28 İkincikânün Pam “Son Posta,, nın Hikâyesi ( Üldüğündenberi çok değişmiş,. ij ali. Nakleden: Faik Bercmen WiEEl Ressam Oktay Nikolet, çekmecele - rinin birinde bulunması lâzım gelen iz irangı beyhude yere aradı. Aç- k çekmece bırakmadıktan sonra €l: boş bir halde, kendini bir kanapeye ve acı acı düşünmeğe başladı Ar perişler azaldıkça azalmıştı. Birdenbire kapı vuruldu. Hemen y€ rinden aıplıyarak kapıyı açmağa ko: tu. İç iye eba tavırlı ihtiyar bir girdi. Kadın girer girmez mukad- demeye lüzum görmeden tok bir ses - le: — Yaptığımız portreler çok benziyormuş diye. duy Kocamın portresini yaptırmağ dim. Ressam bin bir ihtimamla ka turlu ve mütevazsane: de a müttefiktirler. ne kadar yors severim. müşterilerin | bir portre ş bin frank wi ı peşin yarısı da sipari - şin tesliminde. — Biraz pahalı amma neyse. Yalnız ğini garanti ede « portrenin benziyece; bilir misiniz? — Wâdederim madam. — Pek âlâ. Madam, çantasından ki bin b frank çıkarıp: bana bir ma yi ne vakit öldü. Ressam bunu dı sara uğrayarak şaşk du: — Öldü mü? Evet.. işte onun landırmak için bu i bir tavırla sor - hatıras bir fotoğrafı bulunur d — Yok efendim. yok. Olmuş olsay - dı ne diye size gelecektim. : — Fakât nasıl olur? Hiç” g im t r adamın portresini nasıl * tarif ce» S'zin gibi meşhur bir adamın ta- le mutlaka portreyi k düşünmüştüm. Tasavvur e - tuz sene bir ar, aşa- dık. Onu hâlâ karşımda görür gibi o - Yuyorum. Size en ince tefe dar anlatac: cak Tms sına pid üatına ka- iç eyin yapa. 77 Kabul etmezseniz başka - burkulduğunu hin edebi tefrikası: Halası takı'dı: Başıma gelenler..” Bu gidisle İnci. güle baktı diye âlemin kafasını k beyi sın. Gülüştük. Halâku evlerine kadar gi diyenin en güzel git olurdum. Halükum dal tüneli boyunca uza- nan çakıllı yolda kaybolunca ayni oto- mebille Erer ire Hawmefen - dinin köşküne Yemekte biri meb'us, biri gazeteci, bi-f Ti ressam seçki lerle birlikte sik sı samettin Bey mi cuklsri olmadığı için evin t çok sıkılıyormuş. Nazire Hammefendi - nin kalabalıkla pek başı hos değil. Koce - sının hatırı için ses çıkarmıyor. Misafirler gittikten sonra baş basa bunları konuşu - yorduk. alük gekt, Yüzü sapsarı. İyi bir haberle dönmüyor, anladım. ok erkek misafir duydu. Masanın üstünde duran: para - ların cazibesine tutularak: — Pek âlâ, kabul- dedi. Biraz zor amma. Oktav böyle söyledi amma içinden de! «Kocakarı mutlaka kaçık olmal. Parayı &lalım da sonrasına Allah ke - rim.» diye düşündü. O sırada ihtiyar kadın: — Hadi bakalım, dedi. söyled not edecek misiniz? Nikolet bir bloknot alıp müşterinin kle - :z söylediklerini yazmağa başla — «Kocam yuvarlak yüzlü, burunlu idi. Saçları siyah ve da! Kadın gidince Oktav paraları cebi - ne indirip bloknotu da bir tarafa fır - nı. bulmak Üze- yen yap- Sonra ar re sokağa çıktı. Portreyi ka kin aradan bir ay geç mektub aldı. Kadın port bitip bitmediği soruyordu. Ressam mektubu gülerek okuduktan sonra a - nce Madam- adan gene bir zaman geçince, ma İdamdan tekrar ikinci bir mektub, ar - İkasından gene üçüncü bir mektub da - Vihayet dördüncüsü de geldi. Bu mektub tehdidamiz bir lde vâ-! Imiştı: şayet portreyi yapmı parayı göndermesi ihlar ediliyordu. Bunun üzerine ressam, kulağını ka- m uzun düşündü. İs elddi- V Bir şeyler 0 turuş müşterisine, iki gün sonra pelip eyi almasını ren bir mektub Santa izahatı h defteri arr - işe kovuldu. Müşterinin geleci ün resim bitmişti. iki arkadaşımı da çağırmıştı. Kadın geldi. Atölveve girip de orta” 4 n portreyi görünce birden hiç- zavalh ne söyledi: Amma da İş ha. dedi, demek res zetmişim. vakiaşarak sor öyle mi? ekilde başını sal - devem etti. O zaman bir sesle dedi ki: du: İlavıp ağlam; ressamı sıkınt kirâcak -; - Anlasılan pek berbağ ki ——— 7 Nakleden: Neyy'r Kemal Halası (telâsla): - Halük? diye sordu. O; doğru bana geldi. Yüzümü avuçla - rinin arasına aldı. Mahzun mahzun göz- Ne var, ne oldu — İncigülüm, dedi, her şeyden önce şu- nu bilmeni istiyorum: Kimse bizi ayırâ- maz. İkimiz de ağlıyacak halde idik. Nazire Hanimefendi: Ne oldu, çabuk anlat Ha'ük, diyor- .İdu. Bak İneigül de, ben de merak içinde- yiz. , Halikun beti benzi atmıstı, Fakat ha - Vinde büyük kararlar veren (insanların kat iveti var, Dudakları kısık, çenesinin a lü sevdiğimi, almak istediği- mi sövledim. — Peki... Ne d Nazire Hanımın sesi heyecandan kesik Ne.divecek? Külhanberi gibi küfür etti. Bardağını fırlattı. Benim alâkum: daha ilk #ünlerde sezmiş, tahkikat yap- memiş. sAltı capanoğlur 8 *ediğim n ailesi bize katiyyen uyr' değilmiş. Bir de kızı göreyim demiş. Ev- velisi #ihi Yemeğe bilhassa seni görmiye gelmiş İncigülüm. Bana ne dese beğenir- nin | © SON POSTA Bir doktorun günlük notlarından Vücudda teşekhül Eden taşlardan Korunmak için geçen gün izah ettiği, miz gıda ihtirakat meselesine ehewmi. yet vermek lâzımdır. Birçoklarimız ihti, 5 farla yemek Yiyor. Veb una mü. kabil yapmıyor, spor le meşgul olmuyor. Veyabud meslek icabı oturmak. la, göçe de yatmakla vakit geçirmek möc. buriyetinde bulunuyor. Bazılarının da bünyeleri kâfi derecede ihtirakat yapmı. yarak haldeı İrsi veyahud diğer vera, se; Kusprin; u hususta en büyük Ar! oluyor. İşle bütün bu sebebler aldığımız gıdaların kuvvetle yanmamasını binneti. ce da ratamam muhterik bir halde tavaszuumu İntac ediyor, O halde yapıla. cak şey gâyet aşikâr. Ya çok yemeli ve , mescli ailesinde şeker hi um, stalığı, şişman, taş ve nekris gidi has len Sorira ayakla muhakkak yanmşar saat sabah, akşam açık havada yapmaları, daha ziyade sebze ve taayyüşe çalışmaları münker. biz olmamaları, sücuk, pastırma, beyin, sığır eti, yumurta, havyar ve salçalı ye, meklerde, lunmaları Taş ânzası gösterenlere taşları için müdrir sular, maden suları, kaplıca, lar ve masajlar velhası; sıhhi ve tıbbi maüdavatı tatbik etmeleri icab eder. Cevab İstiy«ı okuyucularının o posta pulu yollamalarımı rica eferim. Aksi tak» dirde siekleri muku.belesiz kalabilir. İrmir Adliye Mahkemesi İkinci Hukuk kimliğinden: İzmirde Karantinada Halebi sokük 4 sayılı evde oturan Kerim ağlu Zeki Varışlı tarafından İstanbulda Tophane 65. ki Salhpazar Süehilbey caddesi Hasan bey apartımanında mukim iken hâlen Jkamet. gâlı meçhul Hasan Mehmed kız Hayriye #leyhine açılan Boşanma davasına mütedair dava arröhal suretile davetiye ovarakasi müddeaaleyhin tahakkuk eden ikametgâhı, nin meşhuliyetine mebn! İstanbulda çıkan Son Posta gazetesinin 10/1/940 terih ve 3395) 5, sayılı vishasle Uğnen tebii rihinde mahkemeye d gelmediğinden “müdâeanleyh © Hayriyenin hakkında muamelel gıyabiye icrasyia ve muhakemenin 34/1/9040 Çarşamba günü saat 10 2 talikine karar verilmiş ve usulen tan, 8 ve 12/1/8940 ta. edildiği o halde ti mahkeme divanhanesine talik kılınmış ol. duğundan müddeaaleyh Hayriyenin tayin olunan gün ve saatte bizzat hazır bulunması veya bir vekli göndermesi aksi takdirde bir daba mahkemeye kabul edimiyeceği tebliğ makamına kaim olmak üzere ân olunur. | 4940/138) — ——— ——— zi bu kadar üzdü.. — Hayır efendim, hayır. bi ki herhalde çok iyi benzetmişsiniz. — O halde neden ağlıyorsunuz? İhtivar kadın bir göz yaşı tufanı i - çinde söylendi: — Zavallı kocacığım. öldüğünden - beri ne kadar değişmiş de haberim yok İben ağlamayayım da kim ağlasın? 1? «Kiz deği! bir şeytan... Aklı olan wlesile evlenir mi? O ne fettan bakış- Jar, he fettan duruştu.., Bir seneye kak maz seni...» Söyliyemiyeceğim. Hatırladıkça isyan ediyorum. Kısacası: Ölse bu işe razi ol - mıyacakmış. Dinlemez evlenirsem ken - ini vok bilmeli imisim, Bir daha yüz e gelmemek üzere ayrıldık. ©, — Halâkkk! Bu sör Nazire Hanımefendinin dak'srından acı bir fervad gibi çıktı. Halük bana dönmüştü: — İstediğini yaptın, artık viz gelir. Bedbaht olduktan sonra ne yapayım 0 - nun servetini... Bana yalnız İneim lâ - zım... — Halik, yavrucağım, asabivete ka - pılma.. Mektebini bitireli şurada kac ay oldu. Daha askerliğini yaptenks'n. İs a- İrivacaksın. Kazanı uzun zaman belki kendini bile güç yaşatacak. Değil ki bu kızeağı Ağabeyinin yardımı ol - madan, hele i'k zamanlarda, bir şey ya- İpamazsın. İkinizi de kara bir sefalete mi sürüklemek istiyorsun? Taş kesilmiştim sanki... Nihayet eriş- tiğimi sandığım o büyük, o eşsiz saadet avuçlarımın arasından sabun köpüğü gi- bi uçup gidecek miydi? Evet gitmeliydi. Halüku benim mah - rumiyet ömrüme çekel — Bir de ben kendişile konuşayım. Belki yola gelir. Halük halasının sözünü kesti: — Olamaz. Boş şey... Yalvarıyoruz zannedecek. — Nasıl olmazmış? Parasız pulsuz ken dini de bu zavallı kızı da bedbaht mı e - deceksin? yü du- — Efendimiz ne zaman döner acaba İ kallacığım?. - Ha... Nerede kaldık idi çocuklar... |Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte... İnelli köşkte Sultan Muradın döndü - Hünü ilk gören, Musa Melek Çelebi ol - İmuştu. Güllü Fatma, pencerenin önünde, gözleri kar sağnağına saplanmış, yolu gözlüyordu. Musa Melek, bazan uzun fa- sılalarla, bazan, unutup arka arkaya: — Geliyor mu? Diye soruyordu. Güllü Fatma, içini çe- kerek bu üç hecelik susllere kısacık ce- vabını tekrarlıyordu: — Görünürde kimse yok... Musa Melek Çelebi bir aralık sualini arlamak için çingene kızına dönmüş- , gözleri dışarıya kayıvermiş, ve, iki ağaç gövdesi arasında, üstleri bembe - yaz olmuş iki insanı duman gibi seçmiş- ti. Çocuğun sesi, birdenbire, billür bir ta- bağın taş üzerinde kırılışı gibi, sılonun nakışlı tavanına dağılıp yayılmı — Geliyor... VEDA | Murad biraz evvel çingene Güllü Fat- manın oturduğu yere, yorgun, perişan, Yi- kılır gibi oturdu. Deli Hüsey bir an için kör ve sağır ol i şahın, kendisini vezir sarayına gönde - rirken sevgili gözdesinden ayrılışının çok acıklı olacağını biliyordu. Pehlivan, ka- pının yanında, ayakta duruyordu, Gülü Fatma, gözlerini, şaşkın ahu'ar gibi, De - rüzünden Murada, Murad ne çeviriyordu, Padişah ke girerken, sanki dışarısının *n soğuğunu da beraber sokmustu. | kadın üşüyordu. Musa M&'ek, ken disine daima sonsuz bir sevgi ve şefkatle bakmış padişahın gözlerini, bu sefer, ken- disinden kaçtığını farketmişti. Musa Me lek ile Güllünün, ilk hatırına gelen, dör- düncü Muradın tahttan indirilmiş olması timali gelmişti. Sultan Murad, karşıla- , iri, vâcüdünün bütün ihtişamı ile 'an gibi uzanmış olan genç adâm, öm jr , dar, ve belki rutubetli ve karanlık İbir odada. insan vüzüne hasret mi geçi- recekti?* Musa Meleğin kulağından. padi » sahla beraber şehirde ve mesirelerde ge- zip dolaştıkları zamandan kalmış alkıs « Nikoletİzim kıhnan yab karamamesinin bir swre. lar ve sesler eskedivordu. Bu devlet Âli Osman Sultan Murad)” hanındır!... Musa Melek ile Güllü Fatma, korkma- İsalar, ikisi birden Sultan Murâdın diz- İlerine, ayaklarına atılacaklar, ve hiçkı - ra hıçkıra ağlıyacaklardı. Padişahın, Musa Melekten kaçan göz- leri, bir aralık, salonun küçücük kubbe- sinin koyu Ifciverd üzerine narya sarisi ve tirşe arabesk nakışları a- rasından, altın bir zincir ile sarkmış bir altın topa iisip kaldı. Ocağın alevleri, topun mücellâ sathında, nar taneleri gibi aksediyordu. Padişah, kendisini oyala mak hi bir an, bu altın içini boş mu, dolu mu olduğunu gi leri ile bunu bulmağa çalıştı. Fakat bu - nunla, hattâ belki bir dakika bile oyala- namadı. — Musaf, Halükun yüzünde bir an, içindeki bü- yük fırtınanın aksini gördüm. Derin de - rin içini çekti: — Evet, doğru... Seni bin mahrumi - yete mecbur etmeye hakkım yok İnci - gül. İyi bir hayat, rahat bir yuva kurum- caya kadar yıllar lâzım gelecek. — Asıl ben seni yokluğa çekmek is - temem Halük, Yüksek bir muhitin var. İyi doğmuş, iyi yaşamışsın. Bütün bur - İzrdan uzaklaşırken ihtimal mesleğini de karartmış olacaksın. Bunu sen istesen de ben rarı olamam. Mademki ağabeyini yu- müşatmak imkânı yok, ayrı'alım, beni u- nut! Yıkılacak gibiydim. Birden “kendimi onun kolları arasında buldum. Ve kapa - nan bir kapı sesi duydum. ire hanım eferdi bizi yalniz bırakıp cıkmıstı. — Seni mi unutmak, İncigül1? Bu, müm kün mü? Senden ayrılmak bana canım - dan avrılmaktan bin kere daha güctür. — Bana da Halük! irbirimize böyle daha neler söyle - dik, neler!... Fakat onları kimsenin gö - remiveceği baska bir deftere, ruhumun defterine yazdım. İmkânsızlıktan kurtulmak için müte - madiyen bir çıkar yol araştırıyordum. — Halükum, dedim, anneme sid bir kusuru neden ben bütün ömrümce çeke- yim, Ağabeyinle bunu konuşmadın mı? Belki de hiç bir şey bilmiyor da sırf fa - kir olduğum için itiraz ediyor, Itırabı arasında gülümsedi: — Benim tatlı İncim, O bahse açıkça temas etmedi. Teferrüata girişmek âdeti değildir. «Kanaatlerimi biliyorsun. Bun - lara aykırı gitmene öz vumacağımı urm- ma.» dedi. Zaten gile meselesi de olma - . |lamağa başla «Son Postar mm tarihi tefrikase 124 Hazin bir veda | Bus Sulti Hin sul birinci Suk İtan Ahmed hanın oğlu dördüncü Sultan Murad hanın değildi. Sanki, derin bir kü- yunun dibinden, birisi inler gibi seslen * mişti, Musa Melek Çelebi korku içinde koştu: — Buyur padişahım... Deli Hüseyin gözlerini yummuştu. Fa- kat, padişah huzurunda kulaklarını tıka- yamazdı. Bakışları şaşkın ahular gibi do- Jaşan Güllü Fatma, Deli Hüseyini görün- ce padişaha döndü Murad elini uzatıp Musa Meleği ko - undan tutmuş, kucağına, bağrına çek * miş, çocuğun güzel başını kalbine basa - rak ve kuvvetli kollarımı onun marin tü kapanmıştı Artık Gül'ü Fatma da boşanmıştı. Bir zamanlar erkek kıyafetinde çingene İbo adı ile İstanbul: fetlerinden, en meşhur ki ri olan bu dilber kadın, arkas işi nefis bir çini panoya yaslamış, avuç ları vüzünde ağlıyordu. Musa Meleğin körpe hançeresinden çıs kan hıçkırıklar, Muradın gür sesine kö - rısıyordu. İnci"i köşkün kalın taş duvar» larından ve kalın ceviz kapısından et cıkmazdı. Fakst, dısarıda bu hıçkırıkları bir isiten olsaydı, onları, bir sevgili, ölün nün başucunda ağlaşan ana, baba ve ev- Tâd sanırdı. De'i Hüseyinin göz kapakları sanki seffaf idi: Korkunc bir hafız» Muradın ve Musanm hayallerini önünden avırmis vordu. Avaklarının altında, köşk sallan il ii. Pehlivan, iri pençesini, va - iç ayırmadığı hancerinin kabza» na götürmüstü. Dışarı fırlamak, çiz - mesini sivmeden kar üstünde yalın ava Koşarak Sultanahmed camiine varmak is tivordu. Orada, kavıları kapayıp boğun - caya kadar fitnecileri doğrayacaktı. Son- ra, kanıları acacak, camiin kapılarından sel gibi kan bosanırken, İstanbul sokak- -İlemnda bağıra bafıra kosu dolaşacaktı" Bu devlet ÂN Osman Sultan Murad Hünındir!.. Pehlivan Deli Hüseyinin gözlerinden de vaslar bosanmağa baslamıştı. Muradın bendesi. ar âsığı, baba - askeri, usağ uhafızı, pehli- 1. delisi göz vaslarım dire sindire, Wıckmksız. sessiz akıtıvordu. Deli Hüse- İyin de. Gül'ü gibi, avuçlarını yüzüne kas paymıstı. Murad. Musa Meleğin basından tekke sini cekip attı. Evlâd yerine büyütmekte olduğu Musanın saçlarını çiçek gibi kol ı. Padişah. gözdesinin vü - züne bakmağa cesâret edemiyerek, kulas ğina, kesik kesik anlatmağa başlad — Musa... Benim oğlum... Seni Vezir sarayına gönderirim... Receb Paşa ile Mustafa Paşa kefildir. Sana orada zarar erişmez benim meleğim... Burada, Sara- yı Hümayunda Allah göstermiye ki bif hata olur deriz.. Musa... Benim oğlum... İnşallah üç günden seni aldırtırım... Sim ji seni giydirsinler (Arkası var) sa senden şüpheleniyor. gBir seneye kal mez aldatılan kocalar srâsi karışır » sın.> diyor. Hatırlatma İncigülüm. Söy » Terken tüylerim ürperiyor. Gözüm istemeden karşı aynaya bak « Ri — Benim yüzümde bu kadar fena mâ- nalar mı var Halük? — Sende fena mana olur mu benim melek İncigülüm. İncesin, güzelsin, ci - cek kadar tazesin. Yalnız... Yalnız farla sicaksın. Ates gibi yakıcısın. Yanında biç bir erkek kavıdsız duramaz. Ona da se - beb galiba şu kızıl saçlarınla, yaramaz. görlerin... (Aklıma Karmen gecesi geldi.) — Evet, belki biraz varamazım. Faksf «enin karın olunca her seve veda. Büyük saklar en yaramazları bile uzlandırıyor, meleklestiriyor. Fminim. ağabeyin seni nasl sevdiğimi bilse inadında israr ede- mezdi, Bunları söylerken (o zihnimden simsek gibi bir fikir gecti. Büvük bir timidin he- yecanile titredi — Aklıma bir plân geldi, Halik aroma kimse bilmivecek, Hemen pansivona dö « nüyorum. Beni yarına kadar arama. Ys- rın sast tam on ikide gelirsin. Plânm suya düşerse birbirimize bütün bütün ve da ederiz: Bu son ve ümidsiz bir hamle... — Ne olduğumu bana da söylemez mi- sin? — Hayır... Sen sade dediğimi yap, U- nutma ki ikimizin de hayatı buna bağb (Arkası var) ve dehşet Ğİ lesine dolıyarak gürliyen hıçkırık -