Su Rüzgâ oğuyor Çukurova © kadar Sıcak ki | rlar İnsanı | sem YAZAN: ÂTIF ERENEL : ...eeeeeeieeee ee. sesakkemanmanana ADANADAN ; : OKUKIŞLADAN SONRA Ten, Ulukışladan bütün hr- Yo Ziyle ayrılıyor, Koşuyoruz. Mala lam, anormal küçük bir ii tı bile duyulmuyür. Ana gef- Yolu ren bir. tablo gördüm. Alayor o£ tarafında küçük bir sü Halaş, Ve iki tarafında geniş tar- » bahçeler var. Yüyer1Z fidanların henüz bü di bi” başladığı belli oluyor. Çift lünan p,28: Suyun kenarında bü- bu, öy, sesini çapalıyor. Fakat kiki an, PİF anne ki, manzara ha- Mez arayi sevişini, en çocuk sev Bu çiş kadma bile duyurabilir. Yatay İçi kâdin da bir taraftan ha lem, Ağır, meğakkatlerile kar- Sapa m. Güneşin altında hem U çözer 4YOT, hem de arkasma buğ kala dönüp döntip bakıyor. dum, AR görünce, bir tuhaf ol- Yu Bakiye Yukarı orta gi karşı. > otdüm., Şimdiye r mü kim bu manzara beni çok saydı «ti, Tren durmuş ol- Bivle ko, ? Olurdu bu hayat kadı- Uluk, > Saydım... ipa SİN hayli ayrılmşetık. ENİ sop fazla. Tren cançekişir tteng,, Yor. Takati yok. Hattâ, Mktay , İNİP aşağıda çiçek topla- kün, , “üre tekrar binmek milm- YA MAYA Tsonuz Orosların çevrelediği Ada buçuğ, Daya yaklaşıyoruz. Saat on ka keşlyor. Sıcak o kadar faz Yık V trenin pencerelerine dini psi vurdukça insan ken- Biyo, Sölde, hattı üştüvada sa- Çul Minder kaynıyor. Pencere ö- Bihiz, pi Partımanda duramaz eller E€çiyorsunuz ve dur kurovaya doğru iniyor- ağırlı gil ik, içinizde sıcağın eteğin, Sü dnklarınızda kuruluk, Büz, * darlık hissediyorsu Orada pazı denilen bir yer var. “skin iki yar, sanki dağ Açılmış bir pencere gibi YOL. Daha doğrusu burası Arap Kapazı... birk, kahvede birkaç ihti- A5, kahve, çay içiyorlar. , yız. Fakat bu Kaya bo Yün ve nit hava cereyanma im- in yg, diğİ için olacak, biraz se- 1 T esiyor. “DANAYA DoöRu Y “nice istasyonunda dondur- Surup Mâdan tutun da limonata, bery,, Büzoz ve kahveye kadar iki Y satılıyor. İstasyon civarm- Ne jerlalarda öbek öbek kadın “ © S#iyorlar. Bu işi kadınlar, be- Siyah * gruplanmışlar, hepsi Beyin, Salvar, böyaz gömlek gibi bis “ Biymişler, uzaktan bakınca tut,» Ancak Yeşil Stadda maça toy Siyah pantalonlu, beyaz a futboletilere benzetiyorsu- dr Sanki, bir yere toplanmışlar gibi Siyeti münakaşa ediyorlarmış a, a klrovanım #urasında, burssm- imç X tük ağaçlar var, Bunlarm al ya bir eşek yuvarlanıyor. ya ir öküz, sıcağın z yuşukluğiy» le Siztnışa, âyar, ..... . Adanada Seyhan ırmağı kenarındaki gazinalordan ÇUKUROVADA ukurovadayız. Yolun iki ta- rafında da bağlar, bahçeler devam ediyor. Uzakta, tek tük ku- yular var, Öğle sıcağında Çukuro- vayı görseniz, topraktan yükselen buharm harelendiğini farkedersi- niz. Sıcak, sıcak, her taraf kaynı- yor, Kulübelerin, bağ evlerinin üzer- lerinde kurulmuş tahtadan karyo- lalar, Adanalınm geceleri de bu müthiş sıcaktan bunaldığını göste- | riyor. Trendeki kaynaşma, Adana- yaklaştığımızı haber verdi. Sas al tam 12 idi, Garda iki hamal etrafımı aldı. Bavul ve çantaları kaptıkları gibi sordular: “— Şehre mi, emanet dairesine Şehre inmiyecektim. Fakat İstan buldan gelecek olan treni bekliye- ceğimizi, şehirde 10 saat kalmamız lâzımgeldiğini söylediler, Eşyalar- la şehre gitmekte bir mâna yoktu. Hamallara; . nanet dairesine...” dedim, Esmer yüzlü, zeki ve anlayışlı 0- lanı, beni garın içine götürdü. Çan taları, bavulumu gar kapısının bir kenarma koydu. “- Biz burada bekleriz skşama kadar... Hiç merak etmeyin... muştım. Sordum : Emanet dairesi, gar kapısı- nın kenârı mı?,, dedim, 4 çalışıyorlardı. Bü - rm eşyasmı böyle ak- kadar beklediklerini, şimdi- ye kadar hiç bir vukuat olmadığı- nı, hattâ kendileri işe veya yeme- ğe gitseler bile bu bavul ve eşya- yı diğer arkadaşlarına devredebi- ceklerini söylüyorlardı. Yoleutukta böyle takanaklı, pü- rüzl gararlıdır. Onun için 10 sa at eşyalarımı gar kapısında bekli- yecek olan hamallardan tekrar e- manet da sordum. Gösterdi» ler, Eşyaları bıraktık. Ve bir ara- baya atladım. Ortaya Doktor Carrel'in bu beyanatı Üze- rine Lindbergi bularak biraz malü. mat almak istedik. Yaptığımız ars. tırmalar Üzerine Lindbergin Gildas Adasmda bulunduğunu öğrendik ve bir muharririmizi bu adaya gönder. dik. Muharririmiz gördüklerini ve işit tiklerini şu Şekilde anlatıyor: “Adaya Vardıktan sonra doktor Carrel ile Lindborgin üç gündenberi tecrübeler Yapmakla meşgul oldukla- rını anladım. Bu iki zat, daha evvelde teşriki mesai etmişler, ve bugün Paris Ser. gisinde teshir edilmekte olan bir ci. hazı vücude getirmişlerdi. Bu cihaz. la insan veya hayvana ait herhangi bir uzvu diri tutmak mümkündür. Maksadım İkinci cihazm neye ait olduğunu ve Ne iye yaradığını anla. maktı. Yola çıktıktan sonra balıkçılardan sora sora Gildas'ı buldüm. Fakat ba- tıkçılar da bana: — Doktor Currel kimseyi kabul e mez, dediler. Ben ısrar ettim ve doktorun bahçe. sine girerek ağaçlar Arasından temiz, mütevazi, fakat ferah ve rahat bir eve doğru yürüdüm. Hizmetçilerin biri kartımı alarak götürdü ve sonra beni Kabul odasına iletti. Çok geçmeden şişman, başı çiplak bir adam içeri girdi, Doktor Carrel bu | doğru olur, zattı. Kendisi Nevyorkta Rokfel. İler Enstitisü Reisi ve dünyanın en | büyük âlimlerinden biridir. Jattı: — Burasmı senden başka keşfeden İ sizlik takdirinde gülünç olmamak için cihazla alâkadar birşey üzerinde mi Konuşmıya başladık. Doktor an. çalışıyorsunuz? TayyareciLindberg Mühim Bir Keşif Atacak Londrada çıkan Daily Express gazetesi yazıyor: Doktor Alexi Carrel dün beyanatta bulunarak şu sözleri söyle- miştir: “Meşhur tayyareci Miralay Lindberg ile birlikte tıbbi ve fenni bir cihaz vücude getirmiye çalışıyoruz. Bu cihazdan elde edilecek istifadeler hakkında şimdiden bir şey söyl'yemeyiz.,, yp B. Lindberg la değildir. Çünkü miralay Lindberg- le birlikte çalışmıya devam ediyoruz. Netice bakkında birşey söylemiye imkân yok. Çünkü neticenin ne olâ- cağını biz de bilmiyoruz. İlim adam. ları, malüm a, istikbalden bahsetmez ler. Çünkü muvaffakıyetsizliğe uğra. mak ta muhtemeldir. Muvaffakıyet- şimdiden birşey söylememek daha Sordum: — Puriz Seryısinde teşhir ettiğiniz Doktor Carrel cevap verdi: — Birşey söylemiye cesaret edemi- bulunmadı. Mademki zahmet edip| yorum. Karileriniz de bana hak ve. geldiniz, Size birşeyler anlatayım ba. | rirler, ri. Fakat anlatacağım şeyler pek faz. | Doktor daha sonra devam etti: Yenikapı sahillerinde lâğımların kirlettiği mikro plu denizde çırpınanlar Kumkapıdan Samatyaya Kadar Sekiz Lâğım Var Y enikapıdan, Kumkapıya doğ ru sandalla, ilerliyoruz, Bu- na ilerlemek değil, taştantaşa sek- mek derler. Çünkü, bütün sahil, surlardan düşen taş ve kaya par- çalarile örtülü.. Bu irili ufaklı yı- kımtılar arasından sandalımız, ken disine güçlükle yol açıyor. Oracık- ta bir gasinonun önlinde; İlk yü- zücü çocuk kafilesile karşılaştık. Şırıl şırıl akan bir gerizin ağıma toplanmışlar, zifi rengini alan de- nizin üstünde; kayıtsızca kulaç a- tıyorlardı. Foto Hilmi, hemen silâhma sa- rıldı. Böyle av, her vakit ele geç- mezdi, “TAN” objektifi vazifesini bitirdikten sonra; lâğım ağzında yüzen bu gafil çocuklurla konuş maya başladım. İçelrinden birine: — Bu pis sularda niçin yüzersi- niz? diye sordum. Çocuk, yüzüme sitem dolu göz- lerle baktı; — Ya, nerede yüzelim? Bayım, dedi. , estirme tarafından susturu- cu bir cevap bulup vereme dim. Evet.. Bu çocuk, nerede yüz- sün?,. Denize girmek mademki za“ ruri ihtiyaçlar arasına girdi. Ve mâdemki, plâjlara gi- decek parası yok, O da, bu ihtiya- cı kesesinden birşey çıkarmadan, nerede giderirse oraya koşacak... Amma, girdiği deniz, liğım su- larile bulaşıkmış! Tifonun slip yü- rüdüğü bugünlerde çirkef kokan bu sularda yıkanmak tehlikeli £- mMİş', Onun orası öyle olduğuna göre, almacak tedbir, yalnız pis de nizlerde banyo yapılması yasak etmekten ibaret kalmamalı, fakir halk tabakasma da parasız yüze- bilecekleri temiz bir deniz köşesi gösterilmeli! en bunları kafamdan geçi- rirken, sandalımız da, bir başka lâğım ağzının önünde dur- muştu. Denize uzanan bu İğrenç ağzın, salyalar da pek müstekreh ti. Damla damla değil, âdeta şarıl şaril akan kokulu sular, denizin rengini de, hâssiyetini de, mâna- sını da kaybetmişti. Hiç bir yeşil dalga tarafından rahatsız edilmiyen bu durgun ba- takhanede emsalsiz Marmaranm büyüleyici güzelliği bile seçilmez oluyordu. Ve ne yazık ki burada da yil. zenlere rastladık, Vâkıa, çocuklar srasında lâğım sulardan çekinen ler de yok değildi. Meselâ, içlerin- de, daha aklı başında görünen bir delikanlı; ikide bir: — Gitmeyin bel... Orada lâğım var be!, diye haykırıyordu. Bu ihtar, birkaç dakika için te- #irini gösterse de, arası çok geç- meden, bütün çocuklar, biribirleri- ne randevu vermişler gibi yine ay- — Miralay Lindbergle birlikte bir. çok meseleler üzerinde çalışıyoruz. Tindberg fenne çok büyük hizmetler ifa etmiştir. Bu hizmetler tahminin çok fevkindedir. Pariste teşhir olu. nan cihaz onum eseridir. Kendisinin daha büyük işler yapacağına kani- im. Doktor ayağa kalktığı için, ben de kalktım, elni sıktım ve ayrıldım. Hepsi de Denize ni lâğımın ağzında toplanıyorlardı. K endi renginde bir deniz bu- labilmek için, üç beş vüz metre uzağa açılmak lâzımdı. Hal buki, denize girenlerin çoğu, yüz- | mek bilmedikleri için açılamıyor, gerizlerin mikrop yuvası haline ge- tirdiği suların içinde, çırpınıp du- ruyorlardı, Asil acıklı tarafı bu kirli deniz. de yüzenlerin arasma, yaşlı başlı adamların da karışmış olması idi. D avutpaşada, bir dalgakıran var. Sandalia onun önün- | den geçerken, durakladık. Çünkü, burada da tarif edilmez bir lâğım | kokusu, burnumuza çarpmıştı. San daldan inip kokunun geldiği tara- fa doğru yürüdük. Bir de ne gö- relim: Bir açık liğım!, Yi güller, taş ölçerim, bel kalınlığın. da bir kemerin altından; sinsi sin- si akıyor. Mahalle çocukları, Jâğı- mın etrafında toplanmışlar, fotoğ rafçıya sesleniyorlar: — Bizi de çek amca! Bizi de çek amcal, Daha meraklıları bir yandan â- cele acele soruyorlar: — Hangi gazeteye basılacağız? Kuzum bizi de basın gazeteye. Birkaç resim: çektikten sonrü, Samatyaya doğru açıldık. Buralar da, artık evlerin Jâğımlar: başlı- yordu, Kırk adımda, elli sdımde bir, deliklerinden ince ince sular sizan küçük lâğımlar... Kumkapıdan buraya kadar, ta- mam sekiz tane lâğım saydım: Bunlardan üçü damla damla sız yorlardı. Dört tanesi, taş oluklar- dan boşalıyordu. Bir tanesi, San- dıkburnundan uzatılan ana boru vasıtasile, yekpare bir taşın için- den akıyordu. G eri kalan iki tanes! de, Da- vutpaşa sahillerinden, de- nize dökilüyorlardı. Daha ileride de, bir hayli lâğımlar olmalıydı. Demek, bütün Marmara sahili De- mirkapıdan Yedikuleye kadar baş» tan başa geriz sularile kirlenmiş. ti, Buralarda denize girmek değil, hattâ bu lAğımlı denizden esen ha- vayı koklamak bile pek caiz olma- Ba gerek!, Dönüşte sandaler ile öteden be- riğden konuşuyorduk. Ben bir ara- lık sordum: — Polis, denize girenlere birşey demiyor mu? — Demez olur mu?, Bazan bas- &m bile yapar. Amma, bu çocuk. lar, dinlerler mi ya?.. Kapıdan ko- varsın, bacadan girerler. Bu gözlerden anlıyorum ki, ya- kında başlıyacağına şüphe olmu yan açık denizde banyo yasağının, daha kuvvetli ve devamir bir şe- kilde tatbik edilmesi lâzımdır, Karabük Şehri Kuruluyor Karabükte, demir fabrikalarının kü rulmakta olduğu yerde 1,5 — 2 kilo. metre uzakta yeni bir Karabük şehri kurulmaktadır. Bu gehrin ingasmın ilk kısmı iki aya kadar bitecetir. lik ısımda ele alınmış olan inşaat, elli ev, 7 apartıman ve eli odalı bir pansiyondur. Ingaatın ikinci kısmıni | da, metkep, gazino, sinema ve sai | binalar teşkil etmektedir ki bu suret. le Karabük gehri, yeni Türkiyenin asri ve konforlu şehirlerinden biri © lacaktır, Dükkân Açmışlar Asçı Cemal ve aşçi Ali tatil günü dükkânların: ruhsatiyesiz açtıkları İçin dün Sultanahmet Ikinci Sulh Ces Ki ikemesinda beşer lirnya mah. oldular, 4