L YoP Adeta arkasından biri — gibi daima, acele acele yürürdü. — Bundan mâda, Karp Polikarpiç Pod- Ü leşçik. fevkalâde nazik bit delikanlıdır. l' O, her rastgeldiğinden, sebebli sebebsiz Özür diler, ve daima karşısındakinin sıh- hatte olup olmadığını sorardı: — Affinizi çok rica ederim efendim; O inşallah Afiyettesiniz?. İşleriniz nasıl gi- “diyor?. Oh oh çok memnun oldum.. t — O, bu sözleri daima gider ayak söyler ve söyledikten sonra da hemen uzakla- , Şıp giderdi.. — Âliyette ve sıhhatte olup olmayışınız Onu zerre kadar alâkadar etmez; işleri- 4 nizin iyi gidip gitmesi de onun zerre ka. 3 dar umurunda değildir. | O, bütün bu sualleri, münhasıran na- 3 Zik ve terbiyeli bir insan olduğunu gös- a termek için sorar. O mutlaka nazik dav- 4 Tanmak mecburiyetindedir; aksi takdir- de rahat edemez!. Muntazam taranmış ve iki müsavi kıs- ma ayrılmış saçlarla, sonsuz bir nezaket, Korp Polikarpiç Podleşçik'in en mühim — İki hususiyetidir. * Bundan bir hayli zaman evvel, her ö- nüne gelene: «Nasılsınız, efendim, iyi mi- Ü © adama dair çok enteresan mizahi bır hi-| kâye okumuştum.. Karp Polikarpiç, ba- na bu hikâyenin kahramanını hatırla- tırdı.. Karp Polikarpiç'in — komplimanlarına en ziyade hedef olanlardan biri de ben- Fi dim: Çünkü biz onunla ayni binanın — ayni katı çalışıyorduk. Ben — oko- E i dağıtma şubesinde çalışırdım; o ise toplama şubesinde. bu < Güretle onanla sik sık karşılaşırdık. — Karp Polikarpiç, her yanımdan Bgeçi- şinde mutlaka: —. — Grigori Yefimiç, diye sorardı. İşler nanıl?. Ben, işte sekiz senedir Karp Polikar- / piç'le ayni binada çalışıyorum. O, günde wWasati olarak 10 defa (bu rakamı unut- —mamanızı rica ederim) işlerimi ve sıhha. ir yıl 365 gündür. Bu raka- Ü mezuniyet ve tatil günü diye çıkaralım. Hesabımızın doğru olma- B1 için 20 gününü de, ikimize atid grip, an- — Ulan, artık bırakın be! Yeter!. Kim kime? Muzaffer boğa güreşçisini A taşıyanlar bu şe reften kolay ko - lay mahrum kal - mak istemiyor - lardı. Bir çiçekçi dükkânının ve - yahud ki bir pen- cere önündeki ç- çek saksısının hi- zasına — geldikce halk coşuyor, gaptığı çiçek, yaprak, her ne ise, Tori- — ğin üzerine atıyordu.. S — Evival. JArtık, kurtuluştan tamamile ümidini — kesen Torik Necmi kendini, taşıyan o - © muzların üzerinde kapıp - koyuvermiş- — ti Bir dönemecte Takvoru da gözden kaybetmiş, bundan sonra mukadderata © beslimi nefs eylemişti. — Ne olursa olsun! İş olacağına va - — rır. Belki güvuroğlunun sözleri doğru- (dur da bu saycde öbür mesele örtbas ©- Tur.. diye düşünüyordu. 'Yol açan zabıta memurlarının him- metile alay limana doğru geldi, rıhtım boyundan geçip ileride büyük bir cad- — deye saptı, askerlik şı © varınca Toriğin yüreği: «Hop!» etti. Lâ- — kin alay orada durmadı, ilerledi. Hükü- met, yahud ki belediye dairesi olduğu anlaşılan bir binanın kapısında Toriği — omuzlardan, yere indirdiler, İte kaka içeriye soktular, büyük bir salona gö - — türdüler. Susuzluktan dili damağına yapışıyordu. Elile işaret ederek su İs- tedi. Hemen seğirtip bir şişe şarapla — kadeh getirdiler. Yüksekce makam sa- | hibi olduğu tavrından belli birisi şişeyi açtı, kadehleri doldurdu. Bir tanesini 'Toriğe uzatlı, -ötekini de kendi eline — alarak heyecanlı bir hitabe irad etti. — Torik afal afal bakıyordu. Hitabe bi - tince, öteki adam kadehini onun kade- — bine yaklaştırıp: — Eviva! dedi, - Torik cevab verdi: in önüne NON AMT Çeviren * kovalıyormuş | ji ve daha buna benzer hastalıklara ayı- ralım. Bu ikisinin mecmuu 30 4- 20 — 50 eder Bu 50 günü 365 den çıkarırsak 315 gün kalır.. Polikarpiç'le günde en açağı 10 defa karşılaştığımıza göre bu 315 ra- kamımı 10 ile darbedelim: 3150 eder, De mek ki Polikarpiç senede vasati olarak 3150 defa işlerimin nasıl gittiğini sorar. Biz kendisile 8 senedir ayni müessesede çalışıyoruz. 3150 yi de 8 le darbedelim: 8150 X 8 — 25200. Yani sizin anlıyacağınız bu adam, be- nimle tanıştığı müddet içinde yirmi boş bin iki yüz defa sıhhatimi ve işlerimi sor- muş oluyor. Halbuki ben - söylenmesi ayıb « bir de- ta bile onun bu sorgularına cevab ver- miş değilim.. büyük bir edebsizlik, değil mi?. Halbuki, hiç olmazsa bir defa olsun ce- vab vermek lâzımdı.. fakat ne yazık ki, bir türlü uygun bir zaman bulamadım.. Geçenlerde dalrenin paydosundan son- ra Polikarpiç'e dairenin koridorunda rastladım, Bir elinde tıklım tıklım kâğıd ve gazete dolu bir portföy, diğer elinde muazzam bir karpuz vardı.. bundan mâ- da, sırtında da şu avcıların kullandığı kocaman ve ağzına kadar dopdolu bir sırt çantası bulunuyordu.. Karp Polikarpiç sayfiyede oturduğu için, akşam trenine acele ediyordu.. Derhal hatırladım: «Sevimli ve nazik Karp Polikarpiç'e işlerimin nasıl gittiğinden ve sıhhatim- den malümat verecek en muvafık zaman, bu zamandır, dedim.» Polikarpiç tam hizama gelince tahmin ettiğim gibi: — Sihhatiniz, işleriniz ne âlemde?, dl- ye sordu. Ve hemen yürüyüp gitmek ıstedi.. fa- kat artık ona karşı kaba davranmamağa karar vermiştim. Öyle ya, şimdiye kadar yirmi beş bin iki yüz defa sorduğu susle cevab vermemiş, kaba davranmıştım. Ar- tık kâfi!, Güyet nazik bir eda ile gülümsiyerek sevimli ve nazik Karp Polikarpiç'in ya- nına köştüm ve paltosunun düğmesinden yakalıyarak: — İltifatlarınıza çok, çok toşekkür e- — Toka! Çin çin!. Haydi, gittiği yer derd görmesin! Çek, babalık!. Derken, birisi da- ha geldi, Bu, galiba Stekinden de, mey - kian büyüktü. Zira 3 görünür görün - üez, Toriği ihata e- den halka genişledi, Bu adam elinde bir mahfaza tutuyordu. Toriğin yanına ge - Jince mahfazayı aç- tı. İçinden, sarı - kırmızı kordelâlı bir altın madalya çı - kardı; ve bir şeyler söyliyerek, göğsüne taktı. Toriğin şaş - kınlığı devam ediyordu. Bütün bu ce - reyan eden hâdiseler ona rüya gibi gel- mekte idi. Maamafih sarı-kırmızı kor- delâyı görünce, kendi kendine hitab ederek, fakat yüksek sesle: — Vay köpoğluları! dedi; bunlar da Galatasaraylı!.. Bizim klüp burada da nam vermiş.. aşkolsun! Kalabalığın arasından kopan kısa - boylu, kızıl saçlı, çil yüzlü, çipil gözlü biri, karşısına dikilip, çetrefil bir Türk- ce ile: — Hayir paşam! dedi. Bunlarin Ga - latasaraylan alişvirişleri yok. Bu yor- duğun sari kirmizi renkler Espanyanin haçan kindi renkleridir. Torik, verilen bu izahattan ziyade, yonu verenin Türkce konuşmasına hay- derim aziz Karp Polikarpiç!.. dedim. Si« zin bu nezaketinizi asla unutamıyacağım!. Polikarpiç hayretle bana baktı: — Hayrola, ne var?. diye sordu. Karp Polikarpiç'in bu sualinden daha fazla müteheyyiç olarak, adetâ kekele- meğe başladım: — Karp Polikarpiç!. Azizim!. Sevgi- lim!, Dostum!, dedim. Bir de «Hayrola, ne var?,» diye soruyorsunuz?. Sekiz se- nelik verimli ve müşterek vazife arka- daşlığımız esnasında bana