Dünyayı Paylaşmak Kabil Olabilir mi? Almanya Yaptığı Bu Hesabda da Yanılmaktan Kurtulamadı Avrupa Yalnız Almanyanın Olamaz! Hitler Almanyası Te arasında başgöste Ten dava büyüdükçe büyüreekte - dir. Geçen sene Çekoslovakya tak- sim edilirken Münihte artık İngi tere il idı: Orta Avrupa- ğği gibi hare- € de bunu kabul e- rdu. Fakat Alman- ya buna mukabil İngiltereye ne vadediyordu, ne temin edecek - tir... Almanlara göre onlar da İngil- tereye şunu vadediyorlardı: Dün- yanın her tarafına yayılan İngiliz imparatorluğunu tanımak, İngil- terenin elindeki deniz hâkimiyeti. e ses çıkarmamak. Yalnız söylemeğe hacet yoktu iki Almanya ile İngiltere birbirle- Tile müsavi kuvvette değillerdi ki böyle karşılıklı bir anlaşmanın devam etmesine imkân olsun. İn- Bilterenin denizlerdeki hâkimiye- tini tanımak, dünyanın her tara- fına yayılan İngiliz imparatorlu - Bunu tehdid edecek herhangi bir hareketten çekinmek ve saire, Al- Mmanya için de, diğerleri için de pek tabil bir yoldu. Denizlerde İn- giltereye çekabet edebilecek do- recede bir kuvvet vücude gtlrme- an hali, vakti id ngil edecek herbangi vasıtaya lunuyor mu?. Düşünü - Hintli Racalar Ve Londrada Bir Eğlence imparatorluğunu | çirii Hitler ve Çembezlayn lünce Almanyanin İngiltere ile boy ölçüşmesi demek olan bu bali o kadar gayri tabil oluyordu ki bu- nun uzun zaman nasıl devam ede- bileceği hakikaten mescle idi, Almanya bu pazarlıkta zaten mümkün olmıyan bir şey teklif e- diyordu. Berlinin hesabınca dün- yanın bir kıstlı Almanyanım ol cak, 'diğer kısmı da İngiltereye ka- lacaktı. Diğer devletlerin sözü yok-| tu. Fakat Avrupadaki devletler de Almanyanın karşısında boyun eğ- meğe kolayca razı olamıyorlardı. Ne Fransa,, ne de Rusya, hattâ Al- manyanın döstu İtalya da. Fakat Avrupa işlerine karışmadığını İn- giltere bir kere söylesin. ondan i- e diye hesab ediliyordu. er Avrupa devletlerine söz ge- | r diye düşünüldü. Berlinin ü- midi, hulyası bu oldu. Şimdiki Al- t©anyanın diplomatları bunda çok yanıldı; çünkü İngilterenin Avru- pa kıt'asında olup bitecek şeylere Hindistan İmparatorluğu Şerefine Verilen Kır Balosunun Hususiyeti İngiliz gazetelerinde okunduğu- 'a göre geçen gün İngiltere payı- tahtında Hindistan imparatorluğu şerefine verilen bir bahçe eğlen €esinde pek şayanı dikkat hususi- yetler görülmüştür, Bir kere İn - gilterenin en kibar kudınları bu eğlenceye davet edilmişler ve bun- ların kıyafetleri bu senenin yaz ndaki değişiklikleri göster- | i | meğe kâfi getmiştir. Şapkaların çe- şidi görülmüştür. Diğer taraftan bir çok da ecnebi ka lencede bulunmuşlardır. Bahçe eğ- lencesinin diğer mühim siyeti de Hindistan ve şark mem- leketlerinin bazılarını temsil eden bir çok misafirlerin bulunması ol- | müuştur. ar bu eğ- | karşı lâkayd kalacağını zannet « mek en büyük yanlışlıktı. Bugünkü Almanyanın artık İ - talyanın da