12 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— İğgma - 980 - Gurbet LAVRANS ışte Lavransı fanıyan a- dam! Dediler ve uzaktan çadizımızı doğru gelen siyah sakallı, kırk beş- lik bir bedeviyi işaret ettiler. ADaha O zaman Lavrans Londra cşvannda bir çocuğu ezmemek İ- çin motosikletini ağaça çarpıp ka- fatası yarılarak ölmemişti. Dediğim 1929 senesi... Karkamış harabeleri civarındaki büyük şimendifer köp- sürüsünün yanında, bir haftadan- beri, Suriye hükümeti hesabına Fı- Tatın döktüğ'ü suyu ölçınekle meş- guldük. Bilirsiniz ya, Milli Müca- dele sırasında bu köprünün bir a- yağını Türk çeteleri dinamitle at- mışlar, düşman sevkiyatını güçlü- e uğ lardı. y Miîî;dısw o gün hesabının neti- cesini bildirdi: Nehir dakikada 2750 metre mikâbı su döküyordu. Çadırımıza giren bedevi dedi ki: — Bu, bahardaki suyun miktarı- dır, Anadoluda karlar eridıği za- man Lavrans güz mevsiminde ülç- müştü, iyi hatırımdadır, 1900 kü- sur bu].lnuştu_ Aramızdaki bir Kürt ağası: — Hacı Kasım, Lavransın adını anmadan lâf edemez! Diye gülüyordu. —Hakkı var, diye sahabet etlim. Öyle bir adamı tanıdıktan sonra el- bette sık sık lâkırdısı geçer. Ey, söyle bakalım Hacı Kasım, Lav - rans buralarda ne yapardı, nasıl yaşardı? B ir cigara uzattım. Güğümde kaynaya kaynaya katran rengini ve acı mahbup terkibi de- diğimiz Mısırçarşısı ilâcı çeşnisini almış olan Arap kahvesi hulâsasın- dan kulpsuz fincanına bir kaç yu- dum döktüler. Hararet kesmek ve kalbin atışını nizama sokup insanı #erahlatmak itibarile sıcâk iklim- 'Bir o, bir de miyan kökünden ya- pilma ;köpüklü su: Sus, — Lavrans da bu kahveden se- verdi, diye başladı. Umumi Harp- ten önce Karkamışa bir İngiliz he- yeti gelmişti, harabeleri kazmak, antika aramak için... Ben o heyeî- tin delili, rehberi ve vekilharcı f' dim. İşte Lavrans ta heyetin İ- çinde idi, arkadaşı Vood'la bera- ber.. Fakat onun işi gücü etrafı doe- laşmaktı. Başını alır, gider akşam- lara kadar sıcak çölü adım, adım, çadır çadır gezer; önüne çıkan be- devi aşiretlere uğrar, _konuşu?. arapçayı biraz daha iyi öğrenmiş olarak dönerdi. Döner ve gecele- yin karpit lâmbası altında. arapça yazar, çizer, sabahi ederdi. — Yemen imamına kâtip mi o- lacaksın? dedim. Şu cevabı verirdi: “— Utlübül ilm velev bissı_n!.ı Çok uzaklara atla gîdeceğ'f gün beni de yanına alırdı. Cebeli 'Ab— dülâzize, Sincar dağlarına, Dicle- ye böyle gitmiştik. Aneze, şam - mar, Mevali, Hadidi gibi göçmen YU 'i'q Te KN D | Tencalları oe sadllıs 44 ” duğu yerler) diye bir hava du... Gece'rüyama girm yırdır inşallah deyiniz de Şım Baylar; Nasrettin Hocaya Sorarsanız: — | aa A VZ tal, göz koy- Hoca — Gazetede (| y.::'okud“m' esin mi?.. Ha: size anlata- , YAZAN: <— M Bu Assaf, Baggare, Bu Şaaban gi- bi yarı yerleşik ne kadar aş n-.:ı varsa hepsile tanışmış, yeme'kleı"ı- ni yemiş, çadırlarında geceıîmış, gazvelerini seyretmiş, masalları - nı dinlemiş, türkülerini ezberle - mişti. Lıvransm neşeli olduğu za- manlar da vardı. Hiç unut- mam, bir gece barakalarında bir eğlence tertip etmişlerdi, içlerin- den birinin, bir lordun isim günüy- İngütetedân gelmişti. Kazlar, ba - lıklar, tatlılar, çörekler, yemiş- ler... Hatâ ekmekleri bile! Yarı sar- hoöş olmuşlardı. Beni geç vakit ya- tağımdan kaldırıp yanlarına ça - ğırdılar. — Şu siyah saçını, sakalını bir dakikada aka çevireyim mi? Ama, bir daha, kara çıkmamak şartile! Bunu diyen Lavrans idi. — Lâ, dedim, onu, yaşarsam, Allah yapacak, bırak kendi hali - ne! Cebinden beşer liralık iki İngi- liz kaimesi çıkardı: — Öyleyse aç göğsünü! Şu bir tutam kılı aklaştıracağım. Açtım, on İngiliz altını ile bir sürü koyun alabilirdim. Bavulundan bir şişe getirdi, için- dekinden bir tabağa döktü, bir fir- ça ile göğsüme sürdü. Kvllarıı;n bembeyaz kesilmişti ve tuhafı, hâ- lâ da beyazdır, daima_ beg_ıaz çı - kar.. Saçım sakalım sim Slyî.h o“l- duğu halde.. İşte Lavransın ömrü- me sürecek olan damgası! — Hatıraları Fıkat size daha acayip bir hi- kâyesini anlatacağım, bir falcı hikâyesini: Yine bir gün ikimiz de meşlâhlı at gezintisine çıkmıştık. Fıratı bir yakadan ötekine geçmek için kul- lanılan gemilerden birine girdik. Bu kaba, hantal, mavna, omuzda bir tabut gibi döne kıvrıla ve gıcır- dıya gıcırdıya, sırık küvvetile neh- ri aşmıya çalışırken yanımdakinin meraklı olduğunu bildikleri için bize dediler ki: — Şu kenarda bağdaş kurup o- turan Arap iyi fala bakar. Lavrans “çağır, yanımıza gel - sin!” dedi. Bedeviye seslendim; fa- kat o, yerinden kımıldamadı, sert bir suratla cevap verdi: — Siz buraya gelin! Ben kızacak oldum. İngiliz tınma- dı, kalktı, sallanan gemide. esni - yen ince tahtalardan aşarak falcı- nın yanına gitti. Tabii, ben de ar- kasından.. Falcı yüzümiüze bakmıyordu bi- le.. Lavransın önüne sürdüğü me- cidiyeye de elini sürmedi, Koy - nundan bir torba çıkardı, içi ince- cik kum do'u bir torbacık.. Bunu yere serdi, düzledi, sonra şehadet parmağının ucu ile üzerine bir ta- kım çizgiler çekmiye başladı. Çöl- de, fırtınalardan sonra'gördüğü - müz yılan derisi menevişleri gibi acayip, süslü, kararsız çizgiler... Dünkü gibi hatırımdadır, hem bun ları ciziyor, hem de şöyle söylü - yordu: —Kan! Gazve! Altın: Lavrans, genç yüzünün taze ne- şesile dinliyor, gülümsüyordu,. — Ya Emir! Döktüğün kan, yap- tığın gazve, saçtığın altın Fırat gi- bi boşa akıyor. Bedevi, birden, elini kafasına götürdü: t — Bir çocuk sana belâ getire- cek.. Başını koru! Kafatasını açıl- miş görüyorum! Ve parmağile alnının çatını işa- ret ediyordu. tı; tekrar İngilizin yüzüne bak- tım: Hâlâ gülümsi' ;ardu, fakat baş ka türlü, acı bir bükülüşle... O ka- dar ki falcının tesirinden kurtar - mak lüzümunu duydum; usulcacık: — Sizi bir aş'ret emirinin oğ- Tu sandı. ona göre bir sevler uydur- du! dedim. Lavrans, Fıratın sonsuz boşluklar, kavruk tepeler arasır- dan devrile devrile akan toprak renkli sularına dalmıştı. Neden sonra su cevabı verdi: — Doğru bildi Ben dünyadaki en büyük aşiret emirinin mânevi oğluyum! Vi adırdaki arkadaşlarla be- Ç raber söyleştik: — Evet, doğru bilmiş. Lavrans, İngiliz kralının manevi - oğlu idi. Döktüğü kan ve altın da boşa git- ti! Hacı Kasım, acı kahvesinden bir yudum daha içerek itiraz etti: — Fakat falcının kum üstündeki çizgilerden okuduğu