AAA DÖĞ eZ ö ç M &, FŞ HŞŞ AT AU ) 4—SON TELGRAF —20 1 ci Teşrin 1938 Denizin Dibinde Hati adada yatan hazineler Mezad yerlerinde, Bitpazarlarında satılan eski püskü şeylerin içinden çıkan servetler.. Eşkiyalar para bulamayınca kızdılar, zavallı köylüleri başaşağı astılar. Fakat, az sonra — köylüler düştüler bir altın yağmuru altında kaldılar.. 1790 senesi son kânunun ilk günlerinde iki direkli bir yelken gemisi, «Telemak» Fransa sahl- lerinden ayrıldı, İngiltereye doğ- Tu yol almıya başladı. Geminin kaptanı, sahilden uzak Jaşmak için istical ediyordu. Bu sebeble, fırtına alâmetleri görül- mesine rağmen bütün yelkenle- rini açtırmıştı. Bu büyük bir ihtiyatsızlıkti. Fakat başka da çare yoktu. İhti- lâlciler tarafından takib olun maktan korkuyordu. Gemide, Kral| hanodanına aid hazine bulunu - yordu. Bunlar meyanında bir de çok kıymetli gerdanlık vardı: «Kraliçenin gerdanlığı». Fa - kat, birdenbire müthiş bir fırtına çıktı, Yelkenleri toplamıya vakit kalmadı. Gemi devrildi ve daâl- gaların arasına gömüldü, gitti. O vakittenberi bir buçuk asır Beçti. Gemiyi yüzdürmek için yapılan bütün teşebbüsler akim kaldi. Fakat, ambarlarındaki al- tınlar, mücevherler el'an birçok kimselerin zihinlerini işgal et - mekte berdevam. KOKOS ADALARINDAKİ HAZİNE gir asırdan fazla oluyor. Por - tekiz bahriyesi mütekaid zabit- lerinden Benito Bonnito korsan - lığa başlamıştı. Cenubi Amerika sahillerini - kasıp kavuruyordu. Tosadüf ettiği tüccar gemilerini soyuyor ve ele geçirdiği parala - rı, kiymetli şeyleri Koskos deni - len hali bir adaya götürüp saklı- yordu. Benito, günün birinde bir İngi- liz harb gemisi tarafından yaka - landı ve ipe çekildi. Avenesinden ikisi nasılsa kurtulup kaçmağa muvaflak oldu. Bunlar, şefleri « nin hazineyi nereye sakladığını biliyorlardı. Az sonra yeni bir ge- mi hazırladılar, korsanlığa de - vam ettiler, Adadaki hazinenin yekünu gittikçe artıyordu. Niha - yet bunlar da yakalandı. Acaba asılacaklar mı?. Hayıra Hükümet, hazinenin - bulunduğu yeri göstermelerini istiyor, Israr ediyor, hattâ işkence yapıyor. Bu suretle hayli zaman geçiyor. Gü- nün birinde bunlar da hapishı neden kaçıyorlar. Bir daha da ele Beçmiyorlar, Nereye gittiler, ne oldular?. Meçhul... Fakat, Kokos adası hazineleri birçok kimselerin hırsını uyan - dırıyor. Bu ada nerede? Hazine- yi nasıl bulmalı?. Yarın BİR DÜĞÜN GECESİ UZUN HiİKÂYE YAZAN .vıu_ılıA"r KAYAHAN 1844 de Keating adlı bir İngiliz, Benito'nun avenesinden - birin « den, hazinenin bulunduğu adanın yerini öğrendiğini, haritasını da ele geçirdiğini iddia ediyordu. Paralı kimseler bir araya top - landılar, bir şirket yaptılar, bir gemi satın aldılar, yol açıktılar, Birçok müşkülâttan sonra hali bir adaya geldiler. Keating yalnız | başına adaya çıktı. Ertesi günü, 150,000 frank değerinde bir altın külçesile avdet etti. Adada gizli hazine bundan mı ibaretti? Parça parça ve muhtelif yerlere mi sak lafmıştı? Yoksa Keating bı xa- darını ma gösterdi, diğerlerini bi- lâhare gelip almak için mi sak- ladı?. Bu bir türlü anlaşılamadı. 1851 de Bravn adlı birisi iki ar- kadaşile beraber Kokos adasına gitti. Üç ay sonra büyük bir ser- veti döndü. Fakat az sonra, Brovn arkadaş- larının ikisi de esrarengiz bir su- rette katlolundu. Brovn da kayıp lara karıştı. 