KE KAKA Çe zere İves usta, yanma hiç te kalfa almak|den fırladı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Kö- İkrinde değildi. Vâkıâ işsizlik pek o ka-| ürü kaç gün evvel bitmişti. Derd yan - ar onu ezmiş değildi amma, buhrandan |mak mutadı olmadığı için hiç kimseden 'da müteessir olmuştu. Bu mezar taşçısı | yakacak bir şey isliyemezdi, Zaten hey - âsi gibi iş yapamıyordu, Artık herkes, kelinin hatırı için böyle bir şey yapmağa isine öyle büyük, güzel mezarlar YaP-| kalksa olmıyacaktı. Çünkü herkes bay - aktan vazgeçmişti; hemen hemen | ram yapıyordu. Çaresiz üzerindeki tek âri bir taş ile iktifa ediyordu. İş-| battaniyeyi aldı ve evlâdı örten hakiki e İves de belediyeden aldığı küçük bir bir anne şefkat ve ihtimemile heykeli Daaşla ölmiyecek kadar yaşıyordu. sardı, Bir apartmanın tavan arasında oturu -| Sonra tekrar giyindi, büyük başkolu du, Alçı ve toprağı oralara taşımak) ile ayaklarını örtüp büzüldü, yattı, Sohu- meseleydi. Delikanlı bugünlerde, bü-| ğu ile ellerini ısıtmağa uğraşarak uyu- n ilk gençlik bülyalarını dolduran ko-İmağa çabaladı. Fakat o kadar üşüyordu bir melâike heykeli yapmaktaydı. | ki gözüne uyku girmiyordu. . Sahneye çıkan İ (Baştarafı 7 inci sayfada) Birinci perde kapandı, Ef lerde tıs yok, İkinci perde de oynandı, İkinci perde ka- panır kapanmaz, bir bağırışma başladı; &- ieler başlarından mendillerini çıkarmış salhyorlar: — Yaşa be kadın! Diye bağırıyorlardı, En büyük zevki, iik defa sahneye çık- tığım gece hissetmiştim. Efelerin karşısında Rakibeyi oynadı. ğım gece onların: — Yaşa be kadın! Diye bağırıştıklarını işittiğim an his- settiğim zevk belki ondan daha büyük, daha manah idi, : Faik Bercmen «(ili Blanşat sesin gekliği tarafa yürüdü. O- rada demir bir karyolanm üstünde bir hasta vardı, Evet bir hasta, bu sırada ©- daya sızan ay ışığı, karyolada örtüsüz ya- tan ve hasta olduğu yüzünden pek belli birini aydınlattı, Bu manzara küçüğün içine dokundu, yanaklarından iri iri yaş- Jar yuvarlanmağa başladı. Titrek bir ses- le: — Burası pk soğuk, burada oturma - yın mösyöl. Bizim eve gelin, orası pek si- cak. haydi haydi ne olur, bize gidelim. Blanşetin artık korkusu kalmamıştı. Ay ışığının aydınlattığı merdivenlerde İvesi önüne katmış götürüyordu. Dişleri takır ti a Son perdeyi de oynadık. Tiyatronun sa- hibi tekrar sahneye geldi: — Nasıl, dedim, efelerin karşısında oy- nanablir değil mi? ik Türk kadın © ve ertesi gün hareket edecekleri halde hareketlerini bir gün geri bırakmış ve: — Ben yarın gece tam bir piyes seyret- mek isterim. Demişler. Biz de Himayeletfal menfaa- ine Sekizinciyi oynıyacağımızı ilân et - tik. Ben otuz dokuz derece ateş içinde ya- nıyorum. Sahneye çıkacağım, fakat o hal- deyim ki bütün gayretime rağmen ya - taktan kalkamıyorum, General tiyatro » ya gelmiş, ön sıralardan birinde otur - muş. Vaziyeti kendisine anlatmışlar: — Ne zarar var, demiş, o kadını hasta hasta sakın yormayınız, bu gece burada yetimler bir müsamere versinler. Sekizinci ilân edilmişken yetimler mü. samere verdiler, Sayın generalin bu lütfüne karşı min - nettarlığımı hiç ödiyemem. * Hastayım. Artık Bursada kalamıya - heykel için lâzım olan malzemeyi enip nihayet en üst kata çıkarabil - “Bu öyle bir melâike olacaktı ki gö - er güzelliğine hayran kalacaklardı. sydanberi durmaksızın çalışan İves bu güzel eseri bitirmişti. Vâkıâ heykelin köprücük kemiği hizasında hafif bir eğ - vardı; saçlar da alnı biraz fazlaca pamıştı. Fakat yüz çizgileri o kadsr| yük bir incelik ve ustalıkla işlenmişti , melâikenin yarı açık ağzı karanlıkları yarıp ortaya çıkan şafağın ilk ışığına ben- du. Noel'n arifesinde olduğu halde İves gene çalışıyordu. Açlığı, susuzluğu, rgunluğu da duymuyordu. ir arahk dermandan kesildiğini duy- ; biraz dinlenmek istedi. Bununla be - r elini işinden çekemiyordu. Böylece akşam oldu. Ufak tefek bazı teferrünt da- ee Heyhat, ki gece çalışacak madâf kudreti yoktu, Bir mum alacak pâ- bile bulunmuyordu. Toprağın nem'- ni muhafaza eylemesi için her akşam 1s- bezi gene ıslatarak getirip heyke- İlini sardı. Bir iki kırmtidan ibaret yeme. ğini yedikten sonra uyku zamanını bek- lemeğe başladı. İçinde garib bir heyocan ve sevinç vardı. Sanki bu gece kimsesiz- in son gecesi olacaktı. Bu gece, sev- yy dile gelecek ve onu yalnız liktan kurtarıp saadete ulaştıracaktı, | Bu saate bir an evvel kavuşmak için en karar verdi, soyunup yatağa gir . Odasının pek soğuk olmasına rağmen bir tatlılık delikanlının bütün azası- sarmıştı sanki. - Ayı gölgesi altına almış olan bir bulut bu aralık sıyrılmıştı, Odaya bu ışık do- Tunca İves gayri ihtiyari başını pence » > çevirdi; saçaklardan buz çubukları sarkıyordu. İçine bir üzüntü düştü. De - mek hava buz tutacak kadar berbaddı. in ıslak balçığı çatlarsa heykel ne olurdu? Müthiş korktu; ve hemen yerin- ; İ R | “Son Posta,,nın Edebi Romanı: 22 İ “Cevad bütün seyahat müddetince ka- “risına karşı fevkalâde kibar ve dürüst “bir şekilde hareket etmiş, onun bütün istirahatin temin için elinden gelen “her şeyi yapmakta bir saniye tereddüd “etmemişti. Ona bol bol gazeteler, kitat- rağ getirmiş, geçtikleri yerler hakkın- da ona malümat vermiş, onu alâkadar edebilecek her şeyi anlatmıştı. © İstanbula geldikleri zaman, çiftliğe ii yerleşmeden evvel bir kaç gün için şehirde kalmak isteyip istemediği- ni de sormuştu; fakat bütün bunlar gayet soğuk ve lâkayid olduğu nisbette “terbiyeli bir tavırla yapılmış ve arala“ .rındaki münasebete hiç bir değişiklik “getirmiyecek bir şekilde cereyan et - o mişti, Muallâ kocasının bu teklifini reddet- fi. İstanbulda kalıp ne yapacaktı? O “artık Beykoza, çiftliğe gidip yerleşmek, Cevadın kendisine refakat etmekle “çektiği işkenceyi sonuna erdirmek ve “bilhassa, bilhassa yalnız kalıp kendi “başını dinlemek, ne olduğunu düşün * “mek ve belki de zavallı öksüz kızcağı” Bir hayki müddet titredikten sonra ken- dinden geçti. Uzaklarda çalınan çan srs- leri baya? meyal kulaklarını geliyordu. Arada sırada karyolayı sarsacak kader titriyor ve maziye karışmış olan bir çok hatıralar zihnine hücum ediyordu. Mini-| mâni bir çocukken gene böylece titrerdi, fakat o vakitler anacığının sıcacık ılık koynuna girer, ısınırdı. Şu anda maziyi takır birbirine vuran delkanlının takati kalmamıştı, Blanşet onu şöminenin katşısındaki tuğa oturttuğu zaman İves gene kendin - den geçmişti, Tiseden döndükleri Ilık bir odaya girince biraz rahatladı. kol - Küçük kızın annesi, babası, ablası ki- zaman, gördükleri İyondu: senin çıkmanı bekliyorlar. taktım, İstanbula döndüm. Şadi ile bir Karadeniz turnesi yaptım. Bir müddet te Raşidle birlikte Darülbedayiden ayrılan bir trupta çalıştım. Tekrar Raşidle Şadi ile birleştik. Bir zaman da böyle geçti * Yaşım fazla değil, fakat sahne yaşım çok fazla. ve hastayım, sahneye çıka - mam, . çalışamam. İşte kendi köşemde "Tiyatro sahibi gene bir acayip konuşu- — Evet amma Afife Hanımcığım, teh- like var? — Nasıl bir tehlike olabilir ki? — Şimdi de seni çok sevdiler, kapıda — Bekliyebilirler ne olur? — Bunlar efe, bunlarla şaka olmaz, de İz RR m pek şiddetle özlüyordu. Kendini altı ya- şında, noel babanın ziyaretine inandığı çağlardaki gibi gene öyle noel babanın gelmesini bekliyordu. manzaradan şaşırıp kaldılar. Divanın ü- zerinde yatan bir hastaya iki karış bo - yunda 'bir hastabakıcı içecek bir şeyler veriyordu. Blanşetin ailesi efradı namuslu ve iyi kalbi insanlardı. Onlar da küçüğe bir şev sormaksızın hastayı tedaviye koyul- dular, Blanzetin babası, İvesin melâike hey - kelleri yapan bir heykeltraş olduğunu öğ- renince pek sevindi, Kendisi de kilise mu gannisi idi. Mensub olduğu kilise erkânı yakın banliyölerin birinde inşa ettire - cekleri küçük kilisenin heykel işleri için birini arıyorlardı. İves bu yüzden çok pa- ra kazanabilir, hattâ zengin bile olurdu. İvesin içi bir tuhaf oldu, Gene sevinçle karışık ilik bir heyecan içini kapladı, Ü- zümtüsüz olmak ne iyi bir şeydi! Hele te temiz saf bir genç kız yüzüne bakmanın insana bu kadar ferahlık verebileceğini * Bir aralık minimini bir vücud İvesin kapamağa unuttuğu oda kapısından içer süzülmüştü, Bu çocuk sarışındı; mavi göz leri hayret ve üzüntüyle büyümüş, büs - bütün manalı olmuştu. İvese gelince, ateş ignde yanıyordu. Maamafih hewüz kendisini kaybedecek bir hale gelmemişti. Bu minimini, üçüncü kattakilerin kızı Blanşetti, İhtimal birbirine benziyen ka- rışik koridorlarda yolunu şaşırmıştı. Ki- liseye giden annesinin ve babasının yok- Tuğundan istifade edip apartımanın en üst katındaki çamaşır tarasasına çıkmış noel babanın gelişini kolluyordu, Fakat tarasamın bitişiğindeki aralık kapıdan gi- cırdıyan karyolamın sesini duymuş ve ba- şını içeri uzatmıştı. Orada, odanın için- ne korkunç bir hayal vardı! Kara bir üye sarıh kocaman bir şey. Kücüğün ödü koptu. Kımıldıyacek hali kalmamıştı, Korkusuna rağmen dışarı çıkmadı, bilâ- kis pencereye doğru giderek göğsünü da- yadı. Ne kadar da yükseklere çıkmıştı! Her halde noel baba buradan gelecekti. Acaba tarasaya çıkıp orada mı bekleme. Hiydi? Burasını düşünürken arkasından bir inilti duydu: «Ooof'> Blanşetin korkusu büsbütün çoğaldı. Sesi tekrar yükseldi: — Kim o! melek kadar güzeldi, Genç san'atkârın| #ihnine bir anda binbir ilham doldu. An- cak, aşk denilen harikanın böyle başla - dığını hemiz bilmiyordu. Yarınki nüshamızda: z Birinciteşrin ve Haziran Yazan: O. Hanri Çeviren: H. 4laz tup çıkarıyor; bütün bunları uzuk takat nazik bir tavırla anlatıyor, lâkin ne söz“ lerile, ne de hareketlerile aralarında geçen vak'aya dair bir imâda bulun - muyorda. Bu söze tekrar avdet etmiyeceği ve bunun kendisi için tamamile kapanmış bir mesele olduğu her halinden belli idi. Otomobil sahilden ayrılıp iki tarafı kesteme ve çınar ağaçlarile gölgelenmiş yoldan ilerliyordu. Muallâ şimdi başi nı arabanın yastıklarına dayamış, göz- lerini kapamış, bu güzelliği içine sin - dirmek istiyormuş gibi durgunlaşmış” tı. Birdenbire kocasının sesile doğrul- du: — Tâ uzaktan çiftlik göründü Mu - alâ! Bu ne güzel bir yerdi yarabbi! Bura- naklerlen : Nuazzez Tahsin xx zın yanında bir teselli bulmak istiyor - du. Vücudünden ziyade başı yorgundu. Bütün günü Cevadın Şişlideki apartı manında, onun eski kârısına aid olan dairede geçirmişti. Nişanlılık müddeti pek kısa olmasına rağmen Cevad bu daireyi baştanbaşa değiştirmiş, burasını çok ciddi fakat zarif ve şık bir şekilde tanzim ettirmiş- ti. Bütün ömrü İzmitteki büyük konak- ta çeçen ve mütevâzı dostlarının evle” zinden başka bir ev görmemiş olan Muallâ, bu lüks ve saltanat karşısında ve bütün isteklerini kendisinden evvel görüp anlıyan hizmetci ordusu arasın da kendisini garib bir surette yabancı hissetmişti, Kocasını ancak sofrada, karşı karşı- ya yemek yerlerken görmüştü. Cevad- dan başka her kimle olursa olsun, baş” Başa geçen bu saatler çok müşkül ola- caktı, fakat genç muharrir böyle sah- neleri yaratmasını ve bunlardan sıy- rılmasını herkesten iyi bildiği için, u- mumi sözler, hikâyeler, vak'alar bu - ya bizim anladığımız mana ile «çiftlik» demek ne kadar boştu! Gözün alabildiği kadar uzayan bir yeşillik ortasında bir köşk ve yer ver serpilmiş gibi küçük ve alçak binalar... Karısını göz ucile seyreden genç a * dam, onun yüzündeki mes'ud ve hayran gülümseyişi görmüştü. — Burasını beğendiniz mi Muallâ? — Harikulâde güzel! Bana burasını anlatırken yaptığınız tasvirler hakikat karşısında bir hiç mesabesine iniyor. Şu yüksek çamlara, bu taraftaki çmar- lara, karşıdaki ince suya, tâ uzakta ya” yılan muhteşem Boğazın maviliğine ve evin arkasındaki ormanın koyuluğuna bakınız. Cevad karşısındakine alay mı ettiğini yoksa samimi mi olduğunu belli etmi - yen sesile Cevab verdi: ben sana tehlike var diyorum, — Hiç bir tehlike yok, çıkacağım. — Aman Afife Hanımcığım, ayağını ö-| peyim çıkma! — Sen karışma, bak nasıl çıkarım. Kapalı bir manto giydim, yüzümü sıkı siki örttüm ve kapıdan çıktım. Efeler kapı öründeydiler. Beni görür görmez gene ayni tarzda: — Yaşa kadın, diye bağırıyorlardı, bir şeyden korkun olmasın, git rahatına bak! Aralarından geçtim ve gittim, * General Kâzım Karabekir Bursaya gelmişti. Onun şerefine fırka salonunda bir müsamere verilecekti. Bizden de bir perdelik bir piyes oynamamız: istediler. ! Ben hasta idim, hasta olmama rağmen bu teklifi sevinçle kabul ettim, Fırkada U- çurumdan bir perde oynadık. Mi Saym General #emsili çök beğenmişler hasta, ve unutulmuş yaşamıya mah- kümum. * Afifenin bana anlattıkları bunlardır. Kendimden bir kelime ilâve etmiş de - ğilim, hattâ şumu söy?iyeyim ki, eümleler bile onun cümleleridir. O konuştu, ben konuştuğu gibi not aldım; ve aynen nak- lettim, Türk sahnesinin aramızda yaşıyan ilk Türk kadınını bugünkü Şehir Tiyatrosu teşekkülü bu kadar ihmal etmeli miydi? Şehir Tiyatrosu, Afife sağ kaldıkça 0- nun nef'ine ve sonradan da onun adına bir gece tahsis edemez mi? Sahnemizin en büyük inkılâbını yara- tan kadın için bu kadar küçük bir şey fazla mı görülüyer? Yârân onun kadrini ancak senkö mu- sallâda bilip saf saf el bağlamakla mı ik- #fa edecekler? İsmet Hulüsi a m (0k defn hissediyordu. Blarışetin ablesı vr | KINMNMME) KENMMEMNN BESEN) ÇEMEN ŞERMMMANMN KOŞUM Baş, Diş, Nez'e, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün GEREN GAR cebime günde 3 k — Burasını beğendiğinize memnun oldum. Size yaptığım tasvirlerden son- ra sukutu hayale uğrarsınız diye kor - kuyordum. Otomobil yılan gibi bükülen yollar- dan geçip büyük bir kapıdan içeriye girdiği zaman iki uşak ve çiftlik kâh - yası hemen koşup geldiler; fakat Ce - vad, onlardan evvel davranarak karı - sına eliri uzattı, onun arabadan inme- sine yardım etti, Muallâ yeni gireceği bu eve ayak basmadan evvel, kaltinin heyecalnını durdurmak ve kendini toplamak için bir saniye durup köşke baktı. Burası, keyif ve eğlenceyi seven ve para kıy- meti bilmiyen bir eski zaman paşasının sırf kendi zevki için yaptırdığı bir köşktü. Cevad, sonradan burasını da, Şişlideki konak gibi modern bir şekle sokmuş, her sene av mevsiminde, bir çok ahbab ve dostlarını barındırdığı bu evi kullanışlı ve rahat bir şehir evi gibi düzeltmeğe muvaffak olmuştu. — İçeri girelim mi? — Peki... Yanyana yürüyerek üç dört basa * maklı geniş bir mermer merdivenden I çıktılar. Kâhya bir kapıyı açarak geri geri çekildi ve Muallâ birdenbire ken- disini muhteşem bir salonda buldu. Yerde kolın halılar, duvarlarda tablo- lar, şurada burada kiymetli eşyalar... Bir saniye gözlerini kapadı; bu cesim ve muhteşenı evde yapayalnız nasıl İ vaşıyacağını düşündü. İzmit, gündelik İzahmet ve meşakkatleri, anası ve kar- deşleri nerede kalmışlardı ve o niçin bövle uzak yerlere gelmişti? — Hasan, Zeyneb hanıma bizim gel 4 ağrılarınızı derhal keser. alınabilir. HAMM) (ÇE diğimizi haber ver. Hem çabuk biz çay hazırlat; hanım efendi yolda pel yoruldu. Sonra karısına döndü: — Biz içeriye, küçük salona gidelim. Eski sistem Türk evlerine mahsus, içiçe yapılmış geniş iki salondan geç - tikten sonra küçük bir odaya girdiler. Burasının harem dairesinin misafir © dalarınden biri olduğu belli idi. Kim - bilir sefih paşa burasını hangi gözdesi için döşelmişti. Duvarlar, perdeler, ka- hapeler öyle itinalı ve birbirine uygun renklerde idiler ki, Muallâ, bilâihtiyar şimdiye kadar böyle sevimli olduğu kadar zengin bir oda görmediğini ken- di kendisine itiraf etmeğe mecbur kal- dı. Cevad bir yandan mântosunu çıkar- ması için karısına yardım ederken di- ger taraftan durmadan söylüyordu: — Eğer bu oda hoşunuza gitmişse kendi hüsusi misafir odanız gibi kul - lanmakta tamamile serbestsiniz. Bura- sı evin en güzel yerlerinden birisi ol masına rağmen şimdiye kadar bilinmez niçin, herkes tarafından meş'um bir oda gibi telâkki edilmiştir. Ne annem, ne de Müzevven buradaroturmasını sev- mezler, bilâkis bu odadan nefret eder ler ve beyaz duvarların ve döşemelerin yüzlerinin rengine yakışmadığını ileri sürerlerdi. Fakat siz belki bu gibi garib ve mânasız düşüncelerden uzaksınız. Muallâ s#kin ve soğuk bir tavırla ce- vab verdi; — Bu gibi şeylerle meşgul olmak ak- ıma gelmedi; doğrusunu isterseniz bu- na pek vakit te bulamadım. “Arkası var)