;J[':ı.îvî Harbde ve harbden e '_İı.lh müzakerelerinde Ke eniiler oynamış olan Loid Şnq.“l’ıldın bir takım hatırat a Son zamanlarda İn- a atı kadar diğer mem- B n..,m:ı'.bu.ı(ını da meşgul ğe başlıyan bu hatırat tam ni n ahında gelmiş oluyor. Yani edikodulu bir kü y İup b::lınndıı olduğu halde yoru- r, ukı:mî bilmeden çalışır, ya- Ka? Söyler, hücum eder, hu- heti Dihayet hep kendisinden Ulür y Menin yolunu bilir ve , ir adamdır. “";"'“Vukyı malüm — şekilde ge Çdi Almanya —malüm du Yo öYüdü. Bunların hepsi Föstinga Tümi Harbin galibleri ta- ea Pağlüb Almanlara ka- Vardış Çilmiş olan | bir muahede 2 olak SFtik ondan bahsedil - nan v Çünkü Versayda 919 da ik Murahhaslarına imzalattı- Almç, Müahedeyi artık bugün- gtaylNYA Çoktan tanımaz ol - l £ kü Ht Emai, Mmenşej K ke p ae siye çAba Çin veya Mısırın Taklidi mk,kıhdekı HD KUN Y söyün Bü husuşta - kat'i bir Malüm grePilmek imkânı yoktur. B Li a n dığıdır. İngiiz © Yonas Haumay adlı bir Gdi :nuye İle Parise gelmiş, b k !.r.h â;m)-u hı;ll'lıı’ ve :mm" 'mdan yuhalarla Xarşı- Fak. l d:ı İngilizler, #siyeyi ka- n - Ve şemsiye, İngilizler YA SA 'du. O derecede ki '&hzli ::l:hlom vardır. «Bir ;nr- a sok, © bir İngiliz de şem- Z1...> derler. ç Hün son bir misalini Çwb"rı:eî Sördük, B.;vîı:l.l:: Snanra a" Sulh müzakeratı için S nı[('dnr n şemsiyesini dakikaa$? ihmal etmedi. mnadı, “kalarda şemsiyesini b oh h_".*“v'el 1950 de kullamıl- Yirmi sene - evvel MUMİ HARB NASIL BiTMiŞTi? Dd Corç ozamana aid hatıralarını yazarken Versay muahadesinin nasıl hazırlandığını anlatıyor.. Ki manda. Eski İn- | £ Başvekili aşağı yukarı sek- | LOYD CORÇ | a 3 Msiyeleri nasıl muhafaza etmeli ? İşte eski İngiliz Başvekili de hatıratına mevzu olarak bu mu- ahedeyi alıyor ve bunun nasıl ha- zırlandığı ve Alman murahhas - larına nasıl kabul ettirildiğini an- latıyor ve tabil kendi noktai na- zarına göre.. Avrupa matbuatında — yeniden | dedikodu mevzuu olan bu hatı - rat dolayısile 0 zamanki vekayi | ve hâdisata tekrar baş çevirerek göz atmak lâzım geliyor. 'Tam yirmi senet. — Geçenlerde «Son Telgraf» İngiliz matbuatın- da yirmi sene evvel Makedonya cephesinin nasıl yarıldığına dair çıkan bazı hatıratı hulâsa ederek yazmıştı. 918 senesi eylül ayında İngiliz ve Fransız müttefik ordu- ları ve Sırblar da bunlarla bera- ber olarak Makedonyada Bulgar- ları mağlüb etmek suretile bun- ları mütareke müzakeresine gi « rişmek için galib İngiliz ve Fran- sız kumandanlarına müracaata na- sil mecbur ettiklerini anlatıyor - lardı. Bulgaristan o zaman Almanya- nun mütlefiki idi. Bulgaristan bo- — ŞEMSİYE ö enin menşei ne? — Avrupada ne man kullanılmıya bışladı ? Çember- lâyn'ın şemsiyesi, — Bu münaşebetle Fransız mu - | harrirlerinden Kleman Votel, Jur- nalda şu satırları yazıyor: «Hakiki sülh severlere şunu teklif etmeyi bir vazife addedi - diyorum: — M. Çemberlayna — bir şemsiye hediye edelim... Bu şem- siye Fransız tpeğinden yapılacak, değneği İngiliz değneği olacak, sapında bir altın halka buluna - cak, üzerine de fransızca ve ingi- lizce: «İnsaniyete kılıçtan ziyade şemsiye ile hizmet edilebilir...