| A akm ki m DİR ne i “Sen Posta,, nın Hikâyesi “uman: İİ HAYIR SAHİBİ YL, Çeviren: Kâmran Şerif yiz © Tenha sokakların garib bir hali var - W€ 'dır. Bir yeri ilk defa gören yabancı in - #aniar orada kırk yılık O ahbab olurlar. du. «Ben kırk yılda bir hekime gidiyo - rum. Öyle yarım yamalak iş görmek is - temems dedi, Nihayet «peki, dedim, ne - SON POSTA | — Gelin öyle İse bir merdiven araya - Koluna girdim. Bahçenin köşesindeki Bir bakış, belli belirsiz bir gülümseme â-| rede ise tarif et de gidip alayım.» Tarif |bir kulübeye doğru yürüdük. Kapı ke- i E Gehelüttarık b (Baş tarafı 7 inci sayfada) diğimiz yerlerin tahkimi ve buralara en ığır ve ağır top, obüs ve havan yerleştir. mekle beraber hava üsleri kurmak. İspanya buna imate edilebilecek midir? Tadaki yabancılığı bir an içinde kaldırı -| etti, Treni kaçırmamak £ için koşa koşa| aplıydı. Fakat üzerindeki halkadan tu . | P0DU diğer bir yazıda esaslı bir surette Verir, mükâlemeye yol açılır, Durup du-| buraya geldim. Aksilik, o dedim a... Bu| tup şöyle biraz kaldırınca açıldı. £ cürken hiç tanımadığınız dost olursunuz. Bizimki de tıpkı böyle oldu. Köşkün kapısı önünde duruyordu. Bel- Mi ki kapıyı açamamış, açtıramamıştı. Ha- ndeki tereddüdü farkettiğimi görünce © benden meded umar gibi yüzüme baktı İşte bu bakış aradaki yabancılığı gider - meğe kâfi geldi, Gülümsedim: — Galiba anahtarı içeride unuttunuz? Dedim. O'da gülümsedi: — Ona benzer bir şey oldu, dedi. Parmaklıklı kapıyı itip içeri o girdim. Misafir karşılar gibi bana doğru geldi. Hemcinsime yardım etmekten hoşlanan bir adam olduğumu hemen anlamış, da - © ha şimdiden bana karşı müteşekkir, min- Ni nettar bir tavır almıştı. , Başına geleni anlattı: — Efendim, sağ olsun, halam bir müd- dettenberi rakâtsız... Mektub yazmış, | «oğlum, ben yalnız becerib gidemem, Gel, elimden tut, beni hekime götür: di- yor. Ne yaparsınız; hala demek anne ya İris... Daireden izin aldım, İN — Kalanız da İstanbula inmiş galiba... Ş — Hayır. ne münasebet... Râhatsizdir, kendi kendine İstanbula inebilse beni buraya kadar çağırır mıydı, © — Hakkınız var. İ Başını iki tarafa sallıyarak: © — Aksilik, - dedi. Işin böyle aksi gide e ceği sabahleyin vapuru kaçırışımdan bel. i, Mi idi. “ bir adamla : | | — Peki, sonra ne oldu? MW — Ne olucak... İhtiyar kadını evden a- Me İp araba ile istasyona götürdüm. Bere - NE ket biraz erken davranmışız de tren vak. İlinden kırk dakika evvel gitmişiz. Tam e btasyöna vardık halam: «Bak gördün mü ik Bir kere yaptığım işleri... Eski ilâçları ii min reçetelerini evde unuttum...» n Diye dövünmeğe başladı. m — Doktora eski reçeteleri göstermeğe İde pek lüzum yok galiba... ii — Tabji efendim, hiç lüzum yok... Fa- K kat siz gelin de bunu halama anlatın... ME Doktora gitti mi o reçeteler mutlaka bi- İM Ter birer ortaya çıkarıho gösterilecek... «İstemez. hala... Şimdi doktorlar eski re, çetelere bakmıyorlar, dedim, Hiç dinler mi? Reçeteler de reçeteler diye tuttur » *S.n Posta,,nın Edebi Romanı: 56 İİ — Bunlar saha aid şeyler değil kı - Ni Zım. Büyüklerden işittiği sözleri tek - WE rarlamanın avıb olduğunu sana söyle - ME memiş miydim? © Zeyneb onu dinlemiyordu, gözleri W kapının aralığından babasını görmüş » tü: I z 9 ZE g 2 i Cevad balo için giyinmiş olarak içe- MW ri girdi. B — Geriktim mi Ceva? . — Pekâz... Ziyanı yok, sandal bek - iğ esin. Bu güzel mehtabiı gecede motör- Mile gitmek istemedim, sandalı hazırlat - Bitim. Üstünüze kürkünüzü alınız Mu - k allâ. Ya küçük yaramaz hasta nasıl? — Pek iyi... İki gün istirahat ederse yarası tamamile kapanacak. e — İki değil, dört beş gün yatacak... BK Allahaısmarladık kızım, güzel-güzel u- Boyu ve parlak rüyalar gör! — Annemi rüyamda görmek istiyo - rum baba... Bu #kşam perilere benzi - yor. N — Hakkın var Zeyneb. Kompliman sevmediğiniz hâlde Zeynebin ağzından sefer de anahtarı vermeği unutmuş. A - di... — Şimdi içeri giremiyorsunuz... Derdli derdli başını sallıyarak beni tasdik etti, — Tekrar istasyona dönüp anahtarı al- mağa da vakit yok... Tren kaçacak... — Değil mi ya! Köşkün pencerelerine şöyle bir göz gezdirdim: — Peki, şöyle pencereden falan içeri giremiyor musunuz? O da pencerelere baktı: — Nasıl gireyim? Baksanıza, hepsinde demir parmaklık var... Aman yarabbi .. Tren kaçarsa hatunun yüreğine inecek... — Canım gelin şöyle evin etrafını bir| dolaşalım. Beraber köşkün arka tarafına geçtik. — Bakın, dedim, ikinci katta bir açık pencere var. Galiba hamamın penceresi... Oradan giremez misiniz? — Aman beyim, nasıl nasıl çıkarım? olur?.. Oraya tırmansanız... Ağaca şöyle bir göz attı: — Pencereden çok uzak... tan görürler... yâ kadar âleme karşı rezil oluruz... Çabuk olun, ireni kaçıracaksınız... ir çare bulma! BU BAŞ A nakleden £ Muazzez Tahsin — çıkan sözlerin doğrulu inanmanı; lâzım Muüallâ! e i Bunlar: söylerken derin, o sevgi ve şefkatle dolu gözlerle karısına bakı - yordu. Biraz evvelki düşüncelerinin te- siri altında kalan genç katın kızardı, kürkünü almak için odasına gitti. Boğazın «periler âlemi» ni andıran güzel bir gecesiydi. Beykozdan Tarab - yaya kadar olan yolu kârı koca yanya- na ve garib, İsimsiz bir saadetle dolu olarak gittiler. Ne biri ne de öteki bu güzel gecenin şiirini bozacak bir tek kelime söylememişti. Yalnız genç ka - dın vakit vakit kocasının elev gibi yö pan bakışlarını kendi üzerinde duya - rak titriyordu. Otelin rihtımına geldikleri vakit Ce- yad çevik bir hareketle karaya atladı ve karısını kollarından tutarak çekti. Öyle müşfik ve himayekâr bir tavrı vardı ki onu görüp de karısına çılgınca âşık olduğunu anlamamak imkânsızdı. * Eğer Muallâ etrafındaki meçhul düş- manlarından intikam almak istemişse — Canım ne olacak... Meselâ şu ağaca! hırsız zannederler. Derdimizi anlatınca- — Aman beyim, âlemin ne vazifesi. — Ağaçtan pencersye geçilmez. Başka ĞRISINDAN KURTULAYIMI.. Biraz sonra uzunca bir merdivenin bir cele ile benim de istemek aklıma gelme-| ucundan o, bir ucundan da ben tutmuş olduğumuz halde dışarı çıkıyorduk. Merdiveni pencereye dayadık, — Haydi, dedim. Çevik adımlarla merdivenden tırman- dı, pencereden kolayca içeri girdi, Gü - lümsiyerek (teşekkür makamında elini salladı ve kayboldu. Artık benim orada durmama