1880 de iki Alman da Kokos a- dasına gitmiye muvaffak oldu - lar. Birisi adada öldü. Öteki sefil bir halde avdet etti. Kokos adasında gizli hazinenin 2 milyar frankten fazla olduğu a S4EZAD YERLERİNDE, BİTPAZARLARINDA Bazı hasis, pinti adamlar pora- larını sarfetmezler. Yalnız, sefil bir hayat yaşarlar. Günün birin- de açlıktan, sefaletten ölürler. O- dalarındaki ayağı kırık koltuğun, paçavralardan yapılmış yaslık - ların, şiltelerin arasından binler- ce lira çıkar. Bu ekseriyetle gö - rülen, işitilen birşeydir. 1932 senesi temmuz ayında, Pa- ris müzayede salonunda bazı es- ki püskü eşyalar satılıyordu. Bun ların arasında havı gitmiş kırmızı kadife bir yastık vardı. Mezadl memurlarından biri yastığı aldı, arkadaşına fırlattı. Bu sırada yas- tığın yüzü yırtıldı, tüyler etrafa yayıldı, aralarından binlik bank- notlar düşmiye başladı. Bank - notları saydılar. Tamam 100 ta - net. Bu yaztık, birkaç gün evvel se- falet ve yoksuzluk içinde ölen bir adamın odasında bulunmuştu. Bu paraları birer birer biriktirdi, yas- tığın içine mi sakladı? Yoksa yas- tık bir yerden eline geçti, içindeki servetin farkına mı varmadı? Bu anlaşılamadı. Buna benzer bir vak'a daha: Bir gün dostlarımdan birile Bitpaza- rında dolaşıyorduk. Burada eski, kıymetsiz, ele alınamıyacak dere- cede pis, değersiz şeyler satarlar. Satıcılardan birisi, sergisinin ö - nünde durduğumuzu görünce ye- rinden kalktı, kalaydan mamul eski bir vazoyu gösterdi: — Belki dibi iki katlıdır!, Diye gülümsedi ve şu vak'ayı — Ne aptalsın be kadın. Ferhundenin bana hi- Münih Anlaşmasısdan Sonra İngiltere ve Fransanın sür atle silâhlanması Kös Çekoslovakya malüm şekilde feda edildikten sonra, Avrupa sul- hunun - tehlikeden kurtarıldığın- dan çok bahsedilmişti. Fakat Av- rupad asulhun ileride tekrar teh- likeye uğramasının önüne haki- katen geçilip geçilmediği ayrı bir bahis olarak kalıyor. Şimdi göz- önünde birşey varsa o da İngil- terenin, Fransanın büsbütün si- lâhlandıkları ve varkuvvetlerini bu uğurda sarfederek uğraştıkla- rıdır. Yeniden paralar tahsis edi- liyor, yeni proğramlardan bahse- diliyor ve İngiliz, Fransız erkânı- harbiyeleri arasında temaslar ©- luyor. Bütün bu faaliyetler Al - manların gözünden — kaçmadığını söylemeğe hacet olmasa gerek. Şu son günlerde Alman mat - buatı İngiltere ile PFransanın ye- — ——— ——— anlattı: — Geçen hafta 10 frank muka- bilinde tahta bir çamaşır tekne - sinl-sattım. Tekneyi alan adam yıkamak için uğraşırken dibinin iki katlı olduğunu görür, tahtayı kaldırır. Altında ne bulsa beğe - nirsiniz? Yassı teneke bir kutu, İ- çinde de 50 faranklık Fransız tah villeri... Dostlarımdan birisi de şu hikâ- yeyi anlattı: 1935 de Yugoslavya köylerini haraca kesen eşkiyalar, zengin bir çiftçinin öldüğünü haber alınca daha cenaze kaldırılmadan çift- liği basarlar, para ararlar. Birşey bulamayınca evdekileri tazyik e- derler. Bunlar da, paranın yerini bilmediklerini söylerler. Eşkiya- lar kızar, hepsini, salonun tava - nındaki bir direğe ayaklarından asarlar, giderler. Eşkiyalar gittikten soara zaval- klar