“Son Posta ,, Eski kanape a Lüdmilie Mikolayeyna kızı Lelyanın Yatıp kalktığı odada eski bir kanape var- dı. Bu, lüzumundan fazla yıpranmış, yü- Zü yırtılmış, yayları bozulmuş, demir ka- burgaları, yer yer, şuradan buradan bâş| vermiş bir kanape idi. Aile efradı büyük bir ihtiyatla bu ka- Dapeye otururdu. Hatta kanapenin öyle bir kısmı vardı ki, şeytan gibi kara gözlü Ve sinirli Mak-Mahonu büsbütün sinir- Vendirmemek için buraya oturmak kat'i surette yâsak edilmişti. Kanapenin bu kısmındaki yaylar, ağırlık alında öyle acı, öyle elemli bir surette feryad eder- lerdi ki, Mak-Mahon adeta deli olur, sa- silerce hiç durmadan havlardı. Zavallı köpek herhalde kanapanin bu kısıma bir yabancının girip saklandığına zahib| olurdu. Lelya sık sık bu yasağı unutur, yorgun argm konservatuardar, gelince, gençlere bas delişmen bir eda ile kanapenin bu hastalıklı kısmına kendini atardı. Tabii, | kanape derhal esnemeğe koyulur, Mak-| Mahon 'da bir kuduz gibi kanapeye sal- dırmağa ve havlamağa başlardı. Bunun tsbii bir neticesi olarak evin içerisi altüst olur, Lüdm'lla Nikolayevna, Mak-Mahonu susturmağa çalışır; Lelya- &in babası Grigori Naumoviç, elindeki ilmi mecmuayı bir kenara atarak iki elile kulaklarını tıkar ve; — Lelya, gene mı? feryadını basardı. Bu hareketinden fena ii halde utanan — babacı; li ş ğım, unuttum, diye yal Bütün bu kusurlarma rağmen bu ka- napeyi değiştirmeğe, veyahud fırlatıp at- mağa hiç te teşebbüs etmiyorlardı. Çün- kü ona karşı herkeste tuhaf bir alışkanlık vardı, Bir gün Lelya konservatuardan, her zamankinden geç döndü. Fevknlâde beş'eli, yanakları alaldı. Solrada, çorba- mna,altığı buzu, erisin diye karıştırırken, anasına ve babasma hitsben: — Size mühim bir havadisim var, dedi, Komservatuarın bu seneki mezunlarından Kolya Petuhin ile evleniyorum. Havadis o kadar beklenmedik bir şey- © ki, Lelyanın annesi hafifçe bir feryad Sn e alamadı. Babası ise, meiği mi bile elinden düşür- bağı içine koydu. * Bir hafta snora Lelyanın evi ndeki ha- yat, gene erki şeklini aldı. Kolya Petuhin, 4ç güveysi olarak Lelyalara Pi e oraya otu çal öğrendi. SR olmasını da ilki > mi MD Lelyahın evlenişinden son- radır ki evde, yeni bir kanape almak za- eriği gösterdi. Bu zarureti ik idrak eden Lelyanın annesi Lüdmilla Nikola. yevna oldu. Kadıncağız, evdeki eski ka- dı — Alaman mağazaya geldi: bana «bir ee Mesa kür'asıyız > kardeşim; m aç onu? Hemen kızar gibi — Çelebi, çelebi, bana bak; dedim, bu. rası Türkiye. eski Türki : ME *YE Beşli, yenisi Herif ürktü. Malı verme, de yaptım ba!. Buyur?.. e ğe Yeni gelen hizmetçiden bu silenin eş- rarıni öğrenen diğer aile; yarın ayni ha. lin kendi başına da geleceğini hiç hesab- lamadan ayni yoldan yürür. Şimdi biz radyolar da ayni muameleye maruz kalıyoruz. Herkes bize bir odun parçası gözile bakıyor. İnsanlar hıç dü. yünmüyorlar ki ağızdan çıkarak huvaya giden sesler kaybolmuyorlar. «Baki ka. lan bu kubbede hoş bir sada imiş» derler de sözlerinin, seslerinin beki kalacağına ye günün birinde radyolar vasıtasile ya- kalanarak bar, bar o bağırtılacaklarına Mmanmaâzlar, Yarın, yeni bir makine ile, Şirazi: Ha- O me Gülistanı okutmi- ne 107. Bu adam eğer sağ- ığmda kendi şiirlerini yüksek ii mii duysa günün birinde sesini mutlaka ma- kinede bulacaktır. Siz insun'ar gene düşünmüyorsunuz ki #cadlar tesadüfün mevlüdüdür. Meselâ beni sadece elektrikle yollanan sesleri a- ıp versin diye yaptılar; fakat içimdeki iki vidanın biribirine temasından doğa- nın Hikâyesi Çeviren: Ha napenin, kendisinin Grigori Naumoviçle | evlendiğinin ikinci günü satın alındığını hatırladı ve bu hatırlayışının bir netice- si olarak, yeni bir kanape satın almağa ve bünu yeni evlilere hediye etmeğe kâ- rar verdi, Ve bir gün, sabah sabah bu maksadla sokağa çıktı. Üstüste beş mobilya maği- zasına girdiği halde, işe yarar bir tek ka- nâpe bulamadı, Lüdmilla Nikolayevna: — Kuzum, siz hiç kanape satmıyor (musunuz , Kanape bulamıyacak mıyız -İ Dedikçe, satıcılar marah manalı gi- tümseyerek: — Tabii kanape de satıyoruz, diyorlar-| dı. Meselâ dün bizin mağazada on tane! kanape ve şezlong vardı. Bunların hepsi de bir gün içinde satıldı. İ Lüdmilla Nilrolayevna izahata girişe-| rek: — Canım, diyordu, kızımı evlendireli iki gün oluyor; bunun için yeni bir ka- nape satın almak bir zaruret halini aldı; anlıyor musunuz? Satıcılar gülüşerek: hi — Anlamaz olur muyuz?. Tabit anlıyo-İ”* ruz, diyorlardı. Fakat gelgelelim işte bir! türlü kanape yetiştiremiyoruz. Anlaşılan | bugünlerde herkes kızını evlendiriyor. | Lüdmilla Nikolayovna mobilya mağs- | zalarından ümidini kesince, neş'esi kırı-| larak evine dönmeğe karar verdi. Tam | «na caddeye çıkmak üzere iken, son giri. diği mobilya mağazasının kapısı önünde, kırmızı suratlı, sarı bıyıklı, siyah gocuklu' bir adamla tanıştı. Bu, o civarın tellâlı imiş!. Adı Foma| Spiridoviç olan bu adamı herkes tani! yordu. * Foma Spiridoviç kadının derdile alâ- kadar oldu: — Madam, dedi, doğrusu sizin halinize pek acıdım. Elimden geldiği kadar size yardım etmek isterim. Siz bana beş rüb'e kadar bir avans veriniz, ben size bir ke- nape bulmağa çalışırım. Ben datma bura- lardayım. Kanapelerin geldiğini görür görmez, derhal bir tanesine talib olur, bu, beş rubleyi de pey olarak yatırırım. Siz! yalnız adresinizi bana bırakınız!, İ Lüdmilla Nikolayevna adresini yazdı! ve beş ruble ile birlikte Fomaya verdi. Oradan birkaç adım ayrılır ayrılmaz yere itimadden dolayı kendi kendine lâ net etmeğe başladı: — Hay budala karı, hay, diye söylendi. Bu adama beş ruble kaptırdığım yetişmi- | İlip evimizi soyscak.. ben ne haltettim de| ona evimizi öğrettim. Zaten adamın yü-. zünde meymenet yoktu. Bu hâdiseden sonra kapılarını iki defa kilidiemeğe - başladılar. Mak-Mahorun | İm koridora, kapınm yanına çıkar- cak neticeyi hesablamadılar. Ben bu yân-| lişlık sayesindedir ki elektrikle yollansın, Yollanmasın; alelıtlak bilömum sesleri! #lp veriyorum. Yarın bendeki bu $ır meydana çıkâcak ve yeni bir icad namı altında tekmil radyolara teşmil o oluna- SON POSTA san Âli Ediz “MENEM Bu hâdiseden takriben on gün sonra idi. Lüdmille Nikolayevna kanape işini artık unutmuştu bile, Bir sabah kapı acı acı çalındı, Kapıyı açtıkları zaman içeri Foma Spiridow girdi. Adamcağız nefes nefese; — Aman madam, dedi, çabuk gidelim. Şimdi iki kanape getirdiler. Renkleri de pek nefis... Kadmcağızla Foma acele acele çarşıya yollandı'ar, Filhakika mobilya mağazala- »den birinde tirşe renkli iki güzel ka- rape duruyordu. Lüdmilla Nikolayevna | kanapelerden kapıya yakın olanının Üze- rihe oturarak: — Ben bunu alıyorum, dedi. Mağaza satıcılarından birisi, kadına iyanyan bakarak: — Rica ederim, dedi, kanapenin üstüne oturmayınız!, Onu şu dakikada satmamı- za imkân yok. Çünkü daha faturaları gel- medi, Fiatlarını bile bilmiyoruz. — Zarar yok. Ben faturaların gelmesi- ini beklerim. — Fakat faturalar akşamdan evvel gel z ki. -- İcab ederse ben gece yarısına kadar da elleri Aradan bir saat geçti. HAVA faturalar- dan ses sada çıkmamıştı. Bu arada başka alıcılar Kanapeye yaklaştıkça, Lüdmilla Nikolayevna, sinirli sinirli: — Kanapenin satıldığını görmüyor ?, Üzerinde insan oturuyor. Satıcılar buna fena halde içerliyorlar, fakat onu kolundan tutup zorla da dışarı 'atamıyorlardı. Kadın, dükkân kapanmcaya kudar ka- napenin üstünde oturdu. Aksi gibi fatu- no o aksam gelmedi. İşi yarına | bırak- kk icab etti. Kadin evine dönerken Formayı bula-! ral — Sm, sabah sabah buraya gelerek, ben gelinceye kadar bu kanapenin Üze- İrinde oturmanız lâzım. Buraya geldiğim zaman sizi mutlaka bu kanapenin Üstün- İde oturur bir halde bulmalıyım. — Merak etmeyin madam; ooruruz. İşimiz met, Uüdmilla Nikolayevna ertesi sabah mo- bilya pazarına geldiği zaman kalbi dura- cak gibi oldu. Çünkü uzaktan, birçok yanlışlıkla çorba ta-! aklı başına geldi; ve gösterdiği lüzumsuz insanların bir şeyler beklemekte olduk- larını farketmişti. Kendi kendine: «Acaba bütün bunlar kanape mi bekliyorlar? diye düşündü. Fakat oraya (yaklaşınca, kalabalığın gazete beklediğini farketti, geldi. Eski! Jyormuş gibi üstelik"te adresimizi de öğ-| Yüreği biraz ferahladı. rma şekli 'zettim. Haydud kılıklı adam mutlaka ge-| Kadın dükkâna girip te kanapesinin yerinde durduğunu görünce büsbütün sevindi. Foma, kapının ağzındaki kana- |7€ penin östüne oturmuş, uyukluyordu. Ka- idanı görünce ayağa kalkarak: — ai e ki madam, oturup duruyorum, dedi. (Devamı 11 indi Mama Ma am Lİ e mmm akça betik Mikoleoko HE “Son Posta, nın tefrikası: 6 Sihirli göz z konuşuyor! nır; enayi olanlar bunu da kıymetsiz zan- nederler. Bunlar hep tesadüftür; olur. Eski harfler zamanında «perükâr» | geek «damga pulu, levhasını temga polis; amusalli, müttekisyi «mashı, İline okurken şimdiki yazılarında «ras- Yazan Reşad Ekrem Veziriâzamın konağında Dedi. Musa Çelebinin dudakları müs-| Dedi. Fakat Musa Çelebi cevab verme- tehzi çizgilerle gerildi di. Bunun ne iş olduğunu Receb Paşa — Paşa baba. rahat ol. padişahımızın | kendisinden iyi bilirdi. Güllü Fatma siz devletlü vezirine sevgisi vardır, beni muhteşem gözlerini sadrazama dikti: y size 'Tanrı emaneti etmesi delildir. e Devletlü vezir... Bu Musa Çelebi Dedi, Kapı yanında diz çökmüş bulu-'sana Allah emanetidir. kılına hata gel nan Güllü Fatma, söze karıştı; bu, bir dikte vallah billâh kendini dahi yok bi- bostancı neferi için fevkalâde bir cüreti İlesin!,. İidi, odada bulunan sadrazam hizmetkâr-! ları, gözlerini hayret ile bu esmer deli-'sahte bir telâş ile: iz kanlıya diktiler: İ — Bre sus asılacak... Bunda Musa Çe- — Devletlü vezir. Musa Çelebi sana (lebiye bir şey yoktur. i Tanrı emanetidir, kılına hata gelse vallah; Diyebildi. Fakat dışardaki gürültü, bi- billâh size ölüm muhakkaktır... (kiz, artmakta idi. Sipahi ve yeniçerile- Receb Paşa yerinden fırladı: rin ileri gelenleri aşağı taşlığa dolmuş- — Bre yıl anılacak!.. Bre yıkıl kâ-İlardı. Aşağı taşlık ile yukarı kattaki 80- tiri.. Diye bağırdı, fakat, ne kendisi, ne de| sesler bir kat daha büyüyüp karışıyordu, adamları, Güllüye yak'aşamadılar. Güllü |İlk haber getiren oğlan ikinci girişinde, Fatma şimşek gibi doğrulmuştu. Çingene jevvelâ Musa Çelebiye bakıvermişti. Bu rakkasehin güzel esmer yüzü, mütebes-|küçük hareketi yalnız Güllü Fatma sim idi, koştu, vezirin eteğini öptü, sonra,| farketmiş ve elini hançerine atmıştı. Dedi, Paşa, kiran donu kaldı, sonra” © fayı örten kubbeli ve yüksek tavanda, bü vezir ile beraber ayağa kalkmış olan Mu- sa Çelebinin ayağını öptü: — Devletlü vezir... dedi, beni padişa-| hımız bu Musa Çelebiciğe can yoldaşı et-| miştir, vallah gece bile yanında, ayağı u- cunda yatarım.. Receb Paşa, israr edemedi, yalnız an- laşılmaz şekilde homurdandı: — Bre asılacak uğursuz, köpek! Dedi ve içinden ilâve etti: — İnşallah Musa Çelebi denilen bu u- bile geberirsin... Bu sırada idi ki, dışardan bir gürültü, bu bağrışma aksetti. Musa ile Güllü ba- Jkıştılar. Receb Paşa, sahte bir telâş ve hiddetle içoğlanlarına bağırdı; — Bre oğlanlar koşun görün nedir, ne olur! Bre tiz varın görün bu gürükü, bu bağırışma nedir!... Fakat, paşanın hitab ettiği iki oğlanın dışarı çıkmasına meydan kalmadan, oda- ya, soluk soluğa başka bir oğlan girdi. Koşup paşasının eteğini öptükten sonra: — Devletlü efendim... Sipahilerle ve- niçerilerin ileride a” ve çorbacıları ayağın toprağına yüz irmeğe gelmişler- Dedi, Receb Paşa Musa Çelebi ile Gül- lü Fatmanın yüzüne «ben bundan hayır ummuyorum!» der gibi baktıktan sonra haber getiren oğlana karşı kaşlarını ça- tarak sordu: — Bre bu asılacak heriflerin benim ile ne işi vardır. var git oğlan paşa harem- dedir, soyunmuştur diye savuştü. Var git söyle sabaha gelsinler... Oğlan çıkar çıkmaz da Musa Çelebiye döndü: bre kudurmuş ire oğul bu he iştir?!.. ki asker çantası gibidir: nerede, kime nasib olacağını bilmeden gider. Benim de nasibim Romanyada imiş. Bükreşteki dükkândan ikinci defa Ga- lasa gelerek eve nakledildiğim zaman Ni- koleskonun Karısile dilber kızı Muryorayı | İç oğlanı; — Devletlü efendim... Ağalar ve bey- iler ve çorbacılar sabaha kalmayız derler, İ padişahımız Musa Çelebiyı göndermiştir, elbet ki veziri ve Musa Çelebiyi gözümüz” le görürüz derler.. Dedi. Musa Meleğin güzel yüzü sapsa- in kesildi. Orta'ığa akşamın slaca karan- lığı çökmek üzere idi, Işıkların yakılması İlçin daha en azdan yarım saat İâzımdı. İ Sevgilisinin ve küçücük kocasının geçir- mekte olduğu can korkusunu bütün deh- şeti ile duyan ve gören Güllü Fatma, bo- ğuk bir sesle: — Musa Çelebi Sultan Murad Han © ğulluğudur, eşkiya karşısına varmak ana gerekmez... Dedi Receb Paşa bu esmer delikanlı: nın Sultani Murad tarafından bir baş be- 141 olarak Musa Çelebinin yanına kattı- Fanı çoktan anlamıştı. İçoğlanına: — Bre oğlan var git o ağnlara, beylere ve çorbâcilara... Benim selâmimi söyle, bir muteber ağaları gelsin buraya. Beni görsün, Musa Çelebiyi görsün... Bre ça- buk.., Diye bağırdı. Sonra Musa Çelebiye döndü: — Benim seni harem3 götürmekliğim me bi'e girmek olmaz... Dedi. Musa Çelebi Güllüyü göstererek: — Ya sultanım bu yiğitin benden ay- rılması olmaz... Dedi. — Bre oğul hsreme er kişi girmez... Musa Çelebi az kalsın boş bulunup: «Bre o er kişi değildir, kadındır!» deyive- recekti; kendisini derhal topladı. (Arkası var) — Resmen kocan — a Ri DE İnan kocan beştir Nilelesko be- Nikolesko be- kocan.. — Terbiyesiz!, ğ — Beni fazla söyletme anne; babamı istiyorum. ? — Bilmiyorum kızım, bilmiyorum ew lâdım; Nikolesko dedim işte; orada Kal. — Kalmam!, Babam, asıl babam kim- dir?. i e AİN İN nereden bileyim?. Acaba kendi babamı biliyor muyum?. amanyalı bir ana ile Türk bir babadan vücud bulan annem bana bir Bulgardan anne olduğunu iddia ederdi. — Orası beni alâkadar etmez; sen be- Bim babamın kim olduğunu beheimehal lâzımdır. amma bu bostancı yiğiti hare | caktır. İnsanları da tesadüfler yükseltip yonel, normal, realize» gibi allah allah alçaltmıyor mu?, Dört tarafınıza bir göz kelimelerden geçilniyen bazı muharrirle- gezdirin bakalım: irin «efkârı umumiyeyi idare» ye memu- Bütün bunlara tesadüf derler aziz sâ- İriyetleri tesadüf değil de nedir?, Tahri- hibim!.. Nitekim beri tarafta beş meb'us| 'rat kâtibliğinden meb'usluğa yol olur da kuvvetindeki bir adamın elli banknota | matban mürekkebinden niçin bal ola- avukat kâtibliği yaparak ekmek peşinde |; mazmış?. koşması da bir tesadüftür. Geçenlerde ölen profesör Freud'ü Almanyanın koğ-/koydu. İki vidanm biribirine değerek i- ması nasıl çirkin bir tesadüfse İngiltere-|çimden #kinci bir elektrik cereyanı geç- yere mina de öylece, fakat güzel bir te-|mesine sebeb oluşu yüzünden bu bale sa ir. Adam vardır ki tesadüfün sevkile ta-| Ve bu halim sebebiledir ki matmazel hin avucuna oturarak sıra memuriye-İMaryora Nikoleskonun, ucu bırmlara ks- tinden fevkalâdeliğe yükselmiştir; enayi |dar ene nk il bunu kendi kıymetine hamleder, Gene Mühendisler bizi son muayeneden ge- adam vardır ki «şöyle bir yaslanıp ta ki-| çirerek tsb okuyayım» bezi #ltındaki koltukla |deste deste, posta porta sevkiyata tâbi beraber arkasındaki uçuruma (yuvarla-|tutulduk. Fabrikalarda radyo, debboyda- *. Tesadüf bunu da yapamaz mı?, bunun eline su dökemezler. O kaş, o göz, Nitekim beni de bir tesadüf bu halel çehre; o endam,i0 kalça. © «mfikemmel, bulduktan sonra'sana onu değil, asıl babamı soruyorum..! kavga halinde buldum. Kadın, kızma müttasıl çıkışıyordu: Babam kim, babam kim?. Baban ri İNikolesko De kaç tane baba istiyecek- bileceksin!. — Bikem söylerdim... — Öyle mi?. Pekâlâ; ben anlatayım! — Neyi anlatacaksın? — Gavrileskodan duyduklarımı... — Yalandır!, — Pekâlâ doğrudur. Sen bir akşam Yunanlı bir Garldiş varmış tâ onunla be- raber yaşamışsın! b — Dur, ben anlatayım: Gençtim, gü- zeldim, papaz mektebinde de değildim; on altı yaşında iken annemin sevgilile rinden birisi beni kaçırdı, Köstencede «Rejina otele de bir hatta kaldıktan beri — Anladık; babam Nikoleskodur. Benira Bükreşe geçtik. — Bana bu tafsilâtın Jüzumu yok am — Ulanmaza bak; benim kaç kocam ;ne; Galastaki maceraya gel'. si vardı?. (Arkası var) gi Kıza dikkat ettim; Cennetteki kuriler bacak. o 4- yak, o el; aman yarabbi. Ben makine olduğum halde nur yüzüne bir dakika bakamadım; tek gözüm kamaştı. Hiddetten yüzü allı, morlu bir şeyler olmuş, bu halle güzelliği bir kat daha