A YA ——— 2.6-938 HATAY RÖPORTAJLARI “Kendimizden ve Netice- den Emin Bulunuyoruz!,, Abdurrahman Melek'in"Tan,,aBeyanatı " Hataydaki Bütün Unsurların Hepsine Ayni Muameleyi Ya- pıyor, Ayni Kıymeti Veriyoruz. Esasen Bu, Her Türkün Milli Ahlâkının Tabii İcabıdır. Herhalde Bütün Güçlükleri Yenmiye Ve Eksiksiz İş Görmiye Azmetmiş Bulunuyorum. , Antakya, (Hususi surette gönder diğimiz muhabirimizden) — Bura- lara ilk ayak attığım gündenberi e- dindiğim kanaat, herşeye rağmen Hatay davasının Hatay Türkünün dilediği şekilde halledileceğidir. Bu kanaatim bilhassa, umumi valiyi görüp tanıdıktan sonra daha kuv- vetlenmiş bulunuyor. Kendisini, u- mümii valiliğin resmi merkezi olan. İskenderunda da ziyaret edebilir. dim. Fakat bir müddet için Antak- yada vazife göreceğini öğrendim. Umumi vali Abdürrahman Melek, tahmin edeceğiniz veçhile, işlerin son zamanlarda kesbettiği ehemmi yete binsen haftanın bazı günlerin de İskenderunda, diğer bazı günle- rinde de Antakyada vazife tedir. Antakyaya geldiğini öğrenir öğrenmez ilk işim soluğu Belediye binasında almak oldu: Çünkü umu mi valinin Antâkyada bulunduğu günler zarfında Antakya Belediye- sinde Umumi Valilik için tahsis e- dilmiş olan hususi dairede çalığ- makta olduğunu öğrenmiştim. İçeri hiç te yabancısı olmadığım bir yere girer gibi girdim. Abdürrahman Melek te beni ötedenberi tanıyan bir devlet adamı gibi, karşıladı. İlk sözü: — Hoşgeldin gazeteci! demek ol- du. Hattâ bana bilâhara öz adımla da hitap etti, O âne kadar beni ta uiyip Tanımadı; mn farkında ol madığım Umumi Valinin bu yakın âşinalığına hiç te hayret etmedim. Çünkü onüri çok yüksek kabiliyetli bir idare adamı ve eski bir gazete- ci olduğunu biliyordum. Kendisinden ilk aldığım intiba sorduklarıma büyük bir nezaketle cevap veren Abdürrahman Meleğin bilindiğinden ve söylendiğinden çok canlı ve yorulmak bilmez bir idare adamı olduğu idi. İlk sua- lim: — İşlerin er geç bizim dilediğimiz şekilde halledileceğine emin misi- niz? demek oldu. “Bundan da şüphe ml ediyorsu- nuz?” diyen gözlerle bana baklı, Sonra: — Nasıl? diye sordu. İşittikleri- nizle gördükleriniz arasında bir iç zat var mı? Ve ilâve etti: —Bu kadarı dâ kâfi değil. Bugün dünden daha iyiyiz, Fakat yarın da ha iyi olacağımıza inanıyoruz. Bana, birkaç defa için, bu bü- yük davanın tarihçesini bütün şü- mul ve hususiyetlerile anlatan bu €nerjik idare adamından aldığım #on intiba Hataylıların kendilerin- den ve neticeden yüzde yüz emin Muhabirimiz Halay Umumi Valisi Dr. Türk askeri heyetini görmek için yolları tıkayan muazzam Türk kalabalığı odukları idi. O da bunu benden sak lamadı. Ve bütün sorduklarıma top tan cevap vermek ister gibi: — Kendimizden ve neticeden e-, miniz! dedi, Bu aralık içeri !ki zat girdi. Be- ni've Genel Valiyi ciddi bir neza- ketle selimladıktar sonra ona doğ ru sokuldular. Pek az konuştular ve ayrıldılar. Çok kısa konuşan ve asla vakit kaybetmek istemez gibi görünen bu iki zatın kim olduklarını öğren- mek istedim, Ve öğrendim ki biri Hatay davasının en. baş işgüderle- Bnereral Asım Gündüz kendisini k arşılayan muazzam Türk kitlesini selâm yor Abdurrahman « Melekle konuşurken rinden biri olan Selim Çelnek, di- mat almak üzere olan Antakya Belediye Reisidir. Onlar, lâzmgelen direktifleri bir m tile alıp çıktıktari #ön- ine konuşmamıza devam Sordum — Böyle çetin ve ezik bir işin bâşında bulunan sizin gibi bir ida- rü adamının şüphesiz birtakım Ida- ri prensipleri vardır. Bu prensiple- re *am v€ mutlakıyetle riayet