p | | Bilet gişesi önünde sıra bekliyenler, © düşünceye “dalmış kocaman bir kırkayak gibi ağır ağır kımıldıyorlardı. Can sikmtım ile elindeki bavulu yere düşüren Şütihin: — Buyurun bakalım, dedi, gel de işin içinden çık. Trenin kalkmasına ancak se- kiz dakika var, halbuki henüz daha bilet almamışların sayısı yüzü buluyor. .Suptsov, şen bir tavırla ayağı dibinde #urmakta olan kim bilir kime sid ba - tlice bir tekme indirerek; — Aldırma, dedi, sen işine bak.. Biz olsa bilet alırız. Ben öyle bir usul biliyorum ki, bunun sayesinde hiç sıra fi- lân beklemeğe lüzum kalmadan biletle- gimizi alırız. — Bu nasıl usulmüş bakalım? Suptsov cevab verecek yerde, karnını | we sırtım boyalı ve kirli duvara sürtme- ğe başladı. Kasketini üç defa yere vurdu. Baçlarına karma karışık bir manzara ver. di. Sonra da: — İşte böyle, dedi. Şimdi sen beni, bir). deli götürür gibi bilet gişesine götür. Ben, güya akıl hastanesinden kaçmış bir| deliyim,.. Sen de, hastanenin adamları gelip götürünciye kudar, beni muhafa - zaya memur birisin!.. Anladın mı? Suptsov, tükürüklerin! çenesinden a - Şağı skıtarak tuhaf bir yürüyüşle gişeye doğru yürüdü. Gişenin yanina sokulunca, düşünceye dalmış kocaman bir kırkayağı andıran kalabalık harekete geldi: — Sıraya gir!.. Hey arkadaş sıraya gir!. Bizim canımız yok mu? Ananın açıkgöz Oğlu sen misin? Suptsov, gişeden itibaren beşinci ola - tak durmakta olanın kulağına eğilerek mahrem bir eda ile: — Esasen bana merhum Navuhodno - sor söylemişti. Bilmem siz merhum Na. Wuhodnosoru tahir mısınız?, Hani canım Şu meşhur Babil hükümdarlarından Bal- tazarın yeğeni olan Navuhodnosor? İşte | ©, bana bir gün demişti ki: «Bu dünyada senden ve benden başka kimsecikler yok!.» “Son Posta, nın Hikâyesi Gişeden timarhaneye İHR. Çeviren: Sıranın en sonunda durmuş olan bir| yolcu: — Deli mi? diye tekrarladı. Fakat ne olursa olsun; deliler de sıra beklemeğe mecburdurlar. Suptsov, yavaş yavaş bu sözleri söy - liyenin yanına yaklaşarak elini okşams- ğa başladı? — Ne dediniz. ne dediniz? dedi, Yani siz de mi? Sizi hastaneden ne zaman ta- burcu'estiler? Sizin deli gömleğiniz nere- de kaldı? Kendisine hitab ediler, sıranın sonun. daki adam birkaç adım geriledi. Suptsov büyük bir canlılıkla bütün sıra bek - Hyenlere hitab ederek: — Bana bakın, dedi, toreador olmam itibarile ben sadece boğalarla dövüşü rüm. Köpeklere ehemmiyet bile vermem! Şütihin, sıranm diğer tarafına geçe - rek lâalettayin iki kişinin kolundan tut . tu ve onlara İzahst vermeğe girişti: — Bu delidir. Dün timarhaneden kaç- 1. Şimdi de farkına varmadan onu tek - jrar hastaneye götürmeğe çalışıyorum.. Aman çok rica ederim, herifi kızdıracak bir harekette bulunmayın! Kendisini yal Diz bırakmadığım için hastaneye bile te- lefon etmeğe irakân bulamıyorum. Sira bekliyenler, korku ile Suptsova bakmağa başladılar, Diğer taraftan kas. ketinin viziyeri, yeni bir lâstik gibi pa « mil parıl parıldıyan birisi, sıradan ayrıla rak bir tarafa gitti, Suptsov boş durmuyor, ve gişeye ya - kın olanların burnu dibine sokularak en - vel türlü deli taklidleri yapıyordu. — Rica ederim, karnıma dikkat edi . nizi. diyordu.. Tıpkı sahici karın. Size doğrusunu söyliyeyim mi? Karnım şua ina kadar sahici bir karın idi. Fakat şu | andan itibaren bir Kafkas kayası oldu. Suptsov, saçmalarına devam ediyor « du: — Bana herkes niçin hürmet ediyor, biliyor musunuz? diyordu. Çünkü ben is. tediğim yere, istediğim bir uzaklığa tü . kürebilirim. Meselâ arkadaş, size kadar — Yoldaşım, rica