28 Ocak 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

28 Ocak 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Reşad Efendi onu sevmezdi de Vahideddini sever mi idi ? - Salâhaddin Efendinin bitmez tükenmez para derdi - Aidülhamid çocuklarının besledikleri kin Hayatımın sarayda geçen dürt seneye'cetrafile kendisinin arasına soğuk bir ha-'siyeti esnasında uzun senelerini yakın zamanında ne kadar insan gördüm, kaç çeşid simaya mülâki oldum, ne nevi meşreb ve mizaç sahiblerile temas et - tim; hiç bir zaman, ömrümün hiç bir saf- basında bu kadar zengin müşahede ser - mayesi toplamış değilim. Bu simalarm başında hanedan azasını buluyorum. Sultan Reşadın biraderi Ke- malüddin Efendinin vefatından sonrâ saltanat yaş sırasile Yusuf İzzeddin, Va- hidettin, Salâhaddin ve, Mecid Efendi - lere intikal edecekti; bunlar zaman za - man saraya gelirler, sanki burada tenef- füs edilen havada kendilerine isabet e - decek nöbet nefesini istişmam etmek is- terlerdi. Pek yaşlanmış, ve, sıhhatine ne kadar itina olunsa gene ömrünün sonu - pa yaklaşmış olan hünkârın halinde, ka- inde neticeye daha ne kadar intizar e « dilmek lâzım geleceğinin bir delâletini okumağa çalışırlardı. Salâhaddin Efendi ile Mecid Efendinin önlerinde daha iki Padişah sırası bulunduğundan onlarda pek bariz bir istical emaresi bulmaz gi - biydim, fakat Yusuf İzzeddin Efendi ile Vahideddin Efendide böyle değildi. Ne © kadar ihtiyat ve temkin gösterseler, bel- ki de ben öyle farzederdim; ber ikisinde de Hünkârı sıhhatte ve saltanatın itmi - nanında buldukça «daha ne kadar süre - tek?» sualile üzülen bir hal var gibiydi. © *Hele Yusuf İzzeddin Bfendide bu sabır - sızlığa inzımam eden veliahdlikten iskat edi'mek ve kendisine aid sıranın Vahi - deddine intikalini görmek endişesi, gün- den güne artarak nihayet cinnet derece- sini bulan bir buhran husule getiriyor - du. Reşad Efendi onu sever miydi, bu -|nevvi malümat sahibi diye etrafa yayıl-İki zaman ile «Salâhaddin Efendi Mun cevabını tâ ilk günlerinde vermiş - tik, Abdülmecid evlâdile Abdülâziz ev - Mid arasmda ötedenberi o mevcud olan soğukluk âdeta kin mertebesini bulur - du ve bu his Sultan Reşad tarafından en ziyade Yusuf İzzeddin hakkında belirir - di. Bunu keşfetmek o kadar zor değildi. Sebebi de gayet zahir idi, Yusuf İzzed - din sırasını bek'iyen (bir halefdi, Sonra itiraf etmek lâzımdı ki onun şahsıda, değil Padişahm, maiyetinde bulunanla - rım bile merbutiyetini icab ettirecek ze - vahire malik değildi. Buna inzımam e - den huysuzluğu, titizliği de sebeb olarak — Evet.. hem de bir randevu evinin sahibesine.. Bir genç kıza âşık olsay - dın. sana bir kelime söylemek aklım - dan geçmezdi. Fakat düşün ki, her şe- yi bilivorüm. Teslim olmuştu. Mukavemet edecek taraf: kalmamıştı artık. susmayı doğ- ru buldu. — Sen. genç ve tecrübesizsin.. çok © oçabık iğfal edilebilirsin.. kendini mah. â vettiğinin farkında mısın?. © — Belki. fakat seviyorum baba. > Bu kırkını aşmiş, namussuz ka - |atmağa Çalıştığı, (yarattığını sandığı dın m:?. — O zavallı bir kadındır baba. hin. mukadderatın yuvarladığı bir bi- “ çaredir. SUyma rYoZzi © Padişah ve sehzadeler 3 Sarayda Yusuf İzzeddine karşı gösterilen soğukluk - Kitablar arasında Türklük Hâlâ “Osmanlı,, ile Türk arasındaki farkı anlamıyan ecnebi âlimler hakkında yazılmış dikkate şayan bir makale münasebetile Yazan: İbrahim Hoyi TÜRKLÜK; » da sistematik bir edebiyat tetkik ve Kıymetli bilgin, yüksek tarihçi ve eski) tahlilinin nasıl yapılacağını gösteriyor. Türk tarihi hocam İsmail Hami Daniş -| Hüseyin Namık Orkun'un, Bartık ve Beg- mendin, engin bir sebat ve hakiki ilimlre kitabeleri, Hüseyin Sadettin Arelin adamlarına yaraşan bir tevazula neşret -| (Türk musikisi kimindir) isimli makale - i va tabakası koydu. Huzura kabul edil - idikçe ne söylerdi, ne yapardı bunu bil - memekle beraber Vahideddin rekabetin- den doğan bir sinirlilik halile hünkârı bir çan sıkıntısı içinde bıraktığına şahid o - lurduk. Onu sevmezdi de kardeşi Vahi - deddini sever miydi, bunu da asla hatıra getirmezdik. Hatıra böyle bir zehab gel- je bile derhal onun sksine delâlet eden emareler belirmekte gecikmezdi, Salta - nat makamında bulunanların tam mana- İsile kimseyi, hattâ kendi çocuklarını bi - le sevemedikleri bilinmez bir hakikat de- | ğildi; fakat sevmekle onun zıddı olan his arasındaki farklardan geçilirken Sultan Reşadın fıtratında hileye, desiseye, hafi tertibata, karışık teşebbüsata (o inhimak olan bu kardeşi hakkındaki hissine üşü- mek, onu gördükçe, onu dinledikçe sir - tından bir buz seyyalesinin aktığını duy- mak tabirlerini muvafik buluyorum. Hissiyatını açığı vurmamakta pek ma- hir olan Padişah duygularının arkasında ne kadar saklansa bunu keşfetmek için İpek keskin bir zekâya malik olmak lâ - İzm değildi. Gene Abdülâziz evlâdından olmakla | beraber Mecid Efendi hakkında böyle de gildi. Şahsı sevimli, hattâ gövdesile bo- İyu arasında bir nisbet fıkdanına rağ * İmen yakışıklı o'an ve Padişaha hülül et- i mek yollarını, kibarane bir edadan çık « mıyarak takib etmek usulünü bilen bu şehzade Sultan Reşadın genç yaşından « beri oldukça sıcak duygularla telâkki et- tiği bir amcazade idi. Şöhreti lisah bilir, İyİ yazar, musikişinas, ressam ve müte - mış olan Mecid Efendinin saraya geldik- çe bu şöhretiniteyid edecek vesileler bulmamakla ber#ber tekzib edecek hal - lerine de tesadüf etmedim. Hele hemen bütün hanedanm hünkârı tazib ettikleri para sıkıntılarmdan. bahsettiğine vâkıf olmadım. Galiba hazinei hassa ile arala- İkrar ayni bahsi uzun uzun döküp saç - ! türlü mahrumiyetler içinde geçirerek manevi ve cismani bir harabe haline gelen ve meşrutiyet tekarrür ettikten sonra hü - kümetçe verilen tahsisat bütün mevcu - diyetini saran para buhranına kâfi bir jdeva teşkil edemiyen bu bedbaht adam saraya geldikçe huzura kabul edilinceye kadar merdivenlerden o çıkmağa kuvvet bulamıyarak sarayın âşağı kat divanha- nesinde deniz tarafında bir koltuğa ken- disini zor atar, ve orada soluya soluya, vaktinden evvel ihtiyar olan fersude ci-| gerlerini ve kalbini dinlendirirdi. Bu in- tizar müddeti esnasında ona ya başma - beyinci ya başkâtib refakat ederdi. Re » )fakat etmek değil, sonu gelmiyen bir lâf bolluğuna muhatab olurlardı. Merdiven- lerden çıkmağa cesaret edemiyen Salâ - haddin Efendi içinden çıkılam'yan, «Ne İsöyledi?, denirse bir türlü hülâsa edile - miyen bir söz tufanı içinde muhatabla « rını boğmak için kuvvet bulurdu, Bu fâf | kasıngasının bir muharriki vardı: Para. | Geliba hünkâra da böyle bitmez tüken - mez nutuklarla paradan bahseder olma - iydi ki o gittikten sonra hünkâr bizlere kısaca dört kelime ile işi anlatarak: —Maliye nazırına söyleseniz!, derdi. Biz de belki söylerdik amma ma'iye na- zırı usul baricinde ne yapabilirdi? . Bir! şeyler yapılamadığına Sâlâhaddin Efen- nin tekrar saraya gelişinde, © gene! tığında vâkıf olurduk. Bütün zavallık - ğına, sevimliliğine rağmen onu böyle sa- atlerce dinlemek öyle usanç veren reklere baygınlık getiren bir hâdise geldi» dedikleri zaman yanına gitmek âdeta bir! işkence hükmünde bizleri ürkütmeğe başlamıştı. İkinci üçüncü derecede şehzadelerden bahse lüzum görmüyorum. Bunlar da a- ra sıra, fakat nadir vesilelerle saraya ge- lir'er ve her gelişlerinde huzura kabul e- tiği (Türklük) mecmuasının ikinci cil » dinin dokuzuncu sayısı, cidden istifadeli yazılarla kültür âlemimize sunulmuş bu | lunuyor. Bu sayıda üstad İ. H. Daniş - mendin, Maarif Vekilimize hitaben yaz - dığı açık mektub, üzerinde durulacak mu- azzam bir vesikadır; değerli hocamın, or- taya attığı iddiasım destekliyecek bütün malzemeleri topliyarak, pek yakından ta- nıması icab eden dost ve müttefik bir devletin, tanınmış alimlerinden sümero- Joğ rahib (Hilaire de Barenten) in Os - manlı ile Türk ârasındaki farkı daha hâ-| lâ anlıyamamış olmasından başlıyarak, buna müttefik devletin ileri gelen şahsi- yetlerin de gerek makaleleri, gerek kon - feransları ile ayni hataya düştüklerini, daha hâlâ cümhuriyet rejimimizi, saltanat devri ile karıştırdıklarını, hü - kümet merkezini, imparatorluk payitahtı te'âkki ettiklerini bize bütün acılığı ile gösteriyor. Üstadım şu kanaati pek yerindedir: «Şundan emin o'mahıyız ki, eğer bun- lar anlatılmıyacak olursa (Türk) ismi da- ha çok zaman (Osmanlı) kelimesile ka - rıştırılacak, meselâ Türkiye Maarif Ve- kilinden bahsedilirken Osmanlı nazırı denilecek, Cümhuriyetle saltanat birbi- rine karıştırılıp duracak. (Ankara hükü- meti) yerine (Babıâ'i) denilecek. Türk kanunlarının conileri hâlâ kazıklattığın- dan dem vurulacak ve bilhassa menogo- lodilerin medeniyet kuramıyacakların - dan bahsedilerek Türe medeniyetleri, ge- ne Türk olmıyanlara maledilip gidile - cek Jean Dery'nin Fransa ile Türkiye ara- sındaki Ebedi möbadeleler isimli kısa, fakat özlü makelesi, böyük müsteşrikin edebiyat büyüklerimizi ne kadar yakın - İdan tetkik etmiş olduğunu, ayni zaman - rine geçmiş bir Padişah hakkında bu su-| retle kip izharını muvafık görüyorlar - dı. Bunu galiba pek beşeri bulan Sultan Röşad dervişane bir duygu ile hiç bir za- man onlar hakkında infial izhar etmedi, fakat kendisinden uzak kalmağa yeğ gören bu sultanlarla şehzadeleri de sara- ya davet etmeğe kalkışmadı. peyda yapılacak olan en haysiyete muvafık İ muamele onların küçük kardeşleri olan rında hiç bir zaman halli müyesser olmı- jdilerek padişahın iltifatına mazhar olur-| diğer ikisini gördükçe iltifat ve alâka nü si bu mevzularla alâkadar olanlar için cidden istifadelidir. Türklükteki, en kıymetli tetkiklerden biri de İsmail Hami Danişmendin pek ya- kında çıkacak olan Sümer ve Türk dille - rini gonetik, gramer ve etmoloji bakı - mından mukayese için yazdığı büyük e - serden alınmış bazı notlardır. Üstad bu yazısında Sümerlilerin ismi üzerinde du- ruyı Türklük mecmuası kültür dünyamız için hakiki bir kazançtır. İNANÇ mecmuası: Servetifünun mecmuasında güzel şiir- lerini, özlü tetkiklerini okuduğum, Hulü- si Dosdoğru ile, enişyesan hikâyeleri ile yepyeni bir çığır açman istiyen, bu yolda da sebatla uğraşan Bürhan Arpadın kol- lektif olarak çıkardıkları İnanç mecmua- sı iddia ettikleri, Türk edebiyatında yeis İ yeni bir dönüm noktası teşkil edecek mi- dir?.. Burasını daha şimdiden kestire - mem. Yalnız, mecmuanın pek itinalı, ori- jinallikte, ifrata kaçmıyan selim bir zevk le hazırlandığını söyliyebilirim. Mecmua- da ana yazıların ekserisini tercümeler teş- kil ediyor ki, bu temayülü cidden faydalı ve kültür hamlemiz için umudlu bulu - yorum, İnanççılar, muhakkak ki edebiyat züppeliği yapmak istemiyor, bilâkis, va- karlı bir hava ile karşımıza çıkıyor, San'at, fikir, aktualite serpantilerini üze « rimize serpiyorlar, San'atı bir cemiyet il- mi olarak kabul eden İnanççıların bu şuurlu düşünüşlerini samimiyetle alkışlı-' yorum. Şahsiyeti kadar, mısraları da ince olan, deruni hislerinin mahfazasından çıkmak feragatini gösteremiyen Mehmed Selimin (Işıltılı kuşlar) isimli şiiri, şaj » rinin kâh ihtiraslı, kâh içli duygularıni a- (Devamı 11 inci sayfada) tirmek mümkün değildir. Fakat onlarm kendisine karşı sadakst ve merbutiyet duygularının bu tezahürünü bir baba hissile mutmain olarak telâkki etmiş ol- sa bile, öyle zannediyorum ki, hanedan âzasının, ne olursa olsun, büyüklerine karşı daima göstermekten hâli kalmadık- ları, velev süveri ihtiram vazifesine mu- halif olan bu halin devamına müsaid bir nazarla bakamazdı. Sırası gelince hikâye edeceğim ki biz- yan bir para meselesi vardı, fakat bu -Jlardı. Abdülhamid evlâdına gelince Ab- nunla hünkârın ve onun tarafından biz-İdürrahim ile Nureddin müstesna olarak, lerin alâkadar olmamıza bir sebeb zuhur | kadın, erkek, hiç bir vesile ile amcaları - etmedi. nı görmeğe lüzum hissetmediler. Hal'e - Salâhaddin Efendi için böyle dene -İdilen ve Selânikte Alatını köşkünde ih - Mmayişlerini ibzal ile sarfetmek idi. Bul zat kendisi makamı saltanatı işgal eder kabilden işleri pek iyi idare eden hün -| ve kendi makamına kaim olan birkaç yaş kâr da bu usulü tatbik ederdi. küçüğü Sultan Reşada karşı vesile düş - Abdülhamid, evlâdından büyük yaşta |tükçe hürmet âsarı göstermekten; hiç bir olanların amcalarına karşı olan bu barid| zaman hâli kalmamıştı. mezdi. Babası, Sulten Muradın mahpu -İtilâttan memnu yaşayan babalarının ye - «Son Posta» nım tefrikası: 14 ziyette kendisini koltuğa bıraktı. Ye - bir eser yıkılmıştı. Mukadderat ne 'n- du. Evvelâ karısı, şimdi de oğlu.. Cavi-İğını düşünüyordu. Derhal tertibat da din fenx yolda, artık geri çevrilmiye.İalmak icab ediyordu. Çünkü iki kardeş ık uzun mesafeler katettiğini anlı -İzamanlarını umumiyetle beraber geçi- Niyazi bey boğuluyordu. Yerinden|“© Gi fırlayıp oğlunu yakasından yakaladı: — Bu da felsefesi değil mi işin? O - rospu felsefesi. namussuzluğun eshabı muhaffefesi,.. Kendisini böyle mi sa - tıyor. sena hal... “ Delikanlıyı fena halde tartaklıyor - İV dei üzerine Güner içeriki oda -|â'asında iki reçete buldu. Bu reçete - dan koşmuş. içeri girmişti: — Ne oluyor baba!,.. “ Niyasi bey kızını karşısında görün.|ismi vardı. Şüpheleri tahakkuk etmiş- ce, delikanlının yakasını bıraktı. İra -İti. Çocuk hastalık almıştı. Bu frengi desin, itidalini kaybetmişti. Elile iki-|mi. yoksa frengiye nisbetle daha ehve-İçocukla alâkasını kesmesini istiyecek-| gelmez kendisini sine de kapıyı gösterdi. Omuzları çö - İnişer bir hastahk mı idi? . kük. kolları yana sarkmış, bitkin bir va) Reçeteleri başka bir emrüzı zühre - w - İriyorlar. öpüşüyorlar, birbirlerinin e - DÖRDÜNCÜ SAFHA Jinden ökeberi kaparak yiyorlard.. Da- OĞLU KARISI ir temas halindeydiler. Bu mel'un line kik ve.. cinayet; hastalığın kızina da geçmesi ihtimali Niyazi beye bir gün oğlunün odasın- onu çıldırtıyordu. İşi kökünden hallet- d meliydi, Tedavi, çocuk o kadına devam da bir araştırma yapinıştı. Bir kitabın ettiği müddetçe faydasızdı. Evvelâ a- Yâkayı koparmak, çocuğu içine düştüğü bu çukurdan kurtarmak gerekti. Şu kararı verdi: Gidip bizzat o ka- dınla konuşacaktı. İcab ederse, tehdid lerin üzerinde İstanbulun en tanınmış bir emrazı zühreviye o mütehassısının her telbir faydasızdı. Zira. Cavid. ne > CENNETLİK GÜNAHKÂRLAR w— i ökürdü dilirse. edilsin bir viye mütehassısına götürdü. Netice |kadar mene yolunu çok feci idi: Oğlu frengiye yakalan -|bulup, gene o kadına kaçacaktı. Belki mıştı. Süratle müdahale etmek lâzım -İde isyan edecek eve hiç uğramıyacaktı. tali- safsızdı; varını yoğunu elinden aliyor-İdı. Bu müdahaleyi ne şekilde yapaca- hareketini tasvib eder miydi, bunu kes- Halid Ziya Uşaklığil — Trabzondan gelmiş. tüccar Has- nun be; de,,, Hizmetçi gene mütereddid idi. Kapı- yı, içeri girmesi için biraz dahar arala- mıştı, Fakat çekingenliği aralanmamış- tıdaha.., Merdiven başında hizmetçi kız. ök- sürdü. Bu bir parola olacaktı. Yukarda koşuşmalar oldu. Oda kapıları telâşlı telâşlı örtüldü. Hizmetçi onu ikinci kata çıkardı. Mü. kelief döşenmiş bir odaya soktu. — Haber vereyim! diyerek kapıyı kapayıp uzaklaştı. Niyozi bey bir sigara yakmıştı. söze N nası! başlıyacağını, kadına karşı alacağı miydi? vaziyetin hududlarını nereye kadar gö. Ona kapıyı bir hizmetçi açtı, Buna |türeceğini hesablıyordu. Onu odada açtı, denemezdi. kız sadece kapıyı ara.|çok fazla yalnız bırakmadılar. Daha Yamıştı. İçeri doğru atılacak ilk adımda doğrusu içeriki odadan akseden sesler, Tecrübesiz, toy oğlunu bu vaziyette bı. rakıp. ne hali varsa görsün diyebilir edecek, yalvaracak. para vadedecek, |hatırlemazlar. Fakat İstanbula ti. Böyle yapmadığı takdirde alacağı | Haber veriniz. örtüvermek için hazır tutuyordu. — Ne istiyorsunuz? — Aysel hanımı göreceğim: — Siz kimsiniz?. Ters bir cevab verecekti. Sonra evin vaziyetini düşünerek hizmetçinin bu sik eleyip sık dokuyuşuns hak verdi. — İsmimi söylersem beni birdenbire 2 gelir görmemi söylemişti. — Kim diyeyim? “© © onu kendi kendisile başbaşa kalmaktan alıkoyuyordu. Bitişik odada bir kadınla bir erkek konuşuyorlardı. Buna konuşma da de- nemezdi. Bir münakaşaydı. konuşma olsa bu derece vazih duyulmazdı. Ka dın hıçkırarak konuşuyordu. Niyazi bey konuşulanları dinlemek istemiyor- du. Fakat sesler. aradaki duvarı hudud tanımıyor. cebren geçip Niyazi beyin kulağının tâ dibine geliyordu. > 4 TArkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: