2 6 TAN atil Hauptman'dır (sığ Mezarlıkta fidyei necatı veren 5-4-936 MEMLEKET MEKTUPLARI Gökbel'den geçerken Çakırcalı Efenin menkıbesi hatırlanır Şöför devam etti: “İşte, son olarak şurada bir posta- yı soymuştu... Fakat, çok geçmeden yakalandı!,, ÖĞÜTLERİ Kondon hatıralarını anlatıyor, Güzeliğe dokunan “Hauptmanı on, on iki katil arasında gördüğüm zaman bir hastalık Pek çok hastalık. güzelliğe doku- nur ama, bu söyliyeceğim hastalık, yüzde, hem de en ziyade bayanların yüzünde olduğu için epeyce can s- kar. Buna onu tarif eden hekimin a- . derhal tanıdım, bu konustuğum adamdı Lindbergin çocuğunun kaçırılması bir teessür duyan. profesör, küçük Lindbergi bulmak için şahsen nraş- tırmalara başlamış, tayyareci Lind- berg İle tanışarak onun İtimadmı kazanmış idi. Bundan sonra Wood- lawn mezarlığında çocuğu kaçıran lara fidye parasını vermek Üzere ran- devü alan da o olmuştu. Orada da Kondon, 70 bin dolar olarak tesbit e- dilmiş olan fidye parasmı 50 bin do- lara İndirmeğe muvaffak oldu ve Saint-Raymond mezarlığında parayı vermek üzere ikinel bir randevü aldı. Lindberg ile Kondon mezarlığı git- tiler. Lindberg bir kenarda bekledi. Kondon götürüp parayı verdi. Lâkin | küçük Lindbergi bulmak mümkün olmadı ve biraz sonra bir ormanda çocuğun cesedi bulundu. Kondon, kendisinden çocuğu vereceğim diye parayı alan ve mezarlıkta görüştü- ğü haydudu bulmak üzere tekrar 2- raştırmalarma başladı. Bu haydut kendisine Jon ismini vermişti. Bununla beraber, Kondonun hiçbir menfaat peşinde olmadan bu işe çi- rismiş olması, 50 bin doları hayduda verirken yalnız olması, hâdise ile meşgul olan polis müfettişi Walsh'ın güiphelerini uyandırmıştı ve Kondonu bir gün Walsh polis müdüriyetine ça- ğırarak sıkı bir sorguya çekmişti. Kondon, polis müfettişi tarafından epeyce hırpalandıktan sonra bırakıl- dı, evine döndü. Fakat dalmi bir ne- raret altında bulunduroluyordu. Bütün bu hâdiseler, Kondonun 8- sabini bozmuştu. Kendisi bir einaye- te karşı nefret duymuş, bütün Ame- rikanm sevdiği Lindberg gibi bir şah- siyetin çocuğuna karşı yapılmış bir suikastin faillerini meydana çıkar. mak'için işini, gücünü bırakarak, şahsi servetini ortaya atarak çalış- tığı halde sünhe altma alınısma canı sıkılmış ve hatıratı yazmağa karar Mauptmanı itham eden hatıratınm &on kısmını yazmağı favdalı bulduk. Hatıratın, Kondon, polis müfettişi Walseh tarafmdan sorguya çekilip serbest bırakıldıktan sonrasını aynen maklediyoruz: Aradan aylar geçti. Sıkı bir suret- te nezaret altımda bulundurulduğum âşikâr idi. Telefon mikâlemelerim dinleniyordu Gönderdiğim mektup - lar, bana gelenler hep açılıyordu. E- vimin duvarlarmi Kâmilen yeniden kâğıtlatmak mecburiyetinde kalmiş- tım. Çünkü polisler, fidye parast 0- larak Jona 50 bin doları verdiğimden şüphe ediyorlar, bu parayı benim a- ıkoyduğumu zannediyorlar ve bulu- ruz ümüdile evin her tarafını aramış- lar ve bu meyanda duvarlardaki kâ- ğitları da sökmüşlerdi. Her gün bana yeni izler haber ve- ren mektuplar ve birçok telefonlar geliyordu. İşin garibi bana telefon edenler mükâleme Ücretini benim he- sabıma kaydettirmeğe de muvaffak oluyorlardı. Böylece ay sonunda, te- lefon faturası 50 dolar olarak gel- mişti. Bu hâdise cantmı sıkmış ve ka- taloğa kaydedilmeden yeni bir tele- fon numarası almıştım. Dava esna- amda bu numara değiştirişim birçok dedikodulara sebep olmuştu. Nasil 0- Tup ta telefon numaram Jon tarafım- den biliniyor ve evinde, eski bir do- labm üzerinde yazılı bulunuyor? de- niliyordu. , Vaziyet şudur? Jonun evindeki telefon numaram Sedgwiek 3.7154 idi ki, bu kataloğ- da da mevcut olan eski telefon mu- maram idi. 16 Ağustosta gazetelerde Lindber- gin yeni bir oğlu dünyaya geldiğini okudum. Bu haber beni çok sevindir- di, Zira, iki yeni küçük kolun genç ev- lilere, hayatlarmı zehir eden faciayı unutturacağını düşünüyordum. Bununla beraber, araştırmalarıma devam ediyordum. : Birçok tehlikeli yerlere girip çıkıyor, kaçakçılarla düşüp kalıyordum. Böylece, kendi | cebimden 12 bin dolar kadar para sarfettim. Derhal ilâve edeyim ki, bütün bun- tardan dolayı ne teşekkür, ne de mü- kâfat istemiyordum. Bunu sövlemek- mezarlıkta w Kondonun şehadetine rağmen kati- lin kendisi olduğunu söyliyen Paul Wendel İten maksadım, sadece, kısmen veya tamamen fidye parasını aşırmış ol- mekis itham edilen bir adamın, ken- di cebinden para sarfedecek kadar aptal olamıyacağmı söylemek içindir. Yanımda, bu hâdiseye ait olarak, küçük Lindbergin oyuncakları ile, ço- cuğun yatağındaki örtüleri tutan İki kancalı iğneyi muhafaza ediyorum. Geri kalan çocuğun o eşyazmı Lind- berge, Miralay Breckinridge ve adli- yeye teslim ettim. Bende bir şey kal- madı. Hattâ mektupları bile sakla madım. Hayatım, Broux şehrinde ta- mamen açıkta geçti. Gizliyecek bir şeyim yoktu. Zaman zaman Miralay Breckin ridge ziyaretime geliyordu. Fakat © acıklı pazar akşamındanberi Lind- bergi görmemiştim. Fakat bir gün, kendisinden bir akşam yemeği için davetiye aldım ve ziyaretine gittim, Lindberg ile zevcesi, her zaman ol- neşe getirmiş olan sarı bukleli yav- rularmı gördüm. Bununla beraber, zaman geçiyor- du ve 1934 senesi yazı da geldiği hal de araştırmalarımı birakmıyordum. Bir gün, çocuğun kaçırıldığından iki buçuk sene sonra, bir otobüs İle Williams Bridge'e gidiyordum. Pek haln parkından geçerken pencereden bakıyordum. Birdenbire, amele kıya- fetli birisinin © civardaki ormana doğru ilerlediğini gördüm. Bir an, den sıçrayarak şoföre: — Otobüsü durdur, Allah aşkına durdur! Diye haykırdım. yordu. Başmı iri —— Maalesef, profesör, dedi, bura- da duramam, imkânı yok, arkam- den gelen otomobillerden bir kaza çı- kar, Neden sonra otobüs durdu. Fakat ne yazık ki Jon kaybolup gitmişti. Şoför beni tani. adam Jon idi. Bu hâdiseden üç hafta kadar son- İra, eve iki polis geldi ve: — Derhal, değiler, geliniz. Jon tev- kif edildi, Lindberg, karısı ve çocuğuyla beraber haydutların şerrinde İngiltereye kaçmıştı İzarlıkta kendisile görüşen tek adam duğu gibi fevkalâde nazik ve sevim-! ti idiler Ve facialar yaşamış yuvaya | yüzünü görebildim ve derhal yerim- | Bu cümleyi o zamana kadar çok işitmiştim. Ve onları, he de olsa ta- kip ederken hiç Umidim yoktu. Greenwich sokağındaki karakolda, büyük bir asabiyet büküm sürüyor- du. Koridorlarda polisler, gazeteciler, birçok halk, tarif edilmez bir heye- can içinde dolaşıp duruyorlar, haykı- rışıyorlardı. Biraz sonra beni müva- cehe için çağırdılar. Karşımda on iki kadar cani vardı, Bir polis: — Profesör, dedi, eğer Jonu tanr- yorsanız, İlerleyiniz ve elinizi onun omuzuna koyunuz. Karşımdaki adamlara (dikkatle baktım. Orada, içlerinde, zayıf, sol gun benizli, yüzünün çizgileri geril- miş, her tarafta, uzun aylardır ara- dığım, Lindbergin çocuğunu kaçıran, kendisine 50 bin dolar fidye parasım verdiğim ve yüzünden bu kadar şüp- belere, hakaretlere maruz kaldığım adam, Jon doruyordu. Onu derhal tanıdım. Fakat hiçbir hareket yapmadım, Kendimi tuttum. Sözlerin ehemmiyetini anlıyordum. | Bir insanm hayatı dilimin ucunda İ- di. Hem Jon artık kurtulamazdı. Zi-| ra, fidye parası evinde bulunmuştu. Ve er veysi geç itiraf edecekti. Me- olduğum için, onu şehadetimle ezme- li mi idim? Hayır. Sakin, rahat, dü- şünmem lâzımdı. Ve bunu yapmak, © gürültülü, asabi karakol odasmda kabil değildi. Bu sebepten, kendisine birkaç #u- al sorup, onun Jon olduğuna kanaat diyle, Kinke derler. Çok defa hiçbir sebep olmadan, ba- zılarmda ktiçlik bir yorgunluktan, yahut bir öfkeden sonra, yüz birden- bire, bir iki dakika içinde, nihayet ir iki saat içinde, şişer. İnsanın de- risi iki, üç santimetre yükselir. Du- dâkları kabarır. Göz kapakları geri- lir, güzel yüz tanmmaz bir hale ge Tir, Şişin nerede başladığı, nereye ka- dar gittiği pek de belli olmaz. Yüzde olduğu vakit kasınmağ, Fakat kollarda veya ( bacaklarda yahut başka yerlerde olursa, parca parça şişler olur ve üzerlerinde çıkan kırmızı kırmızı noktalar çok kaşmir. Bereket versin ki, bu hastalık gel- diği gibi çabuk geçer. Birkaç sant İ- çinde, nihayet bir iki gün sonru, kay- bolur ve hiçbir iz bırakmaz. Ancakk, tekrar gelir. Haftada bir- kaç defa, her ay gene meydana çr- kar. Bazılarında şiş büsbütün kây- bolmadan yenisi baslar, Asıl can &- knenk tarafı da budur. Arada sırada olursa İnsan evde kapanır, şişi gös- termiyebilir. Fakat öyle sık sik ge- lines... « . Gene pek ziyâde can #ikacak bir tarafı yirmi ile kirk beş yaş arasinda bulunan bayanlarda, yani güzelliğin en büyük kıymeti olduğu bir yaşta meydana çıkmasıdır. Birçoğunda ana dan kıza geçer. Ayni familyanm kız- ları ya çokca kaşınmlar, ya nefes darlığma tutulurlar, ya ekzemadan rahatsız olurlar, Yahut yüzleri şişer, bazılarında da hepsi birden olur. Bu hastalığın sebebi, sinirler. den bir türlüsünln bozukluğudur. Fa kat o bozukluğun nereden geldiğini anlamak biraz derin İştir. Kimisi 80- Zuktan, sıcaktan, heyecandan müte- essir olur. Kimisi de bizi yemeklerden. venn tarlardan, ;istiridyeden,, -midveden, yahut bazı ilâçlardan, aspirinden, an- tipirinden, kininden müteessir olür. Bunlardan birini yeyince biraz sonra yüz şişer. Bazılarına şiddetli bir ateş bile gelir. Yumurta yedikten sonra yahut kininli bir ilâç içtikten sonra, yüzü birdenbire şişerek ateşler için- de iki üç gün yatmağa mecbur olan bayanları belki işitmişsinizdir. Bayanlarm bazılarında bu hastalık muayyen gürlerden hemen önceki günlerde gelir, kimisinde o muayyen | İ günlerden * kurtulacağı — yahut © günleri gösteren gençliğe yanacağı— devirde bağlar. O vakit can erkemtsi iki kat olur. Bayanların kimisi de ç0- getirdim , ve polislerin - teşvikine rağmen, o gün, hiçbir ifşaatta bulun- mamağa karar verdim. Bu kararım, avukat Relliy'nin aleyhime birçok hü. cumlar yapmasına sebep olmuştu. Fakat Jonu teşhis etmekten imti- na edişim, kat'i verilmiş bir karar değildi. Bunun da vakti geleceğini biliyordum. Ve vakti gelince, yani muhakemede, vicdanım serbest ola- rak ifademi verecektim. umumi Willent'e git- tim. Beni nezaketle karşıladı ve: -- Sizi görmekle memnun oldum, | dedi, muhakemede alacağınız vaziyet hakkında bir türlü karar veremiyor- duk. Bazı gazeteler, Hauptmanı kat'i olarak tanıdığınızı, bazıları aksini ya- ayorlar... — Beni dinleyiniz, dedim, ilk defe olarak size ifade ediyorum: Mezar- lıkta gördüğüm sdamm, Jonun, Hauptman olduğunu tasdik ederim. Oldukça uzun bir görüşmeden son- ra, baş müddel umumi, Hauptman İ- le bir mülâkst yapmamı söyledi. Der- hal kabul ettim.Kendisile kısa bir gö- Tüşme yaptım Müphem birkaç söz söy ledi, ve ona, oğlu Manfred'den bahse- dince birez ağladı. Sonra çıktım ve onu 9 kânunusani 1935 gününe, yani baş müddei umuminin bana, mahke- Çünkü o gördüğüm amele kıyafetli | mede — Jon kimdir? Deyip te: — Jon, Brumo - Richard Haupt- man'dır. Dediğim güne kadar bir daha gör- cuk annesi olâcağını anladığı vakit yüzünün şişmesinden kurtulur. O za man da gevinç iki kat olur, Bazıla- rmda boyundaki tiroit guidesi ya fazla işler, ya eksik işler de yüzü on- dan şişer. Yüz şişmesinin nereden geldiğini anlamak, şüphesiz, ancak hekime düşen iştir. Sebebi anladıktan sonra hastalığı iyi edecek olan da gene an- Lokman HEKİM ama meğim., İşte beklediğim vakit gel işti. Vaktimi, © gayretlerimi, paramı, her iyi Amerikalı vatandaşm vazife- si telâkki ettiğim şeye sarfetmiştim. Bu yüzden tayip edildim, hakaret gör düm, şüphe edildim, küfürlere ma- ruz kaldım. Buna mukabil elinde ne kaldr? di- yeceksiniz. Hiç mi? Hayır. Buna mu- kabil, fevkalâde iki insanın dostluk* larmı ve itimatlârını kazandım. Bun- İar Miralay Lindberg ile Miralay Breckinridge'dir. man'ı cinayetten suçlu olarak tanı dığı ve artık onun elektrik sandalye- sinden kurtulmak ihtimali olmadığı yetimin hikâyesini yapmakla mem- İ rini versinler. CONDON (Çuingue) hastalığı ıstakozdan, balıktan, yumurtadan, | bugünde, bu acıklı hikâyedeki faali- nun oluyorum. Okuyucular hilkümle- Muğla Aydın Muğla arasmı dört beş saat diyenler var, fakat bizim posta oto- büstü Aydından üçte kalktı ve akşa- mın tam yirmi birinde Muğlanın işık- larmı gösterebildi. Şoförün yanında lüks yer diye bir bilet kestiler. Arka- lara bakilırsa hakikaten doğru, Fa- kat bu lüks yerdeki sallantıdan ya- nımdaki bavullardan birini mecruh vermiştim. Şoförümüzün tam ense köklinde yanık yüzlü bir Muğlalı za- hireci, onun yanmda posta onbaşisı ve anası, daha arkalar o Ködar biri- birine geçmiş ki, bütün yol esnasındâ yalnız bir yere saplandığımız zamağ arabayı çukurdan çıkarmak İçin üğ- raşırlarken kendilerini görebildim. Otobüs mü, kamyon hu, bir türlü isim veremediğim bu arabada, öğle- den birkaç saat sonra yola düzüldük Aydınm şehri güzel, fakat yolları fe- na. Kırk kilometrelik Çine kasabasi na güç belâ iki saatte gidebildik. Yemyesil dağlar ve yaylalar arasm- da arabamız ve İçindeki bizler biribi- rine giriyordu, Arada bir civarda dağ kenarlarına. yapışmış köyler çök gi- rin görünüyor. Hayilee meşekkatli yolumuza de- vam ediyoruz. Birdenbire arabamız genis bir çayıra daliverdi. Ben ada- mn kaçındığına hamlettim, o da bu- nun ferkma varmış olacak ki: — Bayım, benim ismim deli Ah- met, dereler tepeler bana vız gelir, geçerim, dedi. Muğlalı âfa girdi: — Buraya Dalama çayı derler, köprü bozuk yollara tesadüf ettiğin- den buralardan arabalar geçiyor. Fa- kat korkulacak bir şey yok, demeğe kalmadı. Filmlerdeki askeri manevralarda olduğu gibi, yarısına kadar suya bat- miş arabamız, tam işini muvaffakı- yetle bitirirken, çayın kenardaki çamura saplanmaz mı? Su kenarını hepimiz biribirinin sır- tinda atladık. Bizim bavullar elden 6- le kuru yere kadar geldi. Evvelâ u - j cuz müşteriler biraz dehlediler, imkâ- İn yok. Zaten bu işlere pek alışık bir çift manda, hemen kenardaki otur- dukları yerden yavaş yavaş kalkarak garı rını salıya sallıya çekilip gittiler. Bizim meşhur deli Ahmet, biraz o- kuğu, üfledi, ve tekrar yola koyuldu. Çine uzaktan yeşilliklere gömül- müş görünüyordu. Tepedeki Gölez- Madran köyü imiş. Burada çıkan su- yun emsali güm söylüyorlar. Çine postahanesine paketi verirken, müavin şoföre Muğlalı bağırıyordu: — Arap, köfteciden bir bardak Su alıver. Termosu arap muavine uzattım ve biraz sonra dolmuş olarak döndü. hakikaten fevkalâde su. Fakat iki bardak içmek kismet olabildi. İlerki yokuşlarda otobüsün su tahammül ( edilemediğinden, bizim meşhur Madran suyu da karanlık bir yamaçta arabanm su deposuna ilâve edildi. :. Dokuz kilometre sonra eski Çineyi zarasında, sellerde su altm- dn kalan köyler de sol tarafımızda birer birer işaret edilerek geçiyor. şimdi, büyük bir dağın kenarından Çakırcalmın bir zamanlar fing attığı Gökbelmiş. Şoför dağdan geçerken yükseklere tırmanıyorduk. Bu dağ Otomobil bataklık tan kurtarılırken... 18 sene buralarda derebeylik etmiş bu efenin menkibelerini o naklediyor ve nihayet: — İşte, şurada son olarak bir pos- tayı soydu. Artık iflâh olmadı, yaka- landı, diyor. ; Otobüs sesler çıkararak kıvrımla- ri dönüyor, Mütemadiyen urmanıyor. Arada bir dağlarda yaşıyan yanık İ köylü tipleri davarlarını almışlar yer İlerine dönüyorlar. Yukardan aşağı kayalıklardan inen suların sedası ak- şamm güneşi arasında bütün dağı kaplıyordu. İnip çıkısı yirmi kilomet- veden fazla bu müthiş dağın üç yüz witn1s altı virajı varmış ve biz bunla vr tam eki saatte nihayetlen» direbildi, ee Gece karanlığı bir kavak ağacınm yanıbaşında başlad” Burası tam Muğla - Aydın hududu İMİŞ-wiraj. lar şimdi çıkıştan inişe dönmüş, kor- kulu yarlar atlattıkça şoför deli Ah- met ensesindeki Muğlalıya bağıri- yor: — Altmdiş bursları çıra ışığı ile | geçtiğimizi unuttun mu? a e Muğlalı söze başlıyor: Bundan dört sene evvel bu ka- vağın dibinde bir dişi kaplanı kanlar içinde görmüştüm, Hayvanlarını san» #ardan“korumakistyen koyfüler iri bir kapan kurmuşlar. Dişi kaplan da gece dolaşırken bu kapana yakala» #uvermiş,. Sonra etraftan yetişen köylüler, beynine birkaç kurşun in- göbekli Hüseyin dayı on beş kâğıda alıvermişti. Ama bundan sonra dişi- sini arıyan erkek . kaplan buraları haraca kesti, epeyce davar, sığır ka- nı akıttı. Şoför cevap veriyor: — Ben o zaman muavin şofördürü Bir gece karşıki tepede bağıftısını işittim, Ustam kör Mehmet, ışiğr o tarafa çevirdiği zaman” piril pırıl gözleri yaniyord. Mâkineye kuvvet, kendimizi uzaklaştırdık. Karanlıkta ötobüsümüz yoluna de» vam ediyor, fenerlerden . çıkan ışık- lar yalniz beş metreyi bile aydınlate mıyordu, Muğlalıya soruyorum: — Bu'dağda vahşi hayvanlar var her ik Y, ;) m? — Kaplan, ayı, geyik var. Fakat bunlar daha tepelerde. Aradabir so- Bir hikâye başlıyor. — Şu kahvenin (1) yanındaki ku- İlibede birkaç sene evvel ihtiyar bir nine ekmek yaparken kapı açılmış, bir de arkasma bakmış, iri birayı. Ayr, ses çıkarmaması için elile ağzı- nı tutarak yakınlaşmış. Kadm kor- kudan şaşalamış. Ayı etrafı karıştır. mış ve hamuru yedikten sonra kapı- yı çekip gitmiş. Fakat sonra tekrar gelip birkaç iri kaya ile pöncereleri karmakarışık etmiş. Şoför: — Ayıdan zaten kaçılamaz ki, bir açtı. ranlığında Muğlanm ışıklarmı gör- dük, uzakta pırıl piril yanan yıllız. lar gibi... Sait ÇELEBİ (1) Yayan yürüyenlerin konak yerlerine huralarda kahve diyorlar.