Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 106 Belediye Reisini Parçalamışlardı Bu Mert Adam Süngüler Göğsüne Saplanırken Bile Yaşasın Mustafa Kemal Diye Bağırmıştı Farşisinda duran tatlı bakışlı, gü- di Yüzlü, kibar yapılı adamcağız b “Filip Mehmet” tir. Görünüşü- Gl aksine zehir gibi ncı, icabında hı şemmacı olan bir âfettir.Galata Rifat için fazla bir sey söylemi- Yecej Sıfatını isminin başında mi bu delikanlı da çok namus- e Ve bileğine güvenen bir afacandı. yp afa çayuş ile Nerati. Mayala- ia yuğurulmuş, yurt savaş- ! içinde yorulmuş iki Girid ars- Minin, yürekleri yanık yavruları Sisi de birbirinden çetin ve cesur Yer yurt kulu. Köye giren yolun | #harında gözcülük yapan delikan- — da Sarı Mustafu derler. Kayıt- 2 Şartsız, atılgan bir yürt ve is- &lâl âşıkı ve gözü pek bir nankör ig an Kayanın üzerinde karşi- “ yarenlik edenlerden biri Ada- Pözarlı Abdi, diğeri de Gör Hamit si de birer emekli savaşçı. Yürü- #ümüz yolun yıllanmış kurtla m, B İrbirine karışan, kar üzerin- de boğuşan yirmi dört ar- Şi, ben de pek iyi tunimadı- dan, onlar için de, Eşrefin ta- Mİ'kları demekle tarif edeceğim. e yakından tantyanlara, onun > an ve ele avuca sığmaz bir | olduğunu bilenlere, bu ta- “i çok mânâ ifade eder. Yalnız leş “darcik söyliyeyim, görünüş- İtibarile, hepsinin de Eşrefe Yoldaşlık etmek cüret ve kabiliye- “Be sahip oldukları anlaşılıyordu. Dudullu köyünde dik. Bir Sir kada; Afacan, çok durama- İngiliz bölüğünün muha- Kuy ne dogru ındiğlır. bildiren | Xi jandarma karakolunun kı- $ bir haberi, bizim istirahati İNİZ bozdu. Hemen yola düstük. 29“eyi, kendime bir misafirhane mdiğim Sultan Murat köşkünde | KE ik. Sadık ve cen dostum (Ko- ve wn bize yaptığı veda ziyafet diy “Tarımdan da faydalandık, gül X eğlendik. a aha karşı, Şileden gelen bir udan aldığım bir ker. haber, Nİ Ve arkadaşlarımı yıldırımla Mulmuşa döndürmüştü. Bütün ii n çiftliklileri mateme bürün- rn sütü, İşgaleilerle yardakçıla- za » bir kaç gün evvel Şilede, ba- tik, > Yavuz Fehmiye ve bizim i millet ve memleket için çalı- Şeri yardım ettiği için, Beledi- o 8i Ali efendiyi çarşınm tam aa ndi, nasil parçaladıklarını çö köylü hem ağlıyor, hem “Ylüyordu: Sa Çok mert bir adammış o, di- edu. Yalvarmadı bile, zalim dilş- nlara, Sıkılan kurşunlar, sella- a Palalar, saplanan süngüler kar- > Türk varlığınm, Türk kah- ağanın kızl bir mermerden almiş timsali gibi dim dik dur. ; Kursunların girdiği bağrından, ergen açtığı yaralardan, süngü- e deldiği O damarlarından kan Tirken, o yine bağırdı: v0 Yaşasın Mustafa Kemal, var &n Türklük. vu nun bağırtıları alçakları May büsbütün hırslandırdı, bayı “r. vurdular, kestiler ve ni- eaçi , kemiklerini parça parça, ak Kiş lokma lokma ettiler, Ya- O, ldu demiyeceğim Ali efendiye. ig yarim ki Şilenin nemli tepra- Mil sil aziz ve kadir bilen Türk ie vin yüreğine gömüldü. Ne Bang, ona. Hep imreniyoruz onun ğı ölümüne; Fakat geriye birak- Yağı, Yu bükük yetimlerin, gözü e, 9Yalinin hali ne olacak bil - Daha şimdiden aç ve açıkta | yazmıştım, fakat aradan iki lar. Dün akşa - şam, ie, Daha fazla SİRİ astım ver bet Yeter arkadaş. Onlara el - onay millet bakacak. Tasalanma icin. (1) emedim, göz Diye bağırdım ve kaçtım ya - rından, Kendimi ormanların ka - ranlıklarına attım. Saatlerce hiç- kıra ağladım. ğım yeni vazifem, Şileye kadar uzanmak, onu öldüren elleri birer birer bulup kırmak, evlerini başlarına yıkmak, cesetlerini yıkık enkaz arasında yakmak suretiyle mübarek şehidin intikamını al - maklığıma müsait değildi, Buna çok üzüldüm ve eseflendim. Yalnız bu intikamı acısile birlikte yüre- ğime gömdüm, dimağıma gizledim. rtesi sabah, sıcak göz yaş larım ile karları noktalıya- rak kafilenin önüne düştüm. Ömer- li yolile vardığımız Hiciz köyünde konakladık. Gece Eşref te, yanında dayısı Mahmut ve kain biraderi sü- vari mülâzımı Fahri beyler olduğu halde bize kavuştular. Artık yola beraber devam ediyor, onlar hay- vanlarile biz de yaya yürüyorduk. Kış ve soğuğun şiddeti, hele her ta- rafı kaplıyan kar yü gerçekten zorlaştırıyor, hattâ çok ta ağırlaştırıyordu. Bu hal, yaradı- lışı çok tez canlı olan Eşrefi sıkmış, Değirmençayırı nahiyesinde bek - lemek üzere bizden ayrılip ilerle- mek arzusunu göstermişti, civar Jandarmalarını pek iyi bildi- ğim için bu hareketi uygun bul - mamıştım, Nahiyeye hep birlikte gidilmesi muvafık miş başa gelmesi ihtimalli bazı teh- Vikeler ileri sürmüştüm. pi yoluna çıkan her teh - likeyi atlatmak, sürüp at - mak için kendinde büyük bir ka- biliyet ve cesaret gören Eşref, be- ni dinlememiş, dayısı ve kain bi- raderi ile hayvanlarını mahmuz - lıyarak ilerlemişti. Takip ettiği - miz yolda çok kar vardı. Bazı yer- lerde belimize kadar kara gömül- mek suretile yürümek değil de, yuvarlanarak ilerliyebiliyorduk. (Devamı var) (5) Bu büyük şehidin bıraktığı yav- rulara İstanbul Relediyesi (tarafından acaba bir yardım yapılamaz m:?.. Sele- finin ihmal ettiği bu iyiliği sayın vale miz Lütfi Kırdardan umuyor ve gözlü- yorum. LOKM Elmalı'da çok saygı değer hir o- kuyucumuz, alaturka hamamda yıkanmakla alafranga usulde ban- yo yapmanın birbirile mukayese edilerek her ikisinin de fayda ve mahzurlarmın meydana çıkarıl- masını rica ediyor... Bu zatın İstediği pek haklı ve memleketimizde herkesi alâkadar edecek şevdir. Haylice zaman olu- yor, o bahsi burada bir kere daha üç yıl geçti, o zamandanberi gazete- nin okuyucuları çoğaldı, okuyan- lardan bazılarının da belki hatı- rmda kalmadı. Onun için hem bu okuyucumuzu hoşmut etmek, hem de evvelki yazıyı okumamış veya unutmuş olanlara hatırlatmak ü- zere tekrar yazacağım. Fakat, süp- besiz, aynile değil, O vakit bahsi ne türlü