alın yazısımın son kısmı çıkmadı, daha altının ça- tı ikiye bölünmedi! Sinyor Ile S: İngiltere ile Akdenize dair bir laş . üŞt Bunu tutacak mısınız? C: Muahedeler meselesi gibi mühim ve ince mesele üzerindeki düşüncemi 922 sonteşrininin 16 ncı günü söylediğim nutukta anlattım ve dedim ki: “Muahedeler iyi ve- ya kötü olsun, tatbik edilmelidir. Saygılı bir millet başka türlü ha- reket edemez. Fakat muahedeler ne ebedidir, ne de tâdil edilmez şeylerdir. Bunlar tarih fasıllarıdır. Tarih sonları değildir.” (204) S: Taraftarlarınız Tunus, Kor- sika, Cibuti, Nis diye baği- rıyorlar. Fransanın müs- temlekelerini ne için isti- yorsunuz? C: Bizim gibi velüt, kuvvetli, iptidai madde, piyasalara, ve fazla nüfusu için toprağa mühtaç olan Bir millete, müstemlekelerin tak- simi sırasında ancak bir takım hu- dut tashihlerine müsaade edilmiş- ti. (212) S: Fazla müstemleke isteme- nizin sebebi nedir? Habe- şistanı ne için zaptettiniz? C: Müstemleke meselesi, bizim yalnız nüfusumuzun artmasının mantıki neticesi değildir. İktısadi meselemiz için lâzımdır. Bugün de bu meselenin halli lâzımdır. Çün- kü müstemlekelerimiz azdır. (Bu sözler Habeşistanım zaptından ev- vel söylemişti| sa: (212) S: Fr dan müstemleke is- temek için birtakım nüma- yişler yapılıyor. Bu hattı harekete karşı ne dersiniz? ©. Cisrani İhHİTAHTamık ve konsolosluklar karşısında nü- mayişler yaparak bütün bütün ka- rıştırılması kat'iyen doğru değil- dir. Bu gibi intizamsızlıklar eski diplomasi devrine aittir. Faşizm ile bunlara son vermiştir. (211) safaratlar S: Fransa ile siyasi bir anlaş- ma yapmak mümkün de- gil mi? C: İtalyanlar realisttirler ve si- yasi pazarlıkların her şekline mu arızdırlar. (4) S: Fransa müstemlekelerinde- ki İtalyanları Fransa aley- hinde tahrik ettiğiniz söy- leniyor. Doğru mu? C: Hududumuz haricinde yaşı- yan İtalyanlara kardeşlik ve inanç mesajları gönderdim. Onlara mu- hacir adı vermedim. Çünkü eski- den bu sözlerin izzeti nefis kıran bir mânası vardı... Fakat yurttaş- larımı korumakla beraber başka- larmın hissiyatına da saygı göster- mek istedim. Bu koruma, hukuku düvele ve aklı selime dayanır. (210) İ Daily Expressss gaze- l tesinin bir —muharriri, Sinyor Mussolini'nin "Tercümei Halim,, adlı eserini okuduktan sonra hazırladığı birçok sual- lere bu eserden cevap- lar bulmuş ve bunları neşretmiştir. Biz de bu sual ve cevaplardan şun- ları naklediyoruz : S: Hitlerden başlıyarak her- kes sulh istediğini söylü- yor. Siz ne dersiniz? C: Beni bir zamanlar, dünya sulhu -düşmanı: sayanlar vardı. Bunlara biyografi okumalarını tav- siye ederim., Vak'alar, delilerin ithamlarından daha değerli olmak gerektir. (201) Benim idare ettiğim harici siya- set, son derece kolaylıkla anlaşılır: Onun temeli, söz, jest, ve kırtasi- yecilik değildir. Yükselen milli prestijdir ve milletler arasındaki âhengi sağlamlıyan anlaşmalar ve muahedelerdir. (211) Biz sulhu, tuğla tuğla kurmağa çalışmak bakımından idealistiz. Fakat sulhumuz, rüyalara ve ha- yallere değil hakikatlere istinat e- der. Ben kuvvetli olmak üzerinde ısrar ettim ,fakat cömert olmağa çalıştım. (206) S; Fransa ile çarpıştığınızı farzediniz. Böyle bir harbi idare edecek kaynaklarınız ve iptidat maddeniz var mıdır? C: Bizim büyük tabit kaynak- larımız yoktur. (211) Bizim mem- Mussolini ulakat leketimiz gibi, topraklarıdda bü- yük kaynaklar bulunmıyan, ve ya- rısı dağlık olan bir memleketin ik- tısadi imkânları büyük olamaz. (224) S: Harp hakkındaki düşünce- niz nedir? C: Harp.. o tehlikelerin ve cazi- belerin dişisidir. Harbin bütün cefalarını şahsan çekmiş olduğum halde onün lüzümu hakkındaki i- nancım sarsılmadı. Bir millet, mil- letler başını yükselterek milletler arasında mevki almımcaya kadar kudretinin, asaletinin, yüksekliği- nin en emin alâmeti, evlâtlarının, lâyemut memleketleri için kanla- rını dökmeleridir. (56) * S: Siz Yugoslavya ile bir an- laşma yaptınız. Yugoslav- ya, Dalmaçya sahilini al- maktan hakikaten vazgeç- tiniz mi? C: Dantenin anlattığı hududu; her İtalyan taziz eder. Bunlar Brennerden başlar ve Fiyume ile Dalmaçyayı ihtiva eder. Londra paktı, aslen İtalyan olan Dalmaç- yayı bize vermişti... (59) Daha son- ra yapılan yanlışları müstakbel mesaimizle tashih etmeyi umuyo- ruz. İtalyan Dalmaçyayı daima se- veceğiz ve müdafaa edeceğiz. * S: Yugoslavl şünceniz? C: Harp zihniyeti.. gizli komite- ciliğin dolambaçlı yollarında harp eder., (35) hRebbeınel dü- | Gürün Ortaokul ve - Yol, İstiyor ; » Cürüm YEANY — Bevastan İ4$ kilometre mesafede bulunan kasa « bamızda elektrik - varsa da yalnız çarşı ve çarşı mahallesi bundan isti- fade etmekte ve 196 lâmba yakıl « maktadır. Bütün evlere elektrik ve- rilip ihtiyacın tamamen karşılanma- sı için bu yıl yeni tesisât vücude ge- tirilmesine çalışılacaktır. Tahma suyu ilkbaharda taşıp za- rarlar yaptığı için belediye, bu mü- tevali felâketleri önliyecek tedbir - ler ittihaz eylemektedir. Sellerin yık- mış olduğu hamam yerine bir asrisi yaptırılmıştır. Gürünün 60 köyünden 42 sinde köy k tatbik ol kta ve bu- ralarda kalkınma hareketlerinin da- ha hızlı yürüdüğü görülmektedir. Kasabamızın başlıca iki ihtiyacı vardır. Biri, orta okuldur. Burada orta okul açılacak olursa, bundan ci- var kazaların çocukları da istifade edebilecektir, Diğer ihtiyaç, Kangal- Armağan üzerinden Gürüne yeni bir şose açılmasıdır. Bu şose yapılırsa, — yol daha kısalmış olacak ve böyle ( İktibas Hakkı likle iktısadi inkişaf kolaylaşacak tır. Mahfuzdur | Ğı—îı' , SA v - a1 bildiğimiz bir komşumuz .. (Hacı) .;qm,, günün birinde bakıyorum koy ;mıdın (Haçı) çıkmaz mı? Şaşıp ka leyorum.. «.* derken etrafımda bir takım halk peyda oluyor... Bana çizme gibi bir şey göstererek, bunu bir şeye benzeteme- yip çizmed *«. Tüya bu ya, tam bu sırada bu aca- ht te b , bir mah ditı, nedir diye soruyorlar.. (Ayol bunu bilmiyecek ne var? Yalnız şu yanında- ki baltaya kılıf olur) diyorum.., lük çıkıyor, sağa ;olı sarılıyor... **. bir eli de uzanıp bacağımı — ya- kalamak istiyor, ben de bir balta savu- rup eli koparıp atıyorum... — E.. Sen bu rüyaya ne diyorsun bakalım? Hoca — Ne diyeceğim, rüya ile hül- ya derim geçerim, fakat su uyur üst yanı uyumaz derim gözlerimi sekiz aça- rım!...

Bu sayıdan diğer sayfalar: