# FforFTrLOEP PP — 24 Nisan 1098 GAZETECÇ Pireyi deve, Deveyi pire yapan bir san'atkâr mıdır ? Patronlar, gazeteciler ve gazeteci olmıyan muharrirler ne diyorlar > Ahmet Emin Yalman, Peyami Safa, Cemal Nadir, EIil Naci, Gazeteci pireyi deve, deveyi pire yapan bir sanatkâr mıdır? Bilmiyo- rum amma, muhakkak ki, gözü a- çık bir muharrir, sekiz - kelimelik, bir cümleden sekiz gün, sekiz sütun doldurabilir. Övünmek gibi olma- sın, doğrusu Asım Usun bu yazısı Ü- zerinde durduğuma isabet etmişim. Nasıl isabet ettiğime hükmetmem ki, pire kendimin bir mikroskop| mübalâğasiyle deve etmeme lüzum kalmadan, şişman bir adamın göğ- süne girmiş gibi, kendiliğinden şiş- ti, büyüdü. Bu kadarla kalsa belki isabetim Milletler Cemiyeti karar- ları gibi tamam olmıyacaktı. Fakat eksik olmasınlar, gazeteci arkadaş- lar, pireyi deve eylemek hususun- da bana - nankörlük — etmiş olmı- yayım - ümidimin — fevkinde — bir yardım gösterdiler, İdarehanesine girip, masasının başına goçtiğim her meslekdaş elinin açıklığı nisbetin- de'bizim çorbaya tuzunu serpmek- ten çekinmedi. Hiç biri Elektrik şir-| ketinin Ankaraya giden murahhas- ları gibi müzakereye yanaşmakta istiğna göstermediler. Gerek yucularımdan, gerek bu yazı seri- me sermaye tedarikinde cı eden meslekdaşlarımdan göürdüğüm iki taraflı alâkadır ki, pireyi el'an deve yapmağa beni devama sevk etmiş bulunuyor. Şundan memnunum ki, tam hali-! süddem olmuiyan bu şaka salçalı mevzu etrafında aşağı yukarı ciddi bir gazeteci tarifi elde etmek üzere- yiz. Vakıâ bu sorgu, süal bana gün- de, seksen kapının ipini çektirdiği için bir ayakkabıya mal olacağa ben ziyor. Fakat ben, itiraf edeyim ki, kafamın içinde saatlerce yeni mev- zu aramaktansa, kapalı çarşıda u- cuz kundura aramsını tercih ediyo- Tüm. Şimdi cevbları okumağa devara e- debiliriz: Ahmed Emin Ömrü günü Adliye ile matbaa, İstanbulla Ankara — arasında sefer yapmakla geçen Tan başmuharriri Ahmed Emin Yalman, otubüs dava- larının evrakı kadar tomarlaşan notlarımla karşısına geçince, aşağı yukarı her gün mahkemeye gitmek- ten hasıl olan bir alışkanlık ve te- vekkülle süallerime, seyahatten ye- ni avdet etmiş olmasına rağmen, cevab vermek zahmetini eşirgeme- di: — Kiymetli arkadaşım Asım Us, gazetecilik sahasında en evvel (Ka- rikatür) adlı bir fıkra sütunun sa , hibi diye tanınmıştır. Gazetecinin pireyi deve, deveyi pire yapan bir bir hakikatin müsbet ifadesi diye kabul etmiyorum. Böyle bir söz, an- cak Asım Usun güzeteciyi bir sani- ye için karikatür zaviyesinden gör mek istemesinin neticesi olabilir. Pireyi deve yapan gazeteciler el- Hikmet Münir, Reportajı yapan : | Gazetecinin çok acınacak bir ta- Kadircan Kaflı nn covııplırı N" isret Safa COŞKUN.- can ticareti yapan meviden neşirci-| lere gazeteci denilmesi yüzünden biçare hakikt gazeteci zaten türlü türlü hücumlara maruzdur. - Asım Usun bir meslek adamı sıfatiyle ta-| rifçiler kervanına katılmasında iki| saik olabilir. Biyi, karikatürcü gö - rüşüne mukavemet edememesi, i - kincisi de bir saniye için gaflete dü- şerek heyoecan tüccarlarını gazeteci sanmâbı. Peyaml Safa Güzide edib Peyami Safayı Cüm- huriyetteki odasında, henüz önüne gelirilmiş koyuca çayını, içmeğe hazırlanırğen buldum. Şekerini e- ritmek için, bardağın içinde mevle-| vihane peşrevi