. Sürekli Hikâye: 7 ; MİKİ İLE KÖPEĞİ i/TE BUNU BİLMİYORDUM 7 FEN --EPN Ah neye Mikinin sözlerini dinlememişti? Kuduz keli gittikçe daha kor bir hal aldı, Sahnenin orta- a acayip acayip koşmaya, © Taya buraya saldırmıya başladı. O zaman hizmetçi İşe karıştı. kediyi yakalamak için kova- başladı. Kuduz bir kedi ko- lay kolay yakalanır mı? Zavallı hizmetçi epeyce ter döktü. Yoru du, Fakat nihayet kediyi yakalar yabildi. Onu yeniden iskemlesine watt, Bacaklarını, kollarını bağ- Fin bü ikinci kurbanını ona buna saldırmaktan kurtardı diye salondaki kediler” hep birden uşağı dakikalarca alkışladılar. Uşakla kedi bu alkışlar aras da salondan çıkıp gittiler. Sıra şimdi öbür şahitlere gelmişti. Her şahit çağırıldıkça Finfini yeni bir titreme ve korku kaplıyordu. “Ax caba bu gelen neler söyliyecek7” seferinde aklından bu sorgu belki bin kere geçiyor. Her sefe- rinde de aklından geçenlerden bin defn daha fena şeyler dinliyordu. Galiba dünyadaki bütün kedilerin başına gelen fena şeyleri Finfinin Yaptığını sanıyorlardı, Ne işti bul Üçüncü şahit te çağırıldı. Bu se- ferki bir değil, üç kediydi. Üçü de gürel, yavru kedilerdi. Bunlara ne olmuştu. Haydi öbürleri hasta idi. Bu küçük afacanlara kim ne yap- miş Yavru kediler salona girerken şöyle bir şarkı söylüyorlardı ; Sütümüzü içti 0, Ciğerimizi çaldı o, Zavallı “Tekir” amcayı Bir dereye attı o. Kimdi bütün bunları yapan! Yi- Be Finfin mi? Zavallı Finrin bir yandan buram buram ter döküyor, bir yandan da sanki buzların içine düşmüş gibi titriyordu. Ne idi bu başına gelenler... Ah ne demiş te Mikinin sözünü tutup kedileri ko- valamak huyundan vazgeçmemlişti sanki. İyi amma o, kedileri yalnız kovalamıştı. Onları makinede ezdi- ren, hasa eden, dereye atan da Fin fin değildi ya... Uç küçük kedi sahneden arka arkaya sessiz sessiz geçtiler Yü. rümüyorlar, kayıyorlardı. Ön ayak larile-biribirlerine tutunmuşlardı. Öndeki yavaş yavaş hepsini çeki- yordu. Arkadakinin kuyruğuna bir mezar bağlıydı. Bu mezarın üstü de çok okunaklı, iri bir yazıyle şu sözler yazılıydı “Tekir” amca burada gömülü, dür. Kediler, artık ne miyavlıyorlar, ne de şarkı söylüyorlardı. Yulmız Upin bir gölge gibi sessizce herke. sin önünden kayıp geçiyorlar Salonda bulunanların hepsi çıt bile çıkarmadan gözlerini onlara dik. miş, mahzun mahzun bakıyorlardı. Birden bire hâkim yerinden fır- iadı, Salonu çınlatan bir senle: — Durunuz! diye haykırdı. Herkes olduğu yerde sanki bir taşmış gibi durdu. Hükime baklı. İlâkim : — Yeter artık. Lüzumu kadar görüp dinledik. Hakemler vazifeni 21 yapmız. Bu köpek için me söyli- yecekseniz karar veriniz, dedi, Parmaklığın Üstünde sıralanan ızdan ce- — Şimdi vazifemiz! yapacağız. Fin Fin günlün en fena saatini işkence saatinin geldiğini anladı: — Havvwv! başıma neler gele- ceğini hiliyorum ben! Havv! lumaya başladı. Köpeğin hakkı vardı. Çünkü: hakem kediler uzun uzun düşünüp karar vermiye bile lüzerk görme, diler, Hâkimler odasma bir dalıp çıktılar. Pu odanın döner bir ka- pısı vardı. Bir yanımdan içeri giz ren kedi odaya adım bile atmadan kapının öteki yanından dışarıya, mahkeme salonuna çikrveriyordu. Demek kepsi kararmı daha salon- da İken vermişti. Hâkim odasmda toplanıp bir dakika birlikte düşün- mek bile istememişlerdi. Bir daki- ka bile geçmeden hepsi de yerle- rine döndüler. Parmaklığın üstün- de siralanıp bir ağızdan bağırdı ar; iye v- — “Köpeği suçlu buluruz. Suç ludur, suçlu?” Bunun üzerine salonda sanki kı- yamet koptu. Yerde