olmiya o çalışmaktır. ii ABONE BEDELİ bi kitaptan çıkarıp hayatın hn Moğak da Amerikalıların orta- istemidir. mn ia defa ilkmekteplerde tat- ürun, Evvelâ dersleri haya- Senza da eşi şekilde tertip ettiler. dap vu dersleri çocuklara doğru ” başladı hayatın içinde öğretme- LE hayattan ayrı, hayattan biri gp müemsese olmadığı kanaati Beline, a mektepten alınacak Sadece yn Bil nazari olur. Malümat, dak ann dimağına hariçten tethi, MET. Bu sistem eski Fransız ia det hüküm süren sistem bu Krde ye Bugün de hâlâ ortamektep Sal ygsede hâkim olan terbiye lılar, mektebi, hayatın ken telâkki ettikleri için, ted- da Yat içinde yapmayı tercih derler, Ran, bik gine yalnız iikmektenlerde Ünüvar kita etmiyerek, kolleje ve İşte iş ?8 de teşmil etmişler. lunan 'yişmitden beri şehrimizde bu kik *ekiz kişilik Amerikalı a pi ik toner Mey, yyar bir sınıf halin. ok.“ değişiklikleri kitaplar- İteci ENİ görerek öğrenmeyi Ya karar vermişler. İtalya- . Zuları dünyanın harpten he kaldığı içtimai değişik- da r ai ç P takip edebilirlerdi. Meyi ye lir bunu yerinde tetkik et. ade erer, Bu değişikliklerin en N * şekil aldığı memleketler Rita a yeğ Şimdi Türkiyededirler. Alman, yet Rusyaya ve oradan TAYA Kidecekler, & veni Krupun Beyoğlu Halkevin- Keneşi, 2k dersinde bulunduk. Yenin iktısadi, siyasi, ve an alpler bir taraf. bir taraftan tatbi- ve Börüp öğrenecekler- NR »de bütün dünyadaki li ve etraflı bir kısa bir U KİD m an la BeYahatie türlü imkân yoktur. dershaneyi birleştir. Yaşıyarak öğrenmeyi * Sn alarak biz de kü- 4 usulü tatbik edehi- alâkası düşünülmeksi. | 'midir. Maalesef bizde de | ör de teki Pu Mwvzularımı hayat içim | TAN Kadıköyündeki meşhur “Papazın Bahçesi, satılığa çıkarılmış! Vaktile, birçok eğleritilere, âlemlere sahne olan bu bahçenin zevkini çıkaran üstat Ahmet Rasimdi. Muharrir, aşağıdaki yazısında Ahmet Rasimin "Papazın Bahçesi,, ne ait hatıralarını anlatıyor : PAPAZIN BAHÇESİ azetelerin ilân sayfala- rında gözüme ilişti; Ka dıköyündeki meşhur “Papazın bahçesi”, satılığa çıkarılmış! Birçoklarma şahit olduğum gibi, belki, bu bahçenin yeri- ne de “kübik,, bir köşk yapılır. Bugünkü nesil için, “Papazın bahçesi,, ağaçlarını yaban! serma- şıklar sarmış, yollarını otlar bürü- müş, bakımsız, metrük bir bahçe harabesidir. “Stat,, a girip, çıkan sporcu gençlerin bu harabeye, kü lakları bülbül seslerine takılarak şöyle merak için olsun uğradıkla. rını hiç sanmıyorum. Halbuki, iri gövdeli, gür gölgeli Ağaçları, kuytu, serin, sessiz kö- şelerile, bu bülbül yuvası bahçe, aranıp ta güç bulunur, öyle eşsiz bir sükün ve inziva yeridir ki..Göl ge, sessizlik, sükün ve inziva'Neler sayiklıyorum! Gramoforisuz kah- veler, radyosuz: bahçeler, çalgısız gazinolar, sinek avhyorlar. Güneşe çıkan bugünkü nesil, gölgeden, 863- sizlikten, sükün ve inzivadan ka- çiyor! Hakları da var. Kafesin kaldı- rıldığı, peçenin atıldığı, plâjlara, bahçelere, gezmelere kâdın erkek birlikte gidildiği hayat ve hârri- yet asrında, yal dinç, canlı gençler değil, çökük omuzlarında uzun, karanlık yılların kasvetli a- Rırlığını taşıyan (ihtiyarlar bile, rtık gölgeden, sessizlikten, sü- 1 kaçıyorlar akat bir zamanlar, orası, “Papazın bahçesi,, de şendil Bahçenin önünden geçenler, saz sesleri, gazeller, heyheyler, ahlar, kahkahalar duyarlardı. Onun şimdiki hali, bana, şair 'Nedimi hatırlattı: Sinede evvel ne muhrik arrular var idi Lebde serkeş âhlar, âteşli hülar var idi Böyle bihâlet değildir gördüğüm sahra- Ni aşk Anda mecnun bidler, divane cülar var ei Sende evvel çok mevalar, güftügülar var idi “Papazın bahçesi, nin zevkini çıkaran, merhum üstat Ahmet Rasimdi. Bir zamanlar, bahçede- ki köşkte yatıp kalkmış, yarıları. nın, belki en güzellerini, en renk- Hlerini, orada yazmıştı. Üstat, bu bahçede, dostlarını toplar, “fasıl, lar yapardı. Bü top- Jantılarda, kendisinin ve döstları- mın sevdikleri yemekleri hazırlat- mayı da unutmazdı. Ahmet Rasim, boğazına düşkün değildi. Onun tıka basa yemek ye- diğini gören olmamıştır, zannedi- yorum. İçki sofrasında da meze- lere saldırmazdı. Çatalının ucu İ- le bir parça bir şey alır, ağır ağır çiğniyerek yerdi. Meze tabakları, onun için, masanın süsü idi. Çok defa, kendi elile hazırladığı meze- lere, çatal dokundurmadığı da © Yurdu. abahtan akşama kadar içer, diye üstadın adı çıkmıştı. Onun, sabahtan akşama, hattâ ge- ce yarılarına kadar içtiği rakı, bir iki saatin içinde kadeh kadeh üze- rine yuvarlıyan, ağızlarının ölçüsü olmıyan, pis boğaz akşamelların iç- tiklerinden çok azdı. ka idi. Sabahleyin,. bir. gazin. yahut'bir bahçeye gidecek mi, ki çük el çantasile çarşıya iner, “mev sim mezelikleri,, ni elile seçerdi. Gittiği yerde, çantasını açar, ra- kı şişesini, mezelikleri çıkarır, buz dolü kovaya koyup soğutması için, gazinocuya şişeyi verdikten sonra, mezeleri, kendi elile temizlemiye, hazırlamıya başlardı. Bu, onun, sa atlerce süren bir zevki idi, Ufak, körpe salatalıkları, gü yet dikkatle soyar, kabukları at- maz, gayel inlizamla tabağa İs tif ederek altlık yapardı. Islak kâ- buklar üzerinde salatalıklar, ku- rumaz, taze kalırdı. Domatesin, bi- berin çekirdeklerini çıkarır, eğer canı çekmişte bir piliç sövüşü al mışsa, onun derisini, kemiklerini YAZAN: MAHMUT YESARİ USTAT AHMET RASIM ği küçük, diderek bir tabağa koyardı. Meze hâzırlığı bitince, soğuyan şişeyi getirtir, büyük bir kadehin yarışına kadar rakı doldurur, üs- tünü su İle beslerdi. Bir yudum £a ayıklar, ufalar gibi küçük kı ile ıslattıktan son. ra, yanından hiç eksik etmediği iskambil kâğıtlarını çıkarır, pasi- yans açardı, Küçük şişedeki rakı #- le hafif mezeler, akşama kadar, onu oyalamıya yeterdi. stadın çok hırçın Dır tanıları yardı, birdenbire sinirle- niverirdi. Bir akşam, onun bir hır- Şınlığını gördüm. Mevsim, | kıştı. Gazinoya geç vakit gelmiş, bir kö- şeye çekilmiş, getirttiği rakıya ha el sürmemişti. : Gazinonun mutfak tarafından HAYATIMI YAŞAMAK İSTERİM İstiklâle âşık kimseler, ötekinin Berikinin müdahalesinden bıkı en kendi kendilerine bağırırları — Bırakınız beni, ben kendi ha- yatımı yaşamak isterim. Kendi hayatı ne demektir? Biz biribirimizin azasıyız. Sizin ha- Yatımız, benim hayatım, komşu muzun hayatı ayni şekilde devam eder. Biz biribirimize muhtaez. Birbirimiz olmadan yaşayamayız. yiz. Kendi hayatlarını yaşıyanlar, yaprakları yiyerek geçinen tufey- li kurtlardır. Bunlara başkasına faydası olmıyan, kendileri için ya şıyan tufeyli derler, Kendi hayatını yaşamak demek, kendini düşünmek, kendi için ya- şamak demektir. Bunu bir tec- rübe ediniz, ne sıkıcı, ne öldürü- cü bir şey olduğunu o vakit an- Tarsınız, Tımarhaneler kendi hayatlarını yaşıyan delilerle doludur. Çünkü delilik kendini düşünmekle baş - lar, Onun içme tarzı, büsbütün baş- Kendi kabuğuna çekilmek bir nevi intihar etmekir. * Kendi hayatınızı yaşamak hak. kını iddia etmekte haklısınız. Fa- kat bu iddia bir zaaftır. Bu zaa- fı gidermenin yolu, başkalarını da düşünmek, başkalarına karşı olan vazifelerinizi de hatırlamak. tır. O vakit cemiyet içinde yaşa- manın zevkini alacak ve hürriye- tinizi duyacaksınız. Nefsin kontrolu ancak nefsi- nizi başkası için feda etmeyi öğ- renmekle mümkündür. Çünkü hürriyet bir sevki tabii değildir. Uzun tecrübe ve mahru- miyetlerle elde edilen bir haktır, İnsan kendi işinde, ve kendi ha- yatında hürriyeti ancak kendin- den vermekle kazanabilir, Şu halde haystte muvaffak ol. mak istiyorsanız evvelâ hotgâm ve kendini beğenmiş olmayınız. Ken- diniz için yaşamayınız. Kendisi İ- çin yaşıyanı herkes yalnız bıra kır. Yalnız adam dünyanın en bed baht ve en zavallı kimsesidir. PSİKOLOĞ balik kokusu geliyordu. * Üstat, garsonu çağırarak sordu: — Ne balığı var? Garson kirli peşkirini elinde e- zip büzüyordu: — Balık yok, Rasim beyim! Üstat, kaşlarını çatarak gözlük- lerinin üstünden baktı: — Peki, bu koku ne? Garson, korka korka: —Müşterilerden biri getirmiş, onu pişiriyorlar, dedi. Ahmet Rasim, hiddetle homur- dandı: — Gidin, balık alın, Garsonun dili tutlmuştu: — Dükkânlar kapandı, Rasim beyim! : Üstat, kızarak ayağa kalktı: — Buraya gelen müşteriler, ke- yil etmek için geliyorlar. Cam is- tiyen olursa, ne yapacaksınız? Her kesin keyfini kaçırmıya hakkınız var mı? Bir kişinin keyfi için, tüt türe tüttüre kokutmak, saygısız. lıktır! O hiddetle gazinodan çıkmıştı. Üstat, kızmakta haklı idi. O, bel ki de, istediği balıktan iki lokma bile almıyacaktı. imdi size, onu çıldırtan vâ- kayı anlatayım: Üstat, bir gece, dostlarını, “Papazın bahçe- *si,, pe çağırmış, sazlı, sözlü bir top Jantı yapmıştı. Sesi güzel okuyucular, bestekâr- lar, üstat çalgıcılar, zarif ve gü- zel konuşan İnsanlar vardı. Üstat, üstü çeşit mezelerle do- nanmış büyük bir sofra kurdur - muştu. O gece, davetlilerine, sür- priz olarak, piliçli güveç çıkara- caktı. İçine dört piliçin lop eti a- tılan büyük türlü güveci, daha ,sabahtan hazırlanmıştı, vakti ge- İince, fırına gönderilecekti. Rakılar içilmiş, sazlar çalınmış, şarkılar, gazeller söylenmiş, gü- lürmüş, eğlenilmiş, güveci fırına vermenin de zamanı gelmişti. Üstat, o vakitler, bahçeyi işlete- ni çağırarak, kulağına fısıldadı, iç- ki ve saz fasılları devam ediyor- du. Güveci fırından #lmak zamanı gelince, Üstat, gazinocuyu tekrar çağırdı, hatırlattı, Gazinocu çıra- ğırı, davetlilerden biri, bir yere göndermişti; gazinocu da oradan ayrılamazdı. Ahmet Rasim, davet- liler arasında bulunan, eski tanı- dığı T. cı O. yı yanına çağırdı, u- sulca meseleyi anlattı. O. “Başüstünet,, deyip seğirtti. üstat, bekliyordu. Aradan dakika- Jar, saatler geçti, ne güveçten, ne de O. dan bir haber vardı. Ahmet Rasimin sabrı tükeniyordu, tekrar gazinocuya seslendi: — Çırak, burada kalsın, sen, kendin git bak. Ne oldu bu heri- fe? Fazla sarhoş görünmüyordu amma; belli olmaz. Anlıyalım. (m da gitti, yine ara- dan dakikalar geçti, gazi- nocu da görünmüyordu. Üstat, faz la dayanamadı, kendi kalktı, büfe hizmetini gören, bahçenin kapısı- na bitişik kulübeye gitti. Gazino- cu, suçlu suçlu düşünerek oturu- — Gittim. — O, yu bulamadın mı? — Buldum. — Peki, nerede? — Sizden korktuğu için kaçtı? — Sebep? Gazinocu, ne cevap vereceğini şaşıran insanların perisanlığı İle: — Güveci, almış, getirmiş! dedi. — Sonra? — İmrenmiş, tadına, bakayım, derken, oturmuş, bütün güveci bir temiz yemiş, bitirmiş! Elile, tezgâhın altında duran büyük türlü güvecini gösteriyor. du: — İşte güveç! O kadar da me. ze yedi! idi, bunu nasıl yiyebildi, şaştım! Küfretmek âdeti olmıyan üstat, çileden çıkmıştı: — Zittin pekini yesin, eşşek! elo OY Üniversite 725“ Talebesi Niçin Dökülüyor ? Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel Bu sene Üniversite imtihanlarında talebe büyük bir ekseriyetle muvaf- fak olamadı. Bu meseleyi tetkik eden Gençlik gazetesi, bu sunlin cevabini verirken mektepte talebenin kopyeci- liğini, muallimine silâh çekmesini, kadro noksanını, ve diğer meseleleri tetkik ediyor. Vardığı neticeye göre gençlik okumuyor diye bir mesele yoktur, Gençlik imtihanda muvaffak olamıyorsa, bunun kusuru teşkilâtta, idarede ve terbiye sistemindedir. Bu tahlilin doğru olduğunun en bü. yük delili, talebenin büyük bir ekse- riyet halinde muvaffak olamaması- dır. Her memlekette kollejde, Üniver sitede, muvaffak olamıyan talebe var dır. Fakat bu adet normal hududu geçti mi, mesele derse çalışmıyan, ve ya kabiliyetsizlik gösteren unsurlar mahiyetinden çıkar, umumi bir mâ- hiyet alır. Ekseriyet halinde kabili. yetsiz bir gençlik tasavvur edilemez. Yüzde yetmiş, hattâ yüzde elli nisbe- tinde talebe kabiliyetsizlik göstermiş- se bunun kusuru doğrudan doğruya sistemdedir. Ötedenberi yapılan iddialara göre birde talebenin Üniversitede muvaf- sebeptir. Fakat bunun yanında Üni- versite gençliğinin muvaffak olama- masında bir sebep daha yardır. Lise- lerde Tâboratuvar sâyi noksandır. Bugün hiç bir ilim şubesi lâboratu- var mesaisini kuvvetlendirmedikçe araştırdığı ilmi hakikatlere erişemez. Nazariye halinde ilim öğrenmek, âyet ezberletmek gibi bir şeydir. Esası çü- rüik bir ilim hamulesile Üniversiteye gelen bir talebe pek tabiidir ki mu- vaffak olamaz. Bundan başka, Üniversitede, mual- limin kürsüsünde dinledikleri mevzu ları genişletmek İçin talebenin elin- de kari derecede munzam malumat veren yardımcı kitaplar yoktur. Mu- allim, isterse bir dâhi olsun, bilgisi yine mahdut bir çerçeve İçindedir. Bu hududu genişletmek için talebe- nin müracaat edeceği kitaplar da hu- dutsuz olmalıdır. Buna Tiselerdeki terbiye usulleri- nin, tedris usullerinin. bozukluğunu, sıkı disiplinle büyüyen çocukların da- ratılmış yaratıcı kabiliyetlerini, ta- lebe çokluğuna karşı muallim azlığı. nı, müftedat programlarının standar dize talebe yetiştirmek temayülünü ve talebenin kafasını ne ha yatta, one de Üniversitede kullana- mıyacağı İüzumsuz ve sade nazari malümatla doldurmasını, imtihan u- sullerinin bozukluğunu, ilâve eder- sek, sistemin bozukluğu pek âşikâr suretle meydana çıkar, Gençlik gazetesinde talebenin ho- casına silâh çekmesi, kopye etmesi gibi meseleler de iddia ettiği gibi teş- kilât, idare ve sistem bozukluğu ne- ticesidir. Eğer ilmen, fennen tedavisi ve ilâcı bulunmuş bir hastalığı, dok- tor tedavi edemezse kusur hastada de gil doktordadır. Mektebin, terbiyenin, tedrisin âzami randıman vermesi ça- releri, fen kadar katiyetle değilse bi- le, büyük mikyasta keşfedilmiş ve uzun tecrübeler geçirmiştir. Garbin, Amerikanın terbiye sistemlerini tet- kik ederken bunların birisini aynen almaya mecbur değiliz. Fakat doğru- luğu fenni hükümlere yakın bir ka- tiyetle takarrür edenleri aynen, di- ğerlerini kendi ihtiyacımıza uydura- rak alabiliriz. Bu da pedagoji saha- sında salâhiyettar şahsiyetlerin yapa cakları büyük, derin, ve etraflı etüt- lerle mtimkiindür. Bu sene . Üniver- site talebesinin bu müthiş iflâsı, has- talığın tefessühe yüz tutmuş bir teza- hürüdür, da Bir Fikir | Çalışsa bin sene bülbül gibi harga, fasih olmaz, | | Balonla asümana çıksa bir insan Mesih olmaz, Müebbettir, kalır hep nak-