kurtulmak için çırpınmağa başlarlar. Nihayet direk yerinden oynar, tavan tahtaları ile beraber düşer. Zavallılar bir altın yağmu- ru altında birer birer yuvarlanır- lar. Meğer zengin çiftçi, altınları ta- van arasına istif etmiş... | metçinin daha: yanet ettiğini yüz defa isbat edecek değilim. Her- gey, bütün vesikalır, delâili cü ehi Ditü de ğf DA Diyor.. Bunda şiddetle ısrar ediyor. Refik, Hasibe Hanımın evinden doğru konağa geldi. Akşam. Saat altı Laltı buçuk var! — Buyurun... “eyip oda kapısını açan Zeyneb kıza sordu: Almanya'yı şüpheye SR TrR S K Hitler Çek topraklarında ilk ordu yemeğinde niden silâhlanma faaliyeti kar - şısında devamlı surette neşriyat- ta bulunmağa başlamışlardır. Bu nişreyita şayanı dikkat bir tarzda devam edip gidiyor. Al - | manların iddiasına göre İngilte- renin varkuvvetile — silâhlanmak için uğraşması Almanyaya karşı- dır. Münih kongresinin malüm neticesi karşısında İngiliz ve Fran- sız efkârı umumiyesinde görülen bir koşnutsuzluk vardır. İşte Al- man matbuatı bu iki memleket efkârı umumiyesinin bu hoşnut- suzluğu — karşısında — cansıkıntısı göstermekten kendini alamamak- tadır. Alman gazetelerinin neş - riyatından anlaşıldığına göre bu gazeteler evvelâ Fransa ile İngil- terenin Münih kangresinden son ra artık Almanya ve İtalya ile an laşmak yoluna gireceklerini ü - mid etmişler ise de şimdi bunda yanıldıklarına teessüf eder gö- rünmektedirler. Hele İngilterede mecburi askerlik usu bul edileceği etrafında dönen söz- ler, bu yolda edilen teşebbüsler Almanların nazarı dikkatinden hiç kaçmamaktadır. Bugünkü Almanyanın ileri ge- len bir gazetesi olan Beobahter diyor ki: Fransa tarafından alınan ted - birler İngilterenin vaziyetinden | daha kolay anlaşılabilir. Fransız- ların Almanya ile müşterek hu- duüdu vardır. Halbuki İngiliz im- paratorlugu için Alman tehlikesi yoktur. Eğer İngiltere böyle de- vam ederse Almanyada bunun nazari ve ameli neticelerini göz- önüne alacaktır!. Alman gazotesi bu suretle İn- gilterenin silâhlanması karşısında Almanyanın ne gibi ameli ve na- zari neticeler çıkaracağını anlat- mayorsa da bunun manası İngil- tereye karşı silâhlânmak demek olacağı tahmin edilmektedir. Di- ğer taraftan Frankfurter gazete- si de şöyle diyor: İngilterede olduğu gibi Fran - | sada dâ hükümet muhalefet rolü Ku:l:mm içeride mi?... Edebi Roman Si e. No. 138 Dedi. Fakat, niçin böyle?. Her vakit bu: — Hayır efendim... Yahud da: — Evet efendim!... önüne gitti, leri tabit bir alâka ile karşılıyan Refik, hiz- biçarenin parmakları ezilip kopacaktı! Bu kadar şiddet, bu derece hırs ve hiddet! Refik odaya gir- dikten sonra; istemiye istemiye doğru pencerenin — Geliyor mut. Diye sokağa baktı. Ve. daha sonra birçok fi- kirlerin sanki tırtıl böceği gibi ayaklanarak kafa- tasının içinde harıl harıl dolaştıklarını ve beynini buçuk niçin hâlâ meydanda yok?. — Hayır... Demek için ağzını açıp da: bi Bini g ai tırmıkladıklarını hissetti: Dediğini işitir işitmez birdenbire tüylerinin — Saat altı “diken diken olduğunu ve beyninin içnde şedid bir — Bu derd çekilmez. hiddet rüzgârı savrulduğunu hissetti, oda kapısını çarpınca içeriye girdi. Eğer, Zeyneb kız sür'atle elini