bütün kediler hidetlerinden tepinip bağırışıyor- lar, tavandan kar gibi ufak ufak kâğıtlar yağıyordu. Bu kâğıtların hepsinde “suçlu köpek!” “suçlu Köpek" diye yazılıydı. Yerdeki ke- diler bunları kapışıp okudukça büs bütün. copuyorlardı. Nihayet yer lerinde duramaz bir hal aldılar, Hepsi birden Finfine hücum et- tiler. Onu yerdeki taşa bağlıyan parçaladılar. Finfini el- lerine alıp tıpkı bir top gibi havas Ya attılar, Yere düşerken tekrar tatup havaya firlattılâr. Zavallı kö pek : — Ha şimdi düştüm, şimdi geceğim." diye helecandan Hincirleri lacak hale gelmişti. Sulonun dış kapıları da açılmış» ti. Bir yandan ellerinde meşaleler. le yığın yığın kedi içeriye akım e diyordu. Birçoğu kocaman birer levha taşıyordu. Bu levhalarda: Finfin bulmalı. gibi act ser Gittikçe çoğalan meşalelerin du manı köpeği neredeyse boğacaktı. Keğiler bir türlü hırslarını ala myorlar, korkudan ve duma yarı ölü hale gelen köpekçiği boyu na elden ele, havaya fırlatıp duru. yorlardı. Bu, uzun bir zaman sür- di, Uzun bir zaman, belki bir saat belki de daha çok... Finfin bu korkunç kalabalığın keyfine bırakıldı. Onlar bildikleri gibi onu azarladılar, oradan oraya attılar, Sonra yuzlerce el onu tutup ce- hennem gibi kızgın ve büyük bir a. teşin yanma sürüklediler. Bu ate şin üstüne incecik iplerle tahtadan bir sandalye asılıydı. Yüzlerce el Finfini tutup zorla bu sandalyeye oturttular, Asri cera zamanı gelmişti “Arkası gelecek heftaya (Arkası var) göhitten biri . (Tunç Çağından Bilinmiyen 2 | Uçak Kazaları Elektrik çarpmasınm ne demek olduğunu bilmem bilir misiniz. * Biz size bunu bir parça anlatalım, İçinden cereyan gecen bir elektrik teli elle tutulur veya kazara * insa- nin herhangi bir tarafı ona dokunur- #n insan birderire görünmiyen bir kuvvetle sarsılır. Bu sarsıntı çoklu. Zuna veya ağızlığma güre bazan insa Bi hemen öldürebilir. Buzan da vö> Gudün sinirlerini zedeliyerek onu | Barsak bir Fakat şimdiye kadar bu kuvv: sinirleri neden bord du. Halbuki Avusturyalı bir doktor | otuz beş sene geceli gündüzlü çalış piş, elektrik çarpmasını insanların sinirlerini ne hale soktuğunu geçe lerde meydana çıkarmıştır. Havacılıkla uğraşanlar. Avustür. yalı doktorun bu keşfinden istifade edeceklerini umuyorlar. Bakınız. nasıl ?, Havacılar diyorlar ki: Birçok üç- Ku kazaları oluyor ve sebebi anlaştı lamiyor. Şimdi kazaya uğrayan ve yere düşen uçkulardaki, balonlarda- ki adamların sinirlerine bakarız. E- ğer Avusturyalı doktorun söylediği hale girmişse demek ki bu adamlar havadaki şimşeklerden elektriklen- mişler. Uçkuda elektriklendiği için bozulmuş ve yere düşmüştür. Yeni Bir Amerikada, Kanadanın batı ta raflarında bası nehirlerde altın bu- lunmuştur. Altın arayan birçok in sanlar, birçok sıkmtılara katlanarak oraya koşuyorlar. En çok altın (Bü- yük esirler gölü) denilen yerde bu- İunurmuş. Bu yüzden orada birçok ait arayan insanlar toplanmış, bun- lar gölün içinde dolaşıp dururlarmış. Ellerindeki eleklerle gölün dibin- eliyorlar, kendilerini zengin edecek altın o parçalarını bulab'lmek için durmadan uğraşıyor | lar. Bu araştırmalar. şimdiden çok faydalı görünüyor. Gölün kıyılarında altın arayıcıların yaptıkları kulübe» ler gözü çekecek kadar çoğalmış; Bu gidişle yakında bu göl kenarında yeni bir şehir meydana çiktverecek. ler iken Kalmış İskeletler (o <ESV Rusyada (Orsk) şehri yakınında yeni bir demiryolu yaptırılıyor. Yol- da çalışan işçilerin kazdıkları toprak anlarının altından eski eserlerle uğraşan