No. 58 KANUNİ SÜLEYMAN Yazan : Nedim Refik Eğer kızın babası, ölünceye kadar kızını hiç bir erkeğe vermiyeceğini ahtederse ... O zaman kız yine babasının yanına gelir, onu za en bir başkası ile evlenmesin diye evinden alıp kaçmışlardı — Bahadır Sahibin kızını kur- tarmak için uzun uzadıya mücade- leye lüzum yoktur ki... Arzedeyim | Bahadır Sahibin kızı | efendimiz: Hindistandaki müşrikler — tarafın- dan kendi mabudelerine nezredil- miştir. Her sene böyle birkaç kız zredilir. Bu kız ölünceye kadar hiç bir suretle erkekle tomas etme- meye mahkâmdur. Eğer bunu din- lemezse onu boğdukları gibi böyle bir kız, almış olan erkeği sağ bırak- mazlar. Bu âciz kulun düşündüğü- ne göre Bahadır Sahibin kızı her halde en emin bir yerde, gayet hürmet ve riayet gösterilerek giz- lenmiştir. Eğer kızın babası ahte- derse ki ölünceye kadar kızını hiç bir erkeğe vermiyecektir; o zaman kız yine babasının yarima gelir. Onu kaçırmaları böyle muhtemel bir izdivaçtan saklamak içindir. — Sen le bir şeyi Bahadır Sa- hip gibi cesur, metin bir #damın kabul edeceğini mi zannediyorsun? — Mutlaka kabul etsin, demiyo- rum, efendimiz.. Yalnız kızın her halde çok emin bir yerde her türlü hürmet ve riayeti gördüğünü zan- hettiğimi arzediyorum. — Sen ne zannedersen, et... Bize Müşrikler eline geçmiş bir müslü- man kızının kurtarılması lâzımdır. O kız, niçin, müşriklerin tapındığı hâşâ bir mabudeye nezredilecek- Miş?.. Bunu biz kabul eder miyiz sanırsın?.. — Hâşâ efendimiz, bunu ehli imandan olan hiç kimse kabul e - demez. Onun için padişahın fer - manı yerine gelsin.. Bize izin ve « rilsin, arayalım, bulalım. Bilâl yalnız dinleyordu. Söz söylemek için istek duymuyordu. Fakat padişah ona dönerek: — Siz üçünüz beraber çalışacak- sınız değli mi?., diye sorduğu za - man : — Evet, öyle olsun, dedi, öyle olsun... Bu sözün manası vardı. Demek istiyordu ki: — Ben de bunlarla beraber ola- cağım, Onların ne olduğunu mey- dana çıkaracağım. Artık bu mel- un herifle kavga edeceğime, ona arkadaş olmayı bir zaman için da- ha döğrü buluyorum. Parhalı bu teklife pek memnun göründü: — Biz dedi, İstanbulun yabancı- sıyız. Bu çocuk İstanbulludur. Bi- | ze daima yardım edebilir. Artık a- ramızda hiç bir şey yok değil mi? Burada biribirimizle helâllaşarak öyle işe başlıyalım. Bilâl tasdik etti: — Helâl olsun, dedi, artık biri » birimizle arkadaş olduk. Padişah Parhalıya dedi ki: — Siz ona tâbi olacaksınız. Onun Gediğini yapacaksınız. — Bu da doğrudur efendimiz. Çünkü o, İstanbulu elbette bizden iyi bilir. Cesür, korkmaz bir genç ki ben ve benimle beraber olan şu adam ikimiz de kendisine itaat e- deceğiz. Parhalının işaretile ö de başile tasdik etti. Padişah bundan sonra Bilâle: — Bu iki kişi senin dediğin gibi işleyecektir. Fakat dikkat et, bun- lardarı biri kaybolmasın, İkisi de senden sorulacaktır! Sonra padişah dışarıya seslendi, içeri giren bir köleden divit ile kâ- ğit istedi. Mürekkep ile kâğıt ge » | lince bir kaç satır yazarak Bilâlin eline verdi: — Bu, dedi, saadetlâ padişahım sana vereceği fermanın bir parça- sıdır, Bunu iyi sakla, Lâzım oldu - ğu zaman bazı kimselere gösterir - sin. Olmuya ki sönden fena bir iş sadır ola!... Bahadır Sahip Cenk aylardanberi | İstanbulda bulunuyor, uğradığı e- lem ve astıraba karşı metanetini muhafaza ediyor, fakat memleke- *nın verdiği rahatsızlığa mukave - Met etmanin çok müşkül olduğunu anlıyordu... Sultan Süleyman ona Hindistandan istenen yardımı faz- lasile temin etmiş, yalnız onun al- GA Sela ggedit alarak yola cike si kalmıştı. — Fakat Bahadır Sahip şimdiy Müktedir olamamıştır. Fakat bu hal ona pek gayri ta - bü, çok sıkıntılı geliyordu. Niha « yet bir gün gene Sultan Süleyman tarafından hususl surette kabül e- dilerek konuşurken dedi ki: — Sa- adetlü padişah... Bugün huzuru - nuzda yine kendimden bahsedecek- sem de kızımın kaybolmasından dolayı duyduğum elem ve kederi bir tarafa bırakacağım. Artık daha mühim gördüğüm bir noktaya gel- mek istiyorum. Müsaade buyrulur- sa memleketin bu âcizden bekledi- ği hizmetine kavuşmanın zamanı geldiğini arzederek saadetlü padi- şah hazretlerinden izin ve müsade niyaz edeceğim. Sultan Süleyman Bahadır Sahi- bin elem ve ıstırabını bildiği için Ocu pek büyük bir rikkat ve dik « katle dinliyordu. O sözünü buraya getirince padişah dedi ki: — Anladım... Bunu da pek doğ- Tu buluyorum. Sizin gibi düşman - lara karşı cihad etmek mevkiinde bulunan bir insan, daha ziyade bu- ralarda kalamaz. Müşriklerin cür- eti kimbilir. ne kadar artmıştır. | Bizden istenen mukaddes yardım hazırdır. Yalnız sizin hareketinizi bekliyor. Sultan Süleymanın sesi git gide Kırk yıl Evvelki Donanmamız ( 5 inci sayfadan devam) Miş, suların cereyanına uymuş, İm- ralı adasına kadar gitmiş, fakat fazla yol yürümeğe alışkın olma- dığı için, orada karaya oturmuş! Donanma Çanakkaleye vardığı zaman bavalar bozmuş, şiddetli yağmurlar — yağmıya başlamıştı. Bakılmıya bakılmıya çürüyen ge- milerin hangi tarafına dokunulsa | dökülüyor, bir kazan borusu tamir | edilirken, öteki akıyordu. Kapor- ta ağızları hurdahaş bir hale gel- | mişti. Zabitan ve efradın yattıkla- rı yerler, barınılmıyacak bir halde âdi. Ranzeler çökmüş, kamaralar haraptı. Yağmurlu günlerde, zabitan ka- maralarında şemsiye açarak otu » ruyorlardı. Bir arkadaş kamarası- na gitmek için, koridorlardan ge » çerken, tıpkı sokakta — gezer Bibi, ellerinde şemsiye olduğu halde gi- diyorlardı. Güvertelerin kalafat- ları bozulduğu için, yağmur, kat- ranı kalmamış, üstü pis, çürümüş deliklerden hep aşağıya, kamara- lara, koridorlara sızıyordu. Saraydan sık sık gelen tel yazı- larında, donanmanın icabında sa « Vaşa sevki için noksanların tamam- lanması €hemmiyetle tavsiye edi « liyor, kamaralarında şemsiye ile oturulan, kazanları kırpıntı bohça- &1 gibi yama yama olan zavallı ge- milerden meded bekleniyordu. Bu cinayetin, en başda gelen fae ill Abdülhamitti. Donanmayı yil Tarca Haliç kıyılarında ihmale terk etmiş, çürütmüş, harap bir hale ge- tirmişti. Şimdi de zerre kadar vic- dan azabı duymadan ve ulanma « dan, çürüttüğü, mahvettiği donan- madan bir şeyler bekliyor, vazife istiyor, meded umuyordu. Mâabeynden gelen tel yazılarına karşılık olmak üzere, bütün süva. riler, kumanda ettikleri Bemilerin barp kabiliyetini haiz olmadıkları. nı böyle çürük çarık gemilerle Ça- nakkaleden bir adım dışarı çıkma- mın akıllıca bir hareket olmiyacaf Bını İleri sürerek hepsi birden is- tifalarını verdiler. Bu muhak ve makul iddia karşı sında ne nezaret ve ne de saray bir şey söyliyemedi. Yunanlılara karşı savaş ilân edilir edilmez, donanma- nın harbe gönderilmesinden vaz- geçildi. Ve muharebe devam ettiği günlerde donanma Çanakkale için- de, Gelibolu kıyılarında «Lengeren- darı mehabet» kaldı. biliyoruz. ki | kadar buna Büyük hieiv şalri (Eşref) in do- CE P heyecanla titremeğe başlamış, Ba- | hadır Sahibin de gözleri yaşarmış- İt — Sandetlü padişahım, dedi, yal- Z nâçiz şahsımın değil, bütün Hindistandaki ehli imanın hayır duasını celp edeceksiniz. Ferma buyurün hemen hareket edeyim — Peki, Bahadır Sahip, öyle ol- sun. Git, senden ve bütün oradaki ehli imandan iyi haberler almağı niyaz ederim Sonra nasıl yola çıkılacağını dü- | şündüler. Karadan gidecek, / bistandan geçerek uzun bir yol ol- makla beraber her türlü eziyele katlanacaktı. Eğer denizden Mısı- ra gitse, orada karaya çıkarak Bah- riahmerden geçmek suvetile Hin » distan yolunu tutacak olsaydı, yol kolaylaşacaktı. Fakat Rados Şöval- yelerinin korsanlığı, düşünülecek bir nokta idi. Bahadır Sahibin Hine ı Ra » a - distana götüreceği altınlar dos korsanlarına geçmesi hiç de is- tenir şeylerden değildi. Padişah Osmanlı imparatorluğu dahilinde | misafirin geçeceği yerlerdeki san- cak beylerinden, yerli reislerden son derece itibar ve ikram görmesi için lâzım olan emirleri verdi, yaz- dırdı. Bahadır Sahip kızından padişa- ha hiç bahsetmiyordu. (Devamı var) ı HİKÂYE I Yumurcağın pi- yanoda falsosu (4 üzcü soyfadın devam) Beçti. İki genç çok mes'uttular. İki Hile bu vesile ile başlıyan ahbaplı- Bi çok ileri götürdüler, Fakat bu saadet çabuk bitiverdi. Selma annesile büyük babasının ölümü Üzerine evlerine dönmeğe mecbur oldular. Selmanın sonsuz. neş'eli yüzü; siyah bulutla örtülmüş bir yaz günü gibi bozuldu. Annesi ka- raran ufukda bir gönül fırtınası görmiyecek kadınlardan değildi. Bir gün şöylece deşiverdi Selma- yı — Kızım neye durgunsun? Ne | istiyor gönlün? Selma dalgın mı idi, ne idi. Ka- çırıverdi ağzından! — Falsolu Vağnerin parçası en « ne! Kadın kahkahalarla güldü: — Gördün mü Selmacığım? Asıl falsoyu sen yaptın şimdi, Fakat bu sefer de hocalık bana ve babana düşüyor. - TC İOkuyucularla Baş başa Kütüphaneler Bakımsız Bjr halde Selmanın gözlerinde sevinç u « yandı: — Ne dedin anne? — Necdetin falsosunu sen düzelt. tin amma, senin akordun bozuldu. Dün gece Necdetin babası, babana gelmiş bir sır tevdi etmiş, — Ne sırrı bu anne? — Onun da akordu pek bozuk - muş. Sen höcalığı bıraktın birakalı piyanoyu büsbütün unutmuş. — Yani anne? — Bir insan bir şeyi çalmağa baş- ladı mı azıtır işi. Şimdi de Necdet bizden seni çalıyor. Yahut çalmak istiyor. Ne dersin kızım? | Ve işte Necdetle Selma dostluk- | larına bir falso ile başlayıp bir şah eserle netice verdiler, Necdet yüz görümlüğü olarak Piyanosunu verdi. Selma da çehiz olarak piyanosunu nanmanın bu elim vaziyeti hakkın. da söylediği şu kıt'a Ppek meşhur. dür: Alessaba cemii kârda bahsı kader olmaz Topa karşı kubur sıkmakla ümit zafer olmaz. Eder bu fikrimi tersanede hamallar teslim Hasan paşa gibi metkeple deryada sefer olmaz, çıpııı M. Süleyman «Uzun bir zamandanberi İstanbul kütüphanelerine devam ederim. Hemen girip çık ğim kütüphar İstanbulda - belli | başlı ve Maarif Vekâletinin en besinde '18 kütüphane v dır, Bu kütüphanelerin heyeti u - mumiyesinde alettahmin 662517 