kalmamıştı. Merdiveni indirip yere (o yalırdım. O içeride halasının eski rüçetelerini araya- dursun, ben de sokağa çıkıp (o karakolun yolunu tuttum. Komiser muavinine vak'ayı hülâsatan anlattım: — «Kırlâlesi» sokağında bir eve hırsız girdi. Yanıma iki memur veriniz, gidip yakalayayım. Muavin doğruldu: — Hırsız girdiğini nereden biliyorsu- Buz? — Gözümle gördüm. — Ne zaman? — On dakika evvel... — Peki, biz oraya gidinceye kadar hır- İsizin çıkıp gitmiyeceği ne malüm* — Çıkamaz, merdiveni kaldırdım. — Kapıdan çıkarsa... — Kapı kilidii, Muavin düşündü: — Peki, biz eve nereden gireceğiz?, — Kapıdan gireceğiz. — Hani kapı kilidli idi. Cebimden bir anahtar çıkardım: — Anahtarla açarız. O benim Lİ hacet tetkik edeceğiz. fakat şimdiden söyliye - ceğiz ki eğer İspanya buna razı olmak, İyani icabında İngiliz ve Fransızlar bir harb ihtimalini göze almazsa bu iş olmaz; çünkü İtalya bir miktar Alman veya hat. tâ Japon donanmasile takviye olunsa bile Cebelüttarığa sırf denizden hiç bir şey yapamaz. İngiliz Cebelüttarığı üzerinde mühim bir tesir ve tazyik yapabilmek için İ İspanyanın Almanya ve İtalya ile birlikte harekete karar vermesi şarttır. Boğazın totaliterler tarafından kapatıl. ması keyfiyetine gelince, böyle bir teşeb- İbüs, Cebelüttarığın İngiliz donanmasına, bir istinad noktası olarak, işe yaramaz İbir hale getirilmesinden çok daha ehem- | miyetli bir hareket olur. Boğazın totaliterler tarafından İngiliz ve Fransız donanmalarını kapatılması Fransayı ikiye bölmek demektir. Bun - dan başka İngilizlerin Akdeniz hakimi - yetine de nihayet vermeğe muadildir, Fa- kat bu kadarla kalsa gene iyidir; çünkü Cebelüttarık kapalılabildiği o takdirde, Fransanın Korsikasile beraber bütün Af- rikası, hattâ Mısır tehlikeye girer. An - cak Almanlar ve İtalyanlar bu kadarla iktifa etmiyecekler ve Karadeniz Ege, | Balkan ve Yakındoğuya mütesllik bütün emellerini tatbika kalkışacaklardır. Cöbelüttarık gibi dar yerleri 13-15 Km. olan bir boğazı en iyi ve en kolay kapata. na hakim devlettir. Evvelce de biraz bah- setliğimiz gibi, Cebelüttarığın boğazını karadan ve havadan kapatabilmek için 0- nun İki tarafındaki Elcezire, Tarifa, Ce - belimusa ve Ceutaya 35 lik. 30.5 luk, 24 © lük ve 15 Wk pek uzun top (yeni gemi topları), 18 Wk ağır obüs vesaire yerleş- tlrmekle beraber hava istasyonları tesis etmek ve sahillerde gizli yerlere torpido bilatan kovanlar koymak, boğaza maym i 9 bu gece kadar bunda muvaffak olaca - ğı zamanlar belki de bulunmazdı. Daha salona girer girmez bütün göz- | lerin kendisine takıldığını, dudaklar - dan hayret ve takdir (dolu bir mırıltı dolaştığını duydu. Fakat o, içinin gizli derdine o kadar gömülmüştü ki ondan başka bir şey görecek halde değildi. Eğer otcafına bifksaydı, kayınvalide» sinin nefret ve kinle kendisini süzdü - günü, bir hareketini gözünden kaçır - madığını farkedecekti. Naime hanım, kalbinde kuduran bir gazabla gelininin zaferine şehid olu - yordu. Korktuğu gibi, o, kendi saltana- tını yerlere sermiş, onu birdenbire bir hiçe indirmişti. Şimdi bütün nazarlat artık onun üzerinde idi ve iki günden - beri büyük dikkat ve itina ile ha - zırlandığı, fennin ve paranın (o verdiği bütün çarelere başvurduğu halde gene Musllânın yanında (o solmuştu. Hattâ kıskanç bir hırsla saklayıp gelinine he- diye etmediği elmasları bile bu gece Muallâinım güzelliğinin şa'şaasını örte- miyordu. Onda en büyük elmaslardan daha kıymetli bir mücevher vardı: Ce- vadın sevgisi. İşte kıskanç anayı çileden çıkaran da bu deği! miydi? Birkaç hafta evveline Kadar oğlunun kalbindeki yeri ve onun sayesinde salonlarda kazandığı mev « kil kaybetmediğini zannediyordu; Hal- buki şimdi artık şüphesi * kalmamıştı. | Cevad kendisine karşı soğuk muâmele ediyordu. Hele belodaki ahbablarından bir ço- gu, kimi iyi, kimi fena ve gizli bir mak- sadla gelip gelininin güzelliği hakkın - da ona sitayişlerde, tebriklerde bulun- | | dökmek, kıyıların iyice mahfuz giri lerinde hücum botları hazır tutmak gibi yapılabilecek pek çok tedbirler o vardır. Nihayet tahkim edilmiş, yani Cebelütte- rığa karşı müstahkem bir Jiman haline getirilmiş Ceutada bulundurulacak de - nizaltı. muhrib ve hücum bot filoları da, yukarıda saydığımız birçok tedbirlerle be- raber, boğazın icabında kapatılmasında büyük bir /ol oymyabilirler. Bu tedbirler boğazı büyük harb gemi - dukları zaman Naime hanımın hiddeti son raddeyi buldu. Büyük salonda da- ha fazla duramıyarak, sıcağı (bahane edip İoşca bir salona girdi. Burada din- ilenmek için gelen birkaç çiftle briç oy- İnıyan yaşlı ana (o ve babalardan başka İ kimse yoktu. Fakat fena bir tesadüf eseri olarak, buraya geleli daha beş dakika olma - mıştı ki bir ipek hışırtısı ona bir kadı- rn yaklaştığını anisttı. Bu gelenin, Ahmed beyle Muallâ olduklarını gö - rünce hiddetten yüzü kıpkırmızı oldu. — Siz burada mıydınız anne? Demek siz de sıcaklan muztarib oldunuz. Te - şekkür ederim Ahmed bey, benim için rahatsız olmayıp gidebilirsiniz artık. Ben burada istirahat edeceğim; çünkü başımın ağrısı tahammül edilemiyecek kadar arttı. — Cevada haber vereyim... Belki de eve dönersiniz. — Hayır, onu rwhatsız o etmeyiniz. Kısmen gürültüsüz ve tenha olan bu odada pek âlâ istirahat edebilirim. | Ahmed bey samimi bir alâka ile ar- kadaşının karısına bakıyordu. — Çok solgunsunuz Muallâ hanım, Cevada haber vereceğim. Zaten onun da baloda fazla kalmak “istemediğini biliyorum. — Hayır, hayır Ahmed bey... idışarı fırlamıştı. O gittikten sonra Muallâ bir pence - re açarak başını rüzgüra verdi. Yüzü, şakakları ateş gibi yanıyordu. — Ne kadar ihtiyatsızsınız hanıme - fendi. Yoksa siz de Zeynebin annesi gi- bi ölmek mi istiyorsunuz? bilecek olan o boğazın iki taraf karalar-| NİSAN oğazı Totaliter 23 devletlerce kapatılabilir mi ? he muvakkat müddetler için, kapata- bilseler de, suyun üst ve altında mevcud muhalif cereyanlar denizaltlarının geç - melerini menedecek ağların gerilmesini fevkalâde müşkül ve hattâ mümkünsüz yapmaktadır. Boğazdaki üst akıntı doğudan batıya - dır, yani Akdenizin sularını Atlas dış de- hizine akıtır. Alttaki akıntı da, yukar - dakinin aksine, Akdenizin Atlasa boşa - lan sularına mukabil ona su getirerek muvazeneyi korur. Fakat bu akıntılar