bilginler on iki insan iske- Jeti çıkarmışlar. Bu iskeletler, bulundukları yere di büklüm olarak oturtulmuş bir halde bulunmuş. Yanlarında da için- de koyun kemiği dolu kaplar varmış. İskeletler çok merak uyandırmış, bunların Tunç çağı denilen eski za anlaş yor, Du çağdan bugüne kadar iki bin geçmiştir. Demek, O zamanlar İnanlar ölenlerin de dirilir gibi ye- ek yediklerini sanarlarmış, Bunu için ölülerini gömerken yanlara koyun etleri filân. kovuvorlarmıs: Kurtarıcı Doğa Amerikada Transvalde bir çift lik yanunmuz. siyar güden yerli çö Gusur birdenbire kocaman bir asa ün homurdanarak kendilerine doğu Fu geldiğim görmüşler. Canlarını nasıl kurtaracaklarını bilemiyen 22. vallı çocuklar korku ve dehşet içe de, oldukları yerde avasları çıktığı kadar bağırışmaktan başka birşe; yapmamışlar. . Akilarma kaçmak bile gelmemiş. Hem kaçsalar asla” um takibinden kurtulamıyacaklar aslan onların kaçtığını görünce be- men Üzerlerine atılacak, onları par- galıyacakmış, Çocukların bu feryatlarını duyun Iri ve kuvvetli bir boğa hemen sürü den ayrılmış, sivri uçlu boymuzlu başinı yere eğerek aslana doğru i- lerlemip. Ona birdenbire öyle bir hil cum etmiş ki aslan korkusundan ge ri geri gitmiş. Fakat büsbütün kaç. mamış. Hiç “ormanlar: başkanı at lan” bir boğanın önünde öyle kolay kolay kaşmıya razı olur mu? Hemen boğadan öç almak için ü- ine atılmış, fakat boğa bu sefer iri boynuzlarile aslana daha mit. hiş bir hülcum yapmış. Hayvanlar ve ormanların başkanı bu ikinci hü. cuma dayanamamış, kuyruğunu ba. aklarmın arasma kıstırıp alabik ğine kaçmış Aferin aslanı korkutan cesur be. daya. Yağmur cek, Doğru Çocuk çocuk sordu: biliyor mu? — Tabi niz yemeğe kalım” diye de tenbih etti bast merakla sor — Nasıl Aydemir yar. Ayüemir verdi ların en birincisiyim, Tavşan Kardeş ; Nası hiç bozulmadan — dür bizim evin her yanı akıyor. Bu daha böyle ne zamana kadar slre- Evsahibi — Ne bileyim ben y mur ne zaman dinecek? 1ki kardeş bir arkadaşlarile oy- namıya gitmişlerdi. Ev ibi olan — Anneniz buraya geldiğinizi Kardeşlerden biri atıldı: Hattâ “eğer arkadaşı: derse kalınız iğ Aydemir meklepten dönünce ba- smıfı geçtin cevap — Hayır geçmedim amma, kalan. Şu resme bakmız. İki kardeş buz üstünde kayıyorlar. Köpekleri de yan. larında. Hoş bir resim değil mi? Fakat yapan ressam pek dalgınmış her. halde, Çünkü bazı geyleri çizmeyi unutmuş. Dikkatle bakarsanız. mın unuttuğu şeyleri bulabilirsiniz. Meselâ: Bir tanesini söyliyeyim. Ren. um köpeğin kuyruğunu çizmeyi unutmuş. Bu eksiklerden en az Üç tane bulunca resmin üstüne çizip bu resmi bize yollayınız. i hediyeler vereceğiz. de 3 taneden fazla noksan bulanlar muhakkak hediye alacaklardır. Yollıyanlara kıy- Kahkaha Köşesi : — 8 Albay kışlayı gözden geçirirken yeni askerliğe almmış bir ere rast- Indi. Vaziyet alıp selim dursun diye bekledi. Halbuki acemi er, Albaya hiç aldırmadı. Görmemezlikten gel di Albay kızdı. Ere hiddetle sordu: — Bon geçerken niye selâma dur. mayorsun? Genç er sesini çıkarmadı, hiç isti- fini bozmadı. Albay büsbütün sinir. lendi. — Sana söylüyorum. Ben kimim bilmiyor musun! Ben Albayım. Bu gözleri duyunca genç er birden bire doğruldu. Ve telâşla: — Demek Albay sensin. Öyle ine çabuk koş. Onbaşı bir saattir seni arayıp duruyor, dedi. Talih — Talihten ne gikliyet ediyor. sun. O mutlaka bir kerecik olsun herkesin kapısını çular? — Evet amma benimkini çalma- mak için mutlaka evde olmadığım. zamanı bekliyor. YL ŞAR EN sam ertem İlsasiedağim