4 cilt mutelif ilimlerden kitap mev - cuttur. Ve bu kütüphaneler meya- | nında en zengini, ve ilim yolundan eshabı tetebbuun maksadını tat - min edecek olan Beyazıt kütüpha- nesile, Süleymaniye ve Fatihte | Millet kütüphanesi ve üniversite kütüphanesidir. Bu kütüphaneler- ! ra çarpacak kadar yazma asarı nadire mevcuttur. Ayasofya ve Topkapı sarayında- * ki Ahmet Salis phaneleri de | bu kütüphaneler kadar adeden muadil değilse de san'at, tarih yönünden nefis, cilt ve tehzip | ve minyatürlü eserlerile hemen | bunlara muadil olabilecek kadar kiymettar eserleri vardır. İstanbul kütüphanelerindeki tarf- | hi âsarı tetkik için teşekkül eden kitap tasnif komisyonunda meşgul iken bu kütüphanelerin vaziyetine yakinen muttali olduğum için gör- düğüm vaziyeti ilim namına arzet- | meyi bir viedan borcu addetmek- teyim: | İlmi sahada eshabı tetebbüü müstefid eden bu kütüphaneleri - | mizdeki mevcut yüz binlerce ese- rin bakım yönünden ihmal edilme- Bicaiz olmuyan ve muhalazasına Bgayet itina edilmesi lüzımgelen ve Türk mületinin ilmi varlığından dolan büyük bir servet ve milli bir hazinemiz olduğunu bilmemiz lâ - zımdır. İşte bu hazinenin de bir na- kit gibi, hattâ ondan daha üstün bir şekilde kıskanılarak muhafaza edil- mesi lâzımgelirken bugünkü kü « tüphanecilik teşkilâtı hâlen. eski ve köhne bir usul ile idare edilme- gi yüzünden, daha doğrusu kütüp- hanecilik teşk İ âtınm ilmi bir teş- henüz takdir v li ve i imiz. loş kubbeler altında rutubetten, bakımsızlık yü- zünden, haşaratın, ve farelerin it- | lâfına terkedilmiş ve bir daha elde edilmesine imkân olmıyan bu kıy- metli eserler mahva yüz tutmuş - | tur. Bu vaziyeti görüp Tmüteessir olmamak mümkün değildi. Topkapı Sarayı Ahmet Salis Kü- tüphanesi, Üniversite Kütüphane- si, Fatihte Millet Kütüphanesi, ve Üzsküdarda Hacı Selim Ağa Kütüp- hanesini bakım yönünden istisna e- dersek, diğer - kütüphanelerimizin şiddetle bakjma ve ıslâha ihtiyacı vardır. Süleymaniye kütüphanesi yegâne zengin bir kütüphane iken, kitapların mahfuz bulunduğu hüc- relerin ekserisinde camlı dolap teşkilâti olmadığından kıymetli e- serlerin kısmı mühimmi toz toprak | içindedir. Beşiktaşta Yahya Efendi Kütüp- hanesinin belli başlı henüz bir fih- risti yoktur. Nuruosmaniye kütüp- hanesi temiz ve teşkilâtı munta- zam olmasına rağmen maalesef ha: fızı kütübün bakımsızlığına mah- küm olan ekseri eserler haşeratın elinde bitmiş ye bilhassa *Kâtibi Is- fahani» tarafından yazılan tabakata | dair 3774 numarada mukayyet ve âsarı nâdireden bir eser de uzun za- man hafızı kütübün kütüphanesile alâkadar olmadığı — fi'len anlaşılan (Hazidetülkasır ve Cerideti ehlil. Asır) adlı bir eseri de vitrinde ken- di kendine yanmış ve mahvolup Bitmiştir. Her kütüphanede aşağı yukarı mübalâğasız yüzlerce kitap ayni vaziyette olduğu halde alâka- dar hâfızı kütüpler veya memur - larının vazifei esasiyelerini ihmal eylemelerine binaen maalesef H zinei milliye ve ilmiyemiz bu şe « kilde mahvolmaktadır. Bugünkü hafızı kütüp diye uhde- sine binlerce kitap tevdi olunan ze- vatın bazı müstesnaları olmak şar- tile kısmı mühimmi henüz yeni ya- | zılarımızı ve harflerimizi okuyup , yazamadıkları gibi okuyup yazmı- | ya hevesi olmıyan ve vaktile ev - kafta, tekkede, şurada burada çalı- Mİ müessesata kayrılan imam, ha- tip, kayyum gibi ilimle alâk. mıyan adamlar eline verilmi: * İşto bugünkü külüph İkinci kısım ll — Bu adam kim? Ne diye getird buraya ? — Çok paralı bir oyuncu.. tireceğim, tırtıklamak için ? hatırlayınca, (M.) 1 bul- rtmana dayet etmiye ka- , (M.) le uyuşursa, başka başka masalara hem parali 6 Bunu v neuları, hem de fentbaz arkadaşlarını te - | mizletecek Arkadaşlarının kayıbı ile sı yoktu. (V.) onlarla yalnız ki tağı idi. Trişörler kaybederlerse, kendilerine aitti. Zararı taksim et- mek, zarardan herkesin hissesine düşen payı vermek gibi bir kandüs- yon yoktu. (V.) ona sordu, buna tordu, ni- yet şöhretini duyduğu bu çok usta fentbazı buldu, apartmanda oyna- | nılan pokeri anlattı: Bize gelen pokerciler, dedi, tüc- var, paralı adamlar... Bir de orta- ğım var, Budalanın biridir o... Hiç bir şeye aklı ermez, kendisi de oy- nar. (M.) sordu: — Ya oyuncular?. Zengin, tüc- car olabilir. Fakat çok paralı ol « mak, budala olmak değildir. Nice zenginler vardır ki, her şeyi, her hi- leyi bilir, yutmaz. (V.) ellerini havaya kaldırarak cevap verdi: — Neler düşünüyorsunuz?.. Böye | le şeyleri aklınıza bile gelirmeyin. Bizim müşterilerin hemen — hepsi de saf oyunculardan ibarettir. Po- ker meraklısı, poker hastası insan- lardır. Ver fişleri, koy kâğıtları ö- nüne, durmadan oynasınlar... Sen de geç karşılarına, istediğin gibi at satırı!.. Bu izahat (M.) mi tatmin etti. Kazancın -işi e kendisi verdi- &i için- yüzde altmış kendisine ait olmak üzere mutabık kaldılar, uz- Taştılar, (V.) bu işde kendisini her cep- heden sigorta etmişti. Her atışta, onun aşığı: — Cuk! Oturacaktı. Onum için kayıp yok- tu bir kı Eğer (M.) bir İş bece- remezse, öbür arkadaşlarından hak- | kını alacaktı. Müvaffak — “olursa, beş altı kişinin cebine girecek olan para, nihayet iki adamın ceplerine aktarma olacaktı. Hem de yarı ya- | rıya değil, bütün kazancın yüzde altmışı kendisine kalacaktı. Öte- ki türlü, hissesine yüzde yirmi bile düşmüyordu. (V), (M.) e her şeyi dosdoğru söylediği, oyuncuların karakterle- rine varıncıya kadar anlattığı hal- de, yalnız bir noktayı gizlemi: Karelerde trişör çalıştırdığını... Ortaklığımı!.. Bunun ik! sebebi vardı: (M.) bir iş beceremez de kaybe- derse, zarar ettiği parayı geri iste- mesinin ihtimali vardı. Hattâ: — Benim numaralarımı yutmadı- lar, kazanamadım, kaybettim. Ma- demki onlar işlediler. Kazandılar. Benim de hakkım var bu işde,.. Diyerek, kazanılan paradan ken- disine de bir pay çıkarılmasını is- tiyebilirdi. İkinci sebep te şuydu: (M.) e: | şiladi. Eski Istanbul batakhanelerit KUMAR.. Yazan: M. 5. ÇAPAN — 108 ne diye 9” ik der lemek, menfaatini baltalamt mekti. ; Bu iki sebepten dalayi, öf ; triği mandaki poker ka:cîcrıll_(lîl' B dığını söylememey! ve Parisin en lüks eğlenct * rinde yemiş, zevkli bir hayâ de bitirmişti. Paralar su)"f“: tikten sonra, alıştığı lemle | a denbire bırakamadı; İstanbu” nernedi. Eskisi gibi, zikli, şaraplı ve kadınlı netfüs etmek için, bü srkfuro. aşağı tabakaya inmeye M€ O a du. Avantür arkasından v Bir başladı, apaşlarla düşüp Kalktr zaman da, kumar trişörlüğünül ü tirdiği para ile yaşadı, yine Vatir danslı, içkili günler gec"““". nına döndüğü gün cebinde Üİ teliği yoktu ve galiba Türk St tinin yardımile-anayurda Tmişti. g yıllarda, kendisine bir K& 5e ra getirecek, baba mirasından ol * kiye, ufak tefek bir iki İr makla beraber, bunların e para ona kâfi gelmiyordi" BU miktarını çoğaltmak, büLeSi” | darlığını genişletmek için, i“'-w telerde, kadınlar arasında oynuyor ve kazanıyordu. Şansla mı kazanıyordu?. Hayırt.. Trişörlükle!. Kazançları bazan az bir inhisar ediyor, bazan da bir yekün tutuyordu. Ertesi günü, söz ver ' ldk tınbakkaldaki — apartım Fy Şik ve temiz giyinmişti. F.sıî"-"'ıu ğ rif ve temiz bir kıyafetin, tüt raklı bir tavsiye meklubımd""ml. ha tesirli bir sükse yapaca| _ı'” ga edenlerden olduğu için, daim' miz gezer, şık kostümler giy6 bir yunbağlarını — müşkülpesend zevki selimle seçerdi. v (V.), GL) mi sevinçle TÜ . Elini sıktı, pokef Jonuna — götürdü. Bv ve — oyuncuüara — tanitti. y bir oyuncunun aralarına KİT L eski havayı biraz bozar gibi O, Hele trişörler, hiç memnun ©* dılar. Hakları da vardı memnur $ çi <ai kakulu, rm“!""" 1 Ble piCEX miktafi kabarif gatte Al mamakta ... Öyle ya kimdi bu yabant Nenin nesiydi bu adam'- o, . Belki kurnaz bir adamdi?- Öi le birinin aralarına girmesile H, rinin bozulmasının ihtimali "“".. Belki de kurnaz değildi. FAt onun kurnaz olup olmadığın! Vii; lamak için, dikkatli davranma 'r,. kaç zaman iskandil etmek Iiz””ılıı lecekti. Halbuki, bu suretle V geçecek, işlemek işi geç kalact Tereddüt ve korkularını g" mek için, bir fırsatını bularak, si ayrı ayrı (V.) ye sordulari , — Bu adam kim?.. Ne diy& tirdin? ) e ae (Devamt Mee NnN nikasi ei siNnan A” — Bize bazı trişörler geliyor. B | NÖBETÇİ raberce epeyce para aldık. Şimdi onları temizlemek lüzim. Senin çok Üstün bir işci olduğunu lar,' haydi göreyim seni! Dese, belki (M.) teklifini redde- yahut, san'atin (!) takdir e- dilmesinden döğan bir gururla tek- life muvafakat gösterse bile, masa- sında açık gözlerin, kurtların bu - luduğunu düşünerek serbest ve ra- kilâtının vaziyeti âdeta bir darülâ- ceze halindedir. Eshabı tetebbü rafından İstenilen her hangi tabın metnini görüp anlıyamı: cak kadar bu kabil zavallıları böy- le bir hazinei ilmiye içersine me- mur veya hafızı kütüp diye kayır- mak, mânevt bir vicdan azabı düy- maktan başka ne fayda temin eder? Hulâsatan diyebilirim ki, kütüpha- nelerimiz muhtacı ıslâh ve acına - cak bir şekildedir. Hazinsi ilmiye ve serveti milli- yemiz olan kütüphanelerimizi ilim adamlarının emri müuhafazasına tevdi, alâkadraanın bir vicdan bor- cu telâkki buyurmalarını — samimi bir lisanla arzederim. ECZANELER » t Bu akşam şehrin muİ'“':'(_ Kar inde röbetçi olan cezanelt” * İstanbul .—ıhmnık.'.xlcf: güsnülı Eminönünde (Hüseyin H laa Beyazıtta (Asador), K'“"’hsî".nd“ (Mustafa Arif), Şerem ıgndf;:u E di), Karagümrükte (Arif), SÜ ga yada (Erofilos), Şehzadebef . (Hamdi), Aksarayda (ŞEEİL gı nerde (Vitali), Alemdarda * za, Bakırköyde (Hilâl). ğlu cihetindekiler: caddesinde. (Nat? Beyi İstiklâl Yüksek kaldırımda (Vir$? Galatada (Merkez), 'rsk»*”"nr ydt mal Rebül), Şişlide Osm;_ (bür (Şark Merkez), Kasımpa30” | yo)ı eyyed), Hasköyde — (Nesif Beşikt. (Nail Halid), * (Asaf), Üsküdar, Kadıköy ve * kiler: Üsküdarda (İttihat), Kakl de Altıyal ağzında (Mer galerdt ” Yükadada (Şinasi Rızâ)ı 0 K,dık”’: 3 1 * İ ı v u v hef y .2 ça W # erç Rr a » EUTARKERMoR aA ŞÇEepr