ittifakımı temin etti - ğini zannederek Berlinden Trüb-« lusgarba kadar hâkim olan bir mihverin başında-olduğunu düşü- nüyor ve ilerisi için dünya politi. kasında çok şeyler ümld ediyor. Hele İspanya ile Japonyanın da kendisine yardım edeceklerini um-| | maktan kendini alamıyor. Şimdiki Almanyanın iddiası şu- dur: İngiltere iyiden Iyiye Alman- yayı çemberliyecek, ona öyle ağır şartlar letecektir ki - Versay muahedesi bunların yanında hiç Sayılacaktır. blür enin hesabi kolayca Al- manyayı mağlüp ederek bir daha kımıldanmıyacak hale getirmek « tir. İştle Alman matbuatının ve Tleride dasına göre hakikatte İngiltere - nin maksadı Almanya ile anlaş - mak, hem de çok & mış. Fakat Almanyanın — gitgide kuvvetlenmesinden korktuğu için onu ezmek istiyormuş... ve saire, Tatil Esnasında Çocuklarınızı BERLİTZ Mektebine Kaydettiriniz Bir Fenebi Lisan Öğrenirler. Beyoğlu - İstiklâl eaddesi 294 AMERİKAN TÜTÜNLERİ dost olmak- | MERAKL! ŞEYLER KULLANILMIŞ PULLAR —— Fransada, ilk posta pulu 1848 de âhtira olundu ve pul tab'ı, satışı hü- kümetin inhisarına verildi. Mek- tub zarflarının üzerine yalmız yir- mi santimlik bir pul yapıştırilı - yordu. Bidayette, kullanılan bir pulun tekrar istimal edileceği hatıra gel- momişti, Bu hata 16 eylül 1849 da ney- rolunan bir kanunla tamir edildi. Kullanılmış bir pulu, bilerek mek-| tuplarının üzerine yapıştıranlar - dan 1,00 frank para cezası alını - yordu. Tekerrürü halinde ayrıca beş gün de hapis cezası veriliyor du. GİYOTİN MAKİNESİ Fransada, idam mahkümunun kafalrı giyotinle kesilir. Bu âlet, doktor Giyotin adlı biri tarafından — yapılmıştır. — Cellâd Samson'a teslim olunmazdan ev- | vel birkaç koyun kesmek suretile tecrübesi yapılmıştır. Amerikan tütü. inin kendisine mhasus bir içimi ve kokusu var- | dır. Bu tütünler. gliserin ve şeker karışık bir mahlüle batırılır. Yir-, mi dört saat bırakılır. Kuruduk - tan sonra kıyılır, ELDİVENLERİN MENŞEİ Zannolunduğundan çok eskidir, | Mitoloji devrine kadar çıkar. Ve- nüs, Adonisi aramağa çıktığı za- | man bir ormandan geçmek mec- buriyetinde kalmıştı. Elleri bö - ğürtlen dikenlerine dokunmuş, kan içinde kalmıştı. Bu yaraları sevgilisine göstermemek çin el- lerine ince deriden bir eldiyen taktı. Misir Kraliçesi Kieopatra, Ph- ryne de ellerini güneşten, Tüz « gâürdan muhafaza için eldiven gi- yerlerdi. Eldiven, orla çağın en lüks le- vazımatından — biri idi. — Altınla, kıymetli taşlarla süslenirdi. İngiltere Kraliçesi İzabel za - manında, kokulu eldivenler çok idi. Venedikliler en çok eldivenler makbul ipekli ve inci işlem kullanırlardı. Doktorun Öğütleri: Soğuk Meşrubat İstanbuldaki sucu ve şer - betcilerin pek çoğu su ve şer- betlerini bu sıcaklarda lüzu - müundan çok fazla soğutur, ve | | onları üâdeta birer dondurma haline getirirler. Bu sıcaklar- da bu kadar soğuk meşruba- tın içilmesi ve hele