21 Eylül 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

21 Eylül 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ni Hergün Buğday fiatları Ve büyük şehirle Küçük şehir Yazan: Muhittin Birgen ir memlekette, o bugünkü manasile mili o bünyenin tam bir teşekkül halinde bulunup bulunmadığını anlamak için, bize en İyi müş'ire vazifesini görecek vam - talardan biri de, memleketin dahili piyasasındaki fint hareketleridir. Bu fiatlar, memleket içinde ne kadar! mütehalif ve bu tehalüfü yapan fark- lar birbirinden ne visbetle uzak: © memlekette bünyeye aid bu te gekkül o nisbette geri bir safhada- dır. Bilâkis fiatlar arasındaki fark- lar azaldığı veya büsbütün orta dan kalktığı pisbette de bu teşekkül | © kadar ileri bir devrede bulunur ve- ya tamamlanmış olur. Maalesef, Türkiyede, bilhassa bi sinci derece ihtiyaç maddeleri veya- hud iş ücretleri bakımından bu te halüf çok ileridedir. Yani, Türkiye- de hem çok fiat seviyesi ve hem de bu seviyeler arasında çok farklar vardır. Bizi çok derin ve mühim ba- hislere sevkedecek olan bu mesele nin buzün yalnız bir görünüşü üze- «inde bir lihze durmak isterim: Ekmek fiatları, * Türkiyede ekmek fiatlar çok muhteliftir. Muhitin buğdey ist ndeki mevki, nakil mesafele: uzunluğu veya kısalığı, piyasa mer- kezlerinin yakınlığı veya uzaklığı ve et ekmek imalinin fıralarda içlik nisbetlerde ya - pılması gibi daha burada sayılması uzun sürecek bir takım sebeblerden İleri gelen bu farklar arasında bil -| hassa bir hâdise vardır ki o da ek -| meğin bilhassa köy ve kassba muhi inde pahalı olmasıdır. Eğer doğru! ve haklı söylemek lâz: mgelirse şu-| nu bilmeliyiz ki, köylü, doğredan| doğruya kendisi ist edemediği her şeyi, şehirliye nisbetle hem da- ha pahalı, hem de deha aşağı keli- teden istihlâk (Oeder. Köyür, yerde mukndderatı, az veya çok, aynidir. Fakat, mülli bünvelesini tam teşkilâtlandırmbilmiş olan Avrupa memleketlerinde, bu hal va çok ha-| Giflemiş, yahud da büsbütün orta - dan kalkmıştır. Şu halde, bizim de gnyemiz, Türkiyenin her tarafında ekmeğin kalitesini de, fiatlannı da, bugünkü vasıta ve imkânlarımızın İmkânları nisbetinde birbirine yak- laştırmak olmalıdır. Ancak, bu w- sul iledir ki, memlekette tam ma - nasile milli olan bir iktiradi siyaset takib ettiğimizi gösterebiliriz. * Bundan dolayıdır ki, dün ekmek fiatından bahsederken büyük veya mubtaç şehirlere serbest piyasadan daha düşkün bir fiatla toprak mab- sulleri. ofisinin buğday vermesi me- selesinin yeniden tetkik edilmesi faydalı olacağı mülühazasını kay - detmiştim. Meselâ, İstanbulda ek meğin kilosu on kuruşa | satılırken bilfarz Çatalcadn on bire, yahud İz- mitte on bir buçuğa satılması doğru olmamak icab eder. Halbuki, daha fazla nisbetlerde pahalılık farkları bulunduğu da muhakkaktır. Neden dolayı büyük sehirler ucuz ekmek yesin de küçükler pahalı? Yasama bakımından birçok kolavlıklara ma- İik olan büyük şehirlerin bu irnti - yazları kâfi gelmiyor mu ki bir de ekmek itibarile böyle bir fark va- palım? Küçük ve müte muhtelif mabru İunmak bir kabahat midir? Gönül isterdi ki toprak mahsul- leri ofisi, memlekette biç olmazsa kalite ve fiat bakımından milli bir ekmek standardı yaratmıya doğru gitsin. Bu ise buşün baslasak, kâfi derecede yolu belki de yirmi sene de ancak alabiliriz, Muhittin Birgen meeeereremessssnsanserarasasm sanesaEN Arar eee NN TAKVİM R Resimli Makale: #artile, büyük yararlığı göstermiş ve sine Verdunun kahraman ismi verilmiş olan general Neville, Amerikada yaptığı bir seyahat es nasında Los Angelese de uğramıştı. Los Angelesin en mükellef rinden birinde izaz edi belediyenin çek Kan sinema âle: yenip bittikten sonra, sigara salonu- | na geçilmişti. merasimlere, kalabalık yerlere gir- mekten fevkalâde çekinen, bir emri vaki yapıp kendisine söz söyletme- lerden fena halde korkan nald, galiba, generale hoş geldiniz... Cesaret Insanın içinden gelir, derler. Doğrudur, kesenin de dolu olması Birkaç nükte TAVSİYE 1914 ten 1918 e kadar süren Bü- müdadii — 15 — : Merakımı zapt edemeyerek inzi-| bat memurlarından birine yaklaşdım ve titreyen bir sesler — Talebe, ta- lebe nerede? diye sordum. Bu sü'a afette Ameri- |İin sebebinden şübhe ederek ©, nin de en meşhur| zilme dik dik bakınca ilâve etdim: Yemekler) — Ben Türküm, dedim; çocuğum talebedendir ve bugün orada bulu- naçakdı... Derhal yumuşadı: — Merak et- otelle- | n generale aları bulunmuşlardı. | Sinema yıldızlarından Ropald| rhal y pi Kolman, salonun da Şarloya | meniz. diye Ges Mn masgeldi, hüsüsi hayatında çok çe-|müdeminler me maa vir nefes! kingen, mahcub olan, ve hele böyle dıtarıya çıkdilar. “emiş | im. | Vedad çıkmış olacakdı. Lâkin) Unter den Linden-den ta Halensee- ye kadar nasıl gitmiş olabilirdi. Bu zamanda nakil vasıtaları yok dene- İ bildcek bir hale gelmişdi. İ © Ertesi günün sabaha kadar gö- Şarlo, onald Kolmana derd yandı: — Öyle sanıyorum ki azizim SON POSTA Bi EJUANZEE HALİL VEDAD yazanN: Halid Ziya Us Berlin kurşun yağmuru altında Hür ve tâmsmen serbest bir adam mı olmak istiyorsun? Çok kolay. Evve. .â keseni doldurmaya baz. — Onu bana bırakın... dedi. Memleketden kaçarak Berline sığınan (o Tal'atı © Fridriechstrasse Ruhnhof civarında Continental ote- linde, ayak üzeri ve ancak on daki- ka gördüm. Hasbihale vakit yokdu, © diğer bir odada bırakdığı başka- larile görüşüyor olmalı idi, onların yanından ayrılarak bana gelmişdi, yine oraya gitmekte acelesi vardı. Teklifine muvafakatimi anladıkdan rebesine şahid olduk. Bir tarafdan zabitlerin işgali altında bulunan Ex celsior oteli, diğer tarafdan 'âsilerin elinde bulunan Anhalter Bahnhof arasında bir muharebe, fakat yalnız kurşun tarakalarından ibaret bir muharebe ki hakikaten bir “oyunu andırıyordu, ma'amafih bu nevi'den bir oyunun şakası da olmayabilirdi. Zaten günden güne Berlin haya- Unın esas vasfı olan intizamı kayb ediyor: gitdikce şüriş ve (akibeti Sürlü maki öma'id. kiş sonra: — Teşekkür ederimi.. dedi, kargaşalık hi örüyordu. Ben | Arif sizi görür, her şey'i tertib eder. her şey'den de Vedada dikkat| — Bana ta'limat veriniz, dedim. ediyordum, in o mevcudiyetimin hassasiyeti onun üzerinde temerküz etmişdi. Onda korku değil, fakat bir hüzün vardı ki gün geçdikce, hele İstanbuldan bir haber alınmamekda devam edildikçe çehresine her gün — Verilecek ta'limat yok. Ora- da etrafa Türkiye lehinde müfid o- labilecek ne:yapmak o mümkindir, bunu İsviçreye gidince siz anlarsı- nız; cevabını vezdi. Ben; — Bir şey'ler yapılabilece- | demek bana düşecek, fakat ondan evvel herifle birkaç İâF etmek | zım.. amma, Allah cezasını versii İsöze nereden başlıyacağımı bir tür- İlü kestiremiyorum?. Ronald Kolman bir müddet dü- şöndü. Bıyıklarını yoldu, durdu. Sonra bir hal çaresi bulmuş gibi, gözleri sevinçle oparlıyarak cevab verdi: — Kelay.. dedi. Generale Bü- yük Harbe iştirak edip etmediğini, etmiş ise; hangi tarafın kumandan- liğini yapmış olduğunu sorarsınl... G.B.S. İngiliz edibi Bernard Shaw, genç yaşında vatanı olan İrlandadan Londra; elmiş ve bir haftalık gü- zetede isminin-ilk harfleri olan G. B. S. rümuzile fıkralar yazmaya baş- lamıştı, O zaman, gene meşhur İngiliz e- diblerinden Oscar Wilde paradoks- lu vecizeleri, nükteleri ile bütün İn- giltereyi altüst etmiş idi, Beynelmi- İel bir edebiyat siması halini almış bulunan Oscar Wilde, bir akşam fee otururken; dostlarından biri kendisini ziyarete geldi ve edibi, ; Bernard Shaw'ın 6 gün çıkmış olan İbir makalesini okurken buldu. Ma- kalenin altındaki G, B. 5. rümuzunu işaret ederek: — Yahu üstad, dedi. Bu, adetâ bir fabrikanın muhtasar ismini andı- ran G, B. S. imzasını atan da kim?.. Wilde cevab verdi: — Genç bir İrlandalı... İsmi de Shaw imiş. Pek zorlu bir delikanlı değil mi). — Hakikaten de zorlu. Sağına soluna bakmadan, eş dost hatırı ta- nımadan amma da veriştiriyor, Ba- na kalırsa, mübareğin işi gücü yek.. mütemadiyen düşmanlarının sayıs- nı arttırmakla meşgul. Wilde güldü: — Daha düşmanları olacak ka- dar meşhur olmadı amma, dostla- fından hiç biri kendisinden hoşlan- miyorl Dedi. İSTER züme uyku girmedi. Nihayet o bana erkenden geldi, gülerek: — Size| haber vermek mümkin olamadı, di-| anlardı. | yordu, Sonra sergüzeşti Hiç korkmamışdı, hattâ eğlenmişdi. Bir ihtilâl içine girmiş olmak ona pek tuhaf görünüyordu. Onun böy- le şeylerden korkmadığına yine o gün bir daha şahid oldum. — Böyle nereye gidiyorsun ?.. — Dersel.. dedi. — Bakalım, âsiler oradan çekik diler mi? Gayet Füturmuz: — Oraya kadar gidip anlamalı!., diye cevab verdi. Onu böyle ahval içinde yalnız bıra-) “ kamazdım. Beraber yola; çıkdık, Pariser Platz-da ona: — Arka s0- kakdan geçelim!. dedim, ve Ünter den Linden-e muhüzi olarak OÜni- versitö-nin arka tarafına giden soka- ğa sapdık, nihayet artık bu sokağın cadde ile ittisalini te'min eden yan sokağa girince birden bir yaylım a- teşine ma'rüz kaldık. Âsiler mi ateş ediyor, yoksa onlara karşı toplantı- larla hareket eden zabitler mi? Bu sw'alin cevabı bize alâka vermezdi, bizce düşünülecek şey" bu yaylım a- teşine hedef olmamakdı. Sokakda bizimle beraber tek tük yolcular vardı, tersine dönerek o kaçışmağa başladılar. Dıvarlara kurşunların çarpdığı ve mitraillense-lerin tık tıkları işidiliyordu. Biz de kaçışan- lara irntisal ederek tersine döndük. | Ben sırtımı ateşin geldiği tarafa ve.! terek ve İki elimle Vedadın omzun- dan tutarak onu önüme katmışdım. O hem yürüyor, hem fıkır, fıkır gü- lerek: — Baba korkuyorsunuz? di- yordu. Kaç gündür ihtilâl var, ber tarafda ateşler yağıyor, bugüne ka- dar tek bir ölen yok » Çocuğun hakkı vardı. Bu ihtilâl ciddi olmakdan ziyade oyuna ben- zeyordu. Bunu mül ren gördük. Bu sralarda Philarmonigue salasın- da bir mühim concret vardı. O gece için biletlerimiz de mevcuddu. Bu- Bu kaçırmamak istedik ve vaktinde yola çıkdık. Bizi o civara kadar üren iNAN, Fani Afined Aykaç güzel Türkçemizin günden güne daba fazla ihma. 16 uğramakta olmasından şikâyetçi, Bu münasebetle yazdığı yazıda çu cümleleri görüyoruz: biraz daha koyulaşon bir endişenin sislerini geriyordu. i de- sm bir şey'ler söylemezdi; fakat bana daha ziyade sokulur; sanki bu il di). yarında, bu tehlike hengâminda yalnızlığının telâfisini babasının ta yanında, başını onun omuzuna koy- makda, onun muhabbetine slğım- makda arardı. Hattâ bir gün bizi bu vaz'iyetde gören o Ahmed. İhsan: — Bu baba oğul âdetâ biribirine â- demişdi. ş ihayet sanki şehrin karzaşalık- ifayet etmeyormuşcasına o bir ük caddelerde Yahudiler a- leyhinde poğram teşvikleri, barbar bağıran çığırtkanlar başlayınca Ve- dad mutad sükünmmu bozarak: — Babacığım, dedi; buradan ne vakit kaçabileceğiz? Amcam bütün çocuklarile İsviçreye gitdi, tanıdık- larımız da takım takim oraya kaç- dılar, biz böyle burada esir olduk... Vedad Ahmed İhsan'ı, Tevfik Amiri, daha başka dostları düşünü- yordu. Onun bu sözüne ne cevab verdim, bilmiyorum. Zaten verile- cek mukni' bir cevab yokdu; fakat bunun üzerine İsviçrede bulunan dostlara yazarak bizi oraya almak çârelerine müraca'atlanm rica et dim. Fakat asıl mukni' cevab hiç beklenmeyen bir tarafdan geldi. Bir gün bana Arif Cemil geldi. Bu genci sade pek sevdiğim, san'a- tine meftün olduğum (babasından dolayı değil, bizzat kendisinin de güzide avsafına muhtelif vesilelerle vâkıf bulunduğum için pek sever- dim. Onun bir kalem sahibi sfetile meziyyetlerine, vatanının o çılgınca bir âşıkı olmuş meziyyeti de irzi- mam ederdi. O gün derhal tavrında bir fevka- lâde haber getirdiğine delâlet eden bir başkalık gördüm. Beni beklet- meden söyledi: — Tal'at geldi, sizi görmek isteyor; dedi. İsviçreye gi- der misiniz? Orada size bir vazife verecek. Hemen muvafakat etdim: — Yal nız çocuğumla beraber nasıl mü- B' İbrahim Hoyi ( ttamvaydan inince bir ateş muha- sa'ade alırız? EE enlem e SER hatle şiküyete benzeyecek" ğine zahib değilim: deyince bahsi kisa kesmek isteyerek: — Beis yok. Bize terettüb eden vazife her akla gelen çâreye Otevesül Oetmekdir; Arif Cemil ne yapdı yapdı, bir gün hem Almanyadan hem İsviçre- den müsa'ade geldi. Bunda İsviçre dostlarımın gayreti de âmil olmuş- mıydı, onu bilmiyorum. Bildiğim bir şey' varsa o da Arif Cemilin bu müşkil işi büyük bir meharet ve di- rayetle becerebilmiş olmasıydı. Bi- zim için artık hemen derlenip top- lanıp yola çıkmak kalıyordu, o Ve- da'ları yapdık, çantaları hazırladık, ben bankaya giderek (o hisaplarımı tedkik etdim, İsviçrede muhtemel likamet müddetine gör bir para ha- vale etdirdim. Ne için mevcudu al madım? Nasıl bir gaflet neticesile| *” bu hamakati yapdım? Bunu hâlâ anlayamayorum. Her ne ise bunu burada anlatmağa lüzum yok... Halid Ziya Uşaklıgil Hususi okullar talimatnamesinde değişiklik yapıldı Maarif Vekâleti, hususi tahsil gördüklerini iddia ederek hususi o- kulların herhangi bir sınıfa imtihan- la girmek üzere müracaat edenlerin hususi okullarda imtihan edilmele - rini mahzurlu görmüş ve hususi o - kullar talimatnai buna aid maddesini değiştirmiştir. Yeni şekle göre şehadetname ve- ya tasdikname ile hususi okullara müracaat eden talebe, derecesine gö re imtihansız olarak kabul edile - ceklir, Şehadetname veya tasdikname gösteremiyenler girmek istedikleri sınıflardan evvelki sınıfların dersle- rinden imtihana tâbi tutulacaklardır. Bu imtihanlar maarif müdürlerinin tesbit edeceklesi resmi okullarda ya- nl: olarak yapılacaktır. INANMA! mıyan kalem biçareleri o tahta Üzerine lisan doğuruyorlar. Bu svretle bütün memleket hergün daha karışık, hergün daha mağşüş bir Made bozgununa uğramaktadır. Yazık şey, ayib şey el g Sözün kısası! Şür ifrazatmış! E. Ekrem Talu HZ erif küfürbazmış.. kasabi halkı onun bu kötü huyu dan usanç getirmişler, kadının zuruna çıkıp şikâyette bulunmuşl!f Kadı, herifi çağırtmış; o nasi elmiş.. o İse, demişti ki: —Kadı efendi! Ben huyumd kabil değil vazgeçemem. Kendifi de çok uğraştım, bir türlü muvaffak olamadım. Onun için, ne söylesffi boşunadır. sövmemek elimde d€| gil, Kadı bunun üzerine şu kat8f) vermişti Yanımda kal, Şu baklayı di dilinin altına koy, dursun. Küfred ceğin zaman dilin ona değer, a başına gelir.. kendini toplar, #ö mezsin. Adamcağız tazı olmuş, ve bir mân vaziyet böylece, küfürsüz © vam etmiş. Derken, günün birinde, kadı, rifi yanına alıp, kasaba (içerisin gezmeğe çıkmış. Bir evin önünd geçtikleri mrada, kafes arkasınd bir kadın sesi gelmiş: — Hocafendil Hocafendi! All nzası için azıcık dur! Kadı, o kadının belki bir ha vardır.. belki bir şey danışacakt” diye durmuş. Beklemis | beklemif ne gelen var, ne giden. Sabır mağa başladığı sırada, ayni ses daha gelmiş: — Oldu, hocafendi! Eksik olms! Güle güle git şimdil Kadı sormuş: — Peki amma, olan nedir? B yolumuzdan ne diye alıkoydun, tun? Kadın cevab vermiş: — Kuluçka tavuğum var da, cif cvleri paçalı olsun diye, sizi hsf” vancağıza gösterdim! il Kadı, bunun üzerine, yanmdı küfürbaza dönüp: — Çıkar baklayı ağzından! Bö lesine #övmek mübahtır!, demiş. Ben, geçen gün bu sütun bobstil şairlere son sözümü söyle“ imi ve bu babse bir daha avdet "pi miyeceğimi yazmıştım. Ve alim lah kararım kati id. Gelgelel evvelisi günkü Akşam gazetesini onlardan birinin: «Şir, ifrazattı diye vaki olan beynnatını okuyu” ben de baklayı ağzımdan çıkarım ihtiyacını duydum. Siir, ifrazatmız, öyle mi? Tevekkeli değil, bobstiller - oi etrafı taciz etmesin diye «Küllük* gömüyorlar! Şimdi anladık.. Eu lr alm Hendek içinde bir cesed bulundu. Merkenefendide oturan Hatice © 'dında bir kadın dün büyük bir © ve heyecan içinde Silivrikapı V.) Karakolundan içeriye girerek, gradkapısı civarında ve yolun K rındaki hendeklerden birinin bir erkek cesedi gördüğünü söy Kadınla (birlikte Belgradkapı Silivrikapısı arasındaki yolun s8 daki hendeğe giden memurlar, zada hakikaten üstübaşı temiz, yaşlarında kadar tahmin olunsa? bir erkek cesedile karşılaşmışlardni Bu esnada cesedin bulunduğu “ği giren polis memurlarından biri, “ö yü görür görmez tanımış, Asmin! y mediği bu adamın bir saab er?ei rTakolun önünde dururken kendi, Belgrâdkapısının yolunu sorduğ'. söylemiştir. Bir saat evvel sapasağlam bir ziyette ve çök düzgün bir Made yol soran meçhul yolcunun ax # ulradığı bu feci ve o nisbetle ÖĞ farengiz akıbet Karşısında my zabıtası derhal keyfiyetten i san Yarsıvat berüberinde adliye f doru Enver Karan olduğu belde "fi mahalline gitmiş ve hâdisenin İLİ mülü olarak bulunan ölünün © 75 Yira para bulunmuş olmasını “#l men üzerinde hüviyetini tesbit? vi dar hiç bir vesika zuhur etmi tir. * Mahallinde adliye doktoru fından muayene edilen cesedin : ga kaldırılmasına lüzum görü” tör. Dün geç vakit öğrendiğimize ze, ölünün Sarıyerde oturan fe? murlarından 40 yaşlarında mud udında bir sat olduğu 9”, mıştır. ii — Aşık söyliyelim; baran makale yazanlara rastlıyorum &i adama - kıllı bir lise mezunu kadar türkçe bilmiyorlar, Ve hiç sıkılmadan siyaset vâylığı ediyorlar, lisan davaları görüyorlar. Hele bir hayli matbu say, fanın dil facaati iğrenilecek şey! Denilebilir ki, bunlar birer, kıyma tah. #ast olmuş, türkçenin sarf'ından, pahvinden, edebiyatından haberi ol . TER iNA değdi isli alin Fani Ahmed Aykaç'a haksızdır, diyemeyiz. Yalnız, İstanbulda sekiz on güzele çıkar, bu gâzetelerâc siyasi vâllık yapanların sayısı da nihayet bir düzinedir, bu bir düzine mubarrir arasında bu sitemden alınacak ların meydana çıkacağına; Fen memurunun bir kazayf gf yoksa herhangi bir cinayete Dİ ban gittiği Morgun vereceği kat'i olarak anlaşılacaktır. Diğer taraftan gdliye ve 2091 diss etrafında tetkiklerine dev? pay e re

Bu sayıdan diğer sayfalar: