4-SONTELGRAF - 17 Heziran 1937 Macarlar, Küçük Antantın ileri süre- HIKAYE ceği şartları dinlemek istemiyorlar Almatı Hariciye Nazırının Sofya vePeşteyi ziyareti Fransada büyükalâka ilekarşılandı Bulgar gazeteleri umumi harpte düş- manla yanyana çar- pışmanın hatıralarını tazeliyorlar Berlin- Roma mihveri ne kadar sağlam olursa olsun — »ecar Başsektit berange » Alman nüfuzunun Sofyaya yerleşmesi Italyanlar tarafından öyle kolay kolay hoş görülecek şeylerden değildir lman Hariciye Nazırının Bal - kanları ziyareti az dedikodu- ya yol açmadı. Avrupa gazeteleri - nin bu ziyaret etrafındaki fikirle - rini olduğu kadar şayanı dikkat ha- kerleri de «Son Telgrafı ın bu sü - tunlarına geçirerek günü gününe okuyucularımıza malümat vermek istiyoruz. Alman Haritiye Nazırı Belgrada Biltikten sonra Sofyaya Ga geldi Bulgar pâyitahtımda ne yaptı, ni çin oraya gelmişti?.. İşte şu gün - lerden zihinleri meşguül eden sual - ler hep bunlardır. Bu husüstaki neşriyatın asıl şayanı dikkat olanı- | n Fransız matbuatında bulacağız. Çünkü Almanyanın her türlü fan- liyeti Fransızları hiç bir zaman meşgul etmekten geri kalmadığı ci- betle şimdi Fon Nöyrat'ın Sofyayı ziyareti de Paris mehafilini az iş- gal etmemiştir. Fransız mehafili diyor ki: Al - man Hariciye Nazırının Belgrad - dan sonra Solyaya gitmesi, sırası gelmişken yapılmış bir ziyaret de- mektir. Alman Hariciye Nazirı, Al- man nüfuzu için Sofyada müsait Bir zemin bulacağını ümit etmek - todir. Çünkü evvelâ Umumi Harp- te Almanya ile birlikte harbetmiş olan Bulgarların bir hatırası var - dır. İşte bu hatıraları canlandır - mak suretile de iki memleket ara- sındaki münasebetleri kuvvetlen- | dirmek ümidi, Alman Hariciye Na- ziri için dalma mevcuttur. Sonra diğer mühim keyfiyet: Bugün Saf- ya'nın Belgrad ile münasebeti çok iyidir. Günden güne de iyi olmak - tadır. İşte Almanlar bunu görerek Belgrad vasıtasile Bulgaristanı Ber- lin tarafına çekmeyi düşünüyorlar ve buna çalışıyorlar. Fransızların «Tan» gazetesi-di - yor ki: «Büyük bir siyaset kadrosu ik e Alman - Bulgar teşriki mesaisi, Alman - Yugoslav iktısadi leşriki mesalsini tamam eden bir âmil ola- rak nazarı dikkate alınması man - tıki olur. Çünkü cenuptaki İslâvla- rın gitgide sıkı bir surette toplan - ması fikri yavaş yavaş hakikat ha- lini almaktadır. Ve bu ise bir kuv- vet teşkil ediyor ki; Hitler Al « Edebi Roman No: 29 manyası, bunu hesaba katmak lü- | Çünkü bu Almanyanın zürmunu duymaktadır. kuvvet Balkanlarda nüfuzuna karşı gelmek üzere bir leşmek istiyen diğer her hangi bü- yük bir nüfuz ve tesiri akım bı * raktırmak için işe yarıyabilecektir.x| Tabildir ki, Roma hükümeti <Tan» Bazetesinin ileri sürdüğü bu nok - taya karşı lâkayt kalamıyacaklır. Balkanlarda Almân nüfuzunun yer- leşmesi, kuvvetlenmesi herkesten ziyade İtalyayı düşündürecek bir meseledir. Bundan başka şu da nazarı dik - kati celbetmiye yeter: — Bulgaris- tanın nim resmi matbuatı evvelâ Alman Hariciye Nazırının Sofya zi- yaretinin ehemmiyetini uzun uza- dıya yazmıya lüzum görüp dur » muşlardır. Bulgar gazeteleri coğ - rafi vaziyeti, Iktışadi ihliyaçları, mühim olan terakki ve inkişafı na- zarı dikkâte alınca, Almanyanın Balkanlarda, Şarkta, Tuna boyun: da, Orta Avrupada hayırhah bir rol eynamak mevkiinde derhal anlaşılabileceğin! yazmakta- dırlar. Sofya gazeteleri Almnnyımnı sarfettiği gayretleri, Balkanlarda - ki fasliyetini ve nihayet Bulgaris - tana el uzatmasını yazmakla bitire- miyorlar, Sofya mehafilinin fikrince Bul- garistan ve Almâanya arasında böy- le bir teşriki mesaf oldukça, Bal- bulunduğu | | nlarda siyasi bir muvazene hasıl aktır. Beynelmilel karışıklık - ları çıkaran âmüllerin faaliyetine bu suretle mani olmak imkânı gö- rülecektir. Öyle görülüyort ki, Sofyada kuv- vetli bir Alman taraftarlığı vardır, Meselâ Bulgarca «Denes» gazete - sinin Alman - Bulgar münaseba- tında istikbaldeki teşriki mesaisi- be dair yazdığı biy makalede kul- | tandığı tabir pek şayanı dikkat gö- rülmektedir. Bu gazete Almanya - nın herköse kargı ebir ana şefkatile mütehassis olarak» el uzatmasın- | dan, teşriki mesaide bulunmasın - | dan bahsettiği için nazarı dikkati pek ziyade celbetmekten geri kal- mamışlır, Fransız mohafilinin bu vaziyet karşısında düşündüğü Ise Safyada büyük bir değişiklik olduğunun ar- tık saklanamıyacağıdır. Çünkü şim- | diye kadar Alman nüfuz ve tesiri- nin artmasından endişe eden Bal- kan mehafili de bugün artık başka bir haleti zuhiye gösleriyorlar. Fakat Alman Harliciye Nazırının , seyahatinin son safhası daha az mü- him değildir. Fon Nöyrat Balkan- lardan sonra Macaristan payitahtı- na da gitmiştir. Bundan bir kaç se- ne evvel Almanya ile Macaristan arasında Sikı bir teşriki mesal vü- cüde getirmiye Peşte Hükümeti uğ- Budapeştenin bir. gece manzarası Zekeriyya Sofrası Yazan: AKA Gündüz 'Yapıncak) 1 yazıyormuş. Nereye gittiğimi sordu. Söyledim. emek olandan, bitenden ha- beriniz yok. — Olandan, bitenden mi? Hayır. | — Çalıkuşu kaçtı. Evet, bayret etseniz de, etmeseniz de bu, böyle. 'Tam nikâf günü kaçtı. Nerede ol- duğu belli değil. Kimi İzmirde di- yor, kimi Bursada, Nişanlısına da- Tılmış. Güya aldatılmışmış. — Size bir şey söylemedi. mi? — Hayır, — Siz, ona bir şey söylemiyecek misiniz? — Bilmem. Ben şaşkın, o mütcessir ayrıldık, Aklıma ilk önce Zekeriyya sofra- sından dönüşümüz, odamdaki ko- muştuklarımız geldi. Hıçkırıklarını | | bir daha İşitir gibi oldum. Bu tam şarklı kıza ne oldu? Yok- sa bu sofrada hakikaten bir sır mı, bir sihir mi var? «Nişanlım beni aldatıyorsa» diye niyet tutmuş.. mumu sönmüş. buna inanmıştı. Demek korktuğuna uğramış. Dü. şünüyorum, O mu şarklı, ben mi Avrupalı değilim? O mu hurafele- ve bağlı, ben mi? Prenses geçenlerde de bir Zeke- riyya solfrası kurmuştu. Onda da böyle bir şey oldu. Bir safdil hanı- mefendi kızma iyi bir koca buldu- Bunu yemini billâh anlattı. Bir ka- dın yemin ediyor, bir kız korktu- ğuna uğruyor. Ben İn&nmıyorum. Ben inamıyorum, ben inanmaz gö- rünüyorum, ben inananlara İnanı- yorum, ben bir şey anlamıyorum, ben şaşkına döndüm bet bü sinir ve ruh buhranına düştüm. On beş sene, kafamın içine dolan kitaplar kelebekler gibi uçup dağılıyor.. Bu- na bedel içimde mumlar, mumlar, mumlar yanan bir kanlık var! Kü- bus içinde eve döndüm. Geçtiğim sokakları hatırlamıyorum. Her eve dönüşümde yaptığım gibi babamı öptüm mü, öpmedim mi? bilmiyo- rum. Cezbeye tutulmuş, muş gibiyim. Aklım istemediği halde içim A- yaspaşaya gitmek istiyor. Prense- sin sesini duyar gibi oluyor, mer- diven başına seğirtiyorum: Ahçı bir şeyler söylüyor! Hizmetçi ses- leniyor, prensesin sesi.. Soğuk su ile yüzümü yıkadım, olmadı. İlık bir duş yaptım, olmadı. Gideceğim! Yarın prensese gide. ceğim. Bana bu sihri, bu sırrı an- latınız, diyeceğim. Fakat niçin? ne zorum var öğre- necek? Belki Ferideye acıdığım için Bu kızın ne kadar netametli ruhu varmış. Mektepte böyle de- Bildi. Şimdi, Iâikti, katolik sörlerin ipnotize ol raşmamış değildi. Hattâ o zaman İ- talya ile Alman münasebalı şim - diki gibi olmadığından Roma hü- kümeti Berlin - Peşte arasındaki dostluğu hoş bir nazarla görmüyor- du, Şimdi İtalyanın Macaristan ve Almanya münasebatını nasıl bir gözle gördüğünü bir tarafa bırak- malı da Macaristanın bugünkü va- ziyetine bakmalı: Bugün Maca - ristan, Viyana hükümetile bir ola- rak Küçük İtilâf devletlerile uyuş- mıya bakıyor. Bilhassa Çekoslo - vakya ile... Bu suretle, ilerde Tu - na devletleri arasında sıkı bir dost- luğun temellerini atmak istiyen Ma- carlarda görülen bu değişiklik Al- manları çok düşündürmüştür. İşte asıl merak edilen cihet budur: Al- man Hariciye Nazırı Peştede Ma- car devlet adamlarile görüşürken onları bu fikirlerinden vazgeçir - mek için ne kadar uğraştı ve ne de- receye kadar muvaffak oldu? Al » manyanın ne teklif ettiği, teklifi. nin nasıl karşılandığı ise çok geç meden meydana çıkacaktır. Fakat öyle anlaşılıyor ki, - Fğer ilert sürülen tahminler kadar ve- rilen haberler de doğru ise- Alman Hariciye, Nazırı Peştede şunu tek- Jif etmiştir: Yugoslavya ile Ma - caristanın arasına girecek olan Al. manya çalışacak, Macaristan ile Bel. grad hükümetini anlaştıracaktır. Onun için Peşte hükümeti Prag ile dost olmaktan vazgeçmelidir! Macaristan yeni baştan silâhlan- mak istiyor. Başta Çeköslovakya olduğu halde Küçük İtilâf devlet . leri bunun için Macaristans bir ta- kım şartlar koşmuşlardır. Halbuki Peşte Hükümeti artık öyle şartlara, kayıtlara bağlı kalmak istemiyor. İşte Fon Nöyrat, Macaristanın hem bu serbest harekâta malik olmasını, kem de Küçük İtilâfın diğer mü - him bir uzvu olan Yugoslavya ile onu ayrıca anlaştırmayı temin et- mek islemiştir. Fakat unutmamalı ki, Macariş - tan, diğer tarafın da dediğini din- lemek mevkindedir. Macârlar şim- di Çeköslovakya ile dost çok ehemmiyet veriyorlar. olmıya katmerli taassuplarını her gün şahlandıracak muziplikler — Bulur du. Bununla beraber yine şarklıy- di. Cumartesi günü tırnak kesmez- di. Salı gününü uğursuz. sayardı. Pazartesi, perşembe geceleri yata- ğında gizli gizli, arapça dua okur- du. Böyle bir kızın bir koyu kata- lik pansiyonasında sekiz, on sene kalması ne demektir? İnsan ne İsa- yâ yaranıyor, ne Musaya, ne Mu- hammede, Bırakalım Ferideyi, ken- dime bakalım. Öyle günlerim ölur- du ki, o günlerimde bir kulağım hiristiyan olurdu, öbür kulağım müslüman. Dimağımın bir köşe- sindeki dinsizlik, diğer köşesine sinmiş yahudiliğe dilini çıkarırdı. Yüreğim sanki üçe bölünürdü, biri | Osmanlı, biri kozmapolit, biri boş- luk. Mahallede mevdudu şerif, pan- siyonada org ve kantik. Madonna başörtülü. .Bvin eski emektarı Ha- fiz hanımın dediğine göre Ayşe, Fatma anamız başörtülü. Musamn anası başörtülü. Halide Edip ha- nım başörtülü, hattâ yazdığı (Ye- ni Turan) romanındaki bütün ka- abahat evlenmeden- evvel öy- le şen, öyle fıkırdak ve tam manâsile öyle ele avuca sığmaz haşarlardandı ki... Nuri ile evlendiği hayret içinde kaldı. Çünkü her gün bir delikanlı ile gezen, her-gün bin bir macera pe- şinde koşan, kışın balolarda, ya- zın plâjlarda arkadaşlarının kıs- kançlığını ve ihtiyarların da hid- detini celbeden Sabahatın - evlen- mesi hakikaten bayret edilecek şeydi. Bu nasıl oldu? kimse anlıyamadı. Hele Nurinin, Sabahati âalmasına hiç kimsenin aklı ermedi. oğaziçinin gün herkes ayni — köyünde, ayni — sokakta, — karşılıklı — bi - ret evde doğan, büyüyen ve nihayet mektepte bile beraber oku- yan bu erkekle kızın anlaşması im- | kânsızdı. Her gün kavga ederler, biribir- lerini beğenmezler, daha garibi bi- ribirlerini sokakta görseler selâm vetmezlerdi. Nitekim şimdiye kadar Sabahat ile Nurinin bir arada baloya değil, beraberce sokakta bile gezdikleri- ni gören olmamıştı. Amma şimdi bu iş nasıl oldu? Nuriyi ve Sabahati — tanıyanlar, bu iş üzerine düşündüler, taşındı- lar, günlerce, haftalarca dedikodu- lar yaptılar.. Fakat bütün tahmin- lere, uydurma havadislere rağmen hakikati söyliyemediler, Çünkü zaman, bütün tahminle- rin yavaş yavaş yalan olduğunu is- bat etti. Tam 6 yıl bu iki anlaşma- dığı İddla edilen çift, canciğer be- taberce yaşadılar. 6 yıl... Hakikat- te dile kolay bir rakam, 6 yıl, ev- lenmezden evvel biribirlerinin yüz lerine bakmak istemiyen bu çift evlendikten sonra: Sabahatciğim. — Nuri, sevgilim.. Sözünden başkasını ağızlarına al- madılar, O haşarı Sabahat - bir- ire değişti. Gülen, kahkaha atan, erkekleri ayuncak gibi oyna- tân genç kadın, sanki bir melâike oldu. Tabif Sabahat ile Nuri arâsında da en ufak bir hâdise çıkmadığın- dan eş, dost gevezelik & r de v dınlar başöztülü. tülü, Türkocağının kızları tülü, Marabet — başörtülü. Patriği başörtülü, Ermeni Patri- Bi başörtülü. — Kadıköy — imamı yam? Ne edeyim? Nereye veya ki- me tutunayım? diye saatlerco ru- humun çırpına çırpına - ezildiğini hissederdim. Sırtlanlar demir ka- feslere, caniler, zindanlara kapatı. lır. Fikirler do, fikir denilen ilâhi kaynak da başörtülerine hapsedi. liyor. İşte böyle olüyoruz Siklet merkezlerini kaybetmiş yuvarlaklar gibi hayat meydanın- da bin bir tarafa yuvarlanıp giği- yoruz, Kalblerimizde sistemli bir çarpıntı yok. - Kafalarımızda — sis- temli bir işlenme yok, ya bir kül- türsüzlük kültürünün poençesinde- yiz, veya bir kültür anarşisi içinde. Kalbim duracak gibi. Beynim bir avuç dalak gibi. İçimde bir - boş- lakla karmakarışık - bir - doluluk boğazlaşıyor. Metafizik bir - elim- den tutmuş bana (gel!) diyor. Res- lizm bir elimden tutmuş bana (Geleceksin!) — diyor. Ramazan Annem başör « başör- Rum Yazan: Zeki Cem işin içyüzü dikodu mevzuu bulamadılar VE tular.. hattâ bu çiftin sözü geçiiti — Ne mes'ut çit diyerele D ka bir mevzua atladılar.. ğ * & Bir gün hiç ümit şdnm'vl“; haber, bütün eş, dost ari kandı: * — Sahahat ile Nuri, ayrıl miş. ıyorlif” Sabahat Londraya- gidiğE Hakikaten bu haber doğrü “'; Sabahat Nuriden ayrıldı. el Londraya gitti. Daha garibi: eat boşadığı genç kadını Sirkeci l yonunda teşyi etti. | | | | | | | i | | Müş. Evlendikleri nasıl bir n-“"’: olarak kaldıysa, ayrılmalari böyle bir muamma halinde lüp kalmak üzereyken... Sabahatin — Londradan 1'_“';:. yazdığı mektup bankaya s'd."ı_r; ri, bankadan bir hafta izit #İN Yalovaya gitmişti. Bankadâf * gişe ri Yalovada Büyük ouldb?lig | adresi düzelterek gönderdiler. | 4; Aksilik olacak ya.. ud* Nurinin arkadaşı müfettiş N çaf ayni ötelde oturuyordu. K mektubu yanlışlıkla mü::gug riye verdi. O da farkında pt mektubu açıp okuyunca, bü! sele anlaşıldı. Mektubu 4 berledikten sonra inde etti. * Müfettiş Nuri, Yalovaya 0f ğ kalmak üzere gelmişti. Sırf b:ul" yeyi anlatabilmek ve bankadi eş, dost arasında dedikodu YS | isin hemen İstanbula indi. — | öigi Önüne gelene, adeta czbff ç mektubu tekrar tekrar ARİS başladı: «Sevgili Nuri! Ben; Sâna'ne kadar elıştammi B7 ğer... Yolda, istasyonda hep radim. Londraya ayak bastığıfP kikada bile gözlerim seni arAdi: kat Hayri, Londrada ılîls!'“s, ni bekliyormuş./Beni görür risif çok sevindi.. Beraberce HAaYT (ç olurduğu pansiyona gittik- Bu odalı güzel bir yer. Hayriye, sözümde durduğ! (Devamı 6 mer sadi ıı!“"" yada) vâizi — göğsümden knlk*f”'qf,:ı — Geri! Romantizm baf' dak hayal içkisi sunuş'9r- yombi yalizm içime makineli DİF yerleştirmiş, tıkır tıkır işleE kırdısını duyuyorum. Ğ Ankarada bir Çankayâ "'d kayatttı varmış, O tepenin bir Tu,ıl ve oturan mavi gözlü, BÜt Bize koş! Bı'ıiîun.r: B_e!“'_':,d benim gibiler, devrimizi B gn dır. Belki biz. kurtulamiY öizel Fakat dik başlı, mavi gzÜ irgeti kartal! bizden küçükleri V€ sonra gelecekleri kurtaf? pelkai” Açık penceremden körSl " yef daki küçük kıza bakıy0f n sokak uşışmınlarla do""':'.?' sevinçli sevinçli şarki $Ö ö bebek bir şey mi biliyO” gi tanrısı ona bir “vabi M Vür ge jnati kaynıyan, sızliyan klinâ! çiyor. a Söyle küçüğüm! ızvl"'ı':: D sünün en sevinçli yavrum! Ayaspaşaya |il|ll'(*