SÖN POSTA ŞTRCRİAFA DK 'AKAAAIKİAKLATLRRK LA YKKK Hayvanat bahçesinin bu kaadr fazla ka Jabalık olması, blhassa üç sebebden ileri geğyordu: Birincisi, günlerden bir tatil günü idi; ikin hava her zamandan daha güzeldi; üçüncüsü, tatil zamanı geç miş, okuma mevsimi başlayalı bir hayli zaman olmuştu; bunun çok tabii bir ne - ticeği olarak hükümet merkezinin bütün minimini sakinleri, sayfiyelerden, kamp- lardan ve diğer buna benzer yerlerden dönmüş bulunuyorlardı.. Miniminiler tek başlarına hayvanat bahçesine gelemiye - gekleri ıçin, hepainin refakatinde, — ister istemez büyükler de vardı.. Hattâ doğru- sunü ,söylemek lâzım gelirse, havanın gü zelliğinden, hayvanat bah Ji hayvanların eğlenceli ma Son Posta'nın hikâyesi "T Hayvanlar b DK YU V Baba - kız, hayvanat bahçesi içinde bir hayli dolaştıktan, — vg bir çoök kafesleri, şöylece, üstünkörü ziyaret ettikten son- İza, nihayet en aşağı yirmi kadar may - munun şakalaştığı. gülüp sıçradığı büy çek bir dairenin önünde uzun — müddet durdular. Kızcağız, teker, teker, her maymunu parmağile işaret ederek mutad — süalini sormağa çalıştı: — Baba, şu maymum ısırıyor mü, yok- sa 1siTmiyor. mü?. Maymunlar zıpliyor, şakalaşıyot, dö - vüşüyor ve kendilerine mahsus dairenin içinde o kadar süratle yer değiştiriyor - lardı ki. kızcağız bütün gayrtine ve arzü. * |suna rağmen bunların her biri hakkın - hçesinde bir dedikoducu: HDTT AAT TAAK AAT AI YAK A TALLARANİİT Yazan : V. Ardov - Çevir. (oluyor.. Bu kâğıdın benzerleri kâmilen mahzeni evraka verildi. Bu nasılsa be - nim elime geçti.. Bugün Muştakov'un a- leyhinde biricik vesika.. Kologrivov, yüzüne hilekâr bir ifade vererek ilâve etti: ler yazıyor. mi yeyahud bir fotografı — seyreder gibi seyretmek İçin, enerjik bir jestle ileriye doğru uzattı. Bu hareketi — neticesinde, kâğıdı tutan eli, maymun kafesinin par« maklığına dayandı.. İşte bu sırada, hiç — beklenilmiyen bir — Fakat bu o kadar enteresan bir ve -| ver!. Aksi tekdirde ben ne sika ki... Sorma!, Bu vesikada neler ya - | bilirim.. zıilı, biliyor musun? Bak şu vesikada ne-| Kologrivov'un bu haykırışlarına ve so- Çocaklardan ziyade büyükler İstifade edi yorlardı.. Bu gibi vaziyetlerde küçükler, ekseriya büyüklerin eğlencesine bir vesi- le, bir veasıtadır. Ablanın canı sinemaya gilmek ister, evdeki küçükleri bahane e- derek gider. Büyük annenin keyti gez » imek 'ster, minimini torunların hava al - mak ihtiyacı buna bir maske teşkil eder. Fakat, hayvanat bahçesini ziyaret eden bütün bu kalabatlık arasında güneşe. ha- vanın güzelliğine, hayvanat bahçesinde- ki vahşi hayvanlara karşı tamamen (â - kayd davranan biricik insan, fötr şapka- ginı, kulaklarını ve kaşlarını örtecek şe- kilde, b'r tâkke gibi başına geçiren, kırk| Asık suratlı Koloerivov başını çevir - yaşlarındaki ziyaretçi — idi.. Paltosunun di. Ve eksi ekşi aırıttı:. Arkasında kısmen düğmelerini, baştan sonuna kadar, ilik -| aYni da'rede çalıstığı tanıdıklarından bi- lemiş olan bu, asık suratlı ziyaretçi, beş, | Tisi duruyordu.. Kologrivov, kızını gös - âltı yaşlarında tahmin edilen bir kız ço-| tererek: cuğunu elinden tutmuş götürüyordu.. A.