> cümlesi yazılacak...» Başvekilin şemsiyesinin, harbe karşı bir paratoner vazifesini gör- düğünü söylemek bilmem hata o- lur mu?... Büyük kâşiflerin rivayetine ba- kılırsa şemsiye bazı yerlerde, bi bassa vahşi hayvanlara karşı si- lâh makamında da istimal olunur. Meselâ kurtlar ateşten, kibritten korktukları gibi kaplanlar da şem-i siyeden ürker, kaçarlarmış... (Devamı 7 inci sahifede) zulduktan sonra Umumi Harbde Almanyanın vaziyeti de değişti. Bulgarlarla mütareke eylülde ol- muştu. Almanlarla ikinci teşrin ayında oldu. O zaman görülüyor du ki Almanya ve müttefikleri i- çin malüm Vilson prensiplerine dayanarak sulh müzakeresine gi- rişmek için müracantta bulun » maktan başka yapılacak çare kal- mamıştı. Mareşal Hindenburg o zaman birşey deyivermişti: Sulhu zorla almalıyız!. Evet Mareşalin hakkı vardı. Al- manlar son bir defa daha taarruza geçerek mühim bir harekette bu- lunmuşlarsa da bundan beklenen neticeyi elde edememişlerdi. İş nihayet sulh müzakeresine giriş- menin çaresini aramaktan ibaret kalıyordu!. Fakat sulh müzake - resine girişmek kolay değildi. Çün kü bu ancak galiblerin muvafık görecekleri zaman olacaktı. Ev- velâ yapılacak şey silâhları bı - rakmak için mütareke akdi idi. İşte yirmi şene evvel bugünlerde hep böyle heyecanlı ve helecanlı günlerdi. Artık İngilterenin, Fran sanın galib oldukları görülüyor- du. Galibler arasında Amerika da | vardı. Amerikanın 0 zamanki Cumhurreisi olan Vilson daha ev- vel dünyaya hitab ederek 14 mad- Bunâ göre sulhun arlık dünya delik bir program neşretmişti. yüzünde yerleşmesi için bu 14 maddeyi kabul etmekten başka yapacak çare yoktu. Gözden kaçmıyan bir nokta var di ki az mühim değildir: Vilson prensipleri denilen bu 14 madde yalnız mağlüblar için sulh şera- iti demek değildi. Buna galibler de tâbi olacaktı. 14 maddenin e- sası şu idi Başkalarının topraklarına göz dikenler, gitgide büyümek emeli ile harb açanlar ortadan kalkma- hı! Her millet için serbest bir inki- şaf imkânı verilmeli. Her millet kendi mukaddera- tını kendi idare edebilmeli. Reis Vilson Umumi Harbden mes'ul olarak o zamanki Almarı yanın başında bulunan impara - toru görüyor ve başkalarına te - cavüz etmek emelile harb açmış olduğu için Almanyayı kabahatli görerek bunun ortadan kalkma - sını ileri sürüyordu. Almanyanın ortadan kalkması değil, Alman - yanın başında bulunan imparator ile onun yanındaki devlet adam- larının, ordu erkânının ve saire- nin mağlübiyet üzerine Alman - yada bir inkılâb oldu. İmparator memleketi bırakarak — Felemenk hududunu aşmak suretile kendini memleket haricine attı. Artık im- paratorun adamlarından kimse iş başında değildi. Almanyanın mu- kadderatını ele alanlar başkaları idi. Daha ziyade sivillerden, işçi- lerden mürekkeb yeni bir sınıf iş başına gelmişti. İşte mütareke i- çin galiblerle konuşmayı bu yeni | gelen devlet adamları istiyecek, Baliblerle onlar görüşecekti: — Bir, sizinle harbetmiş olan adamlar değiliz. Onlar artık iş ba şından ve hattâ memleketten u - zaklaştılar, Alman milletinin yol- ladığı adamlar olarak geliyoruz! | Harbi açmakta Alman milletinin kabahati yoktu. — Mes'uller gitti. Şimdi siz galibler bunu düşüne- rek bize karşı adalet ve insaf ile . hareket ediniz!. İşte Vilson prensipleri namına sulh istiyen mağlüb Almanyanın galiblere yolladığı murahhasla - rın, vekillerin anlatmak istedik - leri dava bu idi. Mütareke şartlarını - Almanlar Bennet Sinema beldesinde bir talâk hadisesi daha... Sevimli yıldız Konstans Benne- tin kocası Marki Falez karısından ayrılmaya karar vermiş. a aai Marki, Glorya Suasonla evli idi. Birkaç sene evvel onu terketti, Konstans Benneti aldı. Şimdi on- dan da ayrılmak istiyor. Eğer Konstans muvafakat — etmezse, Paris mahkemesine müracaatle talâk kararı alacakmış. Konstans Bennet, holivutun en güzel, sevimli ve ciddi yıldızla - rından biri olarak tanınmıştır. 'Yaya kaldırımı kenarında duü- ran otomobile yaklaştığım zaman küçük pencereden güzel çehreli bir kadının bana baktığını ve gül- mediğini gördüm. Fakat fenerin ziyası gözlerime çarptığı için bir- denbire kendisini tanıyamadım. Sonra, kapıya doğru koştum, ve bağırdım: - Mabel!.. Sen burada, Tos An- geleste? Ne zaman geldin?... Sükünetle cevap verdi: Çok olmadı... Bir sandüviç ister misin? Ancak o zaman önünde kapıya iki çengel ile tutturulmuş bir tep- si bulunduğunu ve çay - içtiğini farkettim. — Kim getirdi bumu size?... Be- ni baştan ayağa süzüyordu. Nekadar zamandanberi bu- radasınız?. — Tam yirmi altı gün oluyor. Garip şey, Drive-insleri bilmiyor musunuz?... — Drivesins mi?... X— Şu karşıki binaya bakınız... Bu, bir Clifton-Cofeterirdir. Bu - Tada otomobili istop ettiniz, klak- sonu çaldınız mı, bir genç kız ko- şar, gelir. Ne istediğinizi - sorar. İşte böyle bir kız... Bu sırada lokantadan — sevimli güzel birisi çıktı. Bunun Kız mı, yoksa erkek mi olduğunu tayinde bir an tereddüt ettim. Fakat, bu kadar güzellik ancak bir kadında olabilirdi. Geniş paçalı ipekli bir pantolon, bir grom ceketi, kısa ve oöndüle saçlar üzerine çapkinca yerleştirilmiş bir kasket, sanki bir| Tövü figüranı... Hayır! Lokantanın önünde du- yan bir mösyöye yemek getiriyor: Piliç sövüşü, salata, meyva — Anladınız mı şimdi, Drive-ins ne demekmiş?... Otomobilinizden inmeden karnınızı doyurabilme- nize hizmet eden bir müessese. Radyonuzu açar, rahat rahat ye- meğinizi yersiniz. Bu fevkalâde bir şey değil. Fakat şunu okuyu - NuZ... Listeyi uzattı. Altında şu cümle değil, galibler tayin edip göstere- ceklerdi. Onun için Almanların mütareke talebi karşısında galib tarafın başkumandanı demek olan Mareşal Foş, müzakere için gelen Alman murahhaslarını cephedeki vagonunda kabul ederken onlara daha evvel hazırlanmış olan şart- ları bildirdi ve kendilerinden bun ları kabul etmelerini istedi. Har- bin son senesinde İngiliz ve Ame- (Devamı 7 inci sahifede) yazılı idi: «Ne muvafık görürseniz verebilirsiniz. Hiç te para verme- Beniz de olur.... Omuzlarımı silktim: — Amerikan reklâmı! Para ver- mediğiniz zaman ne yapacakla - rını, ne diyeceklerini görmek, öğ- renmek isterdim.. Mabel güzel gözlerini açtı: — Alâ, inanmıyor musunuz?... Geliniz beraber, birer dondurma yiyelim ve bir para vermiyelim. SÖR JOHN ELLEM Niha yet bir ev satın almıya karar vermiş vebu ka- rarı bütün Lon-' dra halkınıhay- rete düşürmüş- tür, herkes on- dan bahsediyor Dünyanın en büyük Transat - Tantiği «Çucen Elizabett. in baş- hea sermayedarı gayet zengin, fakat o nisbette mütevazi, utan - gaç bir adamdır. Çok sade giyinir, konağı, şatosu, otomobili de yok- tur. Tramvayla, yeraltı şimendi- feri ile gider, gelir. İşte istasyonda, kalabalık ara- sında elleri cebinde tren bekliyor. Henüz gen; Otuz yaşlarında kadar ya ya da yok, Londranın orta bir mahallesin- de, üç odalı bir apartımanda ottu- rur, Herkes kendisini M. Punten diye tanır. Karısı, genç, iri siyah gözlü, güzel, fakat kocası gibi sa- de giyinir bir kadındır. Bu zengin İngilizin asıl adi Funten değil, Ellermandır. Evet, dünyanın en zengin gemi | amatörlerinden Sör John Ellerma-| nın oğludur. Babası 1933 te vefat ettiği zaman 2 milyar 500 milyon Fakat Mabel; iyi, hoş fakat çok inatçı bir kadındır. Bir şeye karar verdi mi bundan döndürebilmenin im- | kânı yoktur. Otomobilden indi, kö: lumdan çekti, Plifton Cafeturlaya girdik. Kocaman bir salon. Yemek zamanı... — Dikkat ediniz, hiç bir lokan- ta da böyle değildir. Hakikaten, masalar köşelere yerleştirilmişti. Diğer lokantalar- daki gibi yanyana ve sık değildi. Köşelerin birindeki masada bir a-. ile oturmuş, kendi evlerinde imiş- ler gibi gülerek, konuşarak ye - meklerini yiyorlardı. Beri taraf- ta, sade giyinmiş genç kızlar - şüphesiz - bir mağazada çalışı- yorlar, - salâata ve yoğurt yiyor- lardı. Yanda küçük salonda şık bir karı ve koca, Yeni gelin ol - dukları hallerinden belli, — Her halde bunlar da bedava- cı değil... — Şimdi sizi, müessesenin mü- dürünün oğluna prezante edece- ğim. Size müessesenin — idaresi hakkında malümat verir... — Taniyor musunuz kendisi - mi?... Bunu sormağa Jüzum yoktu. Çünkü Mabel herkes tanıyan, her şeyi bilen bir kadındı. Barda dondurmamızı yiyorduk. Müdürün oğlu da yanımıza gel - mişti. — Anlıyamıyorum, mösyö Elif. ton, dedi. Müşterilerinize karşı bu kadar iltifat ve kolaylık gös - termenizin sebebi ne?... Konstans | Günde bir milyon vergi veren zengin İngiliz üç odalı bir apartmanda oturuyor ve tramvayla gidip geliyor mirasa, aynı zamanda denizlerin krallığına konmuştur. Karısı, Dizraeli ailesine mensup BEDAVA YEMEK nasıl doyurabi- lirsiniz ? Müdür, karşımızdaki masada o- turan bir zavallı adamı işaretle: — Devamlı bir müşerldir, dedi. Bugün meteliği yok. Yarın belki paralanır - bu muhakkaktır - ge- lir, borcunu verir... Dedi. Sonra gülerek ilâve etti: — Sizin gibi... Şüphesiz siz de yediğiniz dondurmaların parası- ni vermiyeceksiniz. Mabel bana söyledi. Fakat, muhakkak yarın yine geleceksiniz. İsterseniz bah- se girişelim... — Fakat, bu bedava yiyip lerin hepsinin tekrar geldiğini gin edemezsiniz a... — Şüphesiz... Son üç ay için - deki otlakçıları saydık. Nekadar biliyor musunuz? Taman on bin ... — Hayret! Nasil oldu da iflâs etmediniz — Bilükis iştmiz. yolunda ve kazanıyoruz. Günde on altı bin müşterimiz var. Üç ayda on bin kişi borcunu ödememiş ne ehem- miyeti olur. Yüzde bir bile değid.. 1938 senesinde vasati beş mülyon sarfiyat yapacağız. Yüzde yarım kâr ettiğimize nazaran senelik ka- zancımız 27.500 dolar olacaktır. Fena para mı bu?.. İtiraf ederim ki bu rakam hay- retimi mucip oldu. Bu lokanta de- vam ettikçe sahibine hak ver - mekten kendimi alamadım. Ame- rikalılar, lokantada yemek ye - dikleri zaman çok para sarfeder- ler. Bahşiş verirler. Bazıları ge- lir, bedava yer, Ertesi veya bir kaç gün sanra muhakkak - gelir. AN zengin bir bankerin kızıdır. Bu karı ve koca, İngiltere ban- kasında bulunan paralarını çek - meye karar verseler şüphesiz ban ka ve hükümet müşkül bir vazi- yete düşer, Fakat onlar bunu akıllarından bile geçirmezler. Ve kolkola köşe başındaki küçük sinemaya gider- ler. Ne hasis şeyler mi, diyorsunuz? Hayır... Yanılıyorsunuz... Müte- vazi ve utangaç... Bununla beraber, son zaman -« larda büyük bir konak almaya, dayayıp döşemeye karar vermiş- ler. Bu kararları Londra halkının hayretini mucip olmuş, bütün sa- lonlarda bundan bahsediliyor. İHTİYAR ELLERMANIN BİR DERSİ M. Punten, yani Sör John Ell, man, babaşının verdiği bir derse riayet etmektedir. Babhası 75 yaşında idi. Beş sene evvel Diyepte öldü. Denizleri dolduran İngiliz tica. ret gemilerinin sahibi idi. Seya - hati çok severdi. Fakat hususi bir tla değil, rastgele kargolardar birile yola çıkardı. Kazandığı bir İngiliz lirasının yarısı devlet h: zinesine gider, bir kısmı hususi bir kasaya konur, kendisine de iki şilin - onda bir! - kalırdı. Hususi kaşa?,.. Evet, oğlunun miras ver- Bisini ödemesi için ihtiyat akçe. Oğlunun 2 milyar 500 frank mi ras için 96 50 vergi verdiği düşü. nülürse bu ihtiydt fazla görün- mez. ©O vakit Maliye Nazırı olan M. Nevil Çemberlayn, Avam kama- rasında irat ettiği bir nutükta: *Yaşlı amatörün vefatı, bütçede tevazünü temin etti...» demişti ŞAİRANE BİR İZDİVAÇ Babasinın vefatı üzerine M. Funten küçük, pek küçük ve az benzin sarfeden bir otomobil sa- tın aldı, ve: <Eğer benzin paha- lanırsa satarım...» dedi. Ertes ay benzinin tenekesi iki pens arttı. Milyarlara sahip olan M. Funten derhal otomobili me- Zada çıkardı, sattı. O gündenberi, günde bir mil - yon vergi veren bu genç milyar- der ya tramvayla, ya da yeraltı şimendiferi ile işine gider, gelir... (Devamı 6 ıncı sahifede) borcunu öder. Hakiki dolandırı - cılar, bedava karınlarını doyur » maya tenezzül etmezler. Sonra bir şey daha dikkat na- zarımı çekti. Bedavacılar, yemek- ten ziyade kahve, çay, dondurma Bibi şeylerle iktifa ediyorlar ve lokanta sahibi en çok bu içkiler - den kazanıyor. Hayretle kendi « sine pok ucuza maloluyordu. Mösyö Lliftonun işi yolunda. Lokantayı açalı beş ıeıııy olmuş. Her sene biraz daha büyütüyor.