onların bir iki yudumda mideye indiril- mesi çok zararlıdır. Bundan türlü türlü hasta - lıklar doğabilir. Bunun için sucu ve şerbetciler, sattıkları şeyleri halkın sıhhati namına bu kadar fazla soğutmamalı, Onları pınar sularının yaz mevsimindeki tabii soğukluğu ne ise ancak o derece soğut - malıdır, | Aziz doktorcuğum, Geçen gün atelyene uğradım. Londra civarındaki sayfiyelerden birine gittiğini söyler ki samimiyeti unutmamış. Bana derhal odanı açtı. Sana mektub yazacağımı söyledim: — Hemen yazarsanız, iki saat sonra, doktorun yanına gidecek bir adamla mektubunuzu gönde - rebilirim, dedi. Masanın başına 0- furdum, Şu satı keraliyo » Tüm. İlk önce şurasını kaydedeyim ki, bu mektubumu okur okumaz der- hâl yırtıp ortadan kaldırmalısın! Zaten üç ay evvel bana: — «Sıhhi z mutlaka — öğrenmeli - yiml»> dememiş olsaydın, bu mek- tubumu sana yazmağa cesaret e- demezdim. Biliyorum ki, benim karım polis hafiyesi gü cessis bir kadındır. Hattâ o, be - nim senin muarefemden bile ha- berdar değildir. Lâkin, sırası gel ârı ların, tıpkı beni seye sondon bahset: nin adını ağı kimsenin derhal bir alay mevzuu olduğunu bilmem ki sen de biliyor musun? <X> markalı ilâcı piyasaya çı- kardığın gündenberi herkes sen - den bahsetmek istiyor.. Fakat hiç kimse seni ağzına alamıyor, Ne garib bir ilâç bu! Amorikada dok- tor Voronof «da fıpkı senin gibi, her yaşlı erkeğin ve tidarsız gencin taptığı bir şahsiyet oldu - Bu halde, cemiyet içinde onun da adını hiç ktmse ağzına almağa, | ondan sık sık bahsetmeğe cesaret | lan | edemez. Maamafih, seni şimdiden teb - rük ederim; Voronof aşısı, senin - cad ettiğin <X» mucizesi yanında çok sönük ve manasız kalıyor. Voronof aşısı yaptırmak sure - tüe gençleşmek meselesi, en aşa- Bi beş bin dolar meselesi demek - tir. Bu parayı herkes verebilir mi' Fakat senin gösterdiğin mucize bem ucuz, hem de kolay tatbik e- diliyor. Bana verdiğin ilâca tam bir ay fasılasız ve muntazam de- | wa mettim. İlk yirmi beş günü ak- | şamına kadar hiç bir fevkalâde - Nik hissetmiyordum. Elli yedi se- nelik hayatımın en heyecanlı ve en atoşli günlerini feşkil eden yir- mi beş - otuz yaşımdaki” gençlik hatıralarımı gözümün önüne ge- tirdim. Ya şimdi? o günleri has - retle anmaktan başka elimdeh ne gelir? diye söyleniyordum. O ge- €e damarlarımda gittikçe artan bir | vincimden . | içmeğe baş! | Londranım havasından daha fazla ateşin tutuştuğunu hissettim, Se- iracaktım. Birden- bire, uzandığım şezlöngtan fırla- | dim.. Dizlerimde, bilektlerimde, | kafamda öyle eszarengiz bir kuv- | vet hissediyordum ki.. l İlk işim derhal büfeye koş - mak oldu. Dört sene önce karımını bana bir yılbaşı gecesi aldığı şam- panya şişelerinden bir tanesinin açılmamış olarak, büfenin köşe - gunu gördüm.. Şişeyi | ndi kendime Şişe yarım o! « mamıştı. Karımı kucaklamak kollarımın arasında sıkıp sevmek