ğ gee D KSD YA e KTT YA SAA Aziz Hüdayi AKDEMİR Mehmet Ali, Paris Emniyet Direktör- ıııvıı üğünü de Dolandırmak İstemiş! Mehmet Ali küçük oğlu Niyaziyi eski Efgan sefiri Gulâm Nebi Hana hulül ettirmiş; bu genç çocuğun ka- ağı paradan istifade etmek iste- miştir. Daha sonraları bu çocuğun se- farete tercüman olarak kabulünü is- temiş ise de muvifak olamamıştır. Musırda bir bankada daktilo olan büyük oğlu Kâmil banka kâatlarile babasına mektuplar yazar, babasının yüksek para muamelelerinden bahse- der, Mehmet Ali de bu kâatları bazı mücsseselere ve komisyonculara gös- tercrek dalavero çevirir. Londrada bir İngiliz Türkiyeden 250,000 İngiliz lirası zarar ve ziyan davası açacktı. Mehmet Ali yalancı şahit sıfatile Londraya gitti. İngilte- reden 100 İngiliz lirası aldı. Fakat sonu gelmedi. Mehmet Ali.Ağa handan, Masır kra lından ve Gulüm Nebiden âdeta para dilenmiş, yalnız bunların birisinden 5000 frank koparabilmiştir. Gene kendi arkadaşlarından birinin anlattığına göre Ermeni komitesin - den Gümülcüneli ile birlikte ilk önce 25,009 frank almışlar, bir iş göremi- yerek ve parayı bölüşerek bozuşun- ca Mehmet Ali yalnız başına çalışaca- ğinr vait ve birçok uydurma — plânlar kurarak kendi hesabına ayrıca 24000 frank almış ve... gene birşey yapamı- yarak Ermenilerin akıllarını başlı a getirmiştir. Bu iğrenç hikâyeleri bitirmek için şu küçük hâdiseyi de an latayım: Mehmet Ali Paris Emniyet direk - törüne sokulmak ve orasını da dolan- dırmak istemiş. Nazır kartları yolla - mış, nezaret kâatları îouıu.q_ tavsi- yeler almış, bir türlü kendisini kabul ettirememiş. Nihayet, biz Türklerce | gok iyi tanınmış olan, ilk işgal kuman danı (Marcşal Franşe Despere) yi bulmuş, ondan bir tavsiye alarak Em- niyet şelinin yanma girmiş. Direktö - Tün ilk sözü şu olmuş : — Siz Vehip Paşayı tanır mısınız? — Cok iyl tanırım. — O da sizi tanır mı? — Çok'iyi tamır. — Aranız nasıldır? — İyidir. Kardeş gibi sevişiziz. — Ondan da bir tavsiye alabilir misiniz? — Hay hay! Pariş emniyet şeft manalı Bir su- gette yüzüne bakmış ve: — Zahmet etmeyiniz, o daha önce tavsiyeyi göndermişti. Dedikten sonra dosyasından bir mektup çıkarmış, okumağa başlamış: *.. Mehmet Ali kendi babasını Abdülhamide jurnal etmiş bir hafiye, r soyguncu, dolandırıcı, ırz düşma- adamdır; - gözönünde tutulması ve inanılmaması gerektir. İmza: Vehip.,, Ve sormuş: — Ne dersiniz? met AH kızarmamış, fakat bir Şey de söylemeksizin ters yüzü dön- müş, Bu adamdan babis açılınca, yıl hikâyesi gibi, bir türlü sonu gelmi- yor. Pariste Ömer Fevzi ile çıkarttıkla- rı “Bağlı Cümhuriyet — La Röpub | ligue Enchainde,, gazetesinin saçtığı No. 3 Abanoz Bilezik| RENE CHAMBE (İLK IKİ TEFRIKANIN HULASASI)| 1Geçirdiği bir at kazasından son- ra dinlenmek için üç ay mezuniyet alan Mülâzim Solliere Fransanın güzel bir bucağında küçük ve şirin bir ev kiralıyor. Birgün civarda ho- şuna giden bir manzaranın sulu bo- 