| — No yapalım işte, diye izahat verdi, yağında gri çoraplar ve soboyu andıran | bizim kız: gezdirmede getirdik.. Galiba yuvarlak sandallar olan kızcağız, cakalı | Siz de kızınızla berabersiniz?. Cakalı yürüyor, kırk yaşlarındaki ada -| — Kolopr'vav'un ahbabı kendi kızıma dö- mıin yürüyüşüne ayak uydurmağa çalı - Nerek şıyordu.. — Tasva, dedi, ilkönce amcana elini da kendi sualini tekrarlamak — imkânını bulamıyarak susmağa mecbur oldu.. Kızın babası da susuyordu.. O, göbeğini maymunların bulunduğu büyük kafese dayafnış bir halde dalgın dalgın duruyor, gözlerini kırpıştırıyor, dudaklarını itiri- yordu. Asık suratlı ziyaretçi bu vaziyette du- rürken, birdenbire ağır bir elin omuzu- va dokunduğunu hissetti. Kalın bir ses: Vatandaş Kologrivov, demek siz de buradasınız, ha?.. Divoe seslendi.. bir. Kologrivova istihfafkâr nazar attıktan sonra ağacın birar daha yukarısma tırmandı Maymun, taradım.. Sonra ne oldu biliyor musu - nuz?, Kologrivov'un muhatabı, kelimenin tam manasile hiç bir şey bilmiyor. daha doğrusu hiç bir şey bilmek istemiyordu. Yüzünün kederli hali. falan — veya filân kişinin sizi hiç alâkadar etmeyen dediko- dusunu dinlediğiniz zamanki yürünüzün halini andırıyordu. Kologrivov, muhatabının bu ruhi ha « Hine hiç dikkaş bile etmedi.. Hattâ, heye- canından şahadet parmağını havaya kal- Kızcağız, elinden tutmakta olduğu a - / uzat; sonra da şu küçük arkadeşına! |dırarak sözüne devam etti: damın bareketini taklid ederek, — itaatli | itaatli her kafesin önünde — duruyor, ve iki küçük kız, birbirlerine — maymunlar her defasında, kafesin içindeki hayvanı | hakkındaki fikirlerini anlatıyorlardı: On Böstererek ayni suali soruyordu: lar, bu konuşma esnasında en çok hangi — Baba, 'bu da ısırıyor mu? maymunun hoşlarına gittiğini, en az hen- Kafasındaki düsüncelerle meşgul asık | gisini beğendiklerini birbirlerine söyledi - suratlı beba, kend'sine gösterilen ber hay | ler.. 'van hakkında isteksiz bir tavırla ayni ce| Bu arada, kızların babaları da, işlerin- vahı veriyordu: |den bahsediyorlardı. Arkadaşını gördük. — Evet, bu da ısırıyor. ten sonra fevkalâde canlanan Kolögrivov: Ö zaman kızcağız mutad ikinet sualine| —— Biliyor musunuz, diyordu, şimdi on- Takriben bir dakika sonra elele veren | — Evet, sonra birdenbire ne oldu, bili- yör musun?. Ben evraklarımı karıştırır - ken, kâğıdlarımın arasında şu vesikayı, şu mühim vesikay bulmayayım mı?. Koloğrivov elini koynuna soktu. Ceke. tinin iç cebinden solmuş ve sararmış bir yığın perişim evrak çıkardı, Bunları u - zun müddet karıştırdı. Nihayet bunların içinden, en fazla sararmış, en fazla örse- lonmiş, en fazla kirlenmiş olan bir tane-. sini ayırarak, muzaffer bir eda ile mu - geçiyordu: lar, Muştakov'un hububat işindeki yolsuz. — Peki baba, ya bu hayvana ilişmez -| luklarına dair verdiğim istidanın hiç bir sek gene isirir mi? esasa dayanmadığımı iddia ediyorlar.. Ben Baba homurdanır gibi belli belirsiz ce-| iddiamın doğruluğunu isbat etmek için vab verir, baba - kız, tekrar yollarına de- | seksen yere baş vurdum.. Oraya koştum. vam ederlerdi. buraya koştum.. orasını aradım, burasını Son Postanın edebi romanı: 6 Ü |Ş ae L karak: T5 _“’r—;._'*_—_ ME Yazan: Halid Fahri Ozansoy Bunu der demez, kolundaki saatine hı—l — Neden? — Bu hafta içinde sam rüzgârı eser. — Sast en iki.. beni yemeğe beklerler! |miş. Gidelim de yüzümüz, sirtimız beyaz Erken yiyoruz. leke mi olsun? Diye ayağa kalktı. Ve Neclânın: — Ya.. öyle ise haklısınız. Bak, bunu — A. bekle biraz.. öğle vapuru gelsin | bilmiyordum. de! — Bilmiyorsan öğren, ağabey! İtirazına karşı yumuşamadan