yazdığımı kendim de ha- tırlamıyorum, yazılarım sakla mak ta hiçbir vakit âdetim olma- miştir... Temizlik bakımından düşünü Tünce ,alaturka ve fİranga ye kanmak arasmda mukayeseye bile lüzum yoktur. Alaturka usulün ötekinden çok üstün olduğunu İnsana yalnız aklıselim bile anla- tır: Alafranga banyo yaparken, banyonun suyunu kaç defa değiş- tirseniz en sonundaki çok kir gene vücude yapışır, kalır. Halbu- ki alaturka usulde su her şeyi alır götürür, Yıkanmadan önce kesele- nirken vücudün daha derin olarak temizlenmesi de vaşka... Rahmetli Ebizziya zamanında cıkan Tasviri Efkâr gezetesinde Alman Mareşali Moltke'nin hatı- ratını okumuş olanlar unutmamış- lardır: Bu büyük adam yeneliğin- de Türk ordusu hizmetinde bulu- nurken alaturka hamamda yıkan. dığını anlattığı sirada “Türk ha- mamırida hiç yıkanmamış bir a- dam ömründe bir kere olsun te- mizlenmemiş olduğuna kanaat ge- tirmelidir” diye işi askerce kesip atmıştı. Bunun fence tarafma (gelince, akar suda mikroplar dalma pek bulunur. Alaturka hamam akar su ile yıkanmak, alafranga usnl de hanyoya girmek, durgun suda ıslanmak demektir. Banyonun su- yu İyice kaynadıktan sonra soğu- tulmuş olsa da âdeta küçük bir ha- vuz demek olan o kadar büyük «a- hada, hem de durgun suda mutla- ka pek çek mikrop vardır. Herke- «in ayrı ayrı banyosu olsa da gene bir kişinin vücudünden çıkan ve havadan gelen mikroplar banyo- nun İçinde büyük bir yekün tutar- lar. Birçok kimselerin girdikleri bii- yük havuzlara gelince, Berlin şeh- rindeki halk havuzlarından hiri- ANE EE HEKİMİN i ALATURKA VE ALAFRANGA | nin hekimi bir pazartesi sabahr havuzun suyunu tehlil etmiş Su. yun yüzde yirmi besini idrar bul- müş... Bunun üzerine havuzun mikroplarını tabii sormazsınız. Alafranga banyo insanların İp- tidai zamanlarında yaptıkları gibi derelere yahut kenarlarda deniz- lere girmelerinin devamı demek- tir. Alaturka hamam medeniyet yolunda, temizlik bakımından bir terakki gösterir. Eski Romalılar zamanında bu terakkinin meyda- na gelmiş olduğu meşhur romancı Siyen Kiyevic'in türkçeye terci- me edilmiş olan Ko Vadis roma- nmda görülür. Böyle olduğu hal de Avrupalılarm hâlâ iptidai se- kilde banyoya girmeleri orta çağ- lardan kalmış bir âdettir, Zaten Avrupalıların kendileri de banyoda gerçekten temizlene- mediklerini oanladıklarmdan te- mizlik isteyenler duşla yıkanma- ğı tercih ederler. Bir taraftan da Avrupanm büyük şehirlerinde “çarşı hamamları,, gittikçe çoğal- maktadır. Fakat hekimlik © bakımmdan banyonun da faydaları inkâr edi- lemez, Alaturka hamam terletil- mek istenen hastalara iyi bir ilâç olur, bıma karşılık yüksek ateşli bir hastanın ateşini azaltmak için alafranga banyo lâzumdır. Maden- li sularla tedavi ancak O kaplıca- larda yapıldığı gibi, lâçlı sularla yi ye içinde olur... Sinirleri sakinles- tirmek için de bir banyo