26 Ağustos 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cü A S b SAA v GA Üs Ş k e & AAA '%a:_"" Mustafa Kemalle Ovunen Silvan m Folu” a Çaylarla dolu,' SGDÜİI" —hğ Unutur çölü.” dat bunaldı” Silvan ün aldı,” “n“ıtuı an an'da kaldı.” Ahçl; dolu” ©p sağı solu” “Mostafa Kemaj” “y, Açtı bu yoıu_n Sol Vln ;'ılam” btleııl." .Dlğlın hyı" oya” ““"n bağlıdır” Yıldızla aya.” S On nefesine kadar kaypak ve Din oğl Ytak olan Şeyh Nureddi- Ttüsü deu Ve son hain nefesini bir "Ğ'Gıu Tede veren Şeyh Fahrinin —Wık Seyh Misbah, Silvanın beş İlk mektebinden iyi derece- llııimş ve Diyarbekir orta mek- t;_ BT Yi derece ile bitirmiş bir genç gmq Temmuz 937 de -kimbilir ka- Jâh bi defa. Türk devletine karşı si- Tizk iİr gaflette bulunduğu için ©, —“Praklarma cansız yuvarlan- Pak, h% at Silvan, dalları budaklarile %ır bu üç başlı hiyanet demek Silvanın öz gençleri de var Xq%onlardan birisi sesi henüz saz Nıe Belmiyen yukarıdaki güfteyi tir. Adı sanı bilinmiyen, “lâ- ılîre karışan bu gencin kalbin- Meli. Ve bu genç, bu illerde hiş, değildir. Böyle sıra sıra adsız- % Pelenen soysuzlardan büsbü- t%h k& düşünüyorlar, başka ve 'Hı d“ynyorlar Ve Fıratın öte- b“)’lelenn sayısı, sayılmıya- h&nmd" goktur. Ulu orta menfi er vermek te Misbahın gaf- gme kadar değilse bile ona yakın bir üky * Her “bu vatan bizimdir” uqîhd.ırbu noktaya mim koyması hisuvanh adsız delikanlının - ötesi- g%:'lm güya düzeltmek kabalı- %z bulunduğum - yukarıdaki 'Vna:nem “tam hakikat" lerin bir Vet, Diyarbekirin 96 kilomet _“tre“öt&ıînde ve eski Dersimin Böyy. £ Köşesinin berisindeki Silvan Yedip, tada Diyarbekir halkasını Üz. Bu halkanın yarım par- kön,, “Sinda Dicle köprüsü var. Bu den sonra Dicleyi beş altı par bu öteye kadar takip ediniz. İşte âfe arasına irili ufaklı tam % oîaue çay, irmak, dere dökü- b" Ş İçülmez kırları susuz geçen Olcu için bu dokuz suyu aşa- İlvana varmak ne hoş oluyor. %hî-me.t” i bilmiyorum, fakat bu Yu, ü N irmakları akar Atam de- 'Yu, ıüheı_e Yapılmakta olan şose ile €r bir biterse modern işlerle K Ten ortaçağ şatosu Silvana git- Vana “Pa başka bir zevk olacak. Sil düy, © beş kilometre bir yolu sola İk "Sahiz eski Beyleri ve şatoları B Shur Hazron nahiyesini bir Tn laya Mminyatürü gibi seyreder- %glmnk fırsatta keklik avmma gide- Eem Tesmini gördüğünüz Kara kim Oğullarının şatolarile Myetlştırdıgı iyi tütünlerle, Tle değil, temiz sokakları, Tu, yemyeşil fidanlığı, deste AVvakları ile değil, Silvan, Yıl- hlş“ Orduları Grupu Kumandanı Ustafa Kemal Paşa ile ö- Ustafa Kemal adı bügünkü Yazan: Aka Gündüz Fratın ötesinden bir görünüş beşikte yatan Silvan çocuklarının kulaklarında bir insanlık, şefkat, iş ve kahramanlık Mmasalı olarak dolaşıyor. Immış buğdayın yolunu Sil- vandan geçer sananlar Trab lusgarp sahillerinin ve Anafartala- rın büyük kahramanını karargâhi- le beraber orada birkaç ay durdur- muşlardı. “O” nun bir “durmaz” olduğunu ancak bizim devrimiz öğ- rendi. Viran Silvan “O” nun durdu- rulduğu “durmaz” günlerinde şen- lenmiş. İşte meydanda. Kayadan dağın cenup bağrını kuşatan kasa- bayı