San'afkârlarla Dertleşmeler Peyami Sata diyor ki 1 Sanat dertlerimiz o kadar büyük, © kadar çok, o kadar bitmek tüken- mek bilmez ki, bu dertlerimizden bir az konuşmak, biraz teselli veya çâre but -k için Peyami Safadan başlıya- rak arada bir sanat âlemimizin genç otoriteleri ile görüşmeği faydalı bul duk. Peyami Safayı Tan'm üst katında yakaladık. Ona soruyoruz! — Sanatkârın derdim. Peyami Safanm herşeyi anlaması için bu kadarı kâfi geldi. : "evreli maddldir, diyor, fakat #EĞ ben bazıları gibi insanın, hele sanat - ” iktisadi vaziye kârın en büyük şartını tine bağlı bulmuyorum. Şüphesiz aç- ık ve sefalet en hâd derecesinde 83- natkârın düşmanıdır. Fakat konforun sanatkârın beynine verdiği afyon gev sekliği, kara sefaletin yırtıcı ve tük: Üci tesirinden aşağı değildir. Olçi nü, ümidi kaybolmamış bir geçinme endişesinde bular Pr. sefalet bence #anatkâra konfordan daha çok lâzım- İlham prensini fazla yedirip içir- üğu gelmez, Şişmanlar, göbek bağ” lar, himibillaşır. Onun perhizi estetik ekseriyet olduklarını biliriz, Sen bana sorarsan bir Knut Hamsun'u başta Modizliani'yi hemen anabilirsin.Hattâ bir sanat eserinin para etmesi bana bazan çok zarar verir. Çarşı, bu ma- tahların içinde iyilerine de narh koy- mak suretile kıymetlerini mabdut bir ölçü âleminde adamakıllı darlatmış - tr. Sonsuzlukla nisbeti olan her sa - mat eserinin fiyatına da hudut yok - tur, Bunun için gündelik ekmeğini bu- lan ber Türk sanatkârmın çalışmak için başka hiç bir şeye mühtaç olma” Öğme ve sanaticirm himayesi gibi “İZ leri ona yaraştıramadığımı ilâve €t mek isterim. p Sanatkâr, bütün insanlığın hâmisi- ür, — Pakat içimizde öyleleri var ki — Anlıyorum. Onları sanatkâr d€“ e İhsan olarak himaye etmek bu © iyetin boynunun borcudur. Günkü 25 adamın sanatkârlığından evvel İn- sanlığı tehlikeye düşmüş demektir. Yalnız sönatkör değil, sefaletin de müği meş Did derecesine düş recede alar < adâmı bizden aYnİ de de ma rm Sanatinden başka bir Ve bu e Pesleği olması lâzım sıdır? çi an asıl çalışmasını bozar m1? diş ç İmdeki ve saztteki vakit deği Yildetine ve kesafetine bağlı deruni 1 Tefordur ki en az vakti olan artis- asırlar ındırabilir, “Vaktim yok” sözü bir mazeret k adamının ağzında Balıkesirde bir Zagnospaşa camii yardır. Halk sadece X eskidi Paşa camii der. a de giden cadde üzerindedir. ed tarihinde yapılmıştır. 1313 zel - kglesinde yıkılan bu camiin mimarı imdir? Belli değil. Sağnos Paşanın milliyeti ha) Ma arı bir söz söylenemiyor. Zağrer dilineni rumcayı andırıyoran da Türk e şehir mânasına geliyor. Zağ. mu, atihin ilk saltanatında vezir ol- rilleişbit zaman sonra Balıkesire sü- tahgtür. Bu sürgün, Fatihin ikinci ei ğı kıyıma kadar uzamıştır. Olğ y ek Mezarı camiin içinde- : ir. Cami ve türbe bir Banat eseridir. a yaratmaların en tabii rejimidir. Aç - İiktan doğan sanatkârların büyük bir # Gi Sanatkârm çalışma vak- Amamile kendi içindeki efor'un | edim. Arkamda yırtılan bir kükyağ m mİ ga ceketli rüyayı da Picasso'ya anlatmağa karar verdik. Paşa camii Renksiz, şekilsiz, büyük şehirlerin Picasso'yu görmeğe gidiyor (1) Dom ve Kupol'un bloklarındaki hü- tün mektupluk kâatları krokilerle dol- durarak onları boşuna beklerdik. Bü- tün ağzı pipolu adamları Picasso zan- neder, yüreğimiz hoplardı. Ve bütün sakal; gözlüklüleri Matisse'e benze- terek yerimizden olurduk... Böylece boşu boşuna onları beklerken yalnız kahvenin kfatlarını değil, bir türlü ki- yamadığımız kendi resim bloklarımızı da bin bir çeşit çizgilerle doldurur, dik. Ağrımızda dolma kalem mürek- kebinin tadır, başımızın içinde renkli bir uğultu; dinlenmek için oturduğu. ğumuz kâhveden yorgun kalkardık. “Onlar” gelmezlerdi.. Halbuki vak » tile gelirlermiş, ve bu kahvelerde tatlı tatlı resim münakaşaları yaparlarmış. Yukule-le ile “onlar” 1 ve ilkan Pariste olduğuna emin olduğumuz Picasso'yu, Mon Parnas kahvelerinde görmekten ümidi kesince bir kolayını bularak Picasso'nun adresini elde et- tik, Kararımızı vermiştik: Bir gün a- radan bir hafta geçtiği halde henüz nefret etmeğe başlamadığımız birkaç resmi sırtlayınca Picasso'nun evinin yolunu tutacaktık, Gün geldi, Yukulee en temiz göm- leğini giyindi, ben en az boyalı cake- timi fırçaladım, başımızın üstünde gü ağımızı bumumuzu mürekkepler - | müş renkli bir gök, içimizde büyük bir maça giden iki çocuğun sabırsız ve hırçın yüreği; kolumuzun altında resimler, yola çıktık... Büyük mağaza ların birinin camında yüzlerimizi sap sarı, irinli resimleri cesa - retimizden kocaman bulduk, z İe bir aralık: en — Ya evde yoksa?.. dedi — Tâliimize küseriz... dedim. (Sen) i adımbaşı çevik bir adımla İ zıplayarak karşıya geçen, kesme şe- | ker kadar beyaz köprülerin birinden geçiyorduk. Yukule-le adımlarını ya- vaşlattı: — Daha geçen gün dedi, rüyam. da Picasso'yu gördüm: Adını bilmedi- bir bahçede resim yapıyordum. Bir türlü bir ağacın gövdesini büke- miyor, ve mütemadiyen yaptığımı ka- zıyor, terliyordum. Ellerim vıcık vr - cık boya içinde idi. Fırça temizlemek için bez almayı unutmuştum. Bir ara- lık bana boynuma kadar bir batakir. ğa gömülüşüm hissini veren yağlı el- lerimi toprağa sürerek temizlemek is- sesi işiterek döndüm. Faltaşı gibi açı- Jan gözlerimin önünde to “pa suyla Picamo'yu O gördüm.Cekeçinin astarı koparmış, bana Uzatıyordu! toptan kurduğu somurtmuş bir apar. man kapısı önünde durduk.(23), o- Bun apartımanının Bi idi... — Yukule-le, yemi meşgülse tığı için bizi etmezse! ve gal e ailmize değil de Pi- casso'ya küseriz ! dedi. Ve asansörsüz apartımanm merdi - venlerini sarp bir tepeye tırmananla- rın cesaret ve korkusile tırmanmağa başladık. Kapının önüne ge) yüz paralık cesaretimi: kalmamıştı. Biz imtihan kapısında balmumu gibi büktilen bacaklarımızı sürüklemeğe ştık. Para attık, zili çalmak vazifesi bana düşüyordu. İ Kapıyı sarı benizli bir kadıncağız | TA N'AT z açtı, sırtımda bir “hemşire” gömleği vardı. Birden “acaba - Picasso hasta mı” diye düşündüm. Evvelâ üstadın evde olup olmadığı» nı sorduk. Evdeydi, ve meşgul değil di. Fakat beyaz gömlekli kadın bize: — Kendilerine kim tarafından gel- izi söyliyeyim?. iye sorunca, Yukule-le ile biribi- simize bakmağa başladık. Kimse tara fından gelmediğimizi ve yalnız üsta - dın nasihatlerini almağa geldiğimizi söyledik, Yüzümüzün