8 Sayfa SON POSTA Eski günlerin #ulüat düşmanı meşhur bir aktörü: Aleksan Hep birlik olmuş, tiyatro müdürünü öne sürerek ona tir operette zorla bir rol kabul ettirmiştik. Oynadı Fakat perde kapanır kapanmaz “Kâmil bey benim kunturatımı yırt!,, diye barbar bağırmağa başladı 0 — Kuzum Kâmil Bey, bu rolü Aleksan- 5 w İyan oynamalıdır; niçin Armanağa ver- > ş İdin? z Kâmil Bey: — Çocuk olma Naşid! dedi. Hiç Alek- aan böyle oyuna ve böyle role çıkar mı?. — Niçin çıkmasın?,. Bu kadar para ve- riyorsun! Haftada birkaç akşam repo olur mu? Arkadaşları da kışkırtm, Kâmil Beyi kandırdık. Derhal bir adam gönderildi, boş zamanlarını, Hasan Efendi gibi «İr- Manakyan tiyatrosunun meşhur bir| artisti vardı: Aleksanyan... Yaşları otu7-| dan yukarı olanlar bu san'atkârı çok iyi| tanırlar. Zavallı, bütün san'at hayatında | hep zalim roller oynamak bedbahtlığına | Maruz kalmıştı. Sahnede yaşattığı tiple-| rin aksine çok halim, şelim ve iyi yürekli | bir insan olan Aleksanla sırf sahnede bol! bol adam öldürdüğü, türlü fenâlıklar yaptığı için mahallesinde kim se konuşmazdı. Sanki hakikaten her ge- ve bir sürü adam katledip, elini kolunu sallıyarak gezen bir katil imiş gibi tanı-| yanlar kendisinden bucak bucak kaça Iı, yüzüne bein hain bakarlardı. Ma- nakyanın bu kudreti san'atkârile uzun- ca bir zaman berâber oynadık. Titiz bir adamdı, tulüata katiyyen yanaşamazdı. Mükemmel türkçe konuşur, anlamadığı Yügatleri bilenlerden öğrenir, rolünü içi- me sindirerek oynardı. yy Manakyan tiyatrosunun inbilâlinden sonra tuldat tiyatrolarında da çalışamk| Aleksana yaptığımız bir muzibliği an- mecburiyetinde kalan Aleksanyan Şark |lâtayım Aleksan suratını asıp bunu dinledi: tiyatrosunda bize fitihak etmişti, Fakat| Göfiör Kalemciyan, (Hindiyana) iş-| — Ben böyle saçmadan okuyamam. bütün ısrarlara rağmen tulüat oyunları-' minde bir operet yazmıştı, Bunun pro- Kaldırın bu şarkıyı! ma iştirak etmiyordu. İ valarına başladık Vahşilerin resi rolü) Deği. Huflada birkaç akşam melodramlarda ver ki, Aleksan için biçilmiş kaftan. M- rol alıyor, «Tiran» oynuyordu. Yani Zalim geçiren Aleksanyan tiyatroya çağırıldı. Kâmil Beyin kat'i emri karşısında rolü | İkabul ett. Hemen provaya başladı, Fas, ket bir de şarkısı var. Vahşilerin arasın-| da tek başına bu parçayı söylemesi 1â- zum! Şarkı da aynen şöyle: Senden kalma koko felek Benzer kişi 8090 solo Ki ki ki şoşo kolo Güya hindee bunlar. Biz Kâmil Beye işaret ediyoruz: kin ne olsa tulüst ve şarkılı oyun.. Alek-| — Hayır! roller.. katiyyen kitabsızlığı yanaşmıyor sanyan buna yanaşmaz. Nitekim teklif! de diye. du. bile edilmeden vahşilerin reisi Armanak| Kâmil Bey de: Tulüat oynadığımız geceler Aleksanın reposu idi. Repo, izinli, istirahat günü manasına gelir, Onun yerine Armsnâk çıkıyordu, oldu, Hem rolü daha iyi bir artiste ver.| — Şarkı çıkarılamaz, Aynen okumalı- mek, hem de Alekaana muziblik yapıp sın! tulüsta çıkarmak maksadile direktör | Cevabını verdi. iKâmil Beyi teşvik ettim: o - | (Devamı 13 üncü sayfada) — Anne! Bunu sen mi bana söylü « yorsun? Sen mi?, Sen mi?. — Niçin, evlâdım? Şenmete Peygam- berimiz bile inanmış! — Rânâda ne şeamet görüyorsun? — Daha ne göreyim? Evimize adım atmas'le beraber, büyüklerin gözün * den düştün.. sürgün oluyorsun. — Sebebini anlattım sana. Bunda ©- nun ne kabahati var? -—' Bilmem, artık. Ben anayım. Her- halde sana ondan da, herkesten de ya- kınım. Bak buyüne kadar söylemedim. Benim gönlüm bunun böyle olmasını çirkeften çıkarıp kendime zevce et - meyi odüşündüğum gün işte bu musra; Son Posta'nın Romanı :49 yaz şemsiyeli!,,| SİN Nes Ansiklopedisi zarfçılık ve tavcılık İstanbulun üç meşhur zarfçısı arama provası yapar- larken haberleri olmadan alınan bir resim mi m Zarfçılık Zariçılık, hariçten gelen herhan « fan kıraathanesi nde tavla oynamakla | gi bir yabancıyı kollyarak parasını çale maktır. Fakat, zarfçılığın kendisine mah- sus bir tarzı, bir hususiyeti vardır, O şeh- rin yabancısı olan adamın karşısına Çi- kan zarfçı, bir yerin adını vererek, bu- rayı nasıl bulacağını sorar. Muhatabı, kendisinin de yabancı olduğunu söyler. O zaman zarfçı: — Nerelisiniz? der, Adamcağızın verdiği cevaba göre, me- selâ İzmirli ise Manisalı, Bursalı ise Or- hangazik veya şuralı, buralı olan zarfçı ahbablığı ilertetir. Birbirlerine ne ıçin İseyahate çıktıklarını anlatırlar. Şehri beraber dolaşmağa başlarlar, Zarfçının, onları tekib eden bir arka- daşı vardır. Bu, vaziyeti kollar. Müsaid bir yere gelindiğini görür görmez, yere içi eski Ruş paralarile veya tedavülden kaldırılmış diğer ecnebi Obanknotlarile dolu kocaman ve şişkin bir zarf atar, gi- der. Fakat, hakikatte gene onları gözet- lemekte ve takib etmektedir. Zarfçı, yere düşen zarfı hemen koşup kapar. Arkadaşına göstermeden cebine! YAZAN ERCÜMEND Yanına sokuldu, buruşmuş eli mu » istemezdi. Talât avağa kalktı. Anasının bu söz- leri teessürünü artırmıştı. Titrek bir sesle: — Anne! dedi; dinle beni. Babam er. ker öldü; ve beni sen terbiye ettin. Da- ha küçük yaşımdan bana öğrettiğin gü- zel şevler arasında merdlik, ahde vefa, insaniyet de vardır. Bugün ben bu üç şeye riavet ettiğim için beni takbih, tekdir ediyorsun. Ben, bana inanan, bağlanan, benim için Câfer pasa gibi zengin, nüfuzlu bir adamın, bir vezirin sevgisini, yesini tepen, intikamını, zulmünü göze aldıran biçare, kimsesiz bir kadını, kurtardığım kaldırımların Üzerine tekrardan atamam! Hakkın var: Rânâ bir fahise idi. Bundan dolayı halk beni ayıblar. Lâkin Cenabıhakkın, kendi zavallı bir kuluna bu suretle sahabst etmemi hos göreceğinden emi. nim. Ne çıkar? Namuslu bir kızla ev - lenip de hedbeht olmaktansa, bir tövbe kârla bahtiyar yaşamam daha iyi değil i atırmda mıdır, bilmem? ben, e mektebine henüz basladım r a bana babamdan miras kalan kitabları vermiş, «En çok bunu okur. du..» diye içlerinden bir tanesini hassa» ten bana uzatmıştın. Bu, adında bir kitabtı. Bir çok yerleri, ba- bacığımın kalemile çizilmiş, işaretlen. mişti.. orada bir msra okudu idim: «Güneş yere düşmekle payimal olmaz'» diyordu. Rânâ ile tanıştığım ve onu hatırladım, Rânâ benim için bir gü“ meşti., yere düşmüş, çamurlara yuvar. lanmış, fakat kir « lenmemişti. Sırf tas Wihsizliğinin yüzün . den, şunun bunun hevesatına oyunca olmuş ovücudünün içinde pırlanta gibi vücudü bütün levsi. yatından temizliye » cek küdrette oldu « bekçinin sopası sa « at yediyi vurdu. A - na oğul ayrıldılar , Talât odasına gitti, * 'Toplanmalar; üç gün sürdü. Talât, kendisine öteden - beri muhabbet gös- teren Seraâsker ka- pısı erkânından bir paşanın (o yardım! hareketini kısa müddet tehir ede - (Harabat) İy: Buna kanaat getir - şı, insaniyete karşı, radana karşı bir borç bildim. Cafer|katen de ne merd davranıyordu? Şu Sara Hanım evlddına hayran hayran bakıyordu. dim. Rânâ, Benli Seniyenin “evinde,İanne? nasılsa bir gübrelikte bitmiş nadide bir| Sara hanım evlâdına hayran hayran gül gibi idi, Onu oradan söküp, temiz | bakıyordu. Hiç onu bu kadar ateşli, bu bir bahçeye yeniden dikmeyi, ona kar-|derece heyecanlı görmemişti. Rânâyı vicdana karşı ve|ne kadar seviyordu? Ve ona karşı haki- paşa, onunla eğlenecek, gönlünü avu-|anda tam babasının oğlu idi. Râhmetli sonra da bıktığı gibi, bir tekme |de, insaniyete ve vicdana tanllük eden vurup, daha da öteye yuvari yacaktı. | meselelerde tıpkı böyle © celâllanırdı, Buna da mâni oldum. Zerre kadar|köpürürdü. nan de üne gidi- sü Talât sözünü bitirip de, susunca; ı ve sevgime İâ-i — Peki, benim güzel yavrum- dedi. ğunu bildiğim kadının yüzün- | Benimkisi analık hissile söylenmiş bir den uğradığım bu edbarı kendim için |sözdü. Nasıl bilirsen öyle yap. Allah nimet, şeref sayarım. Rânâyı alacağım- | seni, bildiği gibi bahtiyar etsin. Değil zaptiye nazırının hişmı, gökten — Teşekkür ederim, annel Ben de taş yağsa alacağım. işitiyor musun,İsenden bunu bekliyordum. bilmişti. Eve çabu - cak kiracı bulama * dıkları, eşyayı kaldıracak bir yer de tedarik etmedikleri için öylece ka payıp bırakmayı muvefik gördüler. Cafer paşa gene insaflı davranmıştı. Yaverini sürgün edip cezalandırmakla beraber, rütbesini de bir derece terfi ettirmek suretile az çok efendilik gös- termişti, Talât Trablus valisine bir tavsiye de buldu. Zaptiye kapısına gelip giden ve kendisini, edeb ve terbiyesinden dol tekdir eden istinaf mahkemesi âzasın- dan Münür bey adında bir zat, tesadü- fen valinin bacanağı çıktı. O, Talâtın eline çok iltizamkârane yazılmış bir mektub verdi. Genç zabit artık memnundu. Ara - atmak ister. Fakat yanındaki buluna taşralı adam, hâdiseyi merak etmiştir. Diye sorar ve aldığı sudan cevaba ka naat etmez, beraber gezdiklerini, arık arkadaş olduklarını ileri sürerek zarfı görmek ister. İçinde psra olduğunu &n- layınca ve kıymeti iştiraiyesini kaybeden ecnebi paralarının üstüne konan birkaç 'Türk lirasını da farkedince bu kısmının üzerinde kendi hakkını da bulunduğunu | anlatır. Nihayet, iki ahbab çavuşlar ten- İha bir yere gidip gayıbdan gelen bu ser- İveti yarı yarıya paylaşmak kararını ve- rirler. Tam bu işi yapacakları sırada, zariçının arkadaşı karşısın: çıkıverir. Yarı ağlıyarak, yarı tehdid ederek para- sını kaybettiğini, kendilerinden şü lendiğini ve üstlerini arıyacağımı söyler. Böylece başlıyan münakaşada, zarfçı in. iXâr yolunu tutar. Buldukları para dolu zarfı güya ele geçirtmemek için, bir âra, yeni arkadaşına, saf taşralıya verir, Son- Ta, parasını kaybeden adama; — Madem ki paranm bizde olduğunu öylüyorsun, üstümü ara, der! abii bir şey bulunmaz. O zaman da (Devamı 10 uncu sayfada» Sabih Alaçam hıkta, Râvâ ile evlenmesine izin de çık mış, buna dâir tesmen fırkaya yazılan tahriratı da koynuna koymuştu, Nikâh larını, varır varmaz orada kıydıracaktı. İdarei mahsusanın, İstanbul, İzmir, Girid, Trablusgarb o postasını yapan €Nimetihüda) vapurunda iki tane ka - mara peylediler. Vapur biraz eskice idi. Oldukça garib bir de tarihi vardı. Bundan dört, beş sene evvel, Avustur- ya Loyd kumpanyasıntn malı iken ve Mars adını taşıyorken, bir gece Boğa" habbetle, minnetle) ziçinde Çubuklu önlerinde meçhul bir öptü. sebebten dolayı tutuşmuş ve batmıştz Vakit epey geç) İdürei mahsusa onun ankazını satın olmuştu. o Sokaktalalmış, yüzdürmüş, makine kısmı sağ * lam olduğundan, tamir ettirmiş ve ken di tekneleri arasına (Nimetihüda) is * mile ilhak eylemişti. Mema'iki Osma» niyenin üzak elerine devletin res mi postasını bu götürüyordu. Bir Perşembe öğle vakti Talât, anası, Rânâ ve Hürmüz, Sirkeciden bir sandalla vapura geçtiler. Yenicami minarelerinden müezzinlerin sesi mü” minleri namaza çağırırken de, Nimeti" hüda palamarlarını çözdü, Marmaray& doğru açıldı. Rânânın ağzı kulaklarma varıyordü. İstanbuldan ayrıldığma, kendisi için pek fena hatıralarla dolu o muhittef uzaklaştığına memnundu. Gidecekler yerin neresi olduğunu bilmiyor, fakaj şimdiden seviyordu. Talâtla biribirle” rine orada daha yakın olacaklarma kö” naat getirmişti. Ayni zamanda, taşradi bir yüzbaşı karısı olmayı gururunu o” doğdu doğalı hâ tün hislerini ta re, ne de fazla heye di da eski nes'esine, şataretini kavuşmuştu, Rânâ ile beraber, kıç vertesinde birer sandalyaya yerleşmiğ ler, Hürmüzle şakalaşarak vakit geği riyorlardı. “Arkası var)