bir baştan bir başa geçen, iki yanı ağaçlı şose onundur. Şimdiki genç kaymakam, çalışkan Erzurum çocuğu Ekremin - şu gördüğünüz - beton çeşmelerinden onun suyu ak- maktadır. Yaradılıştan sürmeli şen kadınların, kırmızı yanaklı, çırçıp- lak, şen çocukların çimdikleri “yı- kandıkları” şu berrak derenin üs- tündeki köprü onundur. Bugünkü geniş fidanlığın yerini o günden o seçmiştir. Iki salonlu Halkevi onun dur. Millet dershaneleri onundur. Havuzlu bahçe onundur. Mektep o- nundur. Ortalığa emniyet veren, ha inlere aman vermiyen, Misbahları tepeliyen yiğit jandarma delikanlı- larile yüzbaşıları Hamdi onundur. Çeşitli Silvan yılanları bile onun a- yaklarındaki çizmelere yüz sürdük- leri için ehlileşmişlerdir. Kimseyi korkuttukları bile yok. Bu şose ye- ter mi hiç? Biraz cenubundan Di- yarbekir - Van demiryolu da geç- mek üzeredir. Bu da onundur. Da- ha ne bileyim, ben de onun, sen de onun, bu toprak ta, bu gök te, bu denizler.de onun.. Ve “O” Türk ta- rihinindir. Ben burada Silvanı yaz- madım. Yeni Türk tarihinden bir tek harfi buraya geçirdim. Silvanlı genç adsız! Ne doğru söy lemişsin: Dağları kaya, kırları oya, Silvan bağlıdır, yıldızla aya. Altışar Aya mahküm - Oldular Bilecik, (TAN) — Burada düğün arabalarının önüne geçerek içindeki- lerden bahşiş istemek âdeti vardır. Buna ist/1aden, yere civili bir tahta koyup düğün otomobilinin önüne ge- çen bazı gençleri poliste teşebbüs et- miştir. Bunu dinlemek istemiyen gençler mukavemete kalkıştıkları için zabıta memurlarına karşı gelip tecavüzkâre ne harekette bulunmak sucu ile der- hal ceza mahkemesine verilmişler, muhakemeleri hemen görülerek altı- şar ay hapse mahküm olmuşlardır. Milâsta Dikiş Sergisi Rağbet Gördü Milâs, (TAN) — Ulkü Biçki ve Di- kiş Yurdu 24 talebeye bu sanatleri öğretmiş, yapılan imtihan sonunda 22 talebe diploma almıştır. Yurdun açılan sergisi büyük bir rağbet gör- müştür, Milâsta Yeni Şube Binası Yeni yapılan şube binası Milâs, (TAN) — Halk tarafından | bina yapılmıştır. temin edilen beş bin lira ile, çok ha- Binanın açılış merasiminde büyük- rap bir halde olan bura askerlik şu- | çe bir kalabalık bulunmuştur, besi binasının yerine yeni ve asri bir T ü-llllllll-lll|-IllI-IlII-IlIl.llll.lllI-IIII-IIII-llll-IIII-IlII-İIİI-IIII-IIII-IHI-IIII-IHI-IIII-III-l_' 77 6 NMN OU U 1 UNUN (. ( V UNUN O ( U V ON U U U NNU U U UON O U F V ON O 1 VNUN ( CV V AUK » abuk kalkın!.. Uykulu gözlerle yatak- larmda sağa sola dönen arkadaş- lar, telâşla sordular; — Ne var? — Mavilerin tayyareleri geli. yor.. Kulak verdik; haber doğru idi; Tepemizde ardı araâsı ikesilmiyen vızıltılarla birtakım tayyareler do- laşıyordu. Kırmızı karargâhım bom bardıman edildiğine şüphemiz kal- madı. Bereket versin vaziyeti anla- mak için alt kata koşan bir ârka. daş, son malümatla mücehhez ola- rak bir dakika sonra avdet etti; — Havalanan tayyareler bizim- kilermiş! Telâş etmeyin! Yüreğimize sular serpildi. Fakat, uyuyabilirsen uyu.. Esasen; uyu- yacak vakit te yok. Damla damla akan çeşmede, güya yüzlerimizi yıkadıktan sonra, umumi karar- gâh edindiğimiz