'ya resmini yaparken, yanıbaşından genç bir kızla yaşlı iki erhek geçi- yor. Kadın yapılan resimle çok alâ- kadar oluyor. O da kadınlar... Evin- | deki hizmetçiden kadınin evli ol - banker olduğunu, anasının da Pari- sin yüksek sınıfından bir aileden şimdi ölmüş bir kadın olduğunu öğ- reniyoruz. Kıza karşı meyli daha si- yade artıyor.) Ağaçlar yapraklarının üzerine kıvrı- Jarak uykuya varmışlardı. Ömrümde bu kadar tatlı bir gece görmedim. e Ertesi gün ayni yere gittim. Genç kız gelmedi. Saatler geçiyordu. Zey- tin ağacınm gölgesi altımda âdeta kıv« | yazdığını mı? Kendi İstanbul işgalinden bir hatıra burada görülen Türk polisleri Anadolu davasına hizmet etmiş fedakâr yurtseverlerdir. hakkından İmansız gelir dedikleri gi- bi, Mehmet Alinin de Sait mollayı soymuş olduğunu söylersem bu bah- si tatlılıkla bitirmiş oluruz, Ali Kemal Biz henüz mektepteyken onu “İk- dam,, gazetesinin Paris muhabiri olarak tanır, ebedi yazılarını lezzetle okür ve kendisini bir hürriyet kahra- yalan ve çirkefleri Öğrenmiyenler, Avrupada olduğu kadar bizde de, pek azdır. Vaktiyle (Milliyet) gazetesin- de Mehmet Aliden ve bu gazeteden uzun boylu bhahsettiğim için burada yalnız hatırlatıp geçeceğim, Yalnız Şunu söyliyeyim ki gazetede Necati Rifat adıyle yazdırdığı yahudiyi bile kafese koydu ve ayrıldılar. Köstencede miralay Sadık namma (BO00y #eangr bandlelar ae mek üzere alıp miralay Sadık *“ziftlendiğini,, mi? imzasiyle makaleler arkadaşlarının bile “Buna adam denmez, zehirli bir hayvan,, demeli ve insanları bunun şerrinden kurtarmak için recmederek öldürmeli diyecek kadar - bıktıklarını ma sayayım?.. Hayır, artık keseyim. Yılan hikâyeleri meraklı olsa bile iğrenç ve yorucudurlar. Dinsizin manı gibi görürdük İstanbula dön- dükten sonra bu adamı gene gazete- ci ve öğretmen gördük. Fakat onun İTTİHADI MiLLi ruhunda dalma bir dikine Ççokluğa uymamak hastalığı yaşar. Gene öyle oldu: Gazetelerde atıştı, arkadaşları ile bozuştu, partilerle a- tıştı ve nihayet Anadolu savaşı bap- ladı. İkdam, sabah gazetelerinde Anadolu davasına aykırı yazılar yaz- dıktan sonra bilmem ne oldu? “Pe- yam,, adir ayrı bir gazete çıkarmağa başlı Yazılarına dikkat edilince İngilir propaganda servisinin Alman- lara tatbik ettiği sjstem hemen göze çarpmakta idi. Yazının — başlığı ve içinde anlatılan şey ne olursa olsun temel şu idi: “Büyük harpte bu ka- dar kan döktükten sonra niçin hâlâ çarpışıyoruz, (Arkası var| AONE gitmek, Muhterem müşterilerimize bu mek- tupla ihtar'öderiz ki, ROMEO Sos- yetesi Türkiye Genel Acentalığı bu, tarihden itibaren Galata'da Tünel ha- nr altında 1 numarada ROYAL YA- ZI VE DALTON HESAP MAKİ. NALARIN ACENTASI HÜSREV KRUBALIKA TEVDİ OLUNMUŞ- TUR. #ONEO LİMİTED Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. | 'Telefon : çaları ve boya tüplerini kutularına yerleştirdim. Kızgın güncşe aldırış etmeden, yamacın dar yolundan aşağı doğru inmeğe başladım. Her