rengini ve sesi- mizin tonunu beğenmiyen kadınca - | ğa — Vallahi; dedi; etmeniz lâzımdı!. Boyunlarımızı büktük, af diledik. gidiyorduk. Kadıncağız bükülen bo - yunlarımıza âcımış olacak : — Bir parça durun! dedi ve bizi içeri aldı: Ben bir defa da kendisine sorayım... Teşekkür ettik. Kadıncağız par - maklarile basarak koridorda kaybol - du... Biz ümit dolu gözlerle etrafa ba- karak beklemeğe başladık. Tozlu bir kütüphane gördük. Kırık camlarından birisi önünde mukavva üzerine yeni Picasso'lardan bir tage gördük... Ve bü tün gördüğümüz bu oldu., Kadmca - gız göründü, bu sefer onun boynu bü külereliştü: — Maalesef!.. dedi, Muhakkak, te lefon etmeniz lâzrmnış. Bizim halimize acıdığınr sandığı * mız kadıncağıza gene teşekkür ettik: Ve çıktık. Picasso'ya küsmüştük... Onun resimlerile dolu mecmuaları mizi, kitaplarımızı en altına nefyet * tik. Aradan günler geçti, Her geçen gün, kabakati onun sırtından alıp bi- #imkine yüklüyordu. Picasso'dan pa ra, yazı, resim dilenmeğe gidenler 6k duğunu öğrendik... Ve birgün az kalsın atölyede on? “hrısız” diyen ve bizim ikimiz boyun dâki muazzam bir Amerikalı ile yüm- ruk yumruğa gelecektik. Bedri RAHMİ Öyle ise telefon cn m a ak en vi samlarını , İspanyol” oturuyor ba - * N Bende gârip bir mani var. Çok çir- kin ama, ne yapayım kendimi müm- kün değil bundan kurtaramıyorum. Utanarak size itiraf edeceğim. Ben, yolumun üstünde pencereleri açık, 0 dalarınm içi görünen evlerin duvar- larında asık levhaların ne oldukları: nr anlamak illetine müptelâyım. İçi görünen bir pencere önünde durur, uzanır, ilerler, geriler ve mutlaka du vardaki levhanın ne olduğunu anla - mak İsterim. Bu bir hastalık bende. Cepteki mektup, portföydeki p3- ra, iç çamaşırı, yatak odası, duvarda» ki levha. Pek farkir şeyler değil, Baş- kasının gizli eşyasına karşı tecesslis hepsi ayni derecede ayıp, çirkin ve mü masebetsiz. Çok defa içeriden çatık iki kaşın ihtarile karşılaştım. Fakat kendimi bu pis huydan kurtaramadım bir türlü, Ekseriya apartmanların birinci ka- tındaki oda duvarlarındaki levhalar- la kendimi tatmin edebildim. Bunlar arasında neler yoktur. Ata- türkün, İsmet İnönünün boyalı, boya” sır resimleri, apoletli, bol nişanlı pa- şa babalarının büyütülmüş fotoğraf- İarı, redengotlü âyan azasından biri- nin mağrur bir pozla iskemleye da - yanmış ağrandismanı, dalgalı bir de- niz ve ortasında eski bir yelken ge- misi, bir zırhlı, Hamidiye kruvazörü, ağrile güvercine yem veren dünya güzeli, talikle yazılmış bir besmele, bir âyet veya bir nasihat, bir beyit, Giayn'ın bir çiçek,bir manolya natur- mortu, tepekde kesilmiş karpuz, ya- nında bıçak, bir bıldırcın, Göksu de- resi ve nihayet sanat meraklısı bir evde, Ayvazofki'nin o meşhur deniz fırtınalarından bir kopye, Bir gün Aksarayın ahşap,eski ev- lerinden birinin önünden geçiyordum. Bir açık pencerc, duvarda bir kadm portresi, Derhal tanıdım. D grubunun dördüncü sergisinde Cemal Saidin teşhir ettiği pembe bir kadın portresi. Ne kadar hayret ettiğimi tahmin edersiniz herhalde, Kendi evimden içeri bakar gibi baktım. Odada kimse yoktu, Arkadaşımın bir eserinin bu evde ne işi var? İçime garip bir cesa- et geldi. Kapının zilini çektim. genç kız. kapıyı açtı. Sordum ona: Erzincandan gelirlerken Cemal, re- simlerini onlara emanet etmiş. Zaten sergide sâtin almıp ta duvara asılmış olmadığını biliyordum. Bu yazıyı “niçin” mi yazdım? Her- kesin evinin içine kadar uzanan göz- İerimin bu ayıbını niçin mi ifşa et - tim? İstanbulda bu kadar sergi aç lır, kapanır ve Istanbulda bu kadar €v ve apartıman vardr ve senelerden beri gözlerim bir hırsız gibi duvarlar- da aranır, ararır da sergilerden satın alınmış ve asılmış bir levha bulamaz. Bu ayıbın yanında kendi ayıbımı çok küçük gördüm de bu yazıyı onun için yözdım. a —— Elif NACİ “D,, Grupu Burada gördüğünüz resimler “D” grupunun açacağı beşinci resim sergi- sinde teşhir edilecek resimlerden iki tanesidir. “D” grupu Temmuzun on üçüncü cumartesi günü Şehir Tiyat- rosunun £ kısmı olan Fransız ti- yatrosunda açılacaktır. D grupu namt Da ayni günde tiyatroda bir de kon- ferans hazırlanmıştır, Bedri Rahminin kendisi “Uyuyan Kadn” Cemal Saidin Bir | GÜN GEÇTİKÇE Uzun Yaşamanın 7 imkânı Bulunuyor e e Bugünkü insanların vasati ömrü 69 senedir yani eskilerine nazaran çok fazladır Muhtelif senelerde insanların tabii ömürlerinin vasatİsini gösterir bir resim Bu konu, bütün insanları, ve hele bilginleri ne kadar uğraş- tırdı. Her ülkede bunun için sa- yısız kitaplar yazıldı. Filezof « lar, doktorlar, sıhhiyeciler, hat- tâ siyasallar, buna çeşit çeşit reler aradılar. Kişi oğlu, ölü mün mukadder olduğunu bil- mekle beraber, uzun yaşamağa ne kadar düşkündür! Bu iş, ay- ni zamanda bir ülke ve siyasa İ- şidir. Bir ulusun yarı ve bütün mukadderatmı kuvvetli, çokluk meyvalara saldırdı. Fakat, her işte olduğu gibi bunda da Almanlar metotla ha- reket ettiler. Nazariyeler, düs- turlar çıkardılar. Bunu bir ilim haline soktular ve buna: “sağlı- ğı koruma ilmi,, adını verdiler, Yetmiş yıl oluyor ki Petten - kofer bu ilmin temellerini attı. Evlerin, giyeceklerin, yiyecekle rin fenni şekillerini tesbit etti, Bundan sonra çocuk bakımı bir gençlik yetiştirmeğe bağlı - | da bir ilim haline sokuldu. Ço- dır. Bunun için, hükümetler, do- gumu çoğaltmak ve çocuk ölüm lerini azaltmak yollarını araştır- dılar ve mütemadiyen araştırı - yorlar. Uzun ömür için ne tavsiyeler, ne tedbirler okuduk. Jeon Find yoğurtta uzun yaşayış iksirini keşfetmişti: Ona göre, yoğurt en yaşatıcı maddelerdendir. Son zamanlarda Charles Richet or- taya bir vitamin attı, Ömrü uza- cuk ölümlerinin önüne nasıl ge- çilebilir? Bunun için yapılacak fenni tedbirler (o hangileridir? Bunlar da fenni metotlarla ku - ruldu, Bu güzeydedir ki vasati hayat 1871 - 80 de 62 yıl iken 1924 - 26 da 69 a çıktı. Ayni zamanda Koch gibi büyük bilginlerin ke- şifleri de, bulaşık hastalıklarla muvaffakiyetli mücadelelere im kân verdi. Bugünkü Avrupada kolera, sarı sıtma, lekeli hum - tan meyvalar imiş... Vitamin, vi- | ma, cüzam gibi hastalıklardan tamin diyerek herkes Jezzetli | hemen hiç bir eser kalmadı. Meshur heykeltraş kadın Astrid Begas İn; e kel kadın Astrid B. giliz Faşist liderlerin. den Onvald Masley'in heykelini yaparken