kahvede toplan- dık. Bugün, kırmızıların arasında bir dolaşma yapacağız. Çorlunun kuru bir havası var. Gündüz nekadar sıcaksa, gece o kadar serin oluyor. Güneş, ufukta kendini gösterin - ce, Ağustos ayın- dayız. Ortalık ka rardıktan sonra, Nisan ayma giri - yoruz. Gündüzle gece arasındaki bu sühunet farkı; Trakyanın bilhas- sa, yüksek kıs - mında daha çok hissediliyor. Yer- lilerin anlattığma göre kışın Çor- lunun ayazı pek dehşetli olurmuş, Hattâ, birine beddua edileceği za- man şöyle denirmiş; — Dilerim Allahtan... ayazında kalasın! Biz, Çorlunun ayazını yemedik amma, şimdiden tozunu toprağını yalamıya başladık. Çorlunun tomobillerimiz hazırlanmış- tı. Vakit geçirmeden yola çıkmak İâzım... Saat tam- sekizde — kırmızrların mevzi tuttukları sahaya doğru, toprak bir yol üzerinde, sarsıla sar sıla ilerliyoruz. Yer yer, kuraklıktan çatlamış â- razi üzerindeyiz. Tozlar altında rengini kaybeden çalılıkları, bir a- ğaç gölgesinin hasretini çeken bağ rı yanık toprakları, yıldırım hızile çiğniyerek geçiyoruz. Gözlerimiz, ufukları araştırmakla meşgul... Fa kat kırmızılar, kendilerini o kadar mükemmel saklamışlar ki; burada yüz bin kişilik bir ordunun hare- ket halinde bulunduğunu, hayal kuvveti en yüksek dereceye Varan- lar dahi tahmin edemezler. Nihayet, içimizden biri, ilk keşif te bulundu; — Ben gördüm!.. — Neyi? — Kırmızıları.. — Hani nerde? Gösterdiği istikamete baktık. Burası küçük bir meşelikti. Dallar da hafif bir kıpırdama farkedili. yordu. Bütün dikkatimizi gözleri- mizde toplıyarak baktığımız Za - man, kırmızı işaretli iki kasket gö rebildik. Kırmızıların mevzileri arasına girdiğimize şüphe yoktu. Otomobi- li burada durdurduk. Ortalıkta çıt yoktu. Dikenli çalılıkları aralıya- rak, ilerlemiye çalışıyoruz. Üç beş adım 'kadar yürüdükten sonra, Mehmetlerle karşılaştık. Her gün- kü işlerini yapar gibi, lâka ve ciddi, çalışıyorlardı. Kimi, kendine boy çukuru kazıyor kimi avcı çu- kurundan etrafı kolluyor, kimi ma- vilerin istikametine gözlerini dik- miş hücum emri bekliyordu. B çlerinden birine ı — Muharebe ne vakit? Di ye sorduk. Mehmetçiğe mahsus, esrarlı bir gülüşle dudakları büküldü; — Onun orasını büyükler bilir! — Ben, ne dersin bakalım, s0- nunda kim kazanacak, kırmızılar mı, maviler mi? Bu sefer ciddileşti; — Kırmızı - mavi yoh a... Onu biz uyduruyok! — Niçin uyduruyoruz? — Manavra vâ da!.. — Manevra na demek, bana'an- ORDU l][LIE. BERABER «0 V DU 0 V U UAAO U U DA U ( U V UNUN O U ( ( ON ( ( ( ( ON ( ( ( U AU O V ( VNK VU VU N T Atatürk harita başında MEHMETÇİĞİ MANEVRADA DİNLERKEN.. Salâhattin GÜNGÖR AA AA // AAA Son manevralarda büyük muvaf- fakıyet gösteren tayyareci Bayan Sabiha Gökçen latır mısın? Bir müddet düşündükten sonra, cevabını verdi — İki ordu garşı garşıya cephe tutuyo.. tüfekler, toplar, makine. liler işliyo. Emme, sahiti kurşun atmıyok ki!.. — Peki, Şuradan bir mavi geç- se ne yaparsın?.. — BHeç!.. Esir ederin!, — Ya, kaçarsa... — Yalancıktan tüfeği dorgultur, kaçma ülen diye bağırırın.. Dinle- mezse, bi manavra gürşunu çala- rın.. — Manevra kurşunu yakından a. tılırsa, insanı yaralar.. Arkadaşına nasıl kıyarsın ?. Kıs kıs güldü: — Ben de yaralamak için at- man ya.. Gorhıtmak için atarın... Kırmızı Mehmetlere, veda - ede- rek, mavi Mehmetlerin safları ara sına karışmak üzere yolumuza de vam ediyoruz. Arkadaşlardan biri; böyle cephe cephe dolaşmamızı, doğru bulmi- yarak: — Çocuklar, diyor, birinden bi- ri, bizi yakalarsa karışmam ha!.. — Ne diye? — Kırmızılılar, maviye haber gö- türdüğümüzü sanacaklar, maviler de kirmızının adamları olduğumuz dan şüphelenecekler! Artık işin yoksa; derdini anlat!.. Gazetecilik gayreti olmasa, bel« ki geri dönerdik. Fakat, kısa bir münakaşadan sonra, hududu geç- miye ekseriyetle karar verdik Saraya, yaklaştığımız sırada; mi vilerin ilk hatları gözüktü.Mef ruz düşman, belli ki, kuşkuda idi. Otomobilimiz geçerken, mevzile. rinde yer alan Mehmetçiklerde, te- lâşir hareketler belirdi. Otomobil- den inerek solumuzdaki geniş düz- lüğe doğru ilerledik. Burada, ma« vilerden genç bir yüzbaşı, bizi kar şıladı. Üzeri çalılar ve otlarla ör- tülmüş nefis bir gölgelikte, sübay lar, uzanmış istirahat ediyorlardı. Bize karşı, fevkalâde bir misafir-« perverlik gösterdiler. Teklifsizce aralarma karıştık. Hemen matara- lar ortaya çıktı. Manevra sahasın da, bir küçük kadeh matara suyu, dünyanın en makbule geçen hecu. si! Bir fincan kahvenin kırk yıl ha« tırı var, derler. Trakyanın bu ço- rak ovalarında, güneş tepemizi, ca yır cayır yakarken, sunulan bir yudumluk suyun acaba kaç yıllık hatırı olması lâzım?.. Nazik yüzbaşı ile dereden tepe den konuşuüyoruz. Söz, döne dola- şa, hava muharebelerine intikal et ti. Yüzbaşı, orduda tayyareye kar-. şı alman tertibatın son derecede mükemmel olduğunu kaydettikten sonra, dedi ki: — Tayyare harpte az çok mü- him bir silâhtır. Fakat, kat'i neti- ce, üzerinde pek müessir olamaz. Kıtamla Filistinde harp ederken 32 tayyare, hep birden bizim ka- rargâha hücum etti. Fakat, içimiz den tek kişi yaralanmadı. Diyece. ğim şu ki; tayyareden gizlenmek, ve hava hücumlarına karşı müda- faa tedbirleri almak, bugünkü va- srttalara göre pek kolaylaşmıştır. Hele bizim Mehmetler, tayyare- ye sivrisinek vızıltısı kadar ehem. miyet vermezler. Yüzbaşı, mavinin safları arasında bulunmaktan, şikâyetçi görünmü- yordu: — Bizde dedi, yalnız alman em- re göre hareket vardır! Kırmızı, mavi mevzuu bahsolamaz. Geçen seneki manevrada, ben yine tesa- düfen mavilere düşmüştüm. Kıtam la, Babaeskiye girdim. Amma, s0- nunda zafer, kırmızılara müyesser oldu..,, Sevimli yüzbaşıya veda ede- rek ayrıldık. Biraz - ilerde yüz kadar koyünunu, bir gölgeliğe çekip kendi de bir ağaç altında otu- tan orta yaşlı bir çobana sordum: — Bu koyunlar senin mi? — Benim! — Ne yapacaksmn bunları?. . — Satacağım.. — Orduya hediye et, deseler ne vaparsın ? Çoban, yerinde doğruldu: — Orduya, böyle yüz koyun, bin koyun değil, dünya feda olsun, Şim di canımnı ver, deseler veririm. — Nerelisin sen? — Eski Bulgarya maciri.. Çobanı böyle konuşan bir mille- ' (Lütfen sayfayı çeviriniz) &e LaEran — — — 2

Bu sayıdan diğer sayfalar: