Büyük Okyanusta hâlâ keşfedilme- IK miş binlerce adalar var Insanlar bu ada- lara acaba niçin uğramıyorlar? Çünkü, meselâ su © yoktur, yiyecek yoktur, yakacak yoktur Büyük Okyanusta, henüz keşfe - dilmemiş binlerce ada vardır - keş- fedilmemiş deyince yerlerinin belli olmadığı anlaşılmasın - yerleri, tul ve arz dalreleri tamamile - bellidir. 'Yalnız bunlara insan ayağı basma - mıştır. İnsanların bu adalara uğramama- gında da bir çok sebepler vardır. Me- selâ, su yoktur, yakacak yoktur. Böyle meçhul adalardan birisine uğrayan seyyahlar bu adada, Kutup- larda yaşıyan Pengoen — kuşlarının geşitlerine rastlarlar. Soğuk iklim - lerde yaşıyan Pegoenlerin bu &1 - cak adalardaki çeşitleri, tablat bil - ginlerini büyük şaşkınlıklara düşür- dü. Öteki adalara da uğrasalar kim bi- lir daha neler bulacaklar?, BALIKLAR MOTÖR SESİNDEN ÜRKER Mİ? Bir Amerikalı bilgin, balıkların motör sesinden ürküp ürkmedikle- rini denemeğe merak saldırmış. U - zun uzadıya yaptığı İncelemelerden balıkların motör sesinden ürkme - diklerini anlamış. Şimdi siz: — Peki anlamışsa bundan ne ç- kar?. Diyeceksiniz. Halbuki balık- ların motör sesinden ürküp Ürkme- diklerini anlamak balıkçılık ve ba- lik avcılığı bakımından çok önemli bir şeydir. Tayyarelerle Balık avcılığı Nörveç balıkçıları Balinaları ve daha küçük balıkları büyük balıkçı gemilerile avlarlar, Fakat balıkların bulundukları yeri koşfetmek, balık sürülerini kolayca çevirerek ağa sokmak zor olurdu. Her şeyde ol - duğu gibi bu işde de imdada tayya « re yetişti. Bir balıkçı gemisinden ö - zel düzenlerle uçurulan tayyare de- nizin Üstünü karış karış araştırıyor, gözünden kaçamıyan balık sürüleri- ni derhal — tebsizle balıkçı gemisine bildiriyor. Gemi de bu balık sürü- lerini yahut halinaları elile koymuş gibi bularak uvlıyor ve rahat rahat ticaret yapıyor, Tayyarenin bu gidişle başaramı- yacağı iş kalmıyacak galiba?.. UÇURTMALAR Jçurtma, Çinlilerin tapınırcasına sevdikleri bir oyuncaktır. Uçurtma- ya, eğderha!, adı verirler. Bu uçurt- malar, gerçekten birer sanat örne - gidir. Kuyrukları yirmi otuz metres yi bulan, kı ile, gözlerile, kes- kin dişli ağızlarile birer ejderhaya benziyen bu kadar da gelmişt Çinde ve Avrupanın bir çok yerle- Polis romanı: 10 u E Dünya kardan kurtulur Yaklaşır sonra Nisan.. Bir başka hayat bulur, Kırda gezerken « *& Artık dallarda açar, türlü çiçekler.. Güneyden bize gelir, Kırlangıçlar, leylekler!. ı.C Büsbütün güzelleşir, Deniz, tarla, dağ, ova.. Küçük kuşlar birleşir, Yeniden yapar yuva!. ..ı Gene açılır bu yıl Güllerin göncaları.. Kiminin rengi kızıl, Kiminin rengi sorı! Güneş ısıtır bizi, Buna dayanmaz kar da! Ekinlerin filizi tmalar Avrupaya | | İLK BAHAR | 2 Âzet, dükkânında, büyücek bir mermer taşını işliyordu. Taşta, şimdiden, alnında boynuzu kıv- rılan bir yarım insan yüzü şek- linde, kaba çizgili.. kaba mâna- | h bir kabartma belirmişti. Şüp- | hesiz, bu da bir put olacak, al- çak tavanlı dükkânın duvarla- rına dayalı duran irili, ufaklı arkadaşları arasına karışacaktı. Âzer, çekicini ve demir kale- mini yere koydu; doğruldu. Dur- gun, sıcak hava, onu, bunalt « mıştı. Alnından ter akıyordu. Gözleri, bir müddet, dalgın dal- gin, öteki putlar üstünde dolaş- tı ve zihninde İlödan başlayan bir isimler sıralandı. Son- | ra, başını çevirdi; sokaktan ge- çen uzun deve kervanını sey - retti. Biliyordu, ki bu kervan Babilden geliyor. Horon üzerin- den geçerek Filistine ve Akde- niz kıyılarına gidiyor. Bu düşünce ile bir mermer taşın üstüne oturdu. Şimdi, dal. gın gözlerinin içinden bir sürü kervanların hayalleri akıyor « du: Hindistandan.. orta Asya - dan ve dünyanın her tarafın - dan gelen, Ür (*) şehrinden ge- çen bu kervanlarda neler neler yoktu. Âzer, birdenbire, silkindi. Ha tırına doğacak çocuğu geldi. Bu münasebetle karısına bir hedi - ye götürmesi lâzımdı. Kervan Bi Gider kan ağlıyarak Kış mevsimi geriye! Irmaklar çağlıyarak Atılır ileriye!, I.C En tatlı duygusunu, Duyor Nisanda dürya.. Dağıtır kokusunu Löle, menekşe, fulya! * Elbet insan bayılır, İlkbahar mevsimine Ovalara yayılır Papatya, mavi mine! * Köylü çocuklar: hele Çok severler ilk yazı.. Gelincik toplamağa Çıkarlar bozı bazı! ı.. Ey sevgili çocuklar Bahar sizindir, sizin. Kaybolunca soğuklar Kırlarda koşun, gezin! UKUNT ASA EADERNKANC AAA UNN MARaNAN aNN aNN NaKT sercak seN JHHU NANANNUNENANSNBüElN N yNUrlNda | zinde uçurtma yalnız çocukların de- | Üstüva Hattı yakınlarındaki deniz | ğil, büyüklerin de seve seve oyna » dıkları bir oyuncak halini almıştır, RENKLİ BALIKLAR n en güzel rekli balıkları, Dünyi R;anlıkta bir ışık Muharı çh—,deküldmblâh'*mhh" m;îiu müdür muavin! kendi ken- dine söylendi: — Anlıyorum, anlıyorum.. 'T. X. battâ elinde tuttuğu çekme- cenin içindeki küllerden d.ıhıhînl: fozla şeyler görüyordu. HOHTT tanıdığı Leksman'ı nühvfd':î':"k ühim bir delil görüyordu. Leks - Bühim bir aa de acbabı muhal- man için mahkemi uhal fefeden addedilebilecek en büyük delil ortadan kaldırılmıştı. ğ Gene kendi kendine şöyle dü - Şündü: “Yazılan mektup, bir müddet ha- vaya maruz kalınca, kendi ııcnd:ı. ne yanan bir kâğıda yazılmıştı. Bu mektup dorhal bir yere kapatılma - saydı, hattâ okürken - elinizde bile di Edgar V. iren: Muammer Alalu! yanabilirdi. Con bu mektubu he - men çekmeceye sokmasaydı, kâğıt elinde tutuşup gidecekti. Evet, am- ma mektubun etrafı nereye gitmiş. z Leksman cevap verdi: — Onu Kara, yaktı, dedi, şömi - neye attı, yaktı. Karalıkta ışık — 1 T. X. n birdenbire alm kırıştı, bir geyler söyliyocekti, söyliyemedi. Yarım saat sonra muhtar tekrar gelmişti. Mükâfat vadedilerek iste. | nen tabancayı bulmak mümkün ol mamıştı. Con Leksman', ertesi gün, taam- müden adam öldürmek — suçundan Leves tevkifhanesine atıldı. Dd T, X. Telefonla Bestan Mansus'u l kıyılarında yetişmektedir. Bunlar - dan kuyrukları birer yelpaze gibi dalgalanan üç beş renkli balıklar bi- le vardır. y çağırdı. Şimdi ikisi şato - nun kütüpbanesinde konuşuyorlar - T. X. dedi ki: — Sizi buraya neden çağı rttığıma doğrusu ben de bilmiyorum.. Bir sa- niye sizin arkadaşlarınızdan daha becerikli — olduğunuzu — düşündüm. — İltifatınıza teşekkür ederim. Geçen gün patronun yanında da be- ni müdafaa ettiğiniz. Onun için de si- ze karşı mifnettarım. — Bunları söylemeğe lüzum yok. Her fmirin bi vazifesi de emrinde çalışan adamları himayo etmektir. 'T. X. Mansus'a oradaki vaziyetin kısa bir hulâsasını yaptı: — Leksman aleyhindeki —deliller müthiştir, dedi. Bir adamdan ödünç para almış, bu adam öldürülmüş, maktülün cebinden Leksman'nın verdiği senet çıkmış. Bu vaziyetle Leksman kendisini jüriye karşı na- sıl müdafan edebilir?. Onun lehine bir delil varsa, o da Yunanlının ta- bancasıdır, Onun için bu işi yeni baştan bir defa daha tahkik edece- Biz, 'T. X. Beston şatosundan ayrılmaz- hanına inen seyyar tüccarlar da çok güzel, altın, gümüş bilezik- | ler bulunurdu. Bunlar, ne kadar | makbule geçecek şeylerdi. İ Alnından akan terleri sildi. Sonra, dükkânının tahta ke - penklerini kapadı. Kapıya kili - dini astı. Yürüdü. Öğle zamanını üç saat geçtiği halde, güneşin harareti düşme- mişti. Geniş pazar yerinin üs « tündeki toz zerreleri, şehrin ü « zerine akan — zıya hüzmeleri altında, mini mini şimşekler gibi, parıl parıl yanıyordu. Öte- de, hurma sepetlerinin etrafın- da. bir yığın sinek uçuşuyordu. Âzer, satıcıların — kurdukları gölgelikler.. Güneşin altında ya- tan, ayakta duran develer, mer- kepler arasından geçti. Gürül gürül akan bir su arkını takip e- derek, iki taraftaki yüksek ev- lerin arasmda koyu bir gölgeve bürünen dar bir sokağa girdi. Sokak, bir çok — kıvrıntılardan sonra genisladi ve birez - e bağları, bahçeleri ve tarlaları ile uzanan ova başlamıştı. Put ustası, şehrin dışına çı - kınca., biraz durdu; — yüzünlin terini sildi. Sonra sağa savarak kervan hanına doğru yürüdü. Kervan hanı, şehrin bitimin- deki büyük, yüksek binalardan biri idi. Büyük kapısından, or - tasında ik havuz ile loş bir avlu görünüyordu. Hanın kar- (*) Ür ismi soraları «Urfa> mamı- nt almıştır. «Urfa» da İbrahimin doğ- duğu yer «mevlidi İbrahims namm al- tında, hâlâ, bir ziyaretgâhtır. Orada bulunan bir taş, İbrahim Peygambe- rin olarak tanılmaktadır. dan evvel, Con'un karısı Gras'la da görüştü. Genç kadının gözlerinin et- Tafını saran mavi çizgi, o gece hiç uyumadığını isbata kâfi idi. Fakat Gras bütün bunlara rağimnen çok sa- kin görünüyordu. K Genç kadın T. X1 bir başına o » daya çekti, kapıyı kapattı: — Size bazı mühim şeyler söyli » yeceğim, dedi. — Her halde Kara'ya ait olacak. Gras hayretle polis memurunun yüzüne baktı: — Hayır, hiç bir şey bilmiyorum. Gras'ın yüzünden ıstırap çekti « üü pek iyi anlaşılıyordu. — Bir şey bilmiyorum, bir şey bil miyorum. Fakat bazı şeylerden de şüphe ediyorum. Gras hiç bir mukaddimeye lüzum görmeksizin anlatmağa başladı: — Evvelü size şunu söyliyeyim. Kara bir zamanlar benimle evlen - mek istemişti. Şimdi size söyliye - ceğim bazı sebeplerden dolayı, bu adamdan korktuğumu saklamıya - cağım, Gras polis âmirine Kara ile Selâ- nikte nasıl tanıştıklarını ve bu ada-| lis memuru cinayet mahalline hare- | L İ 'l'ırlîmmıııno MUSA ÇOCUKLAR Yahudi tarihinden canlı menkıbeler ve İIbrahim Peygamber Ademle Havva: şısında da yüksek gölgelikler altında, kır kahveleri, deve, mer- kep, koyun, keçi ağılları yayı - ıyordu. Âzer, ayni zamanda birer yaz öteli olan, bu kır kahvelerinde- ki sergilerin bir ikisinde dölaş - ta. Şündan biraz kına, bundan baharat aldı. Birisinden de, ka- rısı için altın bir burma bilezik, akraba kadinlarına, kızlarına hediye edilecek bakır, gümüş halkalar; yüzükler- satın aldı. Sonra, dinlenmek üzere, kah - velerden birinin sazdan — örül - müş geniş bir pevkesinin üze - can fincan içti. Vücuduna raha- yaslandı. Hararet epeyce — kırilmışti. Gölgelikte, cok daha kolaylıkla nefes alınabiliyordu. K>hveci bir tonrak fincanla, aözından kokulu bir duman savrulan bir toprak ibrik getirdi; peykenin kenarına koydu. Âzer, hurma şekeri ile kaynamış olan bu ba- harlı suyu, sıcağı sıcağına, fin- | can fincan icti. Vücuduna vah - vet gelmişti. Yarım yatmış bir halde, hayallere daldı. Başı ucundaki peykede iki kişi konusuyordu. Mükâleme zemini dikkatini cekti ve din - ledi. Konusanlardan biri, mut - laka, Babilden gelmisti; çünkü diğeri, ondan Bahile dair haber- ler soruyordu. Babilden gelen, hükümdardan da bahseti; hü - kümdar, riüyasında, günesten daha parlak bir yıldızın doğdu - ğunu görmüş, bunu kâhinlerine tabir ettirmişti. Kâhinler, gü - neşin hükümdara delâlet etüği- ni, yıldızın da halktan doğacak olduğunu.. bu Ce man bebimi hırslarını tatmin etmek için nasıl saldırdığını, hattâ kendisi- ni kaçırmak için ne plânlar - tertip ettiğini anlattı. — Kocanız bütün burları biliyor mu?.. Kadın ellerini kavuşturdu, ağlı - yacak gibi oldu. 'T. X.'ın içi merha- metten sızladı. — Kara size kocanızın mâl! sıkın- tısı hakkında hiç bir şey söyledi mi? — Hayır. Fakat kocamı Vassalaro ile tanıştıran adam olduğunu biliyor. dum. Acaba bu söylediğim sözlerin Con'a yardım edebilmek için bir fay» dası olacak mı?, T. X. başını salladı: — Maalesef, dedi, bütün bu söy- Jediklerinizin takip ettiğimiz mesele- de işe yarıyabileceğini pek tahmin etmiyorum. Fakat siz gene Cona'a bir şey söylemeyiniz. Onun istırabmi arttırmağa Tüzum yoktur. Ben size elimden geldiği kadar yardıma çalı- şacağımı vadederim. 'T. X. Meredit şatosu kapısı önün- Yazan: M. Râüsim Özgen cennette iken dardan fazla nüfuz ve şöhret. kazanacağını ve bu yüzden, kendisine bir felâket geleceğini söylemişlerdi. (Devamı var) EFSANE ve ESÂTİR' TARİHİNDEN. NOTLAR B 5... Acem Ali Ekberin kikâ « yesinin devamı - Hükümdar, derhal, Kiddetlendi ve sert bir sesle: — Kapının ötesinde ne oldu- ğunu görmek istiyorum. Orada sakladığın şeyleri bana göster! Diye bağırdı. Ali Ekber.. Acem yaklarına kapandı: | — Şehinşahım! bana merha - met et! en kıymetli malımı & » HEmden alma! Diyerek acıklı acıklı yalvar « mağa başladı. O: — Babanıza bu kadar seneler hizmet ettim. Onun büyük ina » yet ve âtıfetlerine mazhar ol » dum. Yine onun bana göster « diği emniyet ve itimad sayesin « dedir, ki hayatımın en kıymetli malını, bu kapının arkasındaki hücrede saklıyordum. Evy büyük şah! neyim varsa senin olsun! a- şâhının a « ' yaklarını öperek — yalvarırım: Onlara ilisme! Acem şahı.. bu acı acı tazal - lîfmlı:rl dinlerken, kendi ken « dine: — Vay hâin herif! Muhakkak sarayın en kıymetli bir şeyini çalmış.. Oraya saklamış! Diyor.. İçin için kuduruyor « du, Şah.. Çok gazaplı bir sesle A- li Ekbere hitap etti ve: (A ası mav) ket ettiler, Bir çok meraklılar bu « rada toplanmışlardı. Bir tek polis memuru kimseyi cinayot mahalline yaklaştırmamak için uğraşıp duru « yordu. | İki memur cinayet mahallini ve ete rafını bir kere daha gözden geçirdi » lerini katediyorlardı. Araştırmalara — devam — ederken, | Mansus birdenbire durakladı. —— | —Vay, bu da ne?. dedi. — —— Eğildi, yerden birşeyler aklı, va muayene etmeğe başladı. mıma benziyordu. Mansus etrafı bu sefer daha dikkatle araştırdı, fakat “yeni bir şey bulamadı. & Yarım saat kadar sağı, solu araş- — Galiba bugtn başka bir şey bu- Tamıyacağız. Biran durdu, düşündü, alnı kırıp. f » — Mansus, dedi, farzedelim ki,” burada üç kişi vardı, Biri Leksman, de bekliyen otomobilde Mansum'la | üal | eüsü de her hangi bir şahit... Gerikidi konuştu. Bir dakika sonra iki po - biri para veren mürabahacı, (Devamı var) ler. Burada iki yol amüden birbir « — Bu, bir tabanca mermisinin kovam —— v X