-i - —-T Bir altın şehrinin hikâyesi Johannesburg'ta 50 sene evel ancak bir tek kulübe vardı Nüfusu beş kişi idi, fakat bugün dünyanın altınları bu Geçenlerde kuruluşunun 50 nci se- nei devriyesini tes'it eden Afrikada- ki Johannesborg altın şehrinin çok garip bir hikâyesi vardır. Issız bir çöl ortasında bir mantar süratiyle büyüyen bu şehrin bundan elli sene evvel konserve kutusu tenekelerin - den mamul bir tek dermeçatma ku- lübeciği ve 5 adet sakini vardı. Şeh- rin nasıl inkişaf edip bugünkü bir milyonu mütecaviz nüfusu olan mu- azzam bir hal alışını anlatmazdan evvel bu altın diyarının kâşifi olan Valker'in akıllara hayret veren ma- cerasını anlatalım: 1884 te Kap eyaletinin wssız çölle- rinden birinde arayıcılar altın bul- muşlardı. Fakat bala üşüşen karmn - calar gibi bu menba üzerinde her ta- raftan koşup gelenleri tatmin ede - miyecek kadar kısır çıktığı için ümit le gelenlerin çoğu yeise kapılıp da- gılmağa başlıyorlardı. Bunların ara- sında bulunan Georges Valker de evvelâ ayni yeise kapılmış, fakat bir defa da yalnız başına çöllerde altın aramağı kafasına koymuştu. Mace- radan yılmıyan Valker bir at teda - rik ederek işe başlamış ve masallar- daki gibi az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş ve gene masallardaki gibi bir gün bir çölün ortasında bitap ve susuz kalrvermiş. Son damla su- yunu da artık bir adım atamam di- yen atına vermiş. Issız çölde bir parça daha ilerlemiş, fakat bu sefer bir deri bir kemik kalan beygir, ge- ne ayak diremeğe başlamış. Süvarisi hayvanı zorla yürütmek istedikçe hayvanın bitap adımlarla olduğu yerde saya dursun, o aralık Valkerin altını çok iyi tanıayn gözleri, beygi- rin yorgun ayağının çarptığı çakıl taşı arasına saplanıp kalmış. Bu na- lm çarptığı yerde Valkerin gördüğü şey altm. Ve macera perest İngili- zin atıyle düştüğü yer bugünkü al- tın diyarımın ta kendisiymiş. Bitap arayıcıya bu keşif can verince, ilk işi altmla torbalarını doldurmak ve çok azaplı bir yolculuğa — başlamak olmuş. İşin feci tarafı altm kaynıyan bu topraklarda bir damla su bulunma- masıdır. Günlerce aç susuz eziyetli bir yolculuktan sonra Pretariaya dönen Valker ilk rasladığı insan o- ln Fred Strubenin kolları arasına düşmüş, ve ölmeden evvel bü adam- cağıza altın torbalarını nerede dol- durduğunu söyliyebilmiş. Fred tabilidir ki derhal birkaç ki- şilik bir kafile ile yola çıkmışsa da Valkerin keşfettiği yeri bulmak için de birkaç haftalık bir zaman kay- betmiş ve o da adamlariyle hemen hemen Valkerin düştüğü vaziyette altın menbamın üzerine düşmüş. Bu vadide altın bulunduğu derhal her tarafa büyük bir süratle yayıl - mıştı, Fredin seyahate çıkmak için Val- kerden kalan altınları piyasaya çı - karması maceraperest ve pişkin al- ti arayıcılarının bulundukaları Pre- toriaya da aksetmiş ve Fredin Val- kerin bulunduğu madeni işletmek ü- zere sahraya yollandığını da öğre - nen maceraperestlerden mühendis ve alâtla mücehhez bir kafile derhal ayni menbaa doğru yola çıkmışlardı. Bu kafile bin müşkülâtla menbaa geldikleri zaman Fredi de Valkerin akıbetine uğrıyarak aç, susuz altın torbaları arasında can vermiş bul- dular. Fredin adamları kaçmış, yal- nız onlardan bir kadımla çocuğu ora- da yaptıkları ufak bir kulübeye sı- gınmışlardı. Vaktiyle ilk defa olarak cenubi Afrikada altın buldukları için Kimberley adamları adını alan bu kafile erkânı derhal işe başlamışlar- dı. Yazımı tura mı atarak araziye dörde bölmüşler