ni a) Altinda, Vakti, pembe ve mahmür sisler mi hakk ördüğüm bü büyük da yorum, Vapurun küpeştesi- seyrettiğim bu ucu buca- 3. endir his ve hayalleri- dar avlusu, oradaki liman, “*ytin ve keçiboynuzu ağaç- emin Sen keçilerimiz, bir anda göz - mana n silinivermişti. Bayra SİRİ ve kalabalık büsbütün Seşid Arttırmıştı. Renk renk ve çe- Hatim e irbirlerine bağırıp çağırması; na sandaleılarm, bammal- hissiyatımı bugünkü de da : i memleket, bana pek ca- kadar hayatıma sahne olan dolu memeleri birer torba ğimiz zaman karşılaş - Ml eei İnsanların oradan oraya ko - kavgaları, Ve çok bana hayatın çok bü - «1 bir hakikatini anlatmış rin iştim. Fakat bu büyük Dada, peaklarına henüz ayak bas -| din Bası) nin bütün kıymetini ve 0- *le geçirildiğini öğrenmiş - gümrüğe götürmek için Tekabete İki hamal, Brtlağa geliyorlar; birbirlerine tokatlar İndiriyorlardı. Digi birdenbire: e zeciğim, bi, p SITdL. Kendisine kollarını Kadının boynuna sarıldı. Ve de man çekerek; rl tevzene, ağırdı, ingima Tağmen, © anda kâfa- Ya sval geçti: Mi?.. Bu kadın, nasıl olur Bir müslüman kadım gibi 5 Lo — Siyap 8. eydan bırakmadı. Yere çö- me Mei Kolrımn arazma aldi Bi, Şocuk.. ne sevimli çehresi ye, sevmiye başladı. a Gümrük işlerin! bi- olmıyan eşyalarımızı b et. Biz de bir kapalı &nAa; pek karışık, pek yalar gok eğlenceli gelen bir çok yöçtikten sonra, teyzemin Maküytiz ze Bu in bulunduğu yere, sonra öğrendim. teyzesi, henüz pencti. Hat- addedilebilirdi. Ay- annem gibi cazibeli gidiyordu. Teyzem *diyordu, Halbuki Girid komşular, ve hattâ rakı veren (kaka ba daima ; derin baktım. Der.| Pek hoşuna gitti. Danger Dum. Cici baban, Yakında, onu da Kenan Paşa Zade Sarafim. | #$ON POSTA Yazan: ZİYA ŞAKİR Giridden İstanbula o | Teyzem beni kollarımın arasına aldı. — Ya bu resim.. niçin önünde kandil yanıyor? Annem, derin derin içimi çekti, Göz“ lerini yere indirdi. Bir şeyden korku» vaş bir sesle: — Acele etme, Onu da öğrenirsin. Diye cevab verdi. Bu cevab da bana pek esrarlı geldi. Ve içimde şöyle bir sual belirdi: — Annemin ne kadar çok Bunları, ne zaman öğreneceğim ?.. * Ben bu düşüncede iken, annemle karşı karşıya kahve içen teyzem de ha raretli bir muhavereye girişmişlerdi. Teyzem, biraz öfkeli Ve annemin gözlerinin içine şu sualleri soruyordu: — Ay. sen, İstanbula sade bunun için mi geldin? u — Evet. ilana gideceğiz, — E. seni kabul edeceğinden emin! — Ablam du benim gibi çocuk mu?.| misin? İ — Hayır. Benim kadar büyük bir — Şüphesiz... Mademki aramızda bir “İçocuk var. — Bu çocuğun ona aid olduğunu na sıl iddia edebileceksin?. — 0, bilmiyor mu? — Bilmesi kâfi değil ki.. kabul et - mesi lâzım. — Zannetmem ki, inkâr etsin. — Sana, bir vâdda bulundu mu?. — En son görüştüğümüz gece, eğer bir kolayını bulursa, beni buraya aldı- racağını vâdetti. Teyzem, arı bir kahkaha bastı, — Budala! Erkekler, yalnız vâde - derler. Fakat vâdlarını yapmak zama- n: gelince, derhal bir tarafa çekiliver- meyi de çok iyi bilirler... Sans vemin edeyim ki, onun yüzünü bile görmiye muvaffak olamıyacsksın. Diye bağırdı. Annem fona halde şaşalamıştı. Önü- ne bakarak: d — Fakat o, benim yüzümü görürse davanamaz. Diye mırıldandı. Teyzem, öfkeli öfkeli cevab verdi: — Yüzünü, nerede gösterebilecek * sin?, Artık onun, kapısının önünden bile geçemezsin... Ne ise, bir budala » lik edip, aklıma uyarak buraya gelmiş- sin. Bari ikinci bir budalalrk edip de böyle tehlikeli işlere girişme... Ağzın- İ“İdan böyle bir l&kırdı kaçırdığın daki- kada, ellerini bağlarlar. Deli diye, tw marhaneye yollarlar... Artık sen onu, unut. İşte, ev. Orlanın birini sana ve - ririm. Kendini biraz derler, top'arsın. Elinde biraz paran var. Onlarla kendi- ne bir kaç kat güzel elbiseler yaparsın. Sen de benim gibi, kendi halinde ve kendi &leminde yaşarsın. Annem, susmuştu. Önüne bakıyor - du. Ve, kıvırcık kirpiklerinin ucunda, birer damla yaş parlıyordu. * O gece yattığımız zaman, annemle aramızda şu konuşma geçti. ğ — Hayreddin!.. Yarın, ablanı göre * ceksin. — Ablamı mi? — Evet — Ay, benim bir ablam mı var?. — Evet, — Onu ne zaman doğurdun?. — Ben doğurmadım. Onun annesi İ yormuş, yahud utanıyormuş gibi ya-, başka... — Ya, babası?.. Babası kim?. Kaka babam mı.. cici babam mı? | Annem, gülmek istedi. Gülemedi... iBu sualimi o kadar garib ve mânalı İbulmuş olacak ki, bir kaç dakika cevab vi ii. Sonra, derin derin içini çe k tik.. kaka baba, cici baba yok. Bir baba var. — Kâbeye giden baba mı?. — Evet — E, öteki babam ne oldu?. Hani 0. k bana Annem derhal sözümü kesti: — Ben sana şaka söylemiştim, çocu- gum, Artık o şakayı unut... Yarın, ab- İlkadın. Kocası bile var. Hem de, paşa... — Paşa mı?. — Evet. — Hani şu bana, cici baba diye şaka söylediğin adam gibi mi? — E, hani onu unutacaktın ya?. — Amma, kolay unutulur mu, anne? | Ben onu görmeyi beklivordum. Buraya kadar onün için gelmedik mi? Annem, artık kendini tutamadı. Hıç- kıra hıçkıra ağlamıya başladı. O zaman, bu hıçkırıkların manasını anlıyamamıstım. Ve anneme sormıya da, kendimde cesaret bulamamıştım... Faki radan çok vakit geçmeden her şeyi öğrendim. Hafızamda ebediyen yerleşen o hıckırıklardan dolayı, anne- me hak verdim. Ve. işte bu hakkı verdiğim dakika » dan itibarendir ki. annemi ağlatan in- sanlara karşı kalbimde derin hir kin hissettim, . Artık, insan oğluna acı - mamıya karar verdim. (Arkası var) Denize düşen bir adam kurtırı'dı liadada temizlik işleri onbaşı - sı yin, Galata rıhtımından geç - mekte iken birdenbire müvazenesini kaybederek denize düşmüş ise de et » raftan yetişenler tarafından kurtarıl - mıştır, | Yeni reşriyat | ARKİTEKT Olimar) — Bu aylık derginin 03 Üucü sayısı zengin münderecat ile çık - mıştır. nay | enn ŞEHİR TİYATROSU Tepeba, ye Dram kısmı akşam sent 20.80 da ASMODE TURAN TİYATROSU Bu gece San'atklir Neşid « Baştarafı 9 uncu sayfada ) Hayfa ve Kudüste imalâhane veya çiftliklerinde genç ve çalışkan Yahudi- ler gördüm. Hepsi sağlam, zinde, çevik adımlarla yürüyor, bür bir tavırla işe rini tenzim ediyor ve bir vatan bulduk- larından vicdanlarımia gurur ve iftihar duyuyorlardı. Bana: gördüğünüz gençler bu memle- kette büyüdükleri için güçlü kuvvetli oldular. Hür olduklarını ve miti yurd- İarmı imar ettiklerini bilfikleri için de severek çalışıyorlar, diyorlardı. Arabların aralarındaki kavga Konuşulan dil meselesine gelince: bil hassa Hayfada almanca ve İbranice hâ- kimdir. Bir gün bir Arab öğretmene Ku- düse geldiğim sıralarda Arabların birbi. rile (Yahudi « Arab) münaferetini unut- turacak şekilde yaptıkları mücadelenin esbabını izah etmesini istedim. Bu adem Arabların arasında üç siyasi parti mev- cud olduğunu söyledi. Birinci parti: Başımda Suriyeye kaçan ve İngiliz aleyhtarı harekâtı oradan ida- re eden Kudüs müftüsünün bulunduğu müfrit partidir ve hedefi; Kudüste bir Arab hükümeti tesis etmektir. Bunlar gayelerine varmak için şiddeti iMizam ediyorlar. Teihişi yapan da işte bu par- #dir, İkinei partinin programı: Kudüste bir Arab hükümeti kurmaktır. Ancak bun- İlar tethiş yolile değil, anlaşma ve uzlaş- ma yolile emellerine ermek istiyorlar. | Üçüncü parti ise Filistini Maverayişe- İria ile birleştirmek gayesini güdüyor. Kudüste sefalet © | Gerek Filistinin, içinde yuvarlanıdığı hallolunmaz güçlükleri, gerek 1925 ten- İberi başarılmış değişiklikleri en bariz i şeklile Kudüste gördüm, Vaktile Gama- ime kilişeşinin etrafındaki sokaklar çöle benzerdi. Kilisenin mihrabına pasapoctu İrehin bırakıp bir edühüliye kartı alma- dan girilemezdi. Kapıda bu işi tanzim €- den İngiliz askeri kilise içinde an kişi- İden fazla insan bırakmazdı. Hükümet bu tedbiri, kubbenin iç tarafındaki hera- biyetten dolayı, almaya mecbur kalmıştı. Şimdi artık kimse ibadet eşyası satın almıyor, Bu yüzden dükkâncılar iskam- jbl oynamakla vakit geçiriyorlar. Şark- Nar âza kanaat ettiği için kaderlerine boyun eğmiş görünüyorlar. Turizm ile yaşıyan hiristiyanların hal ve vaziyet- leri bambaşka, onlara göre bu hayeti kapkara bir sefalettir. Şehrin | iktasadi faaliyetini, sebze vesa'r yiyeceğin satıl- dığı birkaç sdkak müstesna, yeni Ya- hüdi mahallelerile apaçık bir tezad şek- linde, tamamen durrmuış görmek çok acı, Ben eski şehrin göbeğinde büyük ma» nastırın hücrelerine bakan bir binada o- #uruyorum. Geceleri ışıkların söndürül- Filistin Yahudilerin mi, yoksa Arabların mı olacak ? mesi için verilen işaret pek gerib olu- yordu. Hele yakındaki mağazanın biz bomba İle atıldığını, üzerinde silâh araş mak bahanemle şoförün soyulduğunu görmek daha garibdi. Bununla berabeğ bu karanlık tablonun hoşa giden tarafs Yarı da yok değildi. Meselâ: Sabahleyin erkenden, elinde küçük sopasile -geng bir İngiliz polismin Yafa kapısı arkasın da meyva alıp satanlar arasında gülerek intizam temin etmeye çalıştığını görmek böyle idi, Sözümü bitirirken orada bulunduğum sirada cereyan eden ve hakiki vaziyeti to barüz ettiren iki bâdiseyi yazmadan ge çemiyeceğim: Bir gün yeni şehrin bütün mağazala rini kapalı gördüm. Sebebini sordum «Bu sabah genç bir Yahudi asıldı da on dan: dediler. Bu gönç Yahudi bomba taşıyormuş, yakalanmış, ölüm cezasin& çarpılmış. Yaşının küçük olması, fiilen hiçbir fena ette bulunmaması cezasını tahfi n bulunan sebebler ve yapılan teşel Jer tesirsiz kalmış. Bu genç. mükabelebilmisli ilk hazırlıyandu Arkasından bütün milleti ağlıyordu. Diğer bir mımtakada askerlerin yaka lamak istedikleri iki Arab tethişçi öldür rüknüştü. Arablar bunlar için muazzam bir cenaze alayı ılar. Bu hâdise de milli tezahürat Kıvılcım kocaman bir ateş olduktan sonra