ede- biliyor müsünüz? Simay mk bekl e üymâk deyim. Bu prensi bir vatandaşı, diğer ın ayırt etmemektir. Ha- ki bütün unsurların hepsine ayni musmleyi yapıyor, ayni kıy- meti veriyoruz. Esasen bu, her Türkün milli ah lâkı ve her yüksek idare adamının tabii icabıdır. i, hil Biz konuşurken, ard arda girip çı kanların da sonu gelmiyordu. Umumi Vali, herkesin derdini dinliyor, herkese cevap veriyor, a- rapla arapça, Türkle türkçe konu- şuyordu, Dikkat ediyordum. Her- kes dışarıya endişesi zail olmuş, meşhulü çözülmüş Bir insan gibi çıkıyordu. Ben de öyle çıktım. Eli- ni sıkarken: — Daha birkaç gün burada mısı- nız. demeyi unutmamıştım. O, bü yük bir nezaket ve katiyetle cevap verdi : — İşlerin icap ettirdiği şey ne ise © olacak. Herhalde bütün güçlükle ri yenmeğe ve eksiksiz iş görmeye azmetmiş bulunuyorum. Bunun için hem burada, hem de İskende- runda çalışmam icap ediyor. TİREDE : Ödemiş Yolunda Bir Sabıkalıyı Vurmuşlar Tire, (TAN) — Buradan iki kilo- metre uzakta, Ödemiş yolu üzerinde hırsızlık ve yankesicilikten emniyeti umumiye nezaretinde bulunan Mi- Tâslı Ciba Mustafa oğlu Ahmedin cesedi bulunmuştur. Katil olduğu sa nılan, Tirenin İhsaniye mahallesin - den Nüri Polat yakalanmıştır. Bir Adam, Metresini Öldürdü Tire, (TAN) — Alacalı köyünde bir cinayet olmuştur. Kadir oğlu A-| Mehmet linin hizmetçisi Çankırılı oğlu Yaşar, epey zamandır beraber yaşadığı 35 yaşlarında Ayşe Taylanı sopa ve bıçakla öldürmüştür. Cina- ivetin kıskânçlik ve geçimsizlikten ileri geldiği anlaşılıyor. Katil tutul muştur. TAN Milletler Cemiyetinin Hatay Mümessillerile şmek Kabil Değil (Başi 1 incide) doğurmuştur. Çünkü haritaya bakar- saniz göreceksiniz ki bu sözde müsta- kil memlekete sahil namına sadece İs kenderunu bırakmışlardı. Bu da elle rinden gidince burası sahilsiz, mah- reçsiz kalacaktır. Bu endişeyi işlerine geldiği gibi körükleyen müstemleke el ruhlu memurlar bence hakiki Fran sızlardan kalın bir çizgi ile ayrılması icap eden bir zümredir.” Frankfurter Çaytung gazetesinin son nüshalarından birinde Bayan Ba verinin Hatay hakkındaki fikirlerini hülâsa eden bir makale çıkmıştır. Bunda aşağı yukarı muharrir şunları söylüyor: “Sıra ile levhalar görüyorum: An- kara oteli, Hatay kahvesi, karakol... Büyük bir binanın üstünde bir Türk bayrağp... Suriyenin içerilerinden ge- len bir adam Antakyaya, girince bir Türk gelirinde bulunduğunu derhal farkediyor... Alman gazetecisi, halkın Milletler | iyeti mümessilleri hakkinda ne| ündüklerini aydınlatmak için şu fıkrayı anlatıyor: “Şehirde, bir Avruprlının arzuları na “uygun bir tek otel var. Buraya Milletler Cemiyeti mümessilleri yer- leşmiş. Sordum: — Hiç boş oda yok mu?, — Var. dediler. Fakat Milletler Ce miyeti. mümessillöri hariçten kimse ile temas etmek istemiyorlar. Bunun için otele başka kimse kabul olunmu yor. Böyle bir temas, Milletler Cemi- kırı düşermiş Bir Lübnanlı bu sözleri dinliyor- du. Söze karıştı ve istihzalı bir tavır- İla dedi ki; — Bitaraflık mı? Buna eehalet de- mek daha doğru olur. Bu adamler memleketi tanımıyorlar. Halkı tem- mıyorlar. Ne“türkçe, he de arapça bil- miyorlar. Bitaraf olabilmek için ki tarafın ne olduğunu bilmek lâzum- dir.” Bu küçücük fıkra, Fransız memur larının bitaraflık adı altında Milletler Cemiyeti memürlarını ne yolda bir kafese koyduklarını ve ne şekilde dınla Çi Alman gazetecisi sözüne devamla diyor ki: tay meselesinden bahsedil yor. Suriye gazeteleri (Liva) mese lesi üzernide duruyorlar. Avrupa ga zetelerinde Sancak meselesinden ba- his