istiyordum. Kendi kendime: — İşte bir mucize, Diye haykırmağa başlamıştım. | Fakat, evde ihtiyar uşağımdan başka karşıma çıkan kimse olma- dı. Karım hâlâ Liverpolda babası- mın yanında oturuyor, Bir ay için gitmişti. Dokuz ay olduğu halde dönmedi. Bana yazdığı mektup » larda, oranın havası Kkendisine yaradığını kaydediyor. Hakkı da var ya. Çünkü karım benden on beş yaş daha gençtir. O, bir hafta önce kırk dördüne yeni basmış- tır, Şimdi karımı gözümün önüne, getirdim. Onun benden kaçtığı- nı pek âlâ biliyorum. Bunu sen de benim kadar bilirsin, doktorcu - ğum! Ben, üç sene sonra, alimış yaşımı idrak edeceğim. Gerçi sen bana altmış yaşın erkekler için vasat bir yaş olduğunu ihtiyarlı- ği erkeklerde yetmişlen sonri başladığını söylemiştin. Bu sö: ne bugün ben de inanıyorum. Da- ha ileride on üç sene gençlik dev- rem var demektir. Şimdi sana sıh- hi vaziyetimi izah etmiş bulunu- yorum: «X> ilâcının ikincisine de başlıyayım mı? yoksa karım ge - 1 linciye kadar kisa bir intizar ve tecrübe devresi mi geçireyim? Sen ne dersin? Geceleri birer kadeh şampanya, hattâ sodalı viski içti- ğim zaman gözlerimin önünde on | beş yirmi yaşlarında bir çok genç kızların raksettiklerini gö- rüyordüm. Actaba kendimi” tek- Belki, gilmeden Cahidi de görür, onu da bera- O hangi kızı isti , yine alır. Bel 4 ben de ihtiyar mihti; koşardım. Fakat benim Cahi: bütün bir dünya gdemektir. O yanımda iken Sultan da ben Şah da ben, Podişah ta ben!, Hiç birisini yavrucuğumun bir Saniyesine değişmem, Hem beraber gitmek te hiç çekinecek taraf ta yok. Ne de olsa saklanacak bir gey kalmadı. Artık annem de, babam da hepsini öğ- Fendiler. Bütün korkum babamın duymasında idi, O dü buü altınları aldıktan sonra hiç sesini bile çı- karmaz. Hem ses çıkarıp ta ne yapacak?, Nişanlı de- Bil miyiz?. Kendimizi nişanlı bilmiyor muyuz?, Mut- lake, bir yüzük mü lâzım? Onu da yaptırıveririz! x de almaz. Ağ r.. Demez hemen yolunu gösterecek . Başka?, Daha da olmazsa kapı Onü da biz çoktan razıyı — Kuş kafeste!. Derler. Arada sırada ben de gülerdim — No demek?, Demek buymuş.. Benim başıma gelenmiş, be- him kafese girişimmiş, cinayetmiş, hiyanetmiş, re- zaletmiş, alçaklıkmış, zorla kapatılmakmış! Şimdi ben de olacağım, ne yapacağım?. Öyle de ustacasına beni bu kafese soktular ki! düşündük- ge delirecek oluyorum! — Peki, gidelim.. Ben Paşaya söylerim!.. Dediğimin akşamı idi. Babam. sahiden-öğleden sozra, daireden izin almış geldi: — Haydi, hazır mısınız Belkis?. — Hay.. Hay.. Gidelim!, Dedim, Cahidi gündüz arattım, yoktu. Tatil za- manı. Tabti çocuk her gün de evde oturacak değil ya. Zaten akşamları benimle. Biraz sonra giyin: dim. Rüştü Efendi ve ben, yola çıktık. İskelede bana sordu — Sandalla mı gidelim, vapuru mıy bekliye- lim? — Hisar yakın, Şurası., Sandalla gidelim!, Dedim. Yüzüme baktı güldü. koynundaki altınlardı. Adamcağız kendi ölümünü, benim boğulmamı, hiç bir şeyi düşünmüyor da yal- nuz altınlarınn kaygısını düşünüyor. Sandal dev- rilecek te, altınların başına bir iş gelecek! Uzak bir ihtimal!, — Haydi, sandala.. 