kapının aralığından çekmeseydi, muhakkak ki — Muhakkak ki, bana hiyanet ediyor. — Bu herifi nereden buldu?. — Sabahleyin beraber çıkıp gittiler, Mutlaka yapıyor. Münihte bir sulh politi- kasının muvaffakiyeti — görüldü. Fakat bu politika gitgide artan birçok şiddetli tenkitler uyandır- maktadır. Harb taraftarları iki memlekette de baş kaldırıyorlar. Son dereceye vardırılan silâhlan- ma faaliyeti ise bu harb taraftar- larının işine yaramaktadır. Bu gazete İngiliz devlet adam- Jarından Lord Vinterton tarafın- dan söylenen bir sözü kaydedi - yyor. İngiliz Lorduna göre İngiliz Başvekili istediği bir müzakere- ye girişememektedir. Çünkü İn- gilterenin bugünkü askeri kuv - veti eksik olduğundan Başveki - lin de sanki bir eli bağlı bulun- maktadır. Alman gazetesi buna mukabil İngiliz Başvekilinin sulh yolundaki faaliyetinden takdir ile bahsediyor. Lâkin İngiltere aley- hine hücumda bulunan gazete en HER GÜN BİR HİKİ İLK GENÇLİH. Yorucu bir çalışma yılından son-! ra erişen bu tatil günleri boyunca, her kayıddan âzade, âvare dolaşan | iki arkadaşdılar.. | Gündüzün yakıcı — sıcağında, | tekrar tekrar okuya okuya artık ezberlemiş oldukları, sayısı mah- dud kitablarını - can sıkıntısına karşı bir çare olur ümidile - elle- rinden bırakmazlar; akşam olun- ca, bir mahpesten kurtulmuşcası- na bir sevinçle gezintiye çıkar - lardı.. On altı yaşın o yarı müphem he-| yecanını en saf olarak duyanlar- dandılar. İnce bir genç kız göl gesi onlar için hulya enginine a- çılmıya kâfi gelirdi.. Bu akşam da, yine kol kola, bugün okumuş oldukları kitablar-| dan bahsederek - kendilerine ka- dar - fikir yürüterek Şehzadebaşı ilo Beyazıd arasında ağır ağır gi- dip geliyorlardı.. Hafif sarışın olanı hararetli ha- raretli anlatıyor. Nisbeten esmeri dinliyordu. Yahud dinler görünü- yordu. Çünkü, önlerinde birden peyda olan iki kızla meşguldü.. Sarışının sözü bitince onu da önlerinde yürüyen kızlardan ha- berdar otti: — Demindenberi önümüzdeler.. — Ya.. Farkında değilim.. — Şu incesi yok mu?, Onunla göyle bir gülümseme faslı geçir - dik bile.. — Yok canım!.. Vallahi yaman- sın.. Lâkin, yanlarındaki kadın an- neleri olacak galiba!.. — Olsun.. Ne çıkar?, Sevmek ve sevilmekten henüz nasib almamış tecrübesiz ve saf gönülleri bu vaziyet — karşısında pek çabuk harekete geçti.. Önde- kilere uyarak adımlarını biraz da- ha yavaşlattılar.. Yeni açtıkları bir bahsi kızlara — işittirircesine hızlı sesle yürüterek onları taki- be koyuldular.. Şimdi Vezneciler- de idiler.. Sarışın bir aralık mı - rildandı: — Nekadar yavaş yürüyorlar. Sonra etrafına bakınarak ilâve etti: ziyade Börren Zeitung - oluyor. Bu gazete evvelâ İngilterede bu- günkü Almanya aleyhine bazı i- leri gelen siyasi adamların söy- lediği sözlerden dolayı kendile - rini tenkid ediyor ve bu İngiliz- lerin maksadı şu olduğunu iddia ediyor: (Devamı 7 inci sahifede) Fiğüranın San'atkârane dehası Bu akşam SARA Y Sinemasında 4.000.060 Dol: Şimdiye kadar tanınmamış en büyük en büyük Aşk M: BİR MİLLETİN Büyük mizansenli olan bu şahesere 2000 FRANCES DEE ve JDEL MAĞ - GREA'nin salsiz bir film vücuda İlâveten FOKS JURNAL Son — Bizlerden başka kimseler de yok.. Canım biraz