasına anlat- mıya kadir olamıyanlara hâs bir hal vardı. Ona “Vallahi sikılmı. yorum, anlat” dedim. “Bana, sıkı- lıyormuşsun gibi bakıyorsun" de. di. “Hayır, bekliyorum” dedim. “Hah! İyi! Anlattıklarımla, anlat- mak istediğimin bitmediğin) anlı- yorsun demek” dedi, “Evet!” diye cevap verdim. O oturduğu sandal- yede vaziyet değiştirdi. Ategle: “Ben de hepsini anlatmış olmadı- ğmi biliyorum. Fakat asıl haki- kati nasil anlatacağım, mucizeyi” dedi. Durdu, devam etti: “Mucizeydi, onun bakışından gözlerimi ayıtamıyordum. Ara sı- ra böyle ona baka kalışmın onu üzeceğini düşünüyordum da, göz” lerimi başka bir yana döndürü- yordum. Fakat gözlerim gene he- men ona bakıyordu. Bir ona, bir başka yere bakarken, yavaş ya- vaş onun yüzünün tıpk kendi yü. züm gibi olduğunun farkında ol mağa başladım. Ağzı, burnu, her (Jâtfen sayfayı çeviriniz)