8 Sayh v SON POSTA | 64 Sene sonra alevlenen tarihi münakaşa | | - Abdü lâzizin katledild . iddiaları doğru mudur? Katil taraftarları mesuliyeti Rüştü Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa ve Şürayı Devlet Reisi Mitat Paşada buluyorlardı —17 zevatın omuzlarına yükletirler.. ve bun- rın nakledi! g)ne| lara da, (erkânı müttefika) derler. ei e bu beli, Güze! Ketil taraftarlarının, esrarengiz ölüm suyu kışlasına çekildi. Taşkışlada bulu, ,bâdisesini ne şekilde tasvir ettiklerini nan (hassa beşinci Talia taburu) getiri. nakletmeden evvel, (erkânı müttefika) lerek karakola ve civarındaki dairelere yerleştirildi. Feriye sarayının muhafaza ve insıbatına da, bu taburun kumandanı binbaşı İzzet Bey memur edildi (1) ve, tabur kadrosundaki zabitlerden manda, İzet Beyin refskatine . binbaşı, yüzbaşı ve mülâzim rütbesinde - on sekiz zabit daha verildi, Sarayın gerek kara ve gerek deniz ta- rafı, çok sıkı bir inzibat altında bulunu- yordu. Tam tâbiri veçhile, o elvarlardan kuş uçurulmuyordu. Her kapıda, tüfekle- rine kasatura takmış dört neferden mağ da, kılıç rovolverle müsellâh birer za - bit bulunuyordu. Dolmabahçe sarayından gelen yemek tablaları, karakolun karşısındaki kapının önüne bırakılıyor. Burada, nöbetçi zabiti tarafından muayene ediliyor. Oradan da sıkı bir nezaret altında harem dairesinin kapısına gönderiliyordu. Esasen karakolun yanındaki kapıdan başka bütün kapılar kapatılmış, her ta-| raf çok sıkı bir kordon altına alınmıştı. Saray hududu içinde kalan Fahri Bey, ancak açık kapıya kadar gelebiliyor ve yalmz muhafaza kumandanı binbaşı İz. zet Beyle veyahud nöbetçi zabiti ile te- mas ediyordu. ” Gelelim, (Erkânı müt'efika)ya.. Sultan Azizin (katl) edildiğini iddia edenler, bunun omes'uliyetmi o mahdud (1) Karilerimiz bu İzzet beyi hatırlarlar, Bultan Aziz Per'iye sarayına girdiği zaman, bu zat tarafından ihtara (maraz kalmıştı! Eerarensiz ölüm hâdisesine bunun ismi de karıştığı için, oynadığı mühim rollerden ile- ride bahsedeceğiz. M acid temkinini kaybetmemiye çalışarak, cevab verdi — Peki amma, sana ne oluyor? Sor- mak ayıb olmasın?! Memduh, artık, arkadaşına her şeyi itirafa karar vermişti: — Bana mi ne oluyor? Ben Hürmü- zü seviyorum. — Sen mi? Geç kaldın. — Anlamadım. — Öyle ya, geç kaldın! Hürmüzle asıl sevişen benim. Bu şarkıyı da ben yap” tım. — Ne? Hürmüz. sen.. ne vakitten - beri? — Sama gününü, tarihini bildirmeğe hiç bir mecburiyetim yok. — Aferin, Macid! Doğrusu, senden bunu hiç beklemezdim. — Neden? Ne yaptım ben? Beni Ca- vidandan soğutmağa çalışm, Rânânm evine götürüp de o muhlite alıştıran sen değil misin? — Lâkin bu, benim sevdiğim bir kizı elimden almana sebeb teşkil eder mi? Merdliğe, arkadaşlığa sığar mı bu? Ha, Macid.. söyle! — Canım! Aşk kim, sen kim? Senin, herhangi bir kadına ciddi bir aşk rabı-| tasile bağlanmıyacağını, senin için ka”| dının gelip geçici hevesleri tatmin eden bir mahlüktan başka bir şey olmadığını hiç değilse bana yüz defa tekrar ettin. Sözlerinin hangisine inanayım? — Doğru. Fakat Hürmüzü seviyo - rum ben, Macid! — Gelgelelim o seni sevmiyor. — Kim demiş? — Ben diyorum. — Yalan! Daha dün, mektub aldım. Gavri ihtiyari ayağa kalkan Macid, deli gibi: — Hayır! dedi. Asıl şimdi sen yalan söylüyorsun! Alçak! — Sensin! — Edebsiz! — Onu da sana fade ederim! Etraftan bakıyorlardı. Macid. burada namı verilen bu zevatın şahsiyetlerini r. e bilmek, fanımak.. kendilerine atfedilen| Kendisine (Mütercim Rüştü Paşa) ünva, | rastgele çimlenmesini bekliyen kö bu büyük ve tarihi cinayeti /kaa kabili- yetleri olüp olmadığını anlamak icab eder, İ Erkin müttefika, kimlerdir? Katil taraftarları, bu zevatı şöylece üç zümreye ayırıyorlar: Birinci plânda: (Sadrazam Rüştü Paşa - Serasker Hü- seyin Avni Paşa - Şürayı Devlet reisi Mı- tat Paşa - damad Mahmud Celâleddin Paşa - damad Nuri Paşa) İkinci plânda: (Mabeyinci Fahri Bey - Pehlivan Mus- tafa Çavuş - Hacı Mehmed - Cezayirli İ Mustafa - yüzbaşı Necib Bey - yüzbaşı A- | Bey - binbaşı İzzet Bey - Sultan Mura- dın mabeyincilerinden Seyid Bey). Üçüncü plânda: (Sultan Murad - ve validesi, Şevkefza valide sultan.) | Fakat bu tasnif, iddia olunan katil vak'asının icrasında değişiyor. Bunu, İvak'ayı naklederken göreceğiz. İ Şimdi, esrarengiz ölümün kahraman - İlan olarak gösterilen bu zevatın şahsi - yetleri hakkında kısaca malümat vere - lim: 1 — Sadrszam Rüştü Paşa, | Aslen, Sinob civarında Ayanduk kazası | ahabsinden, Babası, memleketin eşraf ve hanedanından, Hacı Hasan a Yeni - çerilerin ortadan kaldırıldığı hafta İs - tanbula geliyor. Tophanede teşkil olunan yeni alayların birine nefer yazılıyor. Ze- ki ve müsta'd bir sdam, Okuma yazma öğreniyor. Kısa bir zamanda zebil olu - yor... Fakat çalışmayı gene bırukmıyor. i Yüzbaşılık ve kolağalık zamanında (Ta - kavga elmeyi ter « biyesine yedireme * di. Oturdu. İki kar deş çocuğu biribir - lerine, yiyecek gibi, kızgın nazarlâr atfe diyorlardı, Bir müddet hiç a- ğiz açmadılar, Son- ra Memduh; — Bana bak, Ma- id! dedi. Bu mese leyi aydınlatmalı » Seni, annemin imukaddes — başına yemin ederek temin ederim ki, Hürmüz” — Onun orasını bilmem. Bi vav İ Kİt, evet: Yazdığım mektublara cevab almadım, Fakat, şimdi (o bir ay kadar var ki, o da bana yazar oldu. — Hâlâ inanamıyorum, — Böyle, işte! Sana niçin yalan söy - ? Ne menfaatim var? Nihayet bir orospunun kızı! — Bu sıfatı kullanmamanı ederim, Memduh! — Hâlâ mı, Macid? . — Hâlâ! — Vah, vah! Sana çok acırım, karde- şim! Sen Hürmüzle evleneceksin, ha? — Evet, — Merak etme, O numarayı bana da çok rica ediyor. Bu lisanı öğrendikten sonra da, (piyade, süvari ve topçu talimnamelerini) tercüme ediyor. Bu hizmetile, derhâl İgöze giriyor. Az zamanda (liva) olu; nı veriliyor... Aradan çok geçmiyor. (vüzaret) rütbesine kadar yükseliyor. O zaman da (Büyük Rüslü Poşa) namını a- Mayor. Muhtelif tarihlerde üç defa seras- kertik ve üç defa da sadareti mevkiine çı- kıp iniyor, Nihayet, Sultan Azizin haline takaddüm eden aylarda, dördüncü defa sadrazam oluyor. Ancak şu var ki, bu zat her nedense bir türlü Sultan Azizin teveccühüne mazhar olamıyor, Uzun senelerini mazüliyet ve menkübiyet ile geçiriyor... Dördüncü de- İfa sadrazam olmasının sebebi de - meş - | hur Softalar isyanı neticesinde, Mahmud Nedim Paşa sadaretten aziedild'kter son- ra - efkârı umumiyeyi tatmin etmek için. dir, Nitekim o sırada, efkârı umumiyenir gok mütemayil bulunduğu Mitat Paşa ile Hüseyin Avni Paşa da, iktidar mevkiine getirilmişlerdir. İ Çorlulu Mehmed Celâleddin Paşa (Mir'ati Hakikat) ismindeki tarihinde, Rüştü Paşanın dirayet ve kiyasetini tak - dir etmekle beraber, müstehzi ve (zem) e Jmail isan kullanır. Bu eserle kendi » sinden bahseden diğer vesikalara bakılır. sa, Rüştü Paşa tam manas'le bır (idareci) dir. Azlolunup ta konağında ot urduğu za- man vaktini bütün azlolmuş ve felâkete uğramış zevatı kabul ederek bunlara bol bol teselli vermek ve son derecede izzet ve ikram eylemekle geçirir. Her sınıf hal. ka, anlıyacakları ve hoşlanacakları ltsan- la hitab eder. Muhatablarmı ikna etmek icab ettiği zaman, icub ederse derhal ağ- İlar; lâzım gelirse, bol bol güler, Halkın lavam zümresi üzerinde çok câzib tesir husule getirmiştir. düşmedim. Şimdi ise, dahasını söyle - yim mi? — Söyle! — Müteessir olma. Ayda yüz Hira vermek şartile, Hürmüzü kapatmama razı ölüyorlar. Dünkü mektub bunu te- kid etmek içindi. Zavallı Macid fenalıklar geçiriyor - du. Nerede ise, iskemlesinden yere dü- şüp, bayılacaktı. Memduhün sözlerini dinliyor, lâkin inanmıyordu. Kuruyan gırtlağını ıslatmak için bir yudum su aldıktan sonra: — Peki! dedi. Bu Kadar sefil ruhlu bir kadını sen hâlâ nasıl seviyorsun? — Bir kadının sefil ruhlu olması. o il Yurdu yeni baştan ağaçlandırmak, kö; karakolumı ri daki > e ö va in lara lerimizi meyva bahçelerle donatmak için | va bahçeleleri belirmiş ve bunlar şimdi ET NU Türk meyvacılığı ve idanlıklarımız germ piyasaya elverişli ve muhite uygun çeşidleri tesbit elmesi ve ancak bun- ların yapılmasına çalışması lâzımdır. Yazan: Tarımman rin himmetile, memlekette yer yer mey- İhükümetin yıllardanberi gösterdiği alâka| göze batacak dereceye de ulaşmıştır, Her İve himmeti şükranla övmemek elde de -| geçen yılın bunu bir derece daha arttıra- gildir: Bir zamanlar yeni bir fidana sahib cağından emin bulunuyoruz. ın bakışın v olmak için, yere düşmüş bir çekirdeğir Wi; bu- gün devlet müesseselerinden dilediği ka- 'dar fidanı parasız alıyor. Dün, türlü has- İtalık ve tırlılların tesirile kuruyup giden ağaçlarına ne yapuc i bil yen kö lü; bugün kendine öğüd verecek, yol gös- terecek, hattâ ilâç ve malzeme verecek teşkilâtı yanıbaşında buluyor. Öyle ki; (köylümüzün ağacı benimsemesi, ondan İaydalanması için ne fedakârlık Jüzmsa göze alınmış ve cümlesi tatbikata geçi - rilmiş bir haldedir. Altmış yıllık nizamı söküp atan Or - man Kanunu, ve hele bu yıl kabul edilen Zeytin Kanunu gibi mevzuatla, ağacın kadri daha Kuvvetle teyid edilmiş oldu. Hiç şüphe edilemez Kİ, on sene sonra bu memleket güzel ormanlarla, verimli zey- tinlikler ve meyva bahçelerile, ağaç bakı- mından da mamur bir diyar olacaktır. Ağsç mevzuunun - Miyık olduğu önem- le - ele alınışı; henüz cümbhuriyetle yaşıd olmasına rağmen, bugün sahaları 10:20! hektar arasında tehalüf etmek üzere el! ma, incir, zeytin, fındık, narenciye, fıs.! tık ve kayısı mevzularında çalışan (Ari- fiye, Aydın, İzmir, Giresun, Antalya, An. teb ve Malatyada) birer istasyon kurul - muş bulunmaktadır. Ayni zamanda el - ma, kayısı, vişne, badem, narenç ve diğer fidanları yetiştirmek maksadile de Kastamoru, Niğde, Ankara, Erzincan,| Kütahya, Çanakkale, Alanya, Tarsus ve Mersinli'de birer fidanlık kurulmuştur. Mesahaları 3589 dekarı bulan bu müesse- seler, Ziraat pılanlardır. V lanlar ise, bütün memlekste dağılmış ol. mak üzere yetmişi geçmektedir. (Arkası ver) İ Bu pek hayırlı fidanlık ve müessesele. Son Posta'nın Roma e bay nun nikâhla alın - masına belki manj - dir, fakat sevilme - sine mani teşkil et - mez ki! Sen, onun- la evleneceğim de - diğin için mahiye - tini meydana koya - rak seni ikaz ediyo rum. Benimkisi öy - le değil, — Memduh! Çok tehlikeli bir oyun oynuyorsun. (Eğer bu O sözlerinde bir şemmei hakikat yok se, bu ie ben her hafta yeka eld i muntazaman mek - — Ben diyece - tuplaşıyoruz, ğim kadarını de - — Nasıl olur, ca- dim. Gerisini sen nm? Ben onunla Zavallı Macid, başına iki elleri arasına alarak düşünceye daldı tahkik edebilirsin, evlenmek üzereyim! yaptılar, önce. Ben, kurdukları tuzağa) — Beraber edelim. — Hay, hay! Ne vakit istersen, Ben hazırım.. daima, — Hemen şimdi. Nerede ise akşam oluyor, Kalabalık dağılacak. Peşlerine düşer, biraz aşağıda kıstırırız. — Olur. Fakat itidalini muhafaza et- mek şartile, — Hiç korkma. Ederim. Vay mel'un vay; bütün bunları anası yapıyor. — Ona ne şüphe? Zavallı Macid, başını iki elleri ara - sına alarak, derin derin düşün ceye daldı. Arada bir, kendi kendine söyleniyordu: — Aman Yarabbi! Ne olacağım? Ben ne olacağım? Ancak; hassasiyetle takib ettiğimiz ve şükri kaydettiğimiz bu işde vakit va- kit gözümüze çarpan aksak tarafları söy- Iemeği de mesleki bir vazife biliyoruz. Bu aksak noktalardan birisi şudur: Ba- İz fidanlıklarımızda şu veya bu sebeb- den ileri gelme, kök çürüklüğü gibi bir takım Kastalıklar görülmüştür. Bu has- talıkla malül fidanların başka yere na » killeri, hastalığın oralara da sirayetine sebeb olur. Ve bir gün kuruyuveren genç fidanlar hakkında türlü tefsirlere yol a- çılır. Hem hastalığı önlemek, hem zararı gidermek için fidanların nak'lden önce lüzumu veçhile dezenfekte edilmesi za « Turidir, Bu mümkün olmazsa yerinde körliyecek tedbirler almahdır. Diğer has- talık ve haşereler için de devletin sıkı bir mürakebesine lüzum vardır. İkinci aksak nokta da şudur: Alelâmum fidanlıkların gayesi; sadece fidan fhtiya- cım karşılamak, rastgele ağaç dikimini tamim etmek olmamalıdır. Bunların esa9 İgayeleri muhite elverişli meyva ağaçları- hi teksir ve tamim etmektir, Binaenaleyh bugün sayıları yetmişi bulan fidanlıkla- rın (bilhassa vilâyet ve köy bütçelerle kurulanların) muhitlerine uygun çeşidles ri yetiştirip (o yetiştinmedikleri dikkatle kontrol edilerelidir. Bildiğimize göre bazı yerlerde fidan'ık- lar, koleksiyon bahçesi halini | almıştır. İ Ve köylüye «- size şu çeşid elma, bu ce- şid armud» demiyerek, gadece «-dile ben- den, ne dilersin? denmektedir. Bu tek - dirde, meyvacıhk iktisadi bir şekilde, yü ni (çok ve iyi yetiştirmek) yolundan ay « Tılarak, (rastgele ve gayri kâfi yetiş « (Devamı 10 uncu sayfı Memduh ise cevab vermiyordu, O da şenaatin bu derecesine için için hayrette idi. Macidin nasıl bu tuzağı düşürüldüğünü pek merak ediyor, sor mak cesaretini kendinde bulamıyordu. Saz susmuştu. Çalgıcılar, âledlerini kılıflarına yerl “iriyorlardı. Ortalık serinlemişti. Halk, yavaş yavaş dağılıs yordu. Başını kaldırdığı vakit, gözle » rinin pınarlarınde birer damla yaş gö" ünen Macid, kederli bir sesle: — Haydi! dedi, Onları kaçırmayalım, En iyisi, önden gidip, korunun alt ba - şında beklemek ve yollarını kesmek - tir. — Haydi! Kalktılar ve yürüdüler, (OKadınlar kısminm önünden geçerken, o tarafa göz ucile bakan Memduh, oHürmüzü, Fethiye hanımla konuşurken gördü. — Oradâlar.. dedi. Yolun alt başında intizarları pek de uzun sürmedi, Ana kız gene ayni hây- Tan nazarların arasından süzüle süzü * le, aşağıya doğru geliyorlardı. 'Tam iki arkadaşın bulundukları nok» taya gelince, Memduh kendilerine doğ ru ilerledi ve heyecanlı bir halde: — Affedersiniz, Rânâ hanım! dedi, Sizden bir şey istizah etmek istiyoruz. Kadın döndü, baktı.. Macidle Mem « duhu bir arada görünce işi sezdi. Hiç cevab vermeden yoluna devam etil, Gençler, arkalarından koşuyorlardı. — Rânâ hanım! Dinleyiniz! o Mesele çok ciddidir! Gene cevab almadılar, Bu sefer Ma“ cid, Hürmüze hitab etti; — Hürmüz hanım! Sen bari dinle, Bir tek sual soracağım.. ziyade değil! Emirgân karakolunun önüne yaklaş” muışlardı. Birden, Rânâ durdu, arka “ sına döndü ve terbiyesiz, sıyrık bir şir fıntı tavrile; — Defol orâdan sulu! o dedi Şimdi zaptiye çağırır seni teslim ederim. (Arkası var)