Sivan Bolu” Çaylarla dolu, geçen” He, ö" “X, 2 ye solu ğe; gede veren Şeyh Fahrinin Düm Misbah, Silvanın beş ilk mektebinden iyi derece- 9 i$ ve Diyarbekir orta mek- Yi derece ile bitirmiş bir genç 5 tnmuz 937 de -kimbilir ka- Mik f4- Türk devletine karşi $i- Ni İP gaflette bulunduğu için dd, “praklarına cansız yuvarlan- diy « Silvanın öz gençleri de var ta, onlardan birisi sesi heniz saz | Ss W nefesine kadar kaypak ve ağ vak olan Şeyh Nureddi- e Olu, ve son hain nefesini bir öğr ai yukarıdaki güfteyi ir. Adı sanı bilinmiyen, “1â- Gi karışan bu gencin kalbin- eli. Ve bu gönç, bu illerde k ta, Böyle sira sera adsız- , “Pelenen soysuzlardan büsbü- ka düşünüyorlar, başka ve uyuyorlar, Ve Fıratın öte- İylelerin sayısı, sayılmıya- Nayir goktur. Ulu orta menfi * Her "bu vatan ağ noktaya mim koyması eş #hlı adsız delikanlının - ötesi- V beri İni güya düzeltmek kabalı- bulunduğum - yukarıdaki Mmesi “tam hakikat” lerin bir Yatağın. E Yet, Diyarbekirin 96 kilomet tığ, ala Ötesinde ve eski Dersimin Sed öşeninin berisindeki Silvan an Diyarbekir halkasını Mağ Bu halkanın yarım par- ğında Dicle köprüsü var, Bu en #onra Dicleyi beş altı par ty 8 kadar takip ediniz. Işte İe arasma irili ufaklı tam i, 2 tane çay, irmak, dere dökt- İçilmez kırları susuz geçen CU İçin bu dokuz suyu aşa- u varmak ne hoş oluyor. Ni i bilmiyorum, fakat bu İn irmakları akar Atam de | ay bir biterse modern işlerle ekg ortaçağ şatosu Silvana git- pe başka bir zevk olacak, Si tı, “0 beş kilometre bir yolu sola İş “Ahız eski Beyleri ve şatoları Ky Hazron nabiyesini bir “âYa minyatürü gibi seyreder- ik tirsatta keklik avma gide- i ğullarının şatolarile Mr yi Tie değil, temiz sokakları, a İn, Yemyeşil fidanlığı, deste lana ile değil, Silvan, Yıl ha yarı Grupu Kumandanı a ltafa Kemal Paşa ile ö- Mustafa Kemal adı bugünkü İnen Sılvan Fratin ötesinden bir görünüş beşikte yatan Silvan çocukların kulâklarında bir İnsanlık, şefkat, iş ve kahramanlık masalı olarak dolaşıyor. linmiş buğdayın yolunu Sil- vandan geçer sananlar Trab lusgarp sahillerinin ve Anafartala- rn büyük kahramanmı karargâhi- le beraber orada birkaç ay durdur- muşlardı. “O” nun bir “durmaz” olduğunu ancak bizim devrimiz öğ- Tendi. Viran Silvan “0” nun durdu- rulduğu “durmaz” günlerinde şen- lenmiş. İşte meydanda, Kayadan dağın cenup bağrımı kuşatan kasa- bayı bir baştan bir başa geçen, iki yanı ağaçlı şose onundur. Şimdiki genç kaymakam, çalışkan Erzurum çocuğu Ekremin - şu gördüğünüz - beton çeşmelerinden onun suyu &l maktadır. Yaradılıştan sürmeli şen ksdmların, kırmızı yanaklı, çırçıp- lak, şen çocukların çimdikleri “yı kandıkları” şü berrak derenin üs- tündeki köprü onundur, Bugünkü geniş fidanlığın yerini o günden o seçmiştir. Ti salonlu Halkevi onun dur. Millet dershaneleri onundur. Havuzlu bahçe onundur. Mektep o- nundur. Ortalığı emniyet veren, ba inlere aman vermiyen, Misbahları tepeliyen yiğit jandarma delikanlı larile yüzbaşıları Hamdi onundur. Çeşitli Silvan yılanları bile onun a- yaklarındaki çizmelere yüz sürdük- leri için ehlileşmişlerdir. Kimseyi korkuttukları bile yok. Bu şose ye- ter mi hiç? Biraz cenubundan Di- yarbekir « Van demiryolu da geç- mek üzeredir. Bu da onundur, Da- ha ne bileyim, ben de ohun, sende onun, bu toprak ta, bu gök te, bu denizler.de onun.. Ve ürk ta- riinindir. Ben burada Silvanı yaz- madım. Yeni Türk tarihinden bir tek harfi buraya geçirdim Silvanlı genç adsız! Ne doğru söy lemişsin: Dağları kaya, kırları oya, Silvan bağlıdır, yıldızla aya. Altışar Aya mahküm Oljdular Bilecik, (TAN) — Burada düğün arabalarının önüne geçerek içindeki- lerden