adımda ortalığı saran çekirge- leri, sanki bir mahzur varmış gibi çiğnememeğe dikkat ederek âdeta ge- ke seke yürüyordum. Her yer bana yeisli ve bomboş gö- rünüyordu. Ne etmiştim de buralara | gelmiştim? Pariste iken bile, kalbimin böyle ü- rüntüst olmamıştı. Halbuki şu on iki haftayı her şeyden uzak, sakin, asude bir yerde, kendi halimde yaşamak is- tiyordum. Pembe bir rop ve uzun kirpikler al- tında can alıcı, açık bakışlı gözler.. Bu kadarcığı insanm zihnini çelmeğe yetişir sanırım. Fakat ben bu tesadllfi bir daha ye- nilemekten katiyen kaçımmağa karar vermiştim. Çünkü şu kuytu köşede T anlamıştım. O akşam düşünceli bir gezintiden sonra, ayaklarım gayri ihtiyari köşke doğru yürümeğe başladı. Pomponia'nın üstündeki dik yama- cı tırmandım. Saat beş vardı. Güneş ulka doğru eğiliyordu. Yandan gelen ışıkları hafiften krzarmağa ve ortalı- ğı pembeleştirmeğe başlamıştı. Ben #auyordum, Cap sığıntısı başınça lut- yamacı çıktıkça, ufuk daha ziyade ge- nişliyordu. Sağda altın adaları, doğu geçecek kısa ömrüme zehir katacağı- | Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir. Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887, adası, denizin koyu maviliği içinde pespembe olmuşlardı. Yüksek yabani otları bastonumla ayıra ayıra yürüyordum. Buralarda yola benzer birşey yoktu. Az sonra önüme bir tel örgü çıktı. Herhalde be- yaz köşkün buralara kadar dayanan hududu olacak. Tel örgü boyunca yürüdüm. Ka - famda kurulmuş hiç bir maksadım yoktu. Dün, kalbimi o kadar yerinden Oynatan manzaraya bir kere daha şa- bit olmak için yürümiyordum. Yabani otlar seyrekleştiler ve bir- den yakın ağaç gövdelerinin arkasın- dan beyaz köşk karşıma çıktı. O civa- Tn birçok köşkleri on altmeı Lüi üs- lübunda beyaz, temiz, bütün körfeze hükim bir köşk... Ön tarafında yarım daire şeklinde geniş bir taraçası var- dı. Her tarafı inceden inceye işlen - mişti. Servetle sanat zevkinin kucak- laştıkları bir yer... Tuhaftır, aşağı yukarı her memle- kette böyle en güzel yerleri hep ec- nebiler tutarlar. Bir müddet tel örgünün kazıkların- | dan birine dayanarak dalmışım. O - nümden genişçe bir yol, köşke doğru dolanarak uzanıyordu. Yolun kumla- rı Üstünde otomobilin demirli Iâstik- lerinin taze izleri vardı. Bu izlere bas karken, aşağıdan bir klâkson sesi ve arkasından da bir motör gürültüsü du yuldu. Gürültü yaklaştıkça yaklaştı, | Onun için bir hekime de gitmez.. ÖGÜTLERİ AAA Aşk bir Hastalık mıdır?. Bizim gazeteci arkadaşlara iyi bir konu çıktı. Ünlü bir hekim, aşk bir bastalıktır, demiş. Hem de önun te- davisi bir müsbil ilâç içirmekle baş- larmış.. Gazetecilerin nekadar boşlarına gi- decek bir fikir: İnsanların, danberi, en temiz çen yüksek b leri, öncesiz ve sonrasız olan © evren- sel duygu, meğer hastalıktan başka bir şey değilmiş. Bu hekimler bize daha nekadar acaip fikirler getire- cekler? Aşkın bir hastalık olduğu hikâyesi pek eskidir, Daha