Harp Patlıyor Meğer Çın Çın de General olmak sahiden kolay ve tatlı bir işmiş. Bibi hemen bütün gün pankta, bahçeler- e FAŞ PD gidip eğleniyordu. İş zamanı günde beş dakikayı bile geçmiyordu. Dün- yanm Çın Çından başka neresinde böyle ordu, böyle generallık bulunur du! y SİLAH BAŞINAİ SİNEKELER — HARPAÇCTI.. Sürekli Hikâye : 6 Miki Fare, Sevgili okuyucularına BUBUL © Kadar tatlı tatlı söyledi ki toplantı ya çağrılan bütün sinekler hep bir- den bağrıştılar: — Alacağız, Çın Çın'ı alacağız. O günden sonra hemen kocaman bir sinek ordusu 'a baş- ya koştu O, herhalde harbin ne oldu ğunu bilirdi. Bibiye de yapacağı şey leri öğretebilirdi. Fakat ne gezer? Za vallı Bibi bu düşüncesinde adam akıl l ?sıulmıştı. İlbay, kızının korkudan landı. (Çın Çın) ı ne halde olduğu- nu iyice anlamak için oraya gizli ca- suslar yollandı. Bu casuslar (böcek memleketi) nde herkesin uykuda ve eğlencede olduğunu öğrenip kendi memleketlerine haberler saldılar. Çok geçmeden tepeden tırnağa kadar si- lâhlı bir sinek ordusu (Çin Çın) a sal dırmak için hazır oldu ve toplandı. Bizim genç General Bibi ile ihtiyar ilbay hâlâ kırlarda, parklarda gezip toza dursunlar, sinek ordusu nerede ise yola çıkacaktı. İşte o gü birinde bir sabah (Silâh başına! Sinekler harp açtı.) Hele kırlara çıkmca Bibi sanki ye ni bir dünyada imiş gibi neşeleniyor hep şarkı söyleyip gülmek, eğlenmek istiyordu. Yalnız kalmasın diye Zizi ve ilbay da onunla beraber dolaşıyor lardı. Hepsi cennet gibi güzel Çin Çın da eğlenip duruyorlar, yakında baş- larmda kopacak kıyametin farkında bile olmuyorlardı. Evet Çın Çın yakında büyük bir fe lâkete uğrayacaktı. Çünkü: İlbayla general kolkola kırlarda dolaşırken, beriyanda “Sinekler memleketi,, inde (Çın Çın) a karşı konkunç bir savaş hazırlanıyordu. Sineklerin bütün büyükleri Kral- larının emri altında bir toplantı yap- mışlardı. Karal onlara: — Biz sinekeri gittikçe çoğalıyo- ruz. Bu memlekete sığamaz olduk ar tık. Hem yeni bir memlekete, hem de daha fazla paraya ihtiyacımız var. Yanıb: i böcekler li ti Çn Ç çok güzel ve çok zengin bir yer. Ahalisi de az. Onlar çalıp şağırmakta, eğlenmektedirler. — Vu- Bibi Zizi ile birlikte dolaşınken uzak- tan uzağa kulağına acı bir zil sesi geldi. (Çın Çın) a kocaman bir zil var dı; Adı (Tehlike zili) idi... Korkula- cak birşey oldu mu bu zil çalmırdı. Zili duyan her böcek şehrin büyük meydanına koşar, orada büyük bir duvara asılı koca bir jlânda korkulan şeyin ne olduğunu okurdu. Bibi zil sesini duyar duymaz: — Zizi, dedi, haydi çabuk araba- mıza atlayıp “büyük meydan,, a ko- şalım. Bak “tehlike zili,, çalıyor. Arabalarma atladılar. Yolda ken- koşuşup ka - çışanları ğörünce ona: İLE BİBİ hikâyesini takdim eder. auramaz bir hale geldi. Yumruğu ile masasının üstüne vurup: — Ya öleceğim, ya bir çare bulup hepimizi wm diye bağırdı. Bibi Harp Meclisi Kuruyor Fakat Bibiye birdenbire bir ferah- lık geldi. Yüzü gülümsedi çünkü ak- hma şeytanca bir kurnazlık gelmişti: — Sanki o kadar neye telâşlandım. Ben birşeyden anlamam amma sava şın plânlarını yapacak bunca akıilı iş adamlarım var. Onları çağırır, bir şey bilmediğimi sezdirmeden işi onla ra yüklerim. Bana da emir verip, sözü mü dinletmek düşer. Zaten herkesin benim emrimi beklediğini ilbay söyle medi mi? İşte Bibinin bulduğu çare bu idi. — Memleketi kurtarmak işi sana düşüyor Bibi. — Bibi, dedi, sen bu memleketin biricik generalisin yurdu kurtarmak sana düşüyor. Düşün, taşın, çt.re bul. Herşey senin emrinde. Haydi yur) bakalım. Bundan fazla da bir şey söylemedi. Zavallı Bibi sıkmtıdan yüreği — hop hop ede ede kendini iş odasına dar attı. Burada yalnız başına onu bir dü şüncedir aldı. İşte sinek ordusu geli- yordu. Çın Çında nerede ise top ses- leri duyulmıya başlıyacaktı. Böcek di ne canı vardı ki, zora da (bu- & NU yansın. Sinekler bütün memleketi ala caklar, kadın oçcuk, genç, ihtiyar de meden öldüreceklerdi. Hattâ Bibiyi serserilikten kurtarıp Generalliğe yük selten büyük kalbli ilbayır, hattâ ar- kadaşı ve nişanlısı Ziziyi bile. Bunları düşününce Bibi yerinde BAA — Yumruğunu masanın üstüne VUrUP.... dileri gibi büyük meydana koşan yüzlerce böcek ve araba kalabalığı vardı. Herkesin yüzü merak ve kor- ku içinde idi. Meydanın ilân duvatım- birşey an | çar adıkları yok, Çabuk orduyu, donan İIydI. nayı, uçakları hazırlayın. Bir hücum şapalım. Ya teslim olsunlar. Yahut 'a bütün böcekleri kırıp geçirip mem eketten atalım. Güzel (Çın Çın) a terleşelim. — Buldum,şeytanca bir kur- azlık buldum. ; Dedi. Bunları o kadar hevecanla. da harflerle şu sözler yazı- lıydı. *“Silâh başına! Sinekler harp açtı- lar!,, 'Tehlike Zli düyan herkes korkunç birşey duyacağını zaten biliyordu. A ma bunu ya bir büyük yangım, yahut VAA Gazetenizin Hazırlıkları " Küçük Okuyucular; Gelecek sayımızdan baş- lıyarak size birçok yenilik- ler hazırlıyoruz. Okullarınız açıldığı zaman gazeteniz si- ze hem faydalı, hem eğlen- celi birçok yeni yazılar, re- simli hikâyeler, bulmacalar ta buna benzer birşey Çünkü: Ne kadar yıllar var ki böcek ler memleketine savaş olmamıştı. Bu rada herkes harbin adını bile unut- muş gibiydi. Herkes ne ise ne amma, ya zavallı Bibi ne yapsın. Daha General olalı bir ay olmadan bu harp te nereden çıkmıştı. İlbay onu kavga nedir - bil- miyen bir memlekete general yapmış tı. Bibi harpten, ğ ne anlar riyor ve kazananların sayı- sını da çoğaltıyoruz. “TAN,,1ın çocuk klübüne girenler için de birçok yeni şeyler hazırladık. TAN klü- çok işlerine dığ Hemen önü i zile bastı. Uşağına: — Çabuk, bütün subaylarımı ça- ğır, emrini verdi. On dakika geçme- Sinek karlı bütün adamlarını topladı den içeriye uzun bacaklı, ince uzun burunlu biri girdi. Başmda —Amiral kasketi, sırtında yeşil uzun kuyruk- hu şık bir elbisesi vardı. Bibinin önün de saygı ile eğildi. Ve şu emri aldı: « — Biliyorsunuz ki sinekler bize harp açtı. Ne zırhlılarımız, ne de u- çaklarımız yetişmez. Çabuk yüz zirh- h ile, bin uçak hazırlaymız. Bekliye- cek vaktimiz yok. j Yeşil elbiseli böcek, hava donanma işlerinin başıydı. Aldığı emirden şa- şaladı: (Yüz zırhlı, bin uçak, bekli- yecek vaktimiz yok.) Bütün bunlar olacak şey mi amma ne denir. Harp patlamış, emir, emir- dir. Böcek memleketi bu! Yeşilli iş adamı askerce bir selâ- — Koş arabamıza atlıyalım. d, ideli göre- J: dı. Zaten böcekler memleketinden başka yerde olsa onu kim general ya pardı ki... Gelecek sayıda size bütün bunları teker teker yazaca- Zavallı kan ter içinde, doğru ilba- ölrdüdü $ â Ş N ; hediyelerinizi zen;.'b..?:;î DA ASA SD SA DDD DU — Başüstüne Komutan diyip oda- dan çıktı. (Arkası var) Gelecek hafta: Böcek — Sinek hıı.. bi. | | Puslayı İlk Defa . Kim Kullandı? Eskiden Yı ve i$TE BUNU, BİLMİYORDUM. Camdan Şapka ve Elbise mıhladızm ne mühim bir işe yarıya- cağını tamamile bilemiyorlar, onu yalnız demiri çekmek işlerinde kulla nıyorlardı. Mıhladız iğnesinin dünya nin çekici kuvvetine uyarak şimal kutbuna doğru döndüğünü yedinci ve sekizinci yüz yıllarda ilk defa Çin liler buldular. Ondan sonra Araplar bunu Çinlilerden öğrenerek kullandı- lar. Haç savaşları zamanmda da Av- rupalılar da Araplardan öğrendiler. Daha sonra Amerikayı keşfeden meş hur Kâşif (Kristof Kolomp) pusla iğnesinin tamamiyle arzın şimal kut- bunu göstermediğini, kutup nokta- sından biraz ayrıldığını meydana çı- kardı. Ve puslanınm doğru olarak kul- lanılmasını buldu. Tava Neye Yarar? Son camdan şapka ve elbise yapmak işleri çok ilerledi. Ön- ce camdan iplik yapılıyor sonra bu ipliklerden şapka yapılıyor! Elbiselik kumaş dokunuyor. Şapka için hazırlanan bu- iplikler tıpkı hasır şapkalarda kullanılan sa- man sapları gibi camdan saplardır. Böyle yapılan şapkalara cam sama- nından şapka deniliyor. Bazı memle- ketlerde bu şapkalar satılığa çıkarıl- mıştır. Bir taraftan da cam iplikle- rinden çuha ve kumaş nevinden do- kumalar yapmak için çalışılmakta- ır. Cam kumaşlardan yapılacak elbi- seler çok dayanıklı olacak ve artık yazm elbiselere musallat olan güve derdinden herkes kurtulmuş olacak. Cam elbiselerin birçok faydası daha var. Bunlar ateşle kolay tutuşmıya- cak, ve kısalıp Kim bunu duyar da üt eder: “İçnde bir şeyler kızartmıya tabii..,, Ya tenis ne ile oynanır. Ne ile ola- cak? “Raket,, le tabii. Halbuki tava- nm bir işi daha varmış. Tenis te ra- ketten başka bir şeyle oynanıyor- muş. Biz de yeni öğrendik: Tenis ta- 'va ile oynanıyormuş. Nerede mi? A- vustralyada, Oranm tenis şampiyonu bir gün söz arasında arkadaşlarına “Ben değil raketle tava ile bile oy - nâasam önüme çıkan oyuncuyu yene- Trim, diye l da caktır. Bizim devrimiz tarihte belki de cam devri diye isim alacak. Himalaya ve Tibet'e Gidenler Dünyanın en yüksek dağı olan Hi- malâyaların tepesine çıkmak kaç yıl dır birçok gezmenlere, coğrafya bil- üş, onu bu sözüyle tutmak istemişler. İçlerinden en iyi bir oyuncu hemen rebetin alıp sahaya çıkmış. Kendini övenin eline de bir tava vermişler. Tabiit herkes bu garip o - jyuncunun hemen mağlüp olacağını bekliyor ve gülüşüyorlarmış. Halbu- ki: Çok geçmeden tavalı tenisçi oyu- nu kazanmış. Gülmek sırası ona gel O günden sonra tenisi tava ile oy- namak moda olmuş. Herkes raketini bir yana atmış, birer tava edinmiş. Spor mağazalarında şimdi raket ye- rine tava satılıyormuş. Raketlerse büyük bir merak oldu. Bu uğurda kar ve buzlar altında can ve- renler de yok değil. Bu yıl yine bir İngiliz bilgin ve gezmen kafilesi o te peye tırmanmak için hazırlandı. Bun larım hazırlıkları her sefer gidenler- den çok daha mükemmeldi. Çünkü bu kafileye baş olan adam Himalâya ya ilk defa gitmiyordu. Daha evvel- ler de ayni yolculuğa teşebbüs etmiş, tepenin (300) metre yakmlarına ka- dar çıkmış fakat ondan yukarıya gi- dememişti. Gidememişti amma bu ulu dağlara tırmanmak için en iyi mevsimin han- İ li neler lâzım antikacı nı süslüyormuş. Yavrularını Balık Olarak Doğuran Balıklar Bilirsiniz ki balıklar da kuşlar gibi yavrularmı yumurtladıkları yumur- tadan çıkarırlar. Acaba bu kaideye aykırı olarak yavrularmı yumurtla- madan doğuran balıklar var mı? en çoğu yavr ağı zaman yumurtlarlar. Sonra bu yu- murtalar vakti gelince yarılır. Mini- mini balıklar ortaya çıkar. Fakat ba- Zzı denizlerle tatlı sulardaki balıkla- rın yumurtaları doğrudan doğruya balıkların karnında açılır ve küçü- cük yavrular meydana çıkarlar. Bu cins balıklara bilhassa Fransa sahillerinde rastlanır. Camgöz ve kö- î balıkları da bu cins balıklardan- gis “|olacağını da öğrendiği için bu sefer herkesten ve her zamandan iyi ha- zırlanmıştı. İşte bu gezmen kafilesi yalnız Hi- loralarda coğrafyaya, havaya ve da- ha birçok şeyler üstünde incelemeler yaptılar. Bundan başka bir de mü- kemmel film çektiler. Bu film renkli dir. Dünyanın en esrar dolu bir mem leketi olan Tibetteki papazları, hükü met adamları renk renk elbiselerile bu filmde görünmekte. Parlak boyalı saraylar, manastır- lar, Himalâyalarım üstünde güneşin doğuşu, batışı da hep bu filmde. Bu gezmenler oralardan zakkum ve da- ha başka oralara mahsus çiçekler, fi danlar da getirip ekmişlerdir. Onla- rm sayesinde yakında İngilterede Ti- bet çiçekleri, Tibet fidanları görüle- cek, Oralara kadar gidemiyenler de hiç olmazsa bu çiçekleri, manzarala rı seyredip Himalâyaları, Tibeti gör- İKAHKAHA KOŞESİ İki Çocuk Arasında Baydar — Galiba evimizden taşı- nacağız. Nazlı — Neden anladın?. — Bü sabah pencerenin bir camını kırdım da annem bana hiçbir şey söy lemedi. Ğ Haylaza Göre Ders Öğretmen — Cemil; senin hiç ders dinlediğin yok. (Bir beş kuruşu kürsünün üstüne atıp) kalk söyle bakalım bu, ne?. Cemil — Tura! Lokantada — Garson, bu sıcakta balıklarınız taze mi — Vallahi orasını bilemiyorum ba yım, ben buraya geleli sekiz gün ol- du. F Çocuk Mantığı ? — Güneş (6 yaşında) — Yeni evlenen ablamın bir çocuğu olmuş. Bu sabah mektup aldık. Aysel (7 yaşında) — kız mı, oğ- lan mı? — Bilmiyorum ben de çok merak ediyorum. Acaba teyze mi oldum, yoksa dayı mı? Dalkavuk Prusyanın eski Krallarından Fre- derik—Giyom boş zamanlarında res- samlığa heves eder, acayip tablolar çizerdi. Eli bu işe hiç ynmadığından çizdiği resimler mânasız, münasebet siz şeyler olurdu. Fakat etrafında- kiler onun her resmini hayranlıkla ve takdirle karşılarlar, her vurduğu fırçanın harikulâde bir sanat eseri meydana getirdiğini söylerlerdi. Bir gün Kral yine böyle, boyalarla oynar ken, yanımdakilerden birine sordu: — Şu yaptığım tablo, kaç para e- der dersin? — Beriki atıldı: — Bu tabloya paha biçmiye — im- kân yoktur Majeste fakat birisi bu- nu 200 altına aldığı zaman “yur- gun vurdum.,, dedi. A Kral: — Haydi ben bu kaaar para iste- mem, 100 altın ver de tablo senin ol- sun, dedi. Zavallı dalkavuk, beş para etmi- yen tabloyu almak mecburiyetinde müş gibi olacaklar. kaldı. Hesapçı ” Çocuk | Küçük Ahmet, hüngür hüngür aj ı lıyordu. Amcası sordu: K | — Ne var oğlum, ne ağlıyorsun? — — Annem bana beş kuruş vermiş ti kaybettim. | — Haydi, al ben sana on kuruş v — reyim de ağlama. ğ Küçük Ahmet, on kuruşu almecs: daha acıklı acıklı ağlamıya başladı. — Amcası sordu: — Ayol, ne oldun? Şimdi neye ağ- — lryorsun ! — Hi.. Hi.. Ben ağlamıyayım da kim ağlasın. Eğer annemin beş ku- ruşunu kaybetmeseydim, şimdi 15 kuruşum olacaktı. T şaziyenin annesi, babasma dedi ki: n — Yazık, geçen gün aldığın fırça çürükmüş, bütün kılları döküldü. Bu sırada Şaziye söze karıştı: — Merak etme anne, fırça kıl dö- — ken hastalığına tutulmuştur. Birkaç — gün sonra kılları yine çıkar. Açık Sözlülük Baba — (E...) e saat kaçta trer var? Memur — Benimle eğleniyor mu- sunuz? Tam beş keredir sordumuz, — söyledim. | Baba — Konusmanız çocuğu güldü — rüyor da... Hasta B ae ©İ Kuş : vi NM Berber, müşterisine, saç çıkartar suyu methetmişti. Müşteri: — Vallahi, dedi böyle şeylere hix emniyetim yok. Baksanıza, bu — sar Suyu işe yarasaydı evvelâ sizin başı — nız saçsız olmazdı. Berber: | — Hayır bayım, dedi. Bakmız bi — zim kalfaya saç suyunu kullandı Saç ları arttı. Ben de kendi icadım olar — kıl döken merhemini kullandım. Ne — ticada hasım kabağa döndü.