ve herkes kendi his- sesine düşene razı olmuştu. İşte bu günle Johannesburg şehrini bu Kim- berley maceraperestleri — kurdular, Altın sahasının zenginliği derhal her taraftan kafile kafile insan çekmeğe başlamıştı. İlk defa gayet mütevazı bir şehir halinde büyümeğe başlıyan altın diyarı birdenbire baş döndürü- cü bir süratle inkaşaf etmiş dört beş katlı apartımanların yükseldiği asfalt bulvarlarla döşenen muazzam bir şehir olmağa başlamıştı. Şehrin inkişafına yardım ettiği için nafiz bir hükümet adamı olan Johannes- in ismini alan Kimberleyin adamları altın diyarına en münasip olarak in- #ihap etmişler ve biçare Valkerle madenin asıl kâşifi sıska beygiri u-. Altın arayı nutmuşlardı, 1896 da Johannesborg ve havalisi dahil olduğu halde 102.078 nüfusa malik bulunuyordu. Bunlardan 50907 sini beyazlar teşkil ediyorlarlardı. Beyazların içerisinde, 34.000 Ingiliz 3.300 Rus 2260 Alman ve 40 Fran - sız vardı. Ahalisinin yüzde 78 den fazlasını 30 yaşını geçmiyen insan- lar teşkil ediyordu. İşte bu zaman zarfında bu şehre “Kadınsız memle- ket” adı verilebilirdi. Çünkü sakinle- rinin yüzde 78 i erkeklerden, yüzde 28 ini kadınlardan mürekkepti. Ve bu kadınların da hemen hemen hep- si zencilerdendi. Bir altm bankası kurmağa baş- lıyan şehirde mühendisler hazineleri- nin yerin altındaki seyrini dikkatle takip ve tetkik ederek daha zengin ocaklar bulmağa ( .şlıyorlar. 1896 da 1887 mahsulünün tam yüz misli olarak 200 milyön altın çık- miştt, 1907 de bu miktar 675 milyon altın frangı bulmuş ve .1935. te ise dünya altın istihsalâtımm yarısı olan 1 milyar 875 milyona çıktı. Ve şeh- rin nüfusu ise | milyonu geçmeğe oluktan dışarı akmaktadır 1 ği cılarından biri başlamıştı. Altın diyarının Sibiryadaki rakibi bugün dünya altınımnın yarısın çıkar- dığı için 50 senesini tesit eden şehri ufukta beliren bazı endişelerde teh- dit etmiyor değildir. Bu endişe ne kimyagerlerin yana yakıla aradıkla- ri “filozof taşı,, ne de yer yüzünden bir gün kalkacak olan paranın kal - kabilmesi ihtimalidir. Onu asıl endişeye düşüren son za- manlarda Rusların Sibiryada bulup işletmeğe ve menbam kudretini gizli tuttukları, zengin olduğu muhakkak olan altın madenidir. Bu menbam yakmda Johannesborg ayarında bir kıymet alabileceğidir. Bundan maa- da altın diyarındaki ocakların ömrü ağır bir hastanın son saatleri gibi sayılmaktadır. Hesaplandığına göre 30 sene sonra Johannesborg madeni sonuna varacaktır. Fakat o zaman bu şehir halkının vaziyetini şöyle bir gözönüne geti - rin... Altm horoz öldü ve dava bit- |ti deyip altından başka bir şeyi bu- lunmıyan şehri yüz üstü çöl orta - sında bırakıp nereye gidecekler? A Mstindeki hâdiseler Yahudi - Arap ihtilâfını doğuran büyük sebepler Filistinde bir Yahudi yurdu yapılmasını ileri süren Bolfun, Arapların başına belâ olan meşhur nutkunu söylerken Yafa, 4 (Hususi muhabirimiz ya- zıyor ) — Filistinde haftalardan be- ri devam etmekte olan hâdiseler, hergün biraz daha şiddetini artır- maktadır. kargaşalıkların hakiki a- mili, paradır, paranın çokluğudur. Filistine, Yahudi- akını başladığı andan itibaren dahili servet durma- dan tezayüd etmiş, memlekete çok kısa bir zaman içinde oldukça fazla para girmiştir. Bu yüzden toprak fi- yatları arttığı gibi, Arab - Yahudi ihtilâfı da en son haddini hulmuş - tur. İstiklâl istiyen Arablar, otuz beş gündenberi bütün mağazalarımı, dükkânlarını kapamışlardır. Vesaiti- nakliye ve umumi hayat durmuş - tur, vapur gelmemektedir, gelebi- len vapurlar mal boşaltamıyorlar. Her gün, sokaklarda yapılan toplan- tıları dağıtmak istiyen zabıta ile Arap ve Yahudiler arasımda müsa - demeler oluyor. Hükümet, her za- man vaziyet ve asayişe hâkimdir. Bütün memleketlerde, Kudüs, Hay « fa, Yafa, Akkâ ve diğer şehirlerde örfi idare ilân olunmuştur. Saat 19 dan sonra sokakta dolaşanlardan T Kudüste meşhur Elkıyame kilisesin- den bir köşe Türk lirası ceza almmaktadır. Çakı taşıyanlardan alman ceza 5 İngiliz, et- mek ve hattâ bir kelime söylemek, cezanım bir misli arttırılması ile lirasıdır. Bu tecziyelere itiraz AN d ... Yudum yudum içiniz Bu sözüm, tabii, ayran içenlere karşı değildir. Onun nasıl içileceğini: Tutup ke'sin kenarından, Zarafet birle höpürdet; Desinler ayran içmekte, Bu emmi emme mahir ha! diyen şair pek güzel tesbit etmiş. Fakat insan bu sıcak günlerde sade ayran içmez. Su da bizim ulusal iç- kimizdir. Aramızda limonatayı da sevenler çok olduğu gibi, turunç şer- beti, vişne şerbeti de gittikçe daha ziyade rağbet buluyor. Bunları iç - tiğiniz vakit yudum yudum içiniz, demek istiyorum. Herhangi bir içkiyi yudum yudum içmek, bir kere, içkinin verdiği key- fi artırmak demektir. Su yerine şa- rap içen milletler bunu pek iyi bilir- ler, Onun için şarabı yudum yudum değilse bile yavaş yavaş İçerler. Halbuki biz su yerine yine su içmeğe alışık olduğumuz için ondan hicbir keyif aramadan en çok defa barda - ğı birdenbire dikerek içeriz. Bu âde- timiz şüphesiz fena bir şeydir. Böy- le lüzumundan fazla miktarda su İç- menin başkaca bir zararı olmasa bi- le, birçoklarımızın şikâyet ettikleri şişmanlığa ehemmiyetli bir sebeptir. Çok su içenler şişman olurlar. Bundan başka, suyu yahut şerbet- leri birdenbire içmenin zararı bu ka- darla kalmaz. Birdenbire soğuk su veya şerbet içmekten ileri gelen ö - lüm misallerini burada saymak iste- mem, Daha iki bin şu kadar yıl ön- ce, pirimiz Ipokrat, birdenbire soğuk su içmek insanın beynini dondurur, diye yazmıştı. Beyin donmasının as- It olmasa bile, soğuk su birdenbire mideye gittiği vakit vücudun her ta- rafından, beyinden de, mideye kan” hücum ettiği düşünülünce büyük he- kimin sözü bu suretle tefsir edilebi- lir. Soğuk su birdenbire mideye gi - dince, soğuğun tesirile karın ağrısı verdiğini herkes bilir. Mide buna meydan vermemek için suyu ısıtma- ga çalışır. Bunun için de vücudun her tarafından kan çağırır. Deri kansız kalır, üşür, terleme durur, ne- fes borularında sıkıntı olur, akciğer zarında, âkciğerin kendisinde — bir iltihap olabilir. Bunlar insanı — gö- türmese bile az çok tehlikeli şeyler- dir. İnsan aç karnıma olduğu vakit bir- denbire içilen soğuk Ssuyun Zzarar vermek ihtimalleri pek ziyade artar. Vakıâ insan sabahleyin aç karnına soğuk su içmez. Fakat öğle yemeği- ni yedikten birkaç saat sonra, işiniz- den dönerken yorulup, terleyip te bir bardak soğuk suyu veya turunç şerbetini birdenbire — yuvarladığınız vakit midenizin boş olmadığından emin olabilir misiniz? O saatte açlık duymuyorsanız bu bir itiyat eseridir, mideniz boştur. Boş mide sizin ona birdenbire gön- derdiğiniz soğuk şerbeti ısıtmak için yalnız başma uğraşır. Siz ona yar- dım ediniz, soğuk içkinizi, ağzınızda ısıttmağa başlamak üzere, yudum yu- dum içiniz. Lokman HEKİM neticelenmektedir. Bu vaziyetin Arapları hayli sar - sacağiı muhakkaktır. Araplar, her halde bir gün dükkânlarını, mağaza- |larını tekrar açmak mecburiyetinde | kalacaklardır. Ön beş senedenberi Filistinde yer- leşmiş bulunan Yahudiler, burada kuvvetli bir muhit kurmuşlardır. Te- sis ettikleri fabrikaların 1.700 adet olduğunu söylemek, kendilerinin na- sıl çalıştığını anlatacak — en iyi ve açık bir misaldir. Arap komitesi, hic retin men'ini, müstakil ve vatani bir hükümet teşkilini, bir arazi kanunu yapılmasını istemiştir. Hükümet, teklifleri kabul etmemiştir. Bu ara - da Arapların ileri gelenlerinden bir- kaçı memleket içinde bazı yerlere sürgün edilmişlerdir. Telâvivi liman haline koymak için Yahudiler derhal harekete geçmiş- ler, üç gün sonra işe başlıyarak mu- vaffak ta olmuşlardır. Yalnız bir- kaç gün içinde Yafada liman işi için iki milyon Ingiliz lirası toplanmış - tır. Bu liman bitince Yafa, adeta bir köy halini alacaktır. Liman, Yahu- dilerin elinde olacak, orada sadece Yahudi emeği para kazanacaktır. Yahudilerin Ingiliz meclisi umu- misinde dokuz meb'usu vardır. Bun- lardan ibaşka ayrıca hariçte propa- ganda işile uğraşan bir teşkilât mev- cuttur. Bu teşkilâtım propagandasi- le, son hâdiseler, kargaşalıklar do - layısile, Filistin Yahudilerine dün- yanın her tarafından nakti yardım - lar yapılmaktadır. Her yandan, her memleketten muavenet parası ak- 4-6-93668 HERGUN BiR ROPORTAJ Seyyahları garip bir mahlukmuş gibi, temaşadan vazgeçmeliyiz Bir seyyah, yabancı şehirde bulunduğunu ne kadaf az hissederse, aramızda kalmaktan o kadar hoşlanıf Postahanenin önü hmcahinç dolü.. Herkes, merakla, hayretle, ona bakı- yor: Otomobil içindeki kadına!, Ben de kalabalık arasma sokulup baktım: Tam Anglo - Sakson tipi. .İnsana, ilk göz atışta ısıracakmış tesirini ve- ren dişler... Yarı açık duran geniş bir ağız.. Yukarıya doğru kıvrılmış küçük ve sivri bir burun! — İncecik kaşlar... Domates kırmızılığında ya- naklar... Yaşı, elli var. belki elliyi de aşkın.. Fakat, çok dinç görünüyor. Bacak bacak üstüne atmış, elinde bir ingilizce gazete, etrafinı çeviren alâ- ka çemberiyle hiç meşgul değil.. .Yal- nız, kalabalık çoğalıp da, otomobilin dört bir yanını sarınca, azacık si - nirlenir gibi oldu. Başını gazetesin- den kaldırmıyor ama, gitgide içerli- yor. Bir çocuk, eliyle otomobilin ka- roserini okşiyarak, arkadaşını yanı- na çağirdı: önarende AM — Ahmet be!(.. Bak madalyalara bak madalyalara!... Bu sözü duyanlar hep birden kadı- nın otomohiline abandılar. içersini daha iyi görebilmek için pencedenin camına burunlarını dayıyanlar var- dı. Kadının hesabına bu sefer, be - nim canım sıkılmağa başladı. Ve ne yalan söyliyeyim, biraz da utandım. Belli ki bu bir seyyah kadındı. Ken- di hususi otomobiliyle diyar diyar dolaşıyordu. Nihayet döne dolaşa İs- tanbula gelmişti. Bir kadının, hem de yaşlı bir kadının bu kadar merakı tahrik edecek nasıl bir hususiyeti olabilirdi? Hiç!.. Fakat, siz gelin de onu anlatın. Sanki Istanbulda, sey - yah görmemişler. Bu ne alâka, bu ne iç sıkıcı alâka canım.. Kadının yerin- de olsam, bir dakika bile orada dur- maz, hemen direksiyona geçer, oto- mobilimi var hıziyle sürüp, bu kala- balığın içinden yakamı sıyırırdım. Kendisini geyredenler içinde birta- kım yumurcaklar da var. Bunlar, a- rada bir ellerindeki aynayı güneşin ışığıma tutarak, kadının gözlerinika- maştırıyorlardı: Içimde tarif edilmez bir hiddetle: Bir seyyah kafilesi şehrimizi gezerken — Çekilin oradan diye haykır * dım. Dağıldılar. Fakat, ben çekilin” ce yeniden otomobilin etrafıma tOP” lanacaklarımı biliyorum. Bu seyyah kadm, yarın memleke” tine döndüğü zaman, İstanbul 80 * kaklarında kendisine yapılan bu kîı' çük şakayı; kimbilir, nasıl bire bif katarak anlatacaktı! Geçende gene bir gün, Iş bankas” nın Yenicami avlusuna bakan köşe * sinde, bir seyyah delikanlı gördüm Etrafına yüzden fazla insan toplar” mıştı. Seyyah, Yenicamie bakarak, © lindeki kâğıda birtakım çizgiler çiZ” yordu. Uzaktan şöyle bir bakmtâ bu çizgilerin biraz sonra yenicam” in güzel bir siluetini gözler önünü canlandıracağını anladım. Demek bu bir ressamdı. Sanat * serlerinden birine karşı duyduÜ“ sempatiyi birkaç çizgi ile canlandi” mak arzusuna düşmüştü. O halde PF rakalım, eserini tamamlasın, diye * ceksiniz. Fakat adamcağizın rahatö çalışmasına imkân yoktu ki... Kali” balığın sağdan soldan yaptığı tazyi” lerle elinden kalemi bırakmağa met” bur oldu. Buraya toplananlar, kar#” ikalem resim yapan adamı, ömürle * rinde ilk defa görüyorlarmış — giP” delikanlıya hayran hayran bakıyof * lardı. O bakışlardan, ressamın hi d bina ben sıkıldım ve bir suçlu gİ? başım önümde, oradan uzaklaştım. Demek istediğim şudur ki, tul'f’t memleketi yapmağa karar verdiği ü miz Istanbulda seyyahı garip ” mahlük gibi temaşadan artık vazı meliyiz. Düşünürsek bu, bizim aleyhimi/” dir de... Seyyahlar, yabancı bir * hirde bulunduklarını nekadar az H sederlerse, aramızda kalmaktan O dar hoşlanırlar. Sokakta yürür, tacıda oturur, camileri gezerken, g nünde ardında kalabalık bir. hi kütlesinin kendisiyle birlikte ' dolâf tığmı görmenin seyyah için, sık & bir şey olduğunu ne vakit kabul ed ceğiz? * B Salâhaddin GÜNGÜ üi maktadır. Hattâ İstanbul Yahlıdile- ri dahi külliyetli bir iane gönder - mekte gecikmemişlerdir. Bu vaziyet karşısında Arapların şimdi başarmağa çalıştıkları idealin tahakkukuna pek imkân görüleme- mektedir. Ingiliz matbuatı durma - dan Yahudilerin hukuk ve faaliyet- lerini ileri sürmekte ve onları mü- dafaa etmektedir. Yahudilerin liderleri şunları söy - lüyor: '—' Biz Filistini bir san'at belde- si haline getireceğiz. Mevaddı ipti- daiyemizi komsu memleketlerden, Türkiyeden, Irandan alacağız. Fi- listinden mal ihraç edeceğiz.” Buna karşılık Arap lideri de kısa- sa göyle anlatmaktadır: “— Nasıl Suriye, Misır, Irak is- tiklâle kavuştuysa, biz de istiklâl is- tiyoruz.” Zengin Araplar, nakti fedakârlık yapmaktan çekinmektedirler. Halbu- ki, bir Telâviv belediye reisi, “ bir günde bütün servetini, mülkünü, ge- lirini ve mallarını memleketine te « berrü etmiştir. Hâdisatın cereyan ediş tarzı, dahili kargaşalık ve an - laşmamazlıklarm daha bir müddet devam edeceğini gösteriyor. Maa- mafih, yapılan tahminlere göre, bu mücadelelerde kat'i bir Yahudi iler- leyişi göze çarpmaktadır. Poliste Zeytinburnunda bir motosiklet kazası Zeytinburnu — civarında oyn’y', on yaşlarında Osman, oradan İ 132 numaralı motosikletin sad” e sine maruz kalmıştır. Çocuk yar yf landığından hastaneye kaldırılmı? motosikleti kulanan kaçtığında? ranmaktadir. Bir deli yakalandı Şişlide Bulgar çarşısındaki y Ali apartiımanında oturan Vedat dında biri, dün Maarif muqürıül';; giderek- hademelere; — Ben ürü tayin olunan orta mektepler müdi gll Avniyi görmek istiyorum. Bu 8Ğ3 y şimdi bulunuz, öldüreceğim.. gü0 bağırıp çağırmağa ve önüne p çatmağa başlamıştır. Telâşa jise hademeler vak'ayı telefonla e e haber vermişlerdir. Polis merk© (, olduğ! w götürürlerken Vedat oradada çağırmaya başlamış, hasta ; gll anlaşıldığı için kendisi neıîîw. na almarak tahkikata başl: aü