var. Bu üç davanın ayni dava ol duğunu kavrayıncaya kadar epeyce vakit geçiyor. Burada. seçimler 'devam ediyor Fransızların hazırladikları ilk kanu- na'göre bir Alevinin kendini Türk lis tesine yazdırması sahtekârlik say yordu: Bunun yirmi seneye.yakın ha- pis cezası vardı. Türklerin ısrarile bu madde kalktı. Şimdi nazari olarak herkes istediği listeye yazılabilir. Fa- kat Fransız casusluk teşkilâtı pek iyi çalıştığı için bu hürriyet nazariyatta kalıyor. Her müstehip, Türk, Alevi, Arap, Ermeni, Rum, Kürt ve diğer unurla- ra mahsus yedi listeden birini seçe- bilir. Her listenin rengi başkadır. Türk listesi kırmızı, Arap listesi be yazdır. Ermeniler dün Türkiyeden kaçan adamlardır. Fakat Suriyelilerin dini taassubundan korkan ve kendilerini bugünkü Türkiyeye yakın bulan Er- meniler çoktur. Kürtler de Suriyeli- lerle bir türlü geçinemiyorlar. Rum- lar kendi aralarında ikiye bölünmüş- tür, Aleviler de öyledir.” Bayan Boveri Fransız siyaseti- nin hedeflerini şöyle anlatıyor: “Fransızlar, buralardaki azlıkla- rı, eskidenberi Suriye * milliyetper- verliğine karşı bir silâh diye kullan mışlardır. Bu insanları Suriyelile - rin intikamına karşı az, çok koru- mak mesuliyetini duyuyorlar. Diğer taraftan Fransızlarda cihan siyase- tine ait düşünceler dolayısile Türki- ye ile hoş geçinmek arzusu vardır. Diğer taraftan ellerinden bu kadar şeyleri aldıkları Suriyelileri idare et mek.ve onlara hoş- görünmek isti- yorlar. Üçüncü bir arzuları da Türk halkının Suriyelilere karşı hamisi Sıfatını takınarak Hatayda yerleş - mektir. İskenderun limanının Ada « lardenizindeki İtalyan üslerine ya » kın ve kıymetli bir üs olduğu da ha- tırlarımdan çıkmıyor.,, z yeti mümessillerinin bitaraflığına ay| Na v “İnsan Türkiyede i'dolaşırken Ha. | Te7ek kadının Cinayet İşliyenler Deli midirler ? "Cinayetlerin Başlıca Sebebi Fazla Kıskançlık Denilen Hastalıktır. Bunu Tedavi Etmek İçin de Boşanmayı Kolaylaştırmak Lâzimdır., ? YAZAN: Reşat Feyzi / / Mr ELİ pert cinayetinin meraklı tafsilâtım, tahminim hilâfi- na, akıl ve sinir doktoru profesör Mazhar Osman da takip ediyor- muş. Son günlerde, henüz katil Ali Rızanın marifetlerindek!- €s- rar perdesi çözülmeden, irili ufak lı'birkaç cinayet daha oldu. Bütün bu cinayetlerin sebebi nedir?.. Bu sualin cevabını Maz- har'Osmandan öğrenmek istedim. Delilerin sayısını, bizim bildikle- rimizden daha fazla artıran üsta- da ilk sunlim: Ali Rıza bir deli midir? oldu. — Hayır, yahüt eveti Size bir sey söyliyemem. Çünkü, kendisini görmedim, muayene etmedim. — Cinayetlerin — sebepleri dir? — Çok sebebi var. Bunların ba- şında kıskançlık gelir. Gazetelerde okuduğuma göre Ali Rıza da, cina yetlerini kıskançlık saikasiyle yap- miştir. Mazhar Osman, bilhassa kıs- kançlık üzerinde çok durdu. Ev- velâ bana şunu sordu: — Gülen adam bir deli Bir lâhza düşündi Hayır. D ls Tabii.. Gülen adam deli de- ğildir. Fakat, bir adamın, fasılasız yarım saat kahkaha attığını düşü- nünüz. Derhal “delidir),, diye hük- münüzü verirsiniz. İşte kıskançlık ta öyledir. Fazla kıskançlık mar3- zi bir haldir. Buna Paranoya dö jaluzi denir. Kıskançlığın. çeşitleri, Demek ne- a Ta kıskançlar, yani maraz.helinde bulunanlar, hiç y sevgilileri ni kıskanırlar, İşi daha ileri başına zalim & lirler. İçlerinde nihayet katil olan lar pek çoktur. Babasından; kar- deşinden karısını kıskananlar çok görülmüştür. Bunlar hasta adam- lardır. Akıl hastası. Birçokları e- vin içinde, karıların pencerenin kenarında görseler, herhangi “bir adamın sokaktan bir iki defa geç tiğini hissetseler, fena halde almır- lar. Hemen şiddetle çerler. Sevdiklerin yalvararak değil rak tedip ederle tsnemizde çoktur. B harekete ge- göz yaşı üe zalimane, kıya- Böyle tipler has azılarında, bu nüve tam ms- raz denecek derecede inki- şaf etmiş değildir. Fakat, az Çok mevcuttur. Bu gibile; ayatı zev ciyet için, grek'kendilerine, gerek eşlerine zehirli bir unsur olurlar, Evin içinde: kavga eksik olmaz Kalbleri hiç bir suretle rahat ede- mez ve emniyette olamaz. Profesörü dikkatle dinlerken, mütemadiyen erkeklerin marazi hallerinden bahsetmesi nazarı dik- katimi celbet Mazhar Osman a- yakla dolaşa dolaşa yorulmuştu. Mâsasinın önündeki koltuğa otu- runca sordum: — Kadınlarda bu yok mudur?. — Nasıl olmaz.. Bu hal, erkek- lerde olduğu kadar kadınlarda da vardır. Ve daha ziyadedir. Fakat, kadınların kıskançlıkta fazla za lim ve mütehakkim olmamaları, ruhlarının daha ince ve terbiyele- rinin daha ziyade zulüm ve ezaya katlanır tarzda oluşundandır. Uivü birazda aşk ve sevgi bahsi- üzerinde konuştur. mak istedim: — Kıskançlık ayni zamanda şid detli bir aşkın “ifadesi midir, de- dim. Doktor güldü. Ayağa kalkarak: — Biz, Cenup ahalisi karı sı- cak ve hararetli insanlarız. Sevgi- mizde ifrata varırız. Bu, yalnız bizde değil, Yunanlılarda, İtalyan larda, İspanyollarda da böyledir. marazi hal Dr. Mazhar Osman Ms» Osman, şir ve aşk memleketlerini böyle kısa- ca sıraladıktan sonra, bu bahsi bü a kesti. Sözüne şöyle devam etti: — Bu gibi mizaçlar karşısında e ve kanun r. En şid- silâha saldı- Hiçbir kanun ve terbiye, kışk vardır. Herkes detli kıskançlar bil Tamaz. böyle bir psikopağa, yani fazla kıs kanca cinayet yapmak için hak vermez, Bir delide” bile Kanunun ve yüksek terbiyenin. tesiri var- dır. Onun için memleketler- de, meselâ İngilterede, kiskançlık hayatına hürmetsiz!ik ve nden Vukus gelen ci- katili ne kanun ve ne at mazur görür. Kitkandığı- pi öldürmiye, ne cemiyetlerin ya- pıt, ne de kanunların şekil ve ru- hu, ne de tıp fenni müsaade et- mez. Onun içindir ki, daha çöce yaşta, insanda böyle bir hak madığını öğretmek ve müerii şiddetle cezalandırmak lâzımdır. Bir taraftan da talâkı teshil et- mek icap eder. Mer Osmanın bu son cüm- İesi dikkatimi çekmişti. Ya nılmamak için sordüm: — 'Talâk mı'dediniz?; — Eve Talâkı yani ayrıl K mak lâzımdır. Sonra şöyle izah etti: — Kalbine böyle bir şüphe gi- renin ve bu şüphe yüzünden, ba- husus iptidai terbiyesi * olanların; mantıkla yola gelmesi çok zordur. Bu gibiler, kendine ve eşine. ha- yalı, tahammül edilmez bir hale getirir. Üstat durdu. Biraz 'dinlendik- ten sonra ilâve etti: — İşte cinayetlerin başlıca se bebi kıskançlık, dedik.. Bunu, taklık, silâh taşımak, biri hayat ve hakkına hürmet edecek şekilde terbiye görmemek ve yet gasp ve sirkat takip ede kati en aşağı dereceye kı rum. Çünkü, sirkat esnasında ya- pılan cinayetlerin çok ağır ceza gördüğünü bilen alışkan E mümkün olduğu kadar, e! bir cinayet çıkmamasına çalışır lar. Nadiren bu vaziyete düşer! Yalnız, hırsızlığa ilk defa başlı ve para hırsı gözünü bürüyen kim seler arasında, teşebbüsün muvsf- fakıyetini temin için pek şerirane katil yâpanlar daha çoktur. Gaze- telrdeki vakalarda da bunu gö müyor muyuz?. a- A ani, bu gibi elnayetlerin ço- ğu, alışmış hırsızlardan 7i- yade, ilk müteşebbislerin elinden çıkmaktadır. Mazhar Osman, cinayetlerin se- beplerini böyle izah etti. Hava ka- rarırken müsyenehanesinden çık- tım. Yolda, başka sebepler var mı diye düşünüyordum.