bahşiş istemek âdeti vardır. Buna isi/vaden, yere eivili bir tahta koyup düğün otomobilinin önüne ge çen bazı gençleri poliste teşebbüs et- miştir, Bunu , dinlemek istemiyen gençler mukavemete kalkıştıkları memurlarma karşi gelip tecavüzkâre ne harekette bulunmak suçu İle der- hal ocza mahkemesine verilmişler, muhakemeleri hemen görülerek altı- şar ay hapse mahküm olmuşlardır. Gü Milâsta Dikiş Sergisi Rağbet Gördü Milâs, (TAN) — Ulkü Biçki ve Di kiş Yurdu 24 talebeye bu sanatleri öğretmiş, yapılan İmtihan sonunda 22 talebe diploma almıştır. Yurdun açılan sergisi büyük bir rağbet gör- müştür, ia e Yapmak olan şose ile | .Milâsta Yeni Şube Binası Yeni yapılan şube binas Milâs, (TAN) — Halk tarafından | bina yapılmıştır, temin edilen beş bin lira ile, çok ha- rap bir halde olan bura askerlik gu- besi binasmm yerine yeni ve asri bir Binanm açılış merasiminde büyük- çe bir kalebalık bulunmuştur. 7 MN Re ey Mp ŞA A A m ORDU İLE ERABER 4 abuk kalkın! Uykulu gözlerle yatak- larında sağa sola dönen arkadaş- lar, telâşla sordular; — Ne vâr7 — Mavilerin tayyareleri yor... Kulak verdik; haber doğru idi; Tepemizde ardı arası kesilmiyen vmitılarla birtakım tayyareler do- laşıyordu. Kırmizi karargâhı böm bardıman edildiğine şüphemiz kal. madı, Bereket versin vaziyeti anla- mak için alt kata koşan bir arka. daş, son malümatla mücehhez ola- rak bir dakika sonra avdet etti; — Havalanan tayyareler bizim- kilermiş! Telâş etmeyin! Yüreğimize sular serpildi. Fakat, uyuyabilirsen uyu.. Esssen; uyu- yacak vakit te yok. Damla damia akan çeşmede, güya yüzlerimizi yıkadıktan sonra, umumi karar. güh edindiğimiz kahvede toplan- dık. Bugün, kırmızıların arasmda bir dolaşma yapacağız. Çorlunun kuru bir havası “var, Gündüz hekadar sıcaksa, gece o kadar serin oluyor. Güneş, ufukta kendini gösterin - ce, Ağustos aym» dayız. Ortalık ka rardıktan sonra, Nisan syma giri - yoruz. Gündüzle gece arasındaki bu sühunet farkı; Trakyanm bilhas- sa, yüksek kıs. mında daha çok hissediliyor. Yer- lilerin anlattığına göre kışın Çor- lunun ayazı pek dehşetli olurmuş. Hattâ, birine boddua edileceği za- man şöyle denirmiş; — Dilerim Allahtan... ayazında kalasın! Biz, Çorlunun ayazını yemedik amma, şimdiden tozunu toprağını yalamıya başladık. geli Çorlunün tomobillerimiz hazırlanmış- mevzi tuttukları sahaya doğrü, toprak bir yol üzerinde, sarsıla sar sıla ilerliyoruz. Yer yer, kuraklıktan çatlamış a. razi üzerindeyiz. Tozlar altmda rengini kaybeden çalılıklar, bir a- ğaç gölgesinin hasretini çeken bağ rı yanık toprakları, yıldırım hizile çiğniyerek geçiyoruz. Gözlerimiz, ufukları araştırmakla meşgul... Fa kat kırmızılar, kendilerini o kadar mükemmel saklamışlar ki; burada yüz bin kişilik bir ordunun hare- ket halinde bulunduğunu, hayal kuvveti en yüksek dereceye varan- lar dahi tahmin edemezler. Nihayet, içimizden biri, ilk keşif te bulundu; — Ben gördüm! — Neyi? — Kırmızılar. — Hani nerde? Gösterdiği istikamete baktık. Burasi küçük bir meşelikti. Dallar da hafif bir kıpırdama farkedili. yordu. Bütün dikkatimizi gözleri- mizde toplryarak baktığımız 7a - man, kırmızı işaretli iki kasket gÖ rebildik. Kırmızıların mevzileri arasın? girdiğimize şüphe yoktu. Otomobi- li burada durdurduk. Ortalıkta çıt yoktu. Dikenli çaldıkları aralıya- rak, ilerlemiye çalışıyoruz. Üç bej adim 'kadar yürüdükten sonra, Mehmetlerle karşılaştık. Her gün- kü işlerini yapar gibi, Jâkayıt ve ciddi, çalışıyorlardı. Kimi, kendine boy çukuru kazıyor kimi avci çu- kurundan etrafı kolluyor, kimi ma- vilerin istikametine gözlerini dik. miş hileum emri bekliyordu. İ glerinden birine — Muharebe ne vakit?'Dİ ye sorduk. Mehmetçiğe mahsus, esrarlı bir gülüşle dudakları büküldü; — Onun orasmı büyükler bilir! — Sen, ne dersin bakalım, 80- nunda kim kazanacak, kırmızılar mı, maviler mi? Bu sefer ciddileşti; — Kırmızı - mavi yoh a... Onu biz uyduruyok! — Niçin uyduruyoruz? — Manavra vü dal — Manevra ne demek, bana an- Bi İL AL UL A İL O Atatürk harita başında MEHMETÇİĞİ MANEVRADA DİNLERKEN.. arar arar arr arr arar ararlar YAZAN: Salâhattin GÜNGÖR DUYU Son manevralarda büyük mavaf- fakıyet gösteren tayyareci Bayan Sabiha Gökçen latır mısın? Bir müddet düşündükten sonra, cevabını verdi — İki ordu garşı garşıya cephe tutuyo.. tüfekler, toplar, makins. liler işliyo.. Emme, sahici kurşun atmıyok il. — Peki, Şuradan bir mavi geğ- se ne yaparsın? — Heç! Esir ederin! — Ya, kaçarsa... tan tüfeği dorgultur, bağırırm.. Dinle- mezse, bi manavra gurşunu çala- rm.. — Manevra kurşunu yakmday - tılırsa, insanı yaralar.. Arkadaşına nasıl kıyarsın ?. Kıs kıs güldü: - Ben de yarslamak için at- man ya.. Gorhıtmak İçin atarm... Kırmızı Mehmetlere, veda ede- rek, mavi Mehmetlerin safları ara sina karışmak üzere yolumuza de vam ediyoruz. Arkadaşlardan biri; böyle cephe cephe dolaşmamızı, doğru bulmı- yarak: — Çocuklar, diyor, birinden bi. ri, bizi yakalarsa karışmam hal. — Ne diye? — Kırmızılılar, maviye haber gö- türdüğümüzü sanacaklar, maviler de kırmızmın adamları olduğumuz dan şüphelenecekler! Artık yoksa; derdini anlat!.. Gazeteclik gayreti olmasa, bek ki geri dönerdik. Fakat, kısa bir münakaşadan sonra, hududu geğ- miye ekseriyetle karar verdik işin araya, yaklaştığımız sırada; m4 vilerin ilk hatları gözüktü Mef ruz düşman, bel idi Otomobilimiz g rinde yer alan Mehmetçiklerde, te- lâşli hareketler belirdi. Otomobil. den inerek solumu kil geniş düz- lüğe doğru ilerledik. Burada, ma- vilerden genç bir yüzbaşt, bizi kör şıladı. Üzeri çalılar ve otlarla ör- tülmüş nefis bir gölgelikte, sübay lar, uzanmış istirahat ediyorlardı. Bize karşı, fevkalâde bir misafir» perverlik gösterdiler, Teklifsizoe aralarına karıştık. Hemen matars- lar ortaya çıktı. Manevra sahası da, bir küçük kâdeh metara suyu, dünyanın en makbule geçen hedi. yesi? P Bir fincan kahvenin kırk yıl bas tarı var, derler. Trakyanm rak ovalarında, güneş tepe! yır cayır yakarken, sunula yudumluk suyun acaba kaç yalık hair Olriya lâ ile dereden tepe den konuşuyoruz. Söz, döne dola- şa, hava muharebelerine intikal et ti. Yüzbaşı, orduda tayyareye şı alman tertibatın son derecede mükemmel olduğunu kaydettikten sonra, dedi ki: — Tayyare harpte az çok mü- bim bir silâhtır. Fakat, kat'i neti- ce, üzerinde pek müessir olamaz Kıtanıla Filistinde harp ederken 32 tayyare, hep birden bizim kâ- rargüha hücum etti. Fak: den tek kişi yaralanmadı. Diyece. ğim şu ki; tayyareden gizlenmek, ve hava hücumlarına karşı müğa- faa tedbirleri almak, bugünkü va- utalara göre pek Mehmetler, tay Yüzbaşı, mavinin safları arasın bulunmaktan, şikâyetçi görünmü- re göre hareket meri mavi mevzuu bahsolamsz, Geçen seneki manevrada, ben yine tesâ- düfen mavilere düşmüştüm. Kıtam la, Babüeskiye girdim. Amma, 30- nunda zafer, kırmızılara müyesser oldu.,, evimli yüzbaşıya veda ede rek ayrıldık. Biraz ilerde yüz kadar koyununu, bir gölgeliğe çekip kendi de bir ağaç altında otu- ran orta yaşlı bir çobana sordum: — Bu koyunlar senin mi? Benim! Ne yapacaksın ğrm bunları?. vaparsn ? Çoban, yerind: — Orduya, böyle yüz koyun, bin koyun değil, dünya feda olsun. Şiz di canını ver, deseler veririm, — Nerelisin sen? — Eski Bulgarya maciri,, Çohanı böyle konuşan bir mille (Lütfen sayfayı çeviriniz)