ilk çağız“da bizim Anadolulu Arete hekim — aşkın " hastalık olduğunu — yazmıştı. Onı sonra x nci asırda bir islâm hekimi, Ahmed İbnilcezzar uzunca bir kitap yazarak ayni fikri tefsir etmişti. O vakittenberi hemen ber asırda bir ve ya birkaç hekim çıkarak Aşıkları bi- Ter hasta saydıklarını söylemişlerdi. Ea yenilerden, daha geçenlerde ölen, Parisli hekim Maurice de Fleu- ry aşkı afyonla, kokainle, yavaş ya- vaş zehirlenmeye benzetmişti. Aşk- tan kurtarma çaresini de o zehirlen- melerin tedavisi metodunda bulduğu- nu anlatmıştı. Bir de güzel bir misal göstermişti: - Lâboratuvarda — çalışan bir ilimmen, birdenbire — tutulduğu bir aşk kendisinin işlerine engel ol - duğu için doktoru buluyor. O da tıp- kı afyon tiryakisi iyi eder gibi, ilim- menin sevdiği kadını görmüş gittik- çe seyrekleştirerek, en sonunda has. tasını kısa bir geziye çıkarıyor ve onu aşktan kurtarıyor! Bereket versin ki, bu döktor daha önceden gelmemişti de, en güzel ede- biyat kitaplarmın gürelliklerine se - bep o klâsik lar hastalıktan kur- tulamamışlardı. Yoksa bütün dünya edebiyatsız kalırdı. Daha yakmlarda, ancak birkaç yıl oluyor, gene Pariste bir hekim, Voi- venel mahsus bir kitap yazarak bu eski hikâyeyi tazeledi. Onun tedavi metodu müshil ilâçla başlamaz.. Aşk- tan kurtulmak istiyen kimse ilkin kendisine birkaç metres bulmalıdır... Görüyorsunuz ki bu hikâyede bir anlaşamamazlık vardır. O hekimlerin aşk dedikleri gerçekten aşk değildir. Gerçekten aşk hekimlerin eline düş mez. Çünkü hekime giden ancak şi- kâyet ettiği bir rahatsızlıktan kurtul- mak istiyen adamdır. Gerçekten âşık, aşkından ne şikâyet eder, ne de on- dipen memaileüyele L ÜÜ man aa l Tünce aşkından ayrılmamayı, en so- nünda aşkı ile birlikte ölmeyi ister. O hekimlerin aşk hastalığından kurtardık diye sandıkları kimseler, gerçekten aşkm tadını alamamış, bel- ki yalnızca mideleri bozuk, kimseler - dir. Lokman Hekim OPERATÖR Doktor Nimet Ankara caddesi Zorlu apart- man No, 21. Pazardan maa- da hergün saat 2-6 hastalarını | kabul eder, 4932 y——eTIFOBİL——— D Dr. Ihsan Sami İ | Tifo ve paratifo hastalıklarına tu- | | tulmamak için ağızdan alınan tifo | | haplarıdır. Hiç rahatsızlık ver. İ Herkes «labilir. Kutusu 55 kuru. 3379 ——— S$074 | İ | nihayet otomobil göründü. Koyu ma- vi, Mühteşem bir limozin önümden geçti, köşkün taraçası önünde durdu. | ' Otomobilde bir gün evvel gördü - ğüm kadımla, iki erkek beraber idiler. Üçü birden otomobilden indiler ve köşkün holünde kayboldular. Uzun müddet kazığa dayanıp dırm. Güneş iyiden iyiye inmişti. Bir - den bire köşkten doğru tatiı bir piya- no sesi geldi. Beethoven'in bir sona- t.. Onun çaldığı ne kadar belliydi. Bu sakin ve muhteşem dekorun şiiri içinde ılık bir piyano bavası... Ve ki- min çaldığı piyano? Adeta kendim - den geçmiştim. Artık karanlık iyiden iyiye basmış- tı. Yavaş yavaş, el yordamile yamacı indim. Dikenler kollarımı yırttı. Bvi- mme döndüğüm zaman, hissediyordum Ki bu kadını mek artık benim için kabil değildi. Ne kadar fırsat çı- karsa hepsinden istifade edecektim, yoksa fırsat hazırlayacaktım. Mülârim Sollers sözünü kesti ve arkadaşlarına baktı: — Bu maceraya ne dersiniz? Sarbardier cevap verdi: — Buraya kadar fena değil. Yal. nız şiir ve edebiyat tarafına fazla kaç masan da, kısacık anlatıversen, daha iyi olur. Yoksa bu hikâye sabaha ka- dar bitmez. Yüzbg Fougue itiraz etti; KENDİ KENDiMİZE ÇATIYORUZ FAZLA SÖZE NE HACET ?... Ne Dersiniz? VERGi Mükelleflere kolaylık olsun ve &- zıltıların önüne - geçil diye vergi kanunlarında, yeni gelen mütehassıs- la birlikte birtakım değişiklikler, hat- tâ yeni projeler yapılacağı söyleniyor. Mükellefe kolaylık göstermek sade insan! değil, ayni zamanda vatan! bir iştir de. âünkü devletin canı olan pa- rayı nihayet o adam veriyor. Onun için onu hoş tutmak devletin menfa- atlerinin başında gelen bir şeydir. Sızıltıların — sebeplerini — ortadan kaldırmak ta Congciant bir idarenin yapması gereken bir ödevidir. Yalnız bir nokta var: Şimdiye kadar yapılan bütün ver- gi kanunları mükellefe güçlük göster- sin diye yapılmış değildir. Demek is- teriz ki; kanunların hepsinde bu ko- laylık düşüncesi görönünde tutulmuş- tur. Ama bu nokta sağa başlanmış (Temin edilmiş) midir? Bunu sanmı- yoruz. Çünkü; kanunların şimdi yeni- den gözden geçirilmek istenmesi bu- nun evvelce temin edilememiş oldı Eski Yenice Ve Yenileri.... Duydum ki, bir çok tiryaki - ler, eski “Yenice,, paketlerini piyasadan toplamağa başlamış - lar. Sebebini sordum. Dediler — Yenice cıgaraları, çeşnisi- ni bozdu. Ya, içilmiyecek kadar sıkı... Yahut, ağza alımmıyacak kadar acı... Bunların ikisi de de- | gilse, toz çıkıyor. Ben buna, doğ rusunu — isterseniz tım, Küçük bir deneme yapmak is- tedim. Satıcıya yirmiliği uzata- rak: — Yenice, ver! dedim, ama, inanmamış- || eski paketlerden olsun... Yanımdaki adam durakladı. Üstüste yığılan cicili bicili yeni- ce paketlerine bakarak: — Niçin? diye sordu, eski ye- niceler, yenilerinden daha mı i- yi çıkıyor? Satıcı, onun bu anlayışsızlı - ğına güldü: — Şimdi bütün müşteriler, es ki paketleri arıyorlar. Bende üç beş tane kaldı. Onları da tüke- tince bakalım, ne yapacağız? — Yok, yok.. Bırak anlatsın. Insan dalıyor da, muharebeyi unutuyor. Ve hazin bir tavırla ilâve etti: — Eskiden hayat ne güzel şeydi... Dışarıda karanlığın içinde zaman zaman mitralyözler ortalığı şöyle bir yokluyorlardı. Uzaktan yakından tek tük tüfek sesleri duyuluyordu. Mülâzim Soliers Şerri kadehinden bir yudum boşalttı ve devam etti: —& Ertesi gün gene geldi. Babası da yanmdaydı. Bu sefer takdim emerasi- Mi oldu. O zaman öğrendim. Bu ol- dukça yaşlı adamın adı Werner Go- lovine, Viyanada banker, meşhur Wi- ener Bank'ın müdürü ve şeriki... Ben de bir zamanlar Viyanaya git- miştim. Kohlmarkt'daki Wicner Bank binasının geniş ve muhteşem cepbesi gözlerimin önündeydi. İçeride ne çok memur bolluğu vardı. Hepsi harıl ha- rıl çalışıyorlardı. Bu hâtıralarımı Werner Golovine'e töylediğim zaman, yüzüne belli bir memnuniyetin izleri çizildi. Böyle konuştuğumuz sırada, bana Fransayı çok sevdiğini, sık sık Pari- se geldiğini söyledi. Zaten bir Fran- sız kadımı ile, bir Parisli ile evlenmiş değil miydi? Ne yazık ki bu kadın, beş yıllık izdivaç hayatından sonra ölmüştür. Golovine'in her halinde bu KANUNLARI Onun içindir ki maktayız: Kan halde kolaylıkları - temin edemet Herkes bilir ki; vergilerin en iş eskisidir. Şu halde eğer mükellei * gerçekten kolaylık göreceğine inaf Mmazsak, eski vergi kanunlarını d titmeye kalkmakta fayda yoktur. mu da itiraf etmeliyiz ki; bizde ve kanunları çok ve gık değişmekte mükellefin âdeta öğrenemiyeceği dar ilâveler, tefsirler ve talimatnatf lerle gerçek güç kavranır bir halı kulmaktadırlar. Bunun sebebini ( bazan kanunların klâsik doğum hâlelerini çabuk geçmesi ve deği; liklerin biraz acele istenmiş olmast dır. O sebeple vergi kanunlarının tün pürüzleri zamanla - belli ol: yeniden değiştirmek mükellef için devlet için de pek faydalı değildir. böyle düşünüyoruz. f Siz ne dersiniz? A $ — Öyle ise, dedi, bana bir kisinden bir de yenisinden Ve iki paketi açarak her bi lreiereidğğün —a Ben de onun yaptığını yaptım Eski paketler içindeki yenil nin harmanı, belli ki, yenisirn © den çok üstündü. Yeniceye sus koku, içimindeki tatlılık, tekilerinde yoktu. Ne olurdu; paketler de ğine, içindekiler ,eskisi gibi KA saydı. Okuyuculatımdan biri mektubunda bu meseleye paf mak basıyor: 4 — Yeni paketlerdeki yenif cıgaraları içilmiyecek kadar tüleşti, ne yapacağız? diye S0 ruyor, İnhisar idaresi, biraz Ğ kat etse de, tiryakilere eski © garaları aratmasa... j Kutunun süslü oluşu, neyif ze gerek!.. Biz alıştığımız cif ranın içimine bakarız. — Adam.., Sen de... Dumi doğru çıksın... dedikten soMfl yirmi kuruş verip yeniceyi BÜ den içelim? ğ Salâhaddin GÜNGÜ pek iyi anlaşılıyordu. Karısmın Çüklük ismini söylediği zaman dım. Bu isim exki Parisin en (a mış, asil bir ailesinin ismiydi. umumi! barbin en müreffeh aileleri, le nasıl darma dağın ettiğini hef' lirsiniz, Bu tanış, beni genç kıra dahâ laştırdı. Matmazel Werner Golü artık gözlerimde bambaşka bir almıştı. Anası Fransızdı, hem d€ ğ sek familyadan... Kırının da öylt ması lâzımgeliyordu. Babasının da memleketime gösterdiği muhabbet öyle hoşt ti ki, hemen kendisini sevdim. Ayni hafta içinde gene bir gö 1â Hesperidaya doğru o Köşke ilk siyaretim. Beni ağlf karşıladılar. Framond - süvari zabiti oldu bildiği için, ona göre konuşmu zuları buluyor ve nezakette © ileri gidiyordu ki, âdeta canmiif yordu. Bu tıraşlı kırmızı surat, belli mal Almanyasının suratı idi. Y tehlikeli surat. Hele benim zabit —oluşumdi, derece memnun olduğunu bile muvaffak olamıyordu. ACAŞ nim mütevazi şahsiyetimden ler mi öğrenmek niyetinde? FArkAS