'a ne diyeceğim?. ze başlıyacağı: ni söyliyeyim?. — Sözlerimi bitirir bitirmez hemen kalkayım mı?, — Oturun, yemeğe kalın filân derse ne yap mahı? Bütün bu sualler beynimin içinde birer burgu idi, Rüştü Efendi sandalda gayet sakindi. Benimle hiç konuşmuyordu. Arada sırada uzun uzun beni süzüyor, sonca kendi kendisine dalıp düşünüyordu! Ne düşünüyordu, niçin beni süzüyordu, zihni- nin içinde neler konuşuyordu?. Tabli hiç bir şeyin farkında değildim. Bütün bunların farkına üç dört sast sonra vardım amma, iş işten geçti ve.. Ben ka- dese girmiş bulundum. O, o dolabın başımda çevril- lerde bile yine sandaldaki gibi idi, evde- 4yormuş gibi görünüyordu. Amma, yağma yok. Gözü boyanscak ben deği- Nira, O, o gün bir insanın alçalışının yer yüzünde en vetli ve tek misali idi. Ben yaşadıkça o, bu a çaklığının oezasını göreceki. Sandaldan doğru yalının iekelesine çıktı. Kal- bim bütün hızlle atıyor, rengimin sarardığırı, dili- min tutulduğunu hissediyorum. Hattâ, bir saniye sen bama: «Gençliğini kemireü f âlemden vaktile uzaklaşmı içindir ki, bu hale geldin!> Ğ tin. Bu sözlerini unutmuyoru Bana ikinci gençliğimi idrak eti rTen mucizen karşısında kendi dünyanın en mes'ud ve bahtiyfi erkeği telâkki ediyorum. Faki karıma: <Artık ben — gençleştlik ğ © Haydi, kalk geli» diyebilir M yim?. Kaana genç erkekleri tf üendiğini sen de bilirsin, doktdf Şimdi senden ikinci bir muc daha bekliyorum. Yüzümdeki D ruşukları ve gittikçe derinleştf| çizgileri kaybedecek bir. muciff Ona, damarlarımın yeniden tü ” tuştuğunu, ikinci bir gençlik d7 resine girdiğimi isbat etsem © bana: *Şu aynaya bir bak- yü dökülmüş maymundan farkil var m?» diye bağırırsa, ne cevi verccoğim? Yalvarırım sana, di torcuğum; bana ikinci bir muf ze daha yarat! Bu mucizenle yi nız benim kalbimi deği, bütüü i kazanaci RADY O ANKARA RADYOSÜ ——— DALGA UZUNLUĞU TAG, 19,74 m. 15195 Kes. 20 $' 19,06 Müzik (Debussy). 19,15 Türk müziği (Fasıl heyf 20,00 Memleket saat ayari, jans ve meteoroloji haberleri. 20,15 Konuşma (Doktorun ti). 2030 Türk müziği (Ses ve eserleri). 21,10 Konuşma. 21,25 Neş'eli plâklar - R. —j 21,30 Müzik (Yarasa opereti! 1 inci ve 2 inci perdeleri - PL) | 22,00 Müzik (Küçük orkestff Şef: Nocip Aşkın). mn Müzik (Cazband - Pl)* YARIN 12,35 Türk müziği. d 13,00 Memleket saat ayarı, 3f ve meteoroloji haberleri. 13,15-14 Müzik (Richard SİfA use'ın eserlerinden - PL). 1357 Hicri 1358 Rum| Cemaziyelevval | — Temmuz 29 4 1989, Ay, 7, Gün 198, Hızır 7$ V1 Temmuz PAZARTESİ Vakitler | Vasati P b # aklıma geldi: — Geriye dönelim!, Fakat, kendimi zorladım, cesaretlendirdim. — Şu işi bitireyim.. Dedim. — Hissi kablelyuku.