çalan kaşığın hasıl «tiği mahruti daireler arasında göz, z ü kırpacak, fıkra mevzuunu yakala- tam mütehassısı olmadığı halde her| mağa çalışıyordu. Hiç olmazsa bu şeyden bahsetmesi elbette bir mâh-| » 4 deve yapmama mal olan sualle- zurdur. Fakat gazetecinin de ken- dine mahsus bir ihtisas vardır ki o| da hâdiseler arasındaki münasebet- leri çabuk ve doğru görmek ve sez- mektir. Anmed Emin YyYalman Peyaml Safa — Hareket karşısında enstantane fotografın rolü ne ise, hâdise karşı- sarf!| rafı vardır. Dünyada hattâ herkes için normaldir. Fakat herkesin ha- tâsı çırçıplak ortaya çıkmaz. Neden, sında gazetecinin vazifesi de odur, Hâdiseyi vuku buluşunun en taze a- nında yakalıyarak okuyucuya tur - fanda olarak sunmak ; aonra mahdud bir iki kişi tarafından fark edilir. Yalnız zavallı gazeteci- nin hatâları yüzbinlerce kişi tara- fından görülür ve hücuma uğrar. Çünkü hatâ, kendini bağıra bağıra Gazeteci, enslantarle görür — vel| enstantane düşünür. Görüşü ve dü- şünüşü acele mahsulü tolsa bile ta- ze ve dihamiktir. ! belli eder. Hikmet Kadircan | | C-:;ci_nin W== ş::w: üyet yüzü, eye-| — Münir Kaflı B U pel Bu vaziyet yüzünden, bir de heye i petaşemizered nle Biğ rimi cevablandırmaktan kaçınma -| y edebilirsiniz: Gazetoci görüşü dı: — Türkçede pireyi deve yapmak, kaba mübalâğayı anlatmak için kul-. lanılan bir halk tabiridir. Gazeteci mübalâğa etmeli midir? diye sorulabilir. r Pireyi deve yapmanın yalandan farkı, ancak pire kadardır. Palavra gazeteciliğinden ben de okuyucu kadar tiksinmişimdir. Fa- kat hafif ve karar bir mübalâğayı, hakikatin üstüne salça gibi sorpen bir gezetecilik sevimli olahilir. Şu halde; görüyorsunuz ki, ben ne pirenin ne de hakikatin deve ya-| plmasına taraftar değilim!l! ! Sordum: — Size göre gazeleci?. «Bir tereddüdün romanıs mühar- riri, tereddütle, düşünmeği birbiri- ne akraba eden bir fasılayı, soğuyan | (Devamı yedinci sahifede) | |a a HİKÂYE GRAM KALB ACILARI : 2 Yazan: Bedi GÜNDÜZ Sonbaharın kasvetli bir günü. Akşam oluyor, etrafa derin bir hü- zün çöküyordu. Macid; pençerenin önüne otur- İmuş, başını elleri arasına almış, dü- İşünüyordu. Bir sene evvel, sevgili karısını İkaybetmişti. Zavallı kadın! Genç- ti, güzeldi. Tam bir saadet içinde aşıyordu. Bir gece, bir balo dönü- ŞÜ soğuk aldı, ve öldü. İşle o vakittenberi Macit, derin bir yels içinde — yaşıyordu. Zaman, — kederlerini — hafifletecek İyerde, gün günden - arttırıyordu, Unutamıyordu, sevgili — karısının İgüzel hayalini türlü silemiyordu. Macit karısı öldükten sonra ho- men her gün, her gece arkadaşı İŞeydanın köşküne gidiyor; dertle- İrini, yeislerini ona an!atıyordu. Bu İsuretle teselli bulmiya - çalışıyor- du. Birçok kereler ağlarken, onun İda ağladığını görmüş, kendisine acıdığına, onun — için ağladığına hükmetmişti. O akşam Şeydayı evdo bulama: imıştı.. Hizmetçi, kapıyı açmış ve; — Buyürunuz, dedi. Şimdi nere- îe ise gelir, Belki vapuru kaçırmış- r. Demişti.. Artık gece olmuştu. —| Macit kalktı, elektrik Tâmbasını yaktı. Ve dolaşmıya başladı. Ma- sanın üstündeki kitaplardan birini| risine besteletmiş aldı, baktı. Tekrar Resimli risaleleri hatırasından - bir karıştırdı. - Kal-i binde, anlayamadığı bir sıkınlı var-| — Macit, ağlıyordu, hıçkırarak ağı| Dedi. Şeyda, anlaşılmaz P dı. lıyordu. Bu sırada, köşede, taburenin üs- Demek bu şarkıyı, onun nişan- lüşle: tünde duran fonograf makinesi gö- landıkları günün Terdasında hediye züne ilişti. Kapağı açıktı, üstünde ettiği, başkasının yanında söyleme- Yalhız senden bir ricam var bir de plâk vardı Makineyi kurdu, mesi ricasında bulunduğu bu- şar- işletti. Az sonra tatlı, baygın bırkıvıo gizlice Aarkadaşının evine söyleraşti. Şoyda; bütün - Sızlarını, kalbinin! Ses şu şarkıyı söylemiyo başladı: | gelmiş, fonografa ır.,u ıısııenııı.. hâlesi gönlümü | : asardı. (Acilarını söylediği Mi Haa Ai di. Bu ses ölen karısının — sesiydi. Şarkıyı söyliyen o idi. Macid — bu| inlblni od müro ae kemen YA NUi l Yeşil gözlerinin Bir tavzih 22 Nisan 938 tarihli Son Telgraf gazetesinde Profesör Leopold Levi- »: < bsarı idi. İki nin sergisinden bahseden yazımda lemeden birbirlerine b: Si bir cümlenin şu şekle geldiğini te. 1 karşılarında «Ona şantajcı diye cevab bile ver- | meden yürüdüme Bu cümle aslında: «Ona şula(n diyenlere cevab bile vermeden yü- rüdüm» şeklinde idi. Gerçi yazımın baş tarafında beynelmilel — sanat- kârın eserlerine karşı meftuniyet ve hayranlığımı zikretmiş olduğum i - çin bunun bir tertib yanlışı olduğu sarahalen anlaşılıyorsa da sanatkâ- ra karşı olan hürmetim böyle bir çayını ağzına götürmek suretiyle kapattıktan sonra cevab verdi. Cemal Nadir Elif. N&aci Dedi. Daha bir çok şeyler sayıp döktü. Hiç biri | 0 kadar hoşuma gitmedi de, hani şu edayakt.» köli- sanatkâr olduğu hakkındaki sözünü | , Gçini işitir işitmez vallahi gözlerim sevinçten par- dadı. Herifi şöyle ortaya almalı da: — Öldüm... Deyinciye kadar vermeli sopayı!... Fakat, Vec- det çok kibar, büyük kalbli çocuk. Babasınn fikir- lerini biraz derebeyi zihniyetine benzer buldu: — Bey baba, bunların hiç birine lüzum yok. O, bette vardır. Fakat bu gibilere gaze teciden ziyade heyecan tüccarı de- mek doğru olur. Deveyi pire yapan bir nevi gare- teci tanımıyorum. Deveyi pire yap- mak, ancak politikacılığın neşriyata| tatbik edilmiş bir şekli olabilir. Gazeteci, hâdiseleri, çok yakından, sıcağı sıcağına görür. Bazan heyeca- mna kapılması, yeni bir hâdiseyi ol- duğündan daha velveleli bir şekilde| karşılaması mümkündür. Fakat hakiki gazeteci, pineyi de- ve deği, fare yapmaktan da kaçan, hakikati en dürüst şekilde ifadeye çalşan adamdır. İdealist bir gazeteci, doğruyu bul- mak için her fedakârlığı göze alır. Derin bir feragatle geceli gürâlüz-| lü bu uğurda çalışır. Hiç bir işin| kendi yaptığından utansın. Bu kadar ceza yeter. Hem, söylediklerinizi - yapabilmek için kanuni sebebler Dedi. Selim bey, böyle şeylerde, pek kanun ma- — Hani kızım, öğle yemeğini beraber yiyecektik. nun aramıyor... Hazır mı?... — Adam sen de, her şey kanunla bilmez ya... — Hay hay... bey babacığım. Şimdi hazırlarım. Kâratayı şüphe üzerine yakalatıp içeriye tıktın mı, Beş dakika... aç susuz on beş gün kalır, sonra koyuverirsin... Gülfidana haber verdim: Diyor, ki saçma. His ve arzu, hiç bir vakit kanun — — Haydi, sofrayı hazırla... ve idare inzibatı üzerine yükselmemeli. Yükselirse, Ne kadar, hiç bir şey bilmiyormuş, konuşulan- halk, devlet ve memleke şuuruna nasıl vefa göste- ları işitmemiş gibi duruyorsam da, yine benzimdeki rir, kendini memleket hududları içinde nasıl emin solukluk, halimdeki durgunluk sıkıldığımı, — tecssür görür, değil mi?... Bunun için, kinimi yendim. Vec- içinde olduğumu belli ediyor, Vecdet, de bu vaziye- dete hak verdim... tin farkında, Yemeğe inerken koluma girdi, kulağı- ma fısıldiyor: — Yine he oldun Vicdan, neş'esizsi: Sudan, basma kalıp cevaplar verdim. Sevdiğim çocuk: — Babamla, senin için bir şeyler konuştuğumu- zu sakın zannotmo... — Vicdan... Melâhat... Neredesiniz?... Selim bey odadan çkmış, sesleniyor. — Buradayız efendim... Dedim, sofaya çıktım. |tavzihi lüzumlu gördü. Naci İ Diyetek, beni teselli etmek, üzüntüden kurtar- mak istiyor. Ben de: — Zaten aklıma' böyle bir şey getirmedim... Deyip ona emniyet vermiye çalşıyorum. Benim sıkılmamdan, muztarib olmamdan o kadar sakınıyor, o kadar üzerime titriyor ki... ben de bütün gönlümü ona verdim. Hele, bugün. Artık, onsuz hayat bana cehennem olur!. İlk fırsatta ve yapyalnız bir yerde başımı dizlerinin üzerine bırakacağım, kalbimi kal- bine karşı koyacağım; saatlerce böyle nefes bile al - madan durup dinleneceğim. Onun kucağında, onun sevgi ve huzur taşan kalbinin üzerinde dinlenmek, onun saçlarını okşamak, onun rabbani gözlerinden nur almak, onun musikiyi susturan sesiyle kulaklarımı doldurmak, gönlümü ferahlatmak benim için —ucu bucağı bulunmaz bir zevk oldu... yapmış, meşhur bestekârlardan bi-| yerine koydu./ Yeşil gözlerinin hâlesi gönlümü İ dışı oha, gramofondan, hususiler bu;ta deli gibi-oldu, Her şeyi iplâktan aslâ bahsetmemişti. Bu İKarısının ve arkadaşının HWf |kıymetli yadigârı ondan saklamıştı. Unuttu. O, ölen karısının $i Macit ağlıyordu. Gramofon sus-/rinden, mektuplarından — ve Kapı açıldı, Şeyda göründü. R. BUgun İPEK sinemasında 2 b TEHLİKELİ AşK Fransızca sözlü aşk ve MACERA filmi- Baş rollerde: LORETTA YOUNG- DON AMECHE 2 - LOREL - HARDİ TÜRKÇE SÖZLÜ Kahkahalı komedi. OFON Gramofon - yeniden sustu. karısına vermişti. yavaşça: ğ — Demek buraya yeldi. M? sardı İdi, öyle mi?... söz mırıldandı. Macit, aci — Oh! Korkma... Olan 07 a ver. Dedi. Pım'uıgı ile plâğı £ Şeyda, gayri xhuyın bığıxdl — Aslâ , bu samimi arka-| Macidin aklı başından gitti: Ü lerinden başka bir şeye hâlesi gönlümü|ğüdi. Halbuki Şeyda, onun © sardı |Paygın, canlı sesini dirli nu, onda bırakmıya gönlü 184 Ş, “İmiyordu: & K dost, birşey kıyorlardı. di. —| — Şeyda, yalvarıyorum saff (Devamı 7 inci sahilet k film bir0 y RERİLE DİYARINDA Yemek iyi geçti, Selim bey bir çok evvelki hiddet ve şiddetini affettirmeğe, başka başka şeylerle tevile çalştı; gönlümü ı“* — Ben gelinimi çok severim ha... j Gülüştük. Nikâh... Düğün... Züfaf... O da geldi, geçti. Son saniyesine kadar 40 cidal, ıztırab, mihnet ve nihayet mes'ud bir emel, Başka ne denir?... Hah... Ne kadar gülsem az... Hele, Vecdet anlat” katıla katıla dakikalarca gülmekten bayıldıi" Vecdet, yani, kocam... Güvey bey uwım" şıya inerken Haci Ali hanının önünde £ Ömer de atının üzerinde handan çıkıyormu$r detle karşılaşmış. Gözleri birbirlerine ıı.ulul:: merin yüzü çimento gibi küflü bir renk & men kafasını öbür tarafa çevirmiş, üzengiyi € beygiri çarşı için tırısa kaldırmış!... gözden kayboluvermek için... Demek, ağamız handa sabahı dar etmifı leyin pılıyı pırtiyi toplayınca savuşmuş! Namert herif... daha dur bakalım. Yalnıf maklayakayı kurtarabilecek misin?. Hah... Hah...