CEDEE Tr | Yenileşen san'atkâr Yazan: Yeni değil, yenileşen san'atkâr!.. Bu, içlerinde en büyüklerinin vasfıdır; mese- 14, Ahmed Haşim gibi... Evet, Ahmed Haşim niçin büyük, ni- çin ölmez eserler mübdii?. Yalnız çok kuvvetli bir sembolist olduğu için mi?. Yalnız hayallerinin yeniliği, orijinalliği, Yalnız hislerinin bu hayallere uygunlu- ğu, derinliği yüzünden mi?. Yahud, ba- mlarının anlayışına göre, yalnız serbest nazmı ilk defa aruzda kudretle kullana- bildiğinden mi?.. Vakıâ bu saydıklarımız Haşimin ayrı ayrı meziyetleri. fakat en büyük târafı, hiç durmadan kendi ken- dini ikmal edişinden, şiirde vuzuhu inkâr ettiği kadar, o vuzuha, dinlemesini, din- lediğini anlamasını bilen kulaklar için yal nız mısralarındaki tınnatle en büyük mu- sikili relief'i, kabarışı verebildiğindendir. Bunun içindir ki, daha ilk şiirlerindeki, «Gölde saatler» i doldura parçalardaki çetrefil, hattâ bir dereceye kadar bozuk bir kısım mısralarının, sonraki şiirlerin- de pürüzlerinden temizlene temizlene gittikçe musaffalaştığını görüyoruz. Bu sebebden iddia edeceğim ki, asıl Haşimi ve onun büyüklüğünü, ancak, Piyale'yi okuduktan sonra daha İyi anlıyabilmişiz- dir. Çünkü yalnız lisanı sadeleştirdiği kadar hayallerini inceltmekle de kalmır yor, adetâ kendi kendisinin ses ve renk itibarile eşsiz bir müfessiri oluyor. «Şiiri kamer; deki esrarlı mehtab âlemi, sanki «Piyale nin şu mısralarında billürlaş- mıştır: Mehtab kemer ince belinde Yıldızlar ovun güldür elinde Ya hele şu beyit: Ahmed Haşim aradaki farkı, yukarıda işaret ettiğimiz yumuşaklığı kavrarız. İşte son devri ede- biyatımızın o incisi: TAHATTÜR Bir âcem bahçesi, bir seccade, Dolduran havzı ateşten bâde. Ne kadar gamlı bu akşam vakti Bakışın benzemiyor mutada! Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar, Düşmüş üstündeki kuşlar yâda. Bize bir zevk-i tahattür kaldı Bu sönen, gölgelenen dünyada, Ahme41 Haşim Biliyorum, bazı romantik mizaçlar, bü- Cânân ki gündüzleri gelmez, tün kelime ve terkib uğultusuna rağmen Akşam görünür havz üzerinde! evvelki masralardaki çarmıha gerilmek Sonra meselâ Ahmed Haşimdeki ölüm üzere kalur ve ıztırab tepesine sürüklen- tahassüsü! Bu tahassüs önce ne dehşet. meği ve o tepeden boşluğa atı'arak uçu- ten başlayıp, yılların geçişi ve ses üstad- Yuma yuvarlanmağı ölüm mefhumu için hğının ilerleyişi ile en sonunda, kendi ö- daha barikulâde bulacaklar ve Tahattür Bümüne yaklaştığı zamanda ne yumuşak- İSA «fazla mistik'» diye $#udak bükecek- lığa kavuşuyor! İşte - ilkine misal - eğer |leri Fakat bu dudak bükenler, ssdece, ak- aldanmıyorsam 1910 da yahud 1911 tarih. 'şam vakti bakışların değişmesindeki de- lerinde yazdığı şu mısralar: İrin manayı kavramak hususunda şair ka- Firaz-ı zirve-i Sina-yı kahre yükselerek 'dar derinleşmek lâzım geldiğini düşür- Oradan, melidirler. Zaten her derin duyguya, her İkolayea erişilimeyn musiki ihsasına kar- Oradan düşmek, ölmek istiyorum! > | gen müptezel itiraz olarak mistik keli- e mesini yapıştırmak kadar basitlik tasav- Kanlı bir gömlek yur olünamaz. Nasıl ki böyleleri, Ahmed Gibi hara-yı şemsi arkamdan Haşimin bütün bir devir edebiyatına ür- Tutup sürükliyerek... periş veten şu beytinin insan dili ile ebe- Yahud, gene aşağı yukarı o kadar eski | diyetlere yolladığı çığlığı da duyamazlar: olan bir manzumesinin şu anda hatırlar) (Bir eldir ufuklardan uzanmış, gibi olduğum şu mısra: Zulmet bizi çekmekte visale Bu yol, bu yol, bu derin yol ki sanki| Maddenin ve ruhun bu kadar esrar ve , bir uçurum, | haşmetle perçin'endiği, bu kadar bir tek Bu yol uzun... feryad olduğu mısralar herhangi edebi- Fakat bütün bü eski, unutulmaz hâtı-| yatta kaç tane gösterilebilir? “de şiirini, Cinsyete dair başka bir şey konuş-| .Son ,madılar. Genç kız. babasını büsbütün i © neşterlemek istemiyordu. © DZArtk ayrılacaklardı. Verilen müsüa. de bitmişti. Babasının üç günde pörsü- yen yanaklarını döymak bilmeden öp- tü. öptü. Baba da, kızını bağrına bastı. © — Sessiz. sessiz ağladılar. i Güner. ayrılmak üzereydi. G Koridorun nibayetinden ayak sesle- “ leri de görünmüştü. Gardiyan ve bir genç kodın.. onlara doğru geliyordu. Niyazi bey. gelen kadına dikkatle © baktı. Tanımıştı.. Gardiyanın yanında, “kendisine doğru ilerliyen genç kadın. “6 evden çıkarken gördüğü, muhallebi- cide konuştuğu Venüs Mualla değil miydiz. «. Yanlarında durunca. Güner şaşr- © mıştı. Bir ona bir bab Mebran. — Beni tanıdınız mı beyetendi?. Elini uzatmıştı. Niyazi bey bu ziya- retten mütehayyir: — Tanıdım, kızım! Dedi. N — Sizi rahatsız ettim.. konuşmanıza mâni olmaz mıyım? ? — Hayır kızımdır.. Güner yavrum. © sana Muallâ hanımı tanıtayım Bana © Oğyilik eden bir iyi kalbli insan! Sonra Muallâya döndü: — Kızım Güneri tılar. Muallâ: p b sebeb oldum değil mi? ve nasıl yapmıştı? rını. ne konuşmaları 'kestiremedikleri için sustular. Nihayet Muallâ: — Haber alır almaz di çekiyorum ki... avuçlorı içinde şefkatle okşarken: — Müsterih ol kızım! Sen bana iyilik Yaptın. Ban ri duyuldu. Biraz sonra seslerin sahib-| Ofki kadın birbirlerine ellerini uzat- — Size iyilik değil, fenalık ettiğimi anladım.. Vicdan azabı içindeyim.. Ben Bir müddet üçü de ne konuşacakla- lâzım geldiğini vu rulmuşa döndüm, beyefendi. dedi. Bu- na ben sebeb oldum. diye o kadar azab Niyazi bey. Muallânm küçük elini diye teselli etti Halid Fahri Ozansoy lerden 'biri idi. Şiirlerinde, ölümüne ka- dar mütemadi bir ilerleyiş, kemale eriş vardır, Bu sebebden, «yeni» Kelimesinin birçok kimseler için pek haklı olan ham- hk mefhumu karşısında Haşiminki bir «yenilik» değil, yalnız ve yalnız devamlı bir «yenileşme; dir. Bu olgunluk ta an- cak büyük san'atkârlara vergidir. Şimdi gelin de, bugünkülerden ve ihtimal ya- rınkilerden de bin kere taze olan bu san'atkârı eskidir diye bir çukura atın bakalım. O çukura düşen, onun sadece fani vücudüdür. Ruhu ise, şiirlerinin öl- mez musikisi gibi, bir asır sonra da, beş asır sonra da her zaman yeni ve genç kalacaktır. Nasıl ki Fuzuli de öyle. hiç ölüyor mu? Eskiyor mu? Ölebilir, eskiyebilir mi hiç? Telefonda Te'efon çalıyor. — Kimsiniz? — Eski şair, Ya siz? Ben de öyle. Dünkü nesilden. İşte bunun isin size