içinde ilik suda - hekimin söyliyeceği müd- det - kalmak alaturka hamamda ik su dökünmekten üstündür. Bir de keyif bakımından: Rah- metli Ahmet Hithat efendi İsveçte ilk defa banyoya girdiği vakit duyduğu keyfi alaturka hamamda bulamadığını seyahat hatıraları da anlamıştı. Fakat alaturka çar- $ı hamamında göbek tasmın İize- rinde, turşu ile birlikte kaymaklı ekmek kadayıfı yedikten so: sırtüstü uzanıp keyfe gelenler vardır. Kuruntulu hastası olan okuyu- cuya ve onun gibilerin Ben o | hepsine: Hastanıza Moller'in kitaplarım © | kutunnz. Ahmet Vefik pasa mer- hum onları türkçeye cevirmistir. Hastanız hem güzel vakit geçirir, hem de o kitaplardan birinde ken- dini görerek dert dediği şeylerin kuruntudan ibaret olduğunn an- lar. Hangi kitap olduğunu söyle- miyeceğim, clinkü onu götürlürse- nİz hestanızın gönlü kırılır. Zaten, Molier'i de, Ahmet Vefik pasayı da tekmil okumak lâzemdir. İkisi de sinirlere kuvvet ve sakinlik ve- rirler, Gurbet Yeni tuttuğumuz hizmetçi kadına dedira ki: — Dilin Anadoluluya benzemi- yor, Halepliye de.. Rumelili misin son? — Serfiçe köylerindendim. Alnı- mın yazısı imiş, buralara düştüm. Anlıyorum ki vaktile sarışın i- miş, mavi gözlü imiş. Şimdi saçları küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla, ne de ola benziyen, dokun- sanız — hışırdıyacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şu- ruplar kadar donuk, fersiz, katı, su- yu çekilmiş.. Dibe çökmüş bir gam tortusu. Bu kadar kuru, kabuğu benziyen göze biç rastlamamıştım. Eelli ki bu kadın, akşam rakısı za- manında, benim zevkimi kaçıracak. İçimden: — Bir başkasını rım! Dedim. Fakat hikâyesini dinle- wediğim İçin savamadım. alkan muharebesi kopunca, hududa çok yakın olan köy- de, bir akşam üstü şu korku yayıl- muş: Düşman geliyor! Bu gelen o zamanki düşman din ve ırz düşmanıdır da.. Müslüman erkeği süngülüyecek ve Müslüman kadımmı kirletecek. Bütün köy hal- ki, mal, mülk ne varsa bırakıp kaç- mıya karar veriyor; bir anda at, ö- küz, araba, firar için ne vasıta var- sa hepsi hazır oluyor. Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üs- tündedir, Arkasında, beş yaşındaki oğlu, belinden sımsıkı sarılmış, ö- nünde'üç yaşındaki kızı bir kuşak- la dizlerinden eğere bağlı, kucağın- da bir yaşına basmıyan yavrusu uy» kuda... Tepelerinden, ara vermiyen, 80- luk aldırmıyan bir yağmur iniyor; kış başlangcı yağmuru. Biliyorlar ki bu devam ederse ovayı su basn- caktır; çaylar kabaracak, nehirler taşacak, köprüler çökecek, yol, iz kalmıyacaktır. Islak gece içinde sırsıklam bir kafile, kimi yaya, mi atta koşuyor, kaçıyor. Öndeki ümit ordumuza yetişmek, arkadaki korku düşman ordularına çiğnenmek! Öne bakıyorlar: çamur, yağmur, karanlık. Şimşek bile çakmıyan koyu, değişmez bir karanlık, Ar- kaya baktyorlar: yine öyle, batak- liklar, su tabakaları, gece.. Dinli-: yorlar: Uzaklarda kabaran derele- rin yüklü uğultusu ve yakınların- da çamura batıp çıkan ayakların boğuk hışıltısı.. Ayşe beline dolanan ufak kolla rm ara sıra gevşediğini duyuyor: — Uyuma Al, diyor, uyuma! Önündeki baş yavaş yavaş dikli- gini kaybediyor, dizine doğru eğili- yor: — Uyuma Eminem, diyor, uyuma! Sonra kucağında kıpırdanmalar başlayıp hafif ağlamalar işitilince: — Uyu ciğerim, diyor, uyu Os- manim! At ikide bir sürçüyor, kapanı- yor, soluyor, kendisini toparlıyor; yine gömülüyor, yine silkiniyor, yi- ne İerlemiye çabalıyor. O, yaşlı, rumatizmalı, horada bir beygirdir. Toprak ise gittikçe cıvık bir hale gelmektedir. Yağmur kesilmek bil. mediğinden saplanıp kalmaları ve- ya taşan bir ırmağın akıntısına ka- pılarak boğulmaları htimali çoğa- lıyor. Ayşe, yavrularına sarilarak öl meği, artık, atın ve kendisinin kud- retsizliğine bakarak fena bulme- maktadır. İçindeki en dehşetli kor- ku şimdi budur: Atından ayrılarak üç canlı yükü ile yayan kalmak. ihayet bü oluyor. Evvelâ çöken, sonra da ba- şını uzatıp yan üstü uzanan, bir tür lü kalkmak mecalini bulamıyan at- tan iniyorlar; çarçabuk iniyorlar. Zira durmadan ilerliyen felâket ka- filesinden ayrı düşmek Ayşeye hep- sinden daho korkunç geliyor. Fakat geride kaldığını anlayıp bir müdet sıkı yürüyünce artık bu üç çocuğu birden taşımak, sürükle- mek imkânı kalmadığını görüyor, hem koşuyor, hem düşünüyor: İki- sini olsun kurtarmak için birini fe- da etmek, hafiflemek lâzımdır. i? Ayşe, yanında diz kapaklarına kadar çamurlarn bata çıka yürümi- ye çalışan Alinin minimini elini bı- bulunca sava- Hâtıraları GÖZ Se Yağ Refik Takmk istemiyor. Boynuna dolanan mecalsiz kolları da çözmiyec esareti yoktur. Kucağındeki ıslak, hareket- #iz, sessiz bohça ona Zaten cansız gibi görünüyor. Belki kendiliğin- den, soğuktan sudan, havasızlık- tan, ezilmekten ölmüştür. Ananın bir ümidi budur: Yaşamadıjğını an- lıyarak, azapsız, kundağı bir tarafa, en az çamurlu, en-az'batak bir yere bırakıvermek... Bütün o kiyamet içinde, elinden tuttuğunu ve omuzunda taşıdığını sürüklerken okucağındakine eğili- yor, dinliyor. Ses işitmemek, hare- ket duymamak ümidile dinliyor ve ik, rik ilik ağ- ladığını duyuyor, “eyvah!,, diyor. Bu sırada, ilerliyen kafile, selin batıra çıkara, vura çarpa sürükle- diği bir enkazdan başka bir şey de- gildir. Karanlığın içinde düşerek, çamurlar gömülenler, üstüne bası- larak ezilenler çoktur. Ayşe, hâlâ yükünü atmıya kail olamıyor. Yü- zü ve vücudü belki de, yağmurdan fazla soğuk soğuk döktüğü terle 15- lanmıştır, Soluk soluğadır. Dizle - rinde, ayaklarını çamurdan çeke bilecek kudret gittikçe azalıyor, kollarında ve boynunda öyle bir kesiklik, bir uyuşma, bir karınca- lanma, nihayet bir duyamayış var ki,. Gözlerini kapıyor, sol kolunun açılıp yükünü, kendiliğinden, bırak tığını ancak yarı anlıyabiliyor. Şimdi göğsünün üstünde başka bir yük, dahâ ağır, fakat daha sıcak, daha canh, soluyan ve sarılan biri- ni hissediyor: Ali, gemi azıya al- mış, bir atın arkasından, üzengiye takılı çekilen bir ceset gibiydi. yü- rünüyordu, yüzükoyun, elinden ana $ına bağlı, sürükleniyordu. İşte 0, şimdi, bağrının üzerindedir. Uzun bir hasretten sonra biribirlerine kavuşmuşlar gibi sokuluyorlar. bel- ki de seviniyorlar. Kaçma hâlâ de- vam ediyor, yağmur ve çamur da beraber... Böyle bir kaç saot mi, yoksa bir kaç dakika mı yine koşuyorlar; ko- şuyoruz sanıyorlar Ayşe tükeniyor, demin yolda bıraktıkları at gibi ye- re uzanıvereceğini anlıyarak, hay- kırmak, birini imdadına çağırmak | istiyor. Yine koşuyor ve birden, &- cayip bir hafiflik, bir canlılık du - yuyor, ileriye hamle ediyor. Neden sonra anlıyor ki boynun- dan sarılan zayıf, ufak kollar artık yoktur; Emine de dökülmüştür. — Çık sırtıma All, diyor, iyice sarıl, sıkı sarıl, sakın gevşeme! Ve böyle, kanının son ateşini ya- karak, kayıp düşerek, yine kalka- rak, yine yuvarlanarak yağmur, ter | gözyaşı yüzünü yıkaya yıkaya, bir- | teviye, mola vermeden, İyürüyor. Alisini kurtarmış olmak sevincile, AN: o... Halid ...ersiaeeeni eee öbür felâketlere katlamp ümit 4 de yürüyor, kafileye yetişiyor, filenin önüne geçiyor, kafileyi ride bırakıyor ve seher vakti yıldızlı bir islak bayrak çekili çük bir kasabaya varıyor. Yüki bir cephane sandığının üstüne Tiyor: — Kurtulduk Ali, Al! Ali * kalkmıyor, okımıldamı Ayşe, aaatlerdenbir! bir ceset * dığını anlamıyor, anlamak ist yor, hâlâ: — Kalk Ali, kurtulduk AH Diyor, gülümsüyor, mütem: yen, geceki yağmur gibi dökü coşkun göz yaşları içinde gülüm yor. diyor. k Hizmetçi donuk, fersiz, katı, yu çekilmiş kuru böcek kabuğu lerini işaret etti — Bey, dedi, işte o günden ben ağlıyamam, ağlamak istes de bilmem ki neden gözlerim yeş gelmiyor! Kazananlar 18 Şubat 939 tarihi Çocuk — daki «Bilmese — Bulmacan mızı halledenlerden hediye | kazananların teni rer delma kurşun lari Kuzguncuk 45 inci mektep 261 Oktay, Pertevniyal Lisesi E — 4 & Talha, Kabataş Erkek Lisesi Sınıf Necip Arvas, Birer mürekkepil kalem kazananiai Fatih oOrtaokulunda Bayraktar, Erenköy Şehzadebaşı Letafet Karaküöz. kalemi Kaza apartımanı Birer Albüm kazananları caddesi 3 İstanbul Aksaray marada Mualli. Birer resim modeli kazananlar: İstanbul Mahmutpaşa Kefeli Han ba Şirketi vantasiyle Cengiz Öztürk Çanakkale 18 Mart Mektebi Güngör soy, Trabzon Lisesi orta kasmında Kemalettin Tatuy, Birer sulu boya kazananlar: oğlu Orhan Sezer, mahallesi Delik sokak 1 numukada dayet Sarper. Nirer kalem boyası kazananlar: Üsküdar numarada Nedi Diyarbakır Ergani Kazasında Oba Hüseyin Karakoç Kastamonu Murat mektebi talebesinde Mahmutpaşa Kefeli vasıtasiyle Mayir Abbas Ağa Akdoğan sokak 27 numa "Türkân Kurtbey.