ederim, bunun lediklerine ehemmiyet vermeyiniz, de - di. Bu zavallı hastadır; akıl hastasıdır. Yani delidir. süküneti içinde se - sim çok kuvvetli bir akisle etrafa da - Rıldı. Kim bilir, belki de rüzgfir bu se. $#i tâ uzaklara, hattâ çifliğe kadar bi. le götürdü. Rüzgür.. ağaçların fısıltısı, bu tenha yerlerin en güzel, en sevimli ve en tatlı musikisi... — Tap!.. Tapl. Bu defa sesim biraz daha sinirli idi fakat yine ağaçların yaprakları arasın- da dağıldı ve öldü... Yalnızlığımın sa. dik arkadaşı olan köpeğim cevab ver - miyor, onu çağırdığımı işitmiyor, bel. ki de işitmek istemiyordu. Şimdiye kadar en küçük bir işare - time koşan, sesimi duyar duymaz dağ, bayır, orman demeden koşa koşa yanı. ma gelen ve önünde hiç bir mania ta - nımıyan Tap, nasıl oluyor da onu ça - gırdığımı duymuyordu? Bunun vukuu yoktu. Öfkem başıma sıçradı ve kendi kendime mırıldandım: — Ona bir âlâ ceza vereyim de gör sün! Çok sevgili köpeğime bir fiske bile © vurmıyacağımı bildiğim (halde sade hiddetimden bunu söylüyordum; onun sakat ayağile seke (o seke bana doğru geldiğini görür görmez derhal yetken. fi öpeceğimi- biliyordum. Tap'ı üç sene evvel bir gün Bursada bir sokak kenarında yaralı olarak bu. ta, hakikatte ise korkumç bir ecel be - şiğinden başka bir şey olmıyan bir o - mis ve onun küçücük ayağım kopar - mıştı, Gözlerimden yaşlar boşanarâk ona koştum; kucağıma alıp çiftliğe geli dim ve onu kendi eli e A A ŞA Ça baktım ki birkaç gün $ - başladı; fakat bu defa üç ayağile... Mup almıştım. Sözde medeni bir vası « tomobil zavallı hayvanı çiğneyip geç- Tap'ı çok seviyorum amma bü sev « *mde galiba birâz istibdad ve tahak- tüküreyim mi? Kendisinden bilet istemek için hiç bir elin uzanmadığını hayretle o gören çal küm var; onun göl gem gibi beni ta - kib etmesini, ben » den bir saniye ay - rılmamasını ve hat- ii enden başka hiç kimseyi sevme 'mesini yordum. Çok hassas ve a. kılı olan köpek bu nu anlıyor. benim içimden O geçerieri benden çabuk keş - “ediyor olmalı ki sahici bir gölge gi- bi eteğimden ayrıl miyor ve ben ağaç lar arasında, yahud bir yamacın tepe - sinde durup dinlen diğim zaman o da H. Alaz — Bilet almıyor musunuz? diye sordu. Suptsov, güya burasının bir gişe ol - duğunu henüz görmüş gibi yaparak bilet- çi kadına doğru döndü ve: — Burası bilet gişesi mi, dedi? Şu hal- de lütfen bana yedinci veyahud sekizin. ci sırada olmak üzere Bel-etaj için üç bi- let veriniz! — Vatandaş, burası şimendifer gişe - sidir."Şaka yapmamanızı rica ederim. Suptsov elile alnını oğuşturdu. Müthiş bir fikri faaliyeti ifade etmek ister gibi altını kırıştırarak! — Şu halde, dedi, Briyansk'a kadar iki tane üçüncü mevki bilet veriniz!. Sıra bekliyenlerden bir kısmı söylen- meğe başladı: — Herif deli meli amma, nihayet ken. disine lâzım olan şeyi pekâlâ akıl etti. Suptsov, kendisine uzatılan biletleri ve paranın kusurunu dikkatle avucuna aldı. Pârâları ihtimamla saydı. Noksan verilen 4ki kapiğin tamamlanmasını iste. di. Ve gülerek gişeden ayrılırken, gişe « nin yanında durmakta olun yolculardan birinin karnına pârmağile dokundu: — Kardeş, dedi, şu seninki işkembe mi, yoksa kaya mı? Heh, beh, heh! Karnma dokunulan sdam, korku karnını geri çekti, İki arkadaş işlerini bitirerek sevinçli bir hölde perona doğru ilerlerlerken, Suptsov, omuzuna dokunulduğunu bis - setti, başını çevirdi. Arkasında, imdadı sıhhi teşkilâtının iki memurile, sıradan koşa koşa ayrılan viziyeri parlak kasket. li adam duruyordu. Viziyeri parlak kas - ketli adam, nefes nefese; — İşte, dedi. deli budur. Babilden fi. lân bahsediyor, daha bir takım saçına - Jar savuruyordu, İmdadı sıhhi memurlarının kıskaç gi- bi ellerinden sıyrılmağa çalışan Suptsov arkadaşına hitab ederek: — Şutihin, diyordu. Bu da nesi? (Son ra memurlara hitab ederek) vatandaşlar ben akıllıyım.. Ben mahsus deli taklidi yaptım.. Şaka olsun diye Babilden bah- settim.. Yoksa ben sizden de akıllıyım.. Şutihin de arkadaşının sözlerini tas - dik etti: — Evet, evet, arkadaşım tam akıllı biz ie DAĞLARIN R ARI idir. Mektebin çalışkan muallimi Hidayet Türker, ders saatleri haricinde köylünün boğa büyütme istasyonu kurulması ka - Samsunun köyü: güzel bir Balaç Samsun Çrrususi) — Samsun civarının güze) köylerinden birisi olan Balaç, Cüm buriyetin feyizlerinden nasibini almış şi- imizdendir. Bir vakitler tama» mile ihmal edilmiş bir veziyette bulunan bu köyde son seneler içinde açılan mek- teb binası, köyün kalkınmasında mühim bir tol oynamıştır. Tam devreli ve mo - dern vesaitle mücehhez olan bu mekteb, köylünün gözbebeği ve sanki bir mabedi- Çukurovada sığırların ıslahı Adana (Hususi) — Çukurovada sığır. eılığın ıslahın: temin için Adanada bir rarlaştırılmıştır. Tesis edilecek bu istasyonun kadrosu elli beş boğadan aşağı olmıyacaktır. Bun- ların muhtaç olduğu meyva, çayır, su ve ahırlar temin edilmektedir. Kurulacak bu istasyonun tesis masraf- ları Adana hususi muhasebesi tarafından ödenecektir. Mühim bölgelerde böyle birer #stas - yonun kurulmasını esasen Vekâlet ka - rarlaştırmiş olduğundan şimdiden ha « zıri:klara başlanmıştır, irşadına, birçok sahsda köylünün kal. kınmasına yardıma çalışmakta olduğun - dan umumi bir sevgi kazanmıştır. Köylüler, her sahada, çocuklarının te- nevvürüne çalışan bu kültür ocağına beş vurarak tanışmakta ve her iyi fikrin mek teb sıralarında doğacağına artık iman et- miş bulunmaktadır. Balaç köy mekle - binde telefon tesisatı da vardır. Köy ço - cukları mekteblerine büyük bir sevgi ile bağlı bulunmakta ve çok çalışkan olmak- la temayüz etmektedirler. Biyada tayin ve tahviller Biga (Hususi) — Bu defa inhilâl e. den Biga belediyesi muhasibliğine be iediye kâtibi Cemul, kâtibliğe daktilo İsmail Kunt, tahsildarlığa orta okul mezunlarından Kemal, Iususi muha. sebe tahsilât kâtibliğine tahsildar Hak. kı Poyraz, orta okul kâtibliğine, me - zunlardan Fatih tayin olunmuştur. A- diyaman inhisarlar idaresi veznedar « lığından Biga inhisarlar idaresi muha. sebeciliğine tayin edilen Ziya Mermut gelip işe başlamışlır. Bigaya bağlı Dimetoka nahiyesi mü dürü Besimle Lâpsekinin Beyçayır na hiyesi müdürü Fuadım becayişleri icra kılınmıştır. ———— ii "ın. adamdır. Onun aklındin hiç bir zoru yok... Parlak viziyerli adam bilgiç bir tavir. a: — Arkadaşlar, dedi, siz onun söyledik- lerine ehemmiyet vermeyiniz Onu he - men götürünüz!. Çünkü bütün deliler a- kıllı oldurklarını iddia ederler. Onun için siz durmadan onu gö i nümde minimini de re ve ileride tepe - ler, dağlar. dağ» lar... Son bir defa da « ba: — 'Tapl Diyerek köpeği - mi çağırdıktan son” ra yüzükoyun otla. rm üzerine uyan - dım, dirseklerimi yere dayıyarak çe nemi âavuçlarım İ « çine aldım. Bu va * niyet, «Yeşiise ke carında bulundu » Zum zaman aldığım en rahat vaziyettir. Eğer köpeğim ya » hemen sakat bacağını uzatarak bur -|ve kıvrıla kıvrıla akan suya bu ismi|nimda olsa, o da ayaklarımın dibine nunu yere yatırıyor ve ayaklarımın di|ben verdim. «Yeşilsu» burada minimi- | uzanacak, ikimiz de saatlerce buranın bine uzanıyor. Ancak bugün Tap sadakatsizlik et “ tiği için onun genç hanım: buna öfke. lenmekten kendisini alimıyor. Güneş, ağaçların sık yaprakları ara. sından yer yer ince bir çiz süzülerek yeşil otların üzerinde oyna - şıyordu. Ben dağa doğru tırmandıkça ağaçlar seyrekleşiyor, ışık fazlalaşıyor ve dağ bayır tirmanmeaktan tabanları. aşınmış ayakkabılarıma taşların battığını his-|y sediyordum. Birdenbire karşıma Taşların arasından, «Yeşilsu» çıktı. bir karış eninde halinde | si ni bir şelâle halinde alıyor ve benim gibi su delisi, daha doğrusu su âşığı bir kız için onu yakından rek, elleri « mi ve ayaklarımı ona uzatıp serinle - üyük bir zevk... Hattâ yazın, lerde, kimsenin uğramadığı bu yerde çırılçıplak soyunup bir karış eninde akan suyun üstüne boylu bo - vumca uzandığım bile oluyor. Ensem. den belime doğru akan buz gibi sular bana ömrümün en tatlı hazzmı veri - de oraya gelince kahbimin se. hissettim. OEtrafım - kestane ağaçları, biraz ileride-ge » İda güzelliğin seyredecektik. Evet, burası benim (için dünyanın en güzel yeridir.. Kestane, çınar, me - şe ve çam ağaçlarile çevrilmiş loş bir yer... Ayaklarımızın altında ve başı - mızın üstünde sayısız tepeler, mor, y&- şil, sarı, pembe, kızıl ve beyaz dağlar, ucu gelmiyen, başı olmıyan dağl Ben cahil hir kızım. dünyayı ve İn. sanlar: tanımam. kendi / çiftliğimizin| dışındaki hayat: bilmem, fakat muhay yilem çok kuvvetlidir ve insanlar gibi hayvanların, otların ve eşyanın da bir: ruhu, bir sırrı olduğuna kaniim. Öyle ya; bazan kalbim, anlayamadığım bir niş bir çamlık, Ö - Sıhhiye memurları, parlak oviziyerli adama dik dik bakarak: — Sanki biz bunu bilmiyor muyuz? de- diler. Ve, etraflarına biriken halkı dağıtarak Suptsov'u «can kurtaran»; arabasına dığ- ru sürüklemiye başladılar. Bu #radâ lokomotif keskin bir düdük çaldı ve şimendifer hareket etti, sebeble sert sert çarpmıyor mu? İçim. kiç beklemediğim bir anda acayib bir sevinçle dolmuyor mu? Başım hemen havalanıp uçacakmış gibi hafiflemiyor mu? Tap da benim gibidir, o da hiç lü- zumu yokken birdetbire sevinçle hav- lar; durup dururken yerinden kalkıp zıplamağa, koşmağa (başlar... Bunlar bizim içimizde bir sirrm mevcudiyetini isbat elmez mi? Çok defa burada çe nemi avuçlarım arasına dayayıp etrâ- fıma bakarken «Yeşilsu» yun da bir - denbire coşup taşacakmış gibi kabar dığını, ağaçların yapraklarının kıpır - dadığını, dalların (birbirlerine doğru eğilerek fısıldaştığını görürüm. Onla - rın da bir sırrı vâr mutlaka... Hele dağlar... Bu mor, yeşil, sarı, ef İâtun, siyah ve bevaz tepelerin her bi ri başlı başına bir âlem; ber birinin kendine mahsus esrarı var... Bazan © onlarâ bakürken içime dolan derin hü3 nün de sebebi bu... şıda (ince ince akan suyun yaslandığı yamacın çok gizli bir romanı var., Bunu bir gün dadım be na anlattı; öna da vektile büyük anne © si söylemiş imiş. Ne zaman şuraya W © zansam o çok eski masalı hatırlarım: — Vaktile, çok eski zamanlarda, dö; ha bu yerleri Türkler almadan evvel burada, mavi bir göl kenarındaki sar? yamaçta büyük bir şato varmış. Bu $*“ toda zengin ve güzel bir derebeyi olü” rutmuş. Yüzü, huyu ve bilhassa göz ” Teri o kadar yi ki v il gözlerinin şöhreti yedi iklime, bucağa şöhret salmış imiş. | O zaman, şu karşıki beyaz vepleri kudretli bir kral hüküm | Derebeyinin güzelliğinin şöhreti gr İkadar varınca, bunu çekememiş ve © nun gözlerini dünyaya kapatmağı we. rar vermiş. bi pp vg Mal m Gel e min ii bi am sosa “8S # SF EEFPEES AZADE RD UZZK “2 ev aza RO OYNA m yp...