kızgınım, Neden? Bir çocuğun şiirini methetmişsiniz. — Olabilir. Vazifem güzel eserleri methetmek.. — Hayır, yalnız kendi eserlerimizi methedeceğiz. — İyi amma, ben münekkidim, med-| dah değilim. — Nesil müdafaası böyle mi olur? — Onu ben size sorayım? — Neden? — Güzele ve doğruya sınır taşı koy- mak istediğinizden... — Güzel ve doğru yalnız bizim eser- lerimizdedir. — Hayır, güzel ve doğru her nös'in €- serlerindedir. Fuzulide de vardı, Nedim- dede! Fikrette, Hâmidde, Ahmed Haşim- de de vardı, İhtimal sende de var, ötekin- de de. Nasıl ki bugünkülerde de var! — Ne biliyorsun? | — Banı nümuünelerle karşılaştım, on- dan. — Ne olsa onları görmiyeceksin. — İşte onu yapamam. — Yapacaksın, mademki onlar bizi inkâr ediyorlar! — Etsinler, ne çıkar! Onlar çocuk di- İye biz de mi çocuk olalım. İ — Bakın, kendi ağzınızla tutuldunuz, Çocuklar güzel eser yazarlar mı? — Bir zamanlar biz de çocuktuk. — Fakat biz güzel eserler yazdık. — Onu biz söylemiyelim, okuyanları- mız söylesin. Nasıl ki yeni gençlerin id- İdiasında da sakat taraf burası! — O halde? — O halde fikrim açık! bati benim ve senin bilmediğin bazı sebeblerindir. Beyhude yere üzülme, ötede beride ağzından Jâf kaçırıp ken- dini zan altında bırakma,.. Beni aradi- Güner. genç kadını süzmekte devam | ğmıza çok teşekkür ederim... ediyordu. Babası, bu ilk bakışta mahi. yeti sezilen kadını nereden tanıyordu? |beyefendi? Ben mahkemede bütün bil- Bu kadın babasının iyilik. kendisinin fe |diklerimi söylesem, sizin hâdiseden ev nalık telâkki ettiği hareketi ne zaman — Size bir faydam dokunabilir mi velki ıztırabınızı anlatsam?. — Sakın ha.. bunu yapmayınız beni rar verebilir. Kat'iyen böyle bir hare- kette bulunmayınız. Niyazi bey de. Güner de genç fahi. şeye lakdirkâr bir hayretle bakıyorlar- dı. Niyazi bey. vücüdünü satarak geçi- nen, düştüğü mülevves hayatın murdar tecellileri arasında kalbi nasırlaşmamış. ruhu hassasiyetini kaybetmemiş olan genç kadına minnet dolu gözlerle uzun uzun baktı: i 2 Teşekkür ederim yavrum.. Beni # Her devir, ralardan sonra Haşimin en son harikulâ-! İşte bunun içindir ki, Ahmed Haşim, | kendi eserini bırakır. Her devirde yayı-! kapanıyor. «Tahattür» ü okuyalım, derhal | asırların nadir yetiştireceği büyük şair.| yan ve daima yaşayacak olan eserler de | CENNETLİK KÂRLARI—” fena bir neticeye gölürmüşsem, kaba.| bu kadar düşündüğünüze öyle minnet- büsbütün mahvedersiniz. Hem size za- Kitablar arasında Çok güzel bir eser: (Elli Türk Büyüğü) Yazan: İbrahim Hoyi Biri resimde, ötekisi yazıda üstad iki sam'atkârın ve Türk kültürüne bütün bir cehid, bütün bir gayretle hizmet etmeği kendisine şiar edinmiş olan üçüncü bir kıymetin elbirliği ile meydana getirdik- leri fevkalâde güzel bir abide karşısında bulunuyoruz. Öyle bir abide ki bütün jJbarcı, malzemesi yerli, mevzuu yerli, dü- şünüşü, tertüblenişi, istiflenişi (Türk) tür, Öyle bir &bide ki, yirminci asır Türk | matbaacılığının, resimde ifade, san'at ör- İneğinin müşahhas bir şahlanışıdır. Yedi Gün müessesesini kuran Sedad Simavinin bastığı, edib İbrahim Alâet- tinin metinlerini hazırladığı, ve çok kıy»! imetli dostum üstad ressam Münif Fehi-| min yarattığı (Eli Türk Büyüğü) (1) isim ji mecmuadan bahsetmek istiyorum, Başlı | başına önce bir zevk, titiz bir oİtinanın billürlanmış bir mahsulü olan, (ENİ Türk Büyüğü) eseri mihi kütüphanemizin en gözde yerine geçecek, en seçkin bir nü- munesidir. Kitab dünyamızın garib bir âdetini hatırlatayım. Münekkidlerimiz, her ne- dense mütalea ve tenkid süzgeçlerinden geçirdikleri bir eserin yalnız ve yalnız muhtevasını nazarı itibara almak, kapak resminden veya bu eserir içinde buluna- bilecek diğer resimlerden dolayısile res- İsemdan bahsetmemek gibi yanlış bir yol tutturmuşlardır. Hattâ bir eserin muhar riri kadar, o eseri bir kat daha renklendi- ren, hüviyetlendiren ressamını da tahlil ve tenkid etmemizi (nitekim gerb mü- nekkidleri bunu asla #hmal etmezler) be- lirten bir yazıma karşı Nuru'lah Ataç bir makalesinde, bir yazı mahsulünü resmi için alıp okumayacağını söylemiş, her- hangi bir eserin resimle kıymetlenemiye- ceğini isbata çalışmıştı. Halbuki, üstad Nu İrüllah Atacın'da pek iyi bildiği gibi ta- nınmış birçok garb hikâyeci ve romancı İlarının en beğenilmiş eserleri, daha ziya ğı tablolar yüzünden bir ket daha alâke- yı celbetmiştir. Meselâ, O. Henry'nin, The Gift of the Magy isimli hikâyesini süsliyen ve S. Göoden'in sihirli kalemin- den çıkmış olan 14 resim, bugün İngiliz edebiyatının en güzel eserlerinden biri İ sayılıyor. Fransız (tabileri Baud'âire'in meşhur Flecer de Mal'ine kendi elile bam yili (5 Emi Türk büyüğü. Yazan İbrahim Alâetiin, resimlerini yapan, Münif Pehim. | Basan Yedi Gün müessesesi. 100 kuruş. vardır, bü kuvvette olmıyanlar da. — Yani ne demek istiyorsunuz — Demek istediğim şu: kendimize gü- venelim. — Ben güveniyorum. — Öyle ise ne diye telâştasınız? Bu defa cevab yok. Telefon hiddetle Halid Fahri Ozansoy tarım ki... — Siz de bana bir evlâd muamelesi yaptınız. Benimle insanlığıma hitab ederek konuşan ilk insan sizsiniz. Sizi babam kadar sevmiştim. seviyorum da. Yüzü süzgün, gözlerinin altı sal mış, çehresinde her türlü sefil yorgun- Yuğun izleri bulunan, genç kadını süzer- ken. Güner ona karşı kalbinde bir sı - caklık, yakınlık. babasına kerşı göster. diği alâkadan sevgi duymuştu. Gardiyan. uzaktan vaktin geldiğini sesleniyordu. Veda ettiler. Onlar uzaklaşırken Niyazi bey parmaklığa dayanmış, göz- lerini kırpmadan arkalarından mah. zun mahzun bakıyordu. Koridorun dö- de bunlara çok büyük ressamların yaptı- | çizdiği resimleri ilâve etmekte hiç te çe“ kinmiyorlar, İngiliz, Amerikan münevve* ri Mark Twain'in herhangi bir eserine serpiştirilen, Fouçasse'in basit, iptidai gi“ bi görünen fakat hakikatte çizgi şaheseri addedeceğim karikatürlerini de ayni is tek ve hararetle arıyor. Tagore'dan ter- cüme ettiğim Bahçıvan isimli eseri bir kat daha güzelleştiren üstad Münif Fehi“s min san'atlı elinden çıkma kapak resmi nin Avrupada bile beğenildiğini söyliyes yim.. * (Elli Türk Büyüğü) bir kültür dünya sıdır. Buna kendi kendimizi, büyükleri- mizi sade fakat metin bir üslübla bize anlatan, bir hazinedir de diyebilirim. (Ek İli Türk Büyüğü) nde lâf kalabalığı, ebe- liği yok. Haystı tetki kedilen, şahsiyeti tebarüz ettirilen her büyük için söylenen İsözler ölçülü. Fazla kelimeye yer verik memiş. Her sayfada 'bir tarih parlak bir aynadan eksettiriliyor. O büyüğün husu- siyeti, ehemmiyeti, milli mefahir galeri“ kilde sıralanmıştı. Derin bilgisi, kıymetli tetebbüleri ile kültür âlemimizin en sa- yıl ve o nisbette mütevazı simalarından biri olan İbrahim Aldettin Gövsanın mevzuuna uygun erkek bir üslübla yaz- dığı bu «hal tercümeleri» o kısaltılmış biyografi janrınım en güzel, en selis ör- neklerinden biridir. (Elli Türk Büyü- Bü) nün bir sayfasında, yüzlerce sayfa- lik bir biyografi kitabının özünü bulu- yorsunuz. * Sahasmın münakaşa kabul etmez, en yüksek üstadı, doğuştan san'atkâr, res- sam Münif Fehimin tılsımlı fırçasile yar rattığı ve (Eli Türk Büyüğü) nü süsli- yen resimler de teker teker birer san'at, görüş buluş kudreti mümunesidir, Bu portreleri seyrediniz. Her birisindeki İ- fade, hüviyeti belirtme kudretine hayran olacaksınızdır, Ne bileyim, bir koca Sina- nın nurani yüzünden bütün azamet ve heybeti ile fışkıran dehayı, bir Dedenin çehresindeki o asil tevekkülü, nezih ims- nı, bir Yunus Emrenin, bütün çizgilerile halktan olduğunu hâkkeden o muhteşem fakat dümdüz manayı, kolaylıkla adetâ el ile tutar gibi okuyor, görüyorsanız bü san'atkâr Münifin san'at üstünlüğünden- dir. Hele Milli Şefimiz İsmet İnönünün portreleri, nev'inin d'aprâs nature şeklin» den daha çok, daha fazla muvaffak ol - muş bir nümunesidir. (Elli Türk Büyüğü) nde Ahmed Vefik Paşayı, Namık Kemeli, Şinasiyi, Abdül hak Hâmidi, Fikteti, Akifi, Ziya Gökalpı bir fotograf adesesinin aldatıcı zaviye- sinden değil, hayata intıbak etmesini bir len ve bütün heyecanlarını, havasını bü (Devamı 11 inci sayfada) -- Beni ve onu namuslu insanlar dü- şürdüler.. diye mırıldandı... Kızım bu genç kadının kolunda en sağlâm bir destek bulmuştur. Bu kadın kızımı ke» ruyacaktır. Çünkü 0, korunmadığı için düşmüştür. Gözden kaybolmuşlardı. Artık ayak sesleri de duyulmuyordu. Etrafa derin bir sessizlik çökmüştü. Kollarile demir parmaklığa abanmış. gözleri onların kaybolduğu son noktada dakikalârcaş gardiyan gelinceye kadar öylece kaldı. ALTINCI SAFHA İLK CELSE Nararı dikkati celbeden bir genç kadm Ağır ceza mahkemesindeyiz. Loş salonda, insanlar, sıralarda değil, birbirlerinin üzerlerinde oturuyorlar. Kapılardan taşan Kalabalık gittikçe ar- tiyor. Zabıtatertibat almasına rağmen tehacümün önüne geçememiştir. Koridorlar, merdiven başları mera kı halk kütlelerile dolu.,. Sadonda yer bulabilmek için. bir kısım halk, sabah nemecini kıvrılırlarken, Günerin, Mu, | karanlığı adliye koridorlarını doldur. allânın koluna girdiğini gördü. Kalbi MUS ağırceze salonunun açılmasını endişe ile değil, en sağlam bir huzurla | beklemişlerdi. Her tarafta, evlâd katili dolmuştu. Kızınm bir orospunun kolu- | babanın münakaşası yapılıyor. na girmesi onu ürkütmemişti. : (Arkası var) mizdeki mevkii kısa fakat veciz bir şes |