Filistinden ayruah üç ay oldu. O zas merki kıvılcım şimdi kocaman bir ateş halini almış bulunuyor. Bu hal karşısın« da her iki taraf da memnun edemiyen mandater devlet acınacak bir vaziyeti tedir. Yahudiler; iddialarında eski tarihleri- ne ve Balfur beyannamesinin kısmen da- hakkuk ettirdiği Tevratın kehanetlerine dayanıyorlar. Arablara gelince; Onlar da islienliğin (80 sene gibi kısa bir fasıla müstesna) tam on üç asır Filistinde hükümet sürdü Bünü, bu sebebden bu memlekette huku- kan bir Arab hükümeti kurulması Wzu- munu ileri yürüyorlar. Birbirine taban tabana zıd bu davayı nasıl uzlaştırmalı? Ne yazık ki bu dava halledilemez gibi görünüyer. İtiraf ederim ki Teofil Gotle gemisi» ne bindiğim zaman bu halledilmez ibi. lâftan başka şey konuşulmuyan bir mem- leketten ayrıldığım için ferahlık duydum, Bununla “beraber Kudüste tamamile mes'ud görünen bir adama rastlamadım de değil. Bu adam 126 yaşında olduğunu söyliyen ve bütün ömrünü kulübesinde ibadetle geçiren bir Habeşli idi. Onca ne zamanın, ne de siyasi meselelerin hiçbir kıymeti yoktu. Halbuki hemen yanı ba- şında bir başka Habeşli, Habeş kilisesi- Din abonası; ıztır«b içinde çırpınıyor ve vatanının mukadderatına ağlıyordu. K.N. ————ğ—ğ—ğmm m aaa a a annnbph Eski şehremini operatör Cemil Topuzlunun hatıraları (Baştarafı 8 inci sayfadı) «— Hariciye nazırı Kont Sforça, si- zinle görüşmek istiyorb Dedi. Ben hariciye nezaretinde ka- bul edileceğimizi zannediyordum. Hal- buki, bu gizli mülâkat; Ekselesyor ote- linde yapıldı. Kont Sforça, Osmanlı imparatorluğunun haline çok teessüf ettiğini söyledi. Anadoludaki kuvvet - İerle müttehiden o çalışmamızı, daha doğrusu Anadolunun mukavemet et - mesini zımnen tavsiye eyledi. Son söz olarak da: «— İtalyanın bu müşkül vaziyetten sizi kurtaramadığına müteessirim'» Dedi, Kont Sforça kendisi ile veda- laşırken de, bu mülâketımızı kimseye söylemememizi ayrıca rica etti. Otele döndük. Lâkin İngiliz irtibat zabiti, gaybwbetimizden şüpbelenmiş bize bin dereden su getirerek nerelerde vakit geçirdiğimizi sordu. « Romayı gezdik!» yalanını mecburen kıvırdık! Ertesi gün Parle yolunu tuttuk. Damed Ferid haini #le Versayda, otel Derezerovarda yüzyüze geldik. Meğer, herif, bay Reşid ile İstanbuldaki icraa- tımızı, kuvvayı inzibatiyeyi ilga ve ge neral Cafer Tayyar ile temas ettiğimizi duymuş. Bize öyle bir surat etti ki sor mayın! Böylece, itilâif devletlerini iki, üş gün içinde istedikleri cevabr, iki ay sonra vermiş oluyorduk!. Fakat, galibler, bizim üzerinde ay- larca çalıştığımız mufassal (o cevabi » evvelce tahmin ettiğim vechile- zer Tece nazarı ştibara almadılar, Muahe denin bir maddesinin bile değiştirilme- sini kabul etmemekte ısrar gösterdiler. Biz de, mecburen münasebatı katetme- mek için, bay Ahmed Reşidi, irtibatı temin maksadile orada bıraktık. Tev- fik paşa, Damad Ferid ve murahhas heyetimize dahil diğer zatlar ile birlik- te geri döndülk. Tulona geldik. Orada, Gülcemal vapuru bizi bekliyordu. Ka radok kruvazörile gelişimin tam aksine saatte ancak 8-10 mil ile İstanbul yo- unu tuttuk. Tulandan, ( 8/7/1920 Y perşembe günü Kkalkmıştık. (14/7/920) tarihinde İstanbula varabildik.