ellerimi-| Ne de tahakküm! İnsana âdeta ders ve- zi sıkarak gitti. hatabına gösterdi: — İşte, azizim, okuyunuz ve siz de ka- ni olunur: Tarihi 1935 tir. Bu kâğıdın be- nim elimde bulunması büyük bir talih eseridir. Çünkü bu kâğıdı imzalamış o - lJan Savopin, işden ayrılalı epey zaman mekânı oldu. Bu defa da <Ne münase - bet'» Diye düşündüm. Doğrusu gülünç- tüm! Artık Ömer Seyfeddinin meşhur hikâyesindeki Cabi efendisi gibi her şes yin münasebetli ve münasebetsiz taraf - Tarını arıyordum! Hasılı böyle dalmış - tım ki, Nezihe birdenbire masayı sarsa- rak doğruldu ve ellerini 3 — Öğle vapuru geliyor, dedi. Haydi Iskeleye gidelim, Bakalım şık tuvaletler çıkacak mı? Noclâ zaten o kadar isttyordu ki, hemen Nezihenin arkasından rıhtıma fırladı. Başımı çevirip denize doğru — baktım: hakikaten vapur, Heğbeliden kalkmış. güneşten parlayan suları yararak Büyük- adaya yaklaşıyordu. Zaten iskele etra - fında da bir hareket, bir canlılık başla - riyordu. Doğrusu demin Süheylânın hü-|MtSt! Önce birkaç dükkân çırağı, tel - Arkadaşları ne düşündüler, bilemem. | viyetinden geri aldığım Meryem tasviri- lâllar, çiçek satanlar, sonra, önlerinde , Fakat ben, ıztırabdan neş'eye ve neş'e-İni, artık, bu pek çetin alaycı halile Nec- den ıztıraba bu kadar şüratle geçen kızın|lâya da yakıştıramıyacaktım. Ne şima -« arkasından sadece bakakaldım, rik, fakat ne sevimli kâfir! Bu kız acmba, aşkta da bir erkeği bu| Böyle bir müddet gülümsiyerek dal - iki kutbün arasında mı sürüklerdi? dığımın farkındayım. Bu esnada — Neclâ, * arkadaşı ile bir şeyler fısıldaşıyor, Nezi- Süheylâ gittikten sonra gazinoda bir|he ile ikisi, başbaşa, kıkır kıkır gülü - müddet daha oturduk. Nezihe, şimdi, kuş! şüyarlardı. Bu defa gülümsemem geçti, gibi gevezelikte Neclâdan hiç geri kal-| yeniden sinirlenmeğe başladım. Kim bi- mıyordu. Öyle ki, çok geçmeden, — bir|lir plâjda, yahud iskelede her kıza yılı « müddet için Nikoyu da, Süheylâyı da, bi- ' şan ve soğuk nükteler savuran hangi bü- risinin bana verdiği hiddeti, ötekinin dala çapkının lâfımı ediyorlardı? Ne mü- kalbimde uyandırdığı teessürle knrışık?nmwmik! Diye düşündüm. - Fakat ki çocuk arabalarını iterek ve rastgele - nin ayağına çarparak sabah — gezintisine çıkmış yahudi afleleri, kısa pantalonlu, bağırışarak koşuşan küçük — yaramazlar, Belediye gazinosundan doğru piposunu çekorek yaklaşan kırmızı yüzlü, şişman- ca, uzaktan tanıdığım Müliye mütekal- di, sırtlarınım aşağısınae kadar vücuüdle- rini açık bırakan mavi bir plâj pantalo. nu |le salına salma yürüyen birkaç Ada- h ve cakalı kız, bunların arkasından baş- kadar kaları, baldırlarının yukarısına hiüfse oldu: Kafesin parmaklığı arasın- dan, birdenbire, küçük — ve esmer bir el belirdi. Kologrivov'un tutmakta - olduğu kâğıdı kaptığı gibi içeri kaçtı. Kologrivov kızına dönerek: — Rica ederim Olga. şakayı... «Birak» demek .istediyse — de, kâğıdla kızı arasında hiç bir münasebet olmadı- Binı, kızının kâğıddan bir hayti uzak bir mesafede bulunduğunu farkedince, bunu Böylemekten sarfnazar etti: Çünkü elin - dek! kâğıdı bir maymıumun çaldığını ar - | tik o da anlamıştı Kologrivov, kafesin sakinlerini gözden geçirmeğe başladı. Ufak bir dikkatten sonra hırsızı teşhis etmekte gecikmedi: Hemen hemen kafesin tam çatısı altında, budanmış bir ağacın en tepesinde, basık kulaklı, kurşuni gözlü, sompatik — yüzlü bir maymun düşünceli düşünceli oturu - yordu. Maymun ön ayakları arasında ma hud kâğıdı tutuyor, onu dikkatle tetkik ediyor, adeta, Muştakov'un 19885 yılında- ki hububat suiistimaline dair burada ne- ler bulunduğunu öğrenmek ister gibi bir tavır takınıyordu.. Kologrivov bu manzarayı — gördükten sonra, iki elini ileri uzatarak maymuna doğru haykırmağa başladı: — Hey, sen, adın ne idi bakayım!. İci! Hey işitiyor musun?. Derhal elinde tut « makta olduğun kâğıdı İci ver!. Maymun, dedi - koducu Kologrivov'a göylece istihfafkâr bir nazar attıktan son ra, ağacın biraz daha yukarısına tırman- dı.. 'Tesadüfen «maymunlar kafesi» nin ci- varında bulunanlar arasından bir kahka- ha yükseldi.. Bu kahkahayı işiten civar kafeslerin önündeki halk ta bu tarafa a- kın etmeğe başladı.. Kologrivov iyice öfkelenmeğe başla » mıştı.. Eline geçirdiği bir sopa ile bir ta- tün bu küçük öğle kalabalığı vapuru kar şılamağa gelmişlerdi. Garson. liranın üstünü getirinciye ka- dar dişardaki bu kaynaşmaya — baktım. Sonra ben de. bizim kızların peşine ta - kıldım. en; H. Alaz |rat maymuâu tehdid ediyor, diğer ta- raftan da: | — Sen galiba aklını kaçırdın, diye hay lk—m rdu. Şu aşırdığın vesikanın bende bir kopyesi bile yok... Dediklerimi anlı « yör musun?, Derhal elindeki kâğıdı geri yapacağımı pa ile bu idlerine karşılık, kafesin i- Kologrivov, elindeki vesikayı, bir res-| çindeki bütün mâymunlar, hemen hemen hep bir ağızdan, keskin çığlıklarla ce « vab veriyor, hepsi de kafesin, derinlikle- rine çekilmeğe çalışıyorlardı.. Kafesin içinde en sakin oturan ve hig yerinden kımıldamıyan maymun, kâğıdi kapmış olandı.. Maymunu tehdid etmekten bir fayda hasıl olmuyaaeğını anlayan — Kologrivov, tabiyeyi değiştirdi. Maymunu yalvarma ile merhamete getirmek yolunu tecrübe etti: — Hey maymun kardeş, gözünü seve- yim, ne olursun, şu kâğıdı geri ver!.. Bu kâğıd benim için fevkalâde ehemmiyeti haizdir.. Bu kâğıd elimde olmadan Muş- takov aleyhindeki iddialarımı isbat et « |meme imkân yoktur.. Ne olursun. şu kâ- İğıdı geri vert. Kâğıdın bir noktasına ba - ,kacağım, onu gene sana veririm!, Kâğıdı aşıran maymun bu ricalara da aldırmadı.. Bütün bunlara, arkasını dön- mekle cevab verdi. Bundan da bir netice hasıl olmuyaca * finı anlıyan Kologrivov, kafesin etra « fında oldukça kesif bir kalabalık teşkil etmiş olan halka dönerek: — Buranın âmiri kim?, İçinizde bura - nın Âmiri yok mu?. diye seslendi. Ahalinin arasında bulunmakta olan ol dukça yakışıklı bir adam, Kol 'a doğru ilerliyerek, nazik bir tavırla sordu: — Vatandaş ne istiyorsunuz?. Arzunuz nedir?. — Şey... Siz burada vahşi — hayvanlar mürebbisi misiniz?. — Hayır. Ben hayvanlar mürebbisi de Bilim.. Ben hayvanat bahçesinin «insan- lara benzer hayvanlar kısmı» nin şefi * yim.. — Bu benim için daha ” iyi, Şu halde lütfen şu maymuna emrediniz de bendef aşırdığı kâğıdı geri versin! Kologrivov'un muhatabı gülümsedi: — Maalesef, size herhangi bir faydam dokunabileceğini hiç zannetmiyorum, dt di. Maymunun benim sözümü dinleyece- ginden çok şüpheliyim.. (Devamı 13 ncüi sayfada) Vapur hâlâ yolcularını — çıkarıyordu. Neclâ ile Nezihe yalnız şık bayanlara bü kıyorlar ve bazan takdir, bazan terikid fısıltılarile birbirlerinin — düşüncelerini tamamlıyotlardı. İşte bu anda gözleri » me çok sevdiğim iki çehre, çocukluğu * İskeleye girerek ilerledik ve vapurun | mun en güzel iki hatırası ilişti: Babamifi yanaştığı taraftaki parmaklığın önünde | dadısı yetmiş beşlik Gülşen kalfa ile ol" durduk. Bir müddet sonra vapur yanaş-|lu Hafız Süleyman... Bu hafız, vaktile tı ve iskele atılır atılmaz, öğle ziyaret -| Balıkesire gelin giden kızının — beş yâf cileri akın akın çıkmağa başladılar, Pazar olmadığı halde bugün Adaya n.*;köıe olduğu için yaşı belirsiz... N kadar da gelen vardı! Bu anda gene ih-| Dadı, uzaktan bizi görmüş, kalabalı - timal manasız — düşüncelerimden birine &n içinde, yaşından — umulmıyacak bif kapılmaktan kendimi alamadım. Bütün Ünçlikle, yün feraceden bozma manto * küçüğü.., Kırklık bir adam, fakat biraf — yolcular, Adanın güzelliğine, havası- na, manzarasına âşık olarak mı bu va - pura dolmuşlar, şimdi burada — rıhtıma dökülüyorlardı? Yoksa bir kısmı, gün - lerce, davet edildikleri köşklerde poker masasına mı kurulacaklar, — bazıları da, kapalı bir otel odasında, belki bir lâhze için asfalte bile çıkmadan, yalnız, bir ge celik gizli bir aşk mülâkatının — hazzını ge tadacaklardı? Adayı sadece Ada ola- rak, yalnız çamları, kıyıları ve ufukla - rında karşı Adalara ve Anadolu sahiline karşı renk renk kızaran akşam simasile sevenler bütün bu kalabalık içinde kaç kişiydi? Hattâ, şu yanımızdan geçen za- rif ve son moda tuvaletli bayanlar bile, palmiyeli ve gölgeli bir dost bahçesinde, yeni dedikodulara dalmaktan, karşıla - rındaki yeşil çamlıklı tepelerle çarsaf gi şüphe, tereddüd ve hayranlığı da unut-| Neclâ ile yüz göz olmak istemediğimden muştum, Bir aralık Neclâya sordum: ne konuştuklarını, neye — gülüştüklerini sormadım ve bu can sıkıntısile gözleri - — Peki amma, sen bugün nasıl oldu mi pencereden dışarıya, rıhtıma çevir - da plâja gitmedin? — Biz üçümüz bu hafta gitmiyeceğiz. Dedi, dim. İlk nazarıma çarpan, iskeledeki tü-|da bir iki otel garsonu, sonra gülüşerek tüncünün resimli gazeteler ve kitablar - Ja konyak ve likör şişeleri dizili çifte ca- kısa şotlular, başları kırmızı - fulartılar, bir yandan da yeni usulde iki parmakla- rını dudaklarına götürüp karşıdan kar - şıya birbirlerine ıslık öttürenler, bu ara- bi dümdüz ve ışıklı sulara bakmağa va- kit bulabilecekler mi di? Hakikaten bun ların ve daha bunlara benzerlerin gözle- ri bütün bu ufuk, su ve çamlık cenneti - ne, yalnız, görmeden, anlamadan ve zev- geçen, henüz yeni kura başlamış birkaç | kine, derinliğine varmadan bir şaşı bakı- | duydum duyalı içim içime kız daha ve birkaç delikanlı... Hasılı bü-| şile mi bakacaklardı? su altında görünen göğsü açık basma €f” tarisinin eteklerini de sevinçten havadi savura savura geliyordu. Neclâya dadıyı göstererek: — Bak kim geliyor, dedim, Gülşen dü> di Oğlu Hafız Süleyman — da yanındâ- Amma sen onları tanımazsın değil mif - Senelerce Balıkesirde idiler. Neclâ: — A, hiç tanımaz mıyım? dedi. Balı * kesirden çoktan döndüler, Sen Avrupt” da iken kaç dofa bize gelmişlerdi! bana hep senin çocukluğundan bahse © der dururdu. Tam bu/sözün üstüne dadı yanımızf sokulmuş, iklmizin de boynumuza sarık mıştı. Gözlerinden incl gibi yaşlar aki * tıyor, bir taraftan da, arkadan gelenle * rin itip kakmasına aldırmadan, eski Zâ * manlarından daha sürekli bir lâkırdı tü" fanile bize şunları söylüyordu: — Ah yavrum Tuğrulum! Beni gör * miyeli maşallah aslan gibi delikanlı ©* muşsun. Vallahi, Avrupadan — geldi (Arkası ver) £ çe — o ÜY rarili