geri kalsak; ya- hud öne geçsek; nazarı dikkati cel- bedeceğiz.. Esmer pek aldırmıyordu: — O kadar inceleme. — Peki amma!. — Amması yok... Bak! Bak!.. Sarışın arkadaşının — heyecanlı a Mal olmuş isel ve Müessir bir Film... maceri İSTiKLÂLİ iştirakiyle inzimam ederek em- %etirilııiştıı. ünya haberleri bir davranişile — ss dan biri, çabuk bir bf arkay İçlerinden gelen bir# kıştılar: — Sen ona bakmai meyyaldir amma, b çalışıyor. Vaziyeti böylece sırada bir arkadaşlari tılar. İki dakika sürefi” esnasında gözleri ve #f de kalmıştı.., Hemeü için belli bir telâş gö - kendi tabirlerince * kurtardıkları zaman, ilerlemişlerdi.. Adeta | lara tekrar yetiştileri bu telâşlarına kendil duruyorlardı. Bir müddet için, lerin kesilmiş ol: kılmış olan kızların iD iki adım gerilerinde, lerle tekrar mübal lamış olan çocukların $f den yeni bir can bulmu sıçradı; kardı deşi olacaktı; çünkü biseleri ayni idi - kolilt dikten sonra, başını bir gülümseme ile o uçurdu.. Esmer: — Oldu.. diyordu.. Fakat onları başka seki. Sarışın, endişeyle kâ dırdi: | — Hakikaten.. Bun katmadık.. — Ne ise.. Dur baldi yerlerini öğreniriz.. — Fakat baksana; tık.. Epeycedir arkalafi söz işitmeden öne Bu seler esmer de vafık buldu. Beyazıd idiler. Tramvayların, Tin karışıklığından lâhza onlardan ayrıld tarafa geçtikleri zam de bulunuyorlardı. lerine uygün ü tahayyüle — dalmışlat ker, aralarında bir müf essüs ederse ne yapa€ larla nerelere gidecekl lerde gezeceklerdi? Biri: — Bebeğe gideriz; Öteki, - bir an arkâf gonra: * — Mecidiye köyü d değil mi?, Teklifini dü. Bu tatlı hulyaya © dilerini bırakmışlardı Ha bakmayı - bir zan nuttular... Çarşıkayıpa yaki mer, bu uzün ayrılığ! vardı; başını arkaya © —AL Yazan! Etem İzzet BENİCE onunladır. Başka nereye gidecek kİ?. — Zaten bunun böyle olacağı belliydi! — Ben canım kadar sevdiğim Ferhundeyi mas- karaya çevirdikten sonra, bunun hiyanetine mi ta- hammül edeceğim?. — Anlaşılan bu erkökle daha evvel münase - bette idi! — Benim bir gece geç gelmemi elinde silâh olarak kullanıyor! — Bu vaziyet devam edemez!, Retik, böyle bir hiddet ve şiddot kasırgası gibi pencerenin önünde hislerile başbaşa kalıp düşün- düğü esnada birdenbire gözüne sokaktan yeni bir manzara ilişti. Ve.. derhal nazarları onu takib etti: güzel, çok şirin ve çok iyi giyindirilm yoğlu bebekleri gibi. Pembe beyaz yi lü, sarı saçlı, tombul tormbul bir kız. F alfacan! İkidebir annesinin elini bı » riyor! Annesi de tıpiş tıpış koşan bu höl nun arkasından hızlı birkaç adım a! nun elini yakalıyor: — Kızım kaybolursun... — Düşersin!, — Başın yarılır sonra..; Diyerek onu kandırmıya, uslu uslü çalışıyor. Bu manzara, Refiğin içini d0 yığınına yeniden bir neşter vurdu; bab tekrar coşturdu, tekrar Merali hatırMt” 5 Ferhundeyi gözünün önüne çıkardı. Sul usul pencerenin kenarına yaslıyı tahayyül ve tasavvur sarhoşluğu zünün önünden neler, ne arzular ve miyor kit, Tasavvur ediyor: Meral dört beş Yi min gördüğü kızdan daha tatlı, dahi leri irileşmiş, teni iyice açılmış penitt sinden çok şirinleşmiş; tatlı, insanlık ? bir kurabiye gibi iştihasını tahrik © Genç bir anne.. Üç dört yaşında bir çef c | filir Bul Kt Bu Marl Bis © meki dişçi