öl- çülerek, alttakinin Akdenize soktuğu su- yun miktarını, yukarı akıntile dışarı çı - kandan takriba 2760 kilometre mikâbı fazla bulmuşlardır. Bu suretle her sene, Akdenizde fazla kalmakta olan su, bu denizin fazla tabahhurlar yüzünden kay- bettiği suların yerine geçiyorlar; çünkü, nehirlerin Akdenize getirdiği sular bu tabahhurları telâfiye kifayet edememek- teler. Bu hesaba göre, sun'i olan Sü- veyş kanalından sarfı nazar, eğer Cebe. lüttarık boğazı olmasaydı, Akdenizin tes. viyesi, nehirlerin bu deniza getirdikleri sularla tabahhurdan kaybolan sular denk oluncıya kadar inecek ve bu yüzden Ak- denizin sahilleri, kim bilir ne biçim de - ğişecek ve bizim boğazlar da Allah bilir ne hal alacaklardı. Bu mütaleaların neticesi şuna varır ki totaliterler, İspanya ile bir oldukları tak- İdirde, Cebelüttarık boğazında İngilizlerle Fransızlara pek büyük müşküller çıka « rabileceklerdir. Cebelüttarık İngiliz ka - lesi de bir deniz üssü olarak ehemmiyeti. ni fazlasile kaybedecektir. Fakat boğazın büyük gemilere kapatılması vaki; vakit i mümkün olsa da gecenin karanlıklarında ve sisli havalarda bunlar gene geçebile. cekleri gibi, bizzat boğazın cereyanlar #e- bebile, mayın ve ağlarla seddi, bilhassa denizaltlarına karşı, tamamile mümkün olamıyacaktır, H. Emi» Erkilet Eir evin helâsı yıkıldı AArabcamisind Cevahir Çıkmazında 0- turan Azize adında 25 yaşlarında bir ka- dın abdeshanede iken evin bu kısmı yı. kılmış ve kadın muhtelif yerlerinden ya ralanmışlır, Azize ötraftan yetişenler tarafından enkaz altından çıkarılarak, Beyoğlu has- tanesinde tedavi altına alınmıştır. (Çocuk Bayramı) Bugün 23 Nisan, minimini yavruların dağıtacakları rozetleri kabul ediniz. Bu- nun varliğile kimsesiz yoksul yavrala - rın sağlığına bakılacaktır, Bu müstehzi ve şımarık sese doğru döndü. Belkıs hanım yanında idi. — Onun nasıl öldüğünü bilmiyorum efendim. — Sahi mi? Belkıs şimdi Muaflâya tamamile yak laşmıştı. Muallâ onun göz bebeklerin - deki bain ve alçak manayı okudu. — Çok sede bir çekilde öldü. Bir gün İspanya selarethanesinin çay ziyafeti- ne davetli idiler. Müzeyyen çok dans edip terledikten sonra ihtiyatsızca açık bir pencerenin önünde durdu. Konu - şurken yaptığı tedbirsizliği düşünmü- yordu; etrafında kimse de buna ehem- miyet vermedi. hattâ onun yakınında oturan kocası bile... Birkaç gün sonr zavallı Müzeyyen bir zatürreeden öldü Görüyorsunuz ya, pek tabil ve alelâde bir vak'a... — Evet alelâde; fakat o genç kadı - nın çoruğunu öksüz bırakıp gitmesi de pek feci... — Tabii... Hem Hahusus kendisini köpeğinden daha az seven bir babanın eline bırakarak... Bu pencereyi kapn- mdnızı rica edebilir miyim efendim? Kece serinliği iliklerime işliyor. Benim de zavalı Müzeşyen gibi ölmeğe hiç niyetim yok. o zavallıcık zaten pek has- ta idi. Evlendiği gündenberi çektiği Fakat onu beklemeden Ahmed bey | âzâblar onun sıhhatini pek bozmuştu. belki de evlendiğine pek müteessir ol- madı. Cevadla kendisinin hiç bir za * man anlaşamıyscaklarını anlamıştı. O dakikaya kadar susmuş olan Nai- me hanım söze karıştı . — Tabii anlaşamazlardı. (Arkan var)