gösterdiğiniz fevkalâde nezaketten ötürü, gerek na- mına size bütün kalbimle teşekkür ede- rim.. etrafımız baştanbaşa, münhasıran kendini düşünen kaba ve egolst insan- larla çevrili.. bütün bunların içinde, be- nimle, sıhhatimle, işlerimle candan alâ- kadar olan yalnız siz varsınız!. Tvene a- cele ettiğinizi görüyorum: Fakat zavar yok, işiniz ne kadar da acele olsa, işlerim ve sıhhatim hakkımda vereceğim — kısa izahatı dinliyeceğinizi umuyorum.. her şeyden önce, kısaca hal tercümemden rina, Karp Polikarpiç'in sol elinde tutmakta olduğu karpuzun titrediğini farkettim. Polikarpiç, korku dolu gözlerle duvar saatine baktı ve bana bir şeyler söylemek istedi. Fakat ağzını açmasına imkân ver- medim: — Aziz Polikarpiç, bir tek kelime söy- lememenizi rica ederim. Tevazuunuz ecümlemizin malümudur. Onun için hak- kınızda söyliyeceğim — iltifatkâr sözlere kulak tıkamayınız!. Sizinle gayet açık konuşmak istiyorum.. hayır, hayır, sözle- rimi kesmeyiniz!. Ben, yani karşınızda gördüğünüz şu abdi âciz, anasız - babasız, bir öksüz olarak büyüdüm. Fakat sizin de haklı olarak tahmin edeceğiniz üzere, aziz Karp Polikarpiç, ancak muayyen bir yaşa kadar büyüyebildim; ondan sonra da büyümekten vazgeçerek şu gördüğü- nüz boyda kalakaldım.. yani, on dörc şıma basar basmaz, her nedense, bü |mekten vazgeçtim.. tabit boyumun kısa- mun kısalığı, aziz Polikarpiç, bana birçok lığı sizin de dikkatinizi çekmiştir.. boyu- Lmıhklnr getirdi.. ben haddi zatında, sü- SON'POSTANIN EDERİ ROMANI 1 — Yeni yaptırılacak çektirmeye «Tekne>» ye konmak üzere satın alınacağı 8/X1/938 tarihinde ihale edileceği ilân edilen 1 adet makine şartnamesi değişti. rildiğinden yeniden açık eksiltmeye konmuştur. TI — Montaj da dahil olduğu halde muhammen bedeli 4300 lira ve muvakkat teminatı 322,50 Hiradır. Yi — Eksiltme 2/XI1/938 tarihine rastlıyan Cuma günü saat 14 de Kabataşta Levazım ve Mübayaat Şubesindeki Aum Komisyonunda yapılacaktır. IV — Müuaddel şartnameler parasız olarak her gün sözü geçen şubeden alma - bilir. V — Makine 30 ton hamüle ile.tekneye T mil sür'at temin edecek kuvvette tam dizel olmak şartile Şulster, Vidop, Doyçe, M. W. B., Doyçe Verker, Emayen, Skandiya, Elva markalarından biri ölacak veyahud ayni evsafta bulunan muh - telif markalardan mevaddı muharrike sarfiyatı en az olanı tercih edilecektir. VI — İsteklilerin kanunen kendilerinden aranılan vesaik ve $b 7,5 güvenme paralarile birlikte eksiltme için tayin edilen gün ve saatte yukarıda adı geçen komisyona gelmeleri ilân olunur. «TGDÜ> muma, gerekse karım ve çocuklarım n9- eg — MEEENE — GRENEN EEEENE KEEEEN NOUN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün vari ruhlu bir insan olarak doğmuşum.. | hayır hayır, sözümü kesmeyiniz!. Yarım saatte, nihayet kırk dakika içinde bütün hayatımı anlatacağım!. Allaha şükür hal tercümem ©o kadar uzun değildir! Muhatabımın sol elindeki kocaman karpuz sarsıldı; elinden kurtularak yer- lere yuvarlandı ve iki gayri müsavi kıs- ma ayrıldı.. ben, daha sıkı bir surette Polikarpiç'in düğmesini yakaladım ve he- yecanımdan titriyerek, müessir hikâye- me devam ettim: — Evet aziz Polikarpiç, ben ruhan bir süvariyim.. hemen hbemen het gece Tü- yama en cins Arab atları çıkardı.. ben bunların üzerinde, bayırları, çayırları, bir kuş gibi geçerdim.. halbuki Çarlık devrinde beni askere aldıkları zaman, bo- yumun kısalığından ötürü beni süvariye almadılar.. piyadeye verdiler.. ve doğru- ça Alman cebhesine sevkettiler.. cebheye sabahleyin erken geldim.. ilk bakışta o- rası benim hiç hoşuma gitmedi.. başımı ret etti: — Yahü! Sen Türkçeyi »ereden bili- yorsun? diye sordu: — Biz, aslinda Edernc iyiz. Buriya ticaret içun yeldik, kaldi).. — Adın ne, senin? — Muiz Şalom. — O ne biçim isim, be? Yavrum Edir- neli! Sen Edirnenin yanından geçmişin sade, — Neden? Biz musiviyiz. — Ha! Kekerez.. 'Torik bu «kekerez»i telaffuz eder et- mez, oracıkta kulak misafiri olan biri atıldı: — Senor se habla Espanyol? 'Torik, Muize dönüp sordu: — Ne diyor, aval? Abla, mabla ka- rıştırdı.. söyle, edep- sizlenmesin, tepele - rim â! Muiz Şalam: — Yok! dedi. Es- panyolca biliyor mu sun diye sordu. — No, müsü! İs- panyolca mâfiş., ko- hönesi!, Yahudi, hemen &- :'eĞine sarılıp çek - dan öğrenmedim a! Gene bu herifler öğrettiler. ağrılarınızı derhal keser. b:ahunnekhğimı müsaadenizi rica ede- gz BZ İcabında günde 3 kaşe almabilir. EBE nereye çevirdisem, birbirine hiç durmâ- dan ateş eden insanlardan başka bir çe$ göremedim.. ben bu gürültü içinde barbe- demezdim. İşte bu andan itibaren hayatımın en en“ teresan hüdisesi baş gösterdi.. çok ricâ ederim aziz Karp Polikarpiç sözümü kes- meyiniz!. Aksi takdirde hikâyemin insi- camını kaybederim.. siz benim hatib ols madığımı çok iyi bilirsiniz!.. Net, Ne- reye?, Polikarpiç birdenbire önümden - fırlâ dı. paltosunun düğmesi elimde kaldı. kaş göz arasında merdivene atılarak, Ü* çer - dörder basamak atlamak suretile #- şeğıya indi.. İşte o günden itibaren aziz Karp Polk- karpiç Podleşçik, sıhhâtime ve işlerimt dair bir tek sual sormaz oldu.. Onun paltosundan kopan düğmeyi is& hayatımın en kıymetli bir hatırası olarak sakladım.. mukabelede bulumamıyordu. Nihayet» yeni ahbabına başvurdu. — Kuzum, Allahını seversen, beni buraya ne diye getirdiler?, Niçin ko * yuvermiyorlar? diye sordu. — Espanyanin, buyunki yunde €f berinci toreaduru oldunuz içun yetir” | mişler.. merasim yapiyorlar. — İspanyanın en birinci nesi imişim ben? — Torcadoru. — Leppey?.. Keskısa kısa torendö * ra? — Haçan üyküz vurdunuz.. uldurdu” nuz. â; salhanesinde, Tanrınm günü öldüren tümen tümen kasab var. da marifet mi sayılıyor? Ne memleket burası, be? — E, ne yapalum? Oyledir. Er meti” leketin bir adeti var, — Peki! Ne olacak, şimdi? — Size para verecekler. — Hem öküzü öldürdük, hem de Ö telik mangiz mi uçlanacaklar? Alâ doğrusu! Yaşadık desene! Daha ne İ7 cak? ; > — Siz, şimdik, buranin en buyuk damisiniz., Bir soylersaniz eki lar.. .) Ulan, bizim İstanbuldaki Kart * - Kalabalık bir türlü dağılmıyordu.Ak- şama da bir şey kalmamıştı. Dışarıda, guruba yaklaşan güneşin son huzmeleri basık evlerin camlarını tutuşturuyor- du., Bir yandan da Torije düurmaha şa- rap sunuyorlardı. O da hiç bir defasın da reddetmeden, çekiştiriyordu. Der - ken içine birdenbire sıkıntı bastı. Başı dönmeğe, şakakları zonklamağa başla- dı. Buraya niçin geldiğini, ne bekledi- ğini merak ediyordu. Hattâ başından geçen maceranın mahiyetini daha he- nüz kavrıyamamıştı. Belediye reisi, me- murlar, balk, boyuna yanına geliyor, bir şeyler söylüyor, bittabi cevab al - madan uzaklaşıyorlardı. Torik bunla- rın kendisine iltifat ettiklerini gerçi anlıvordu amma, gülümsemeden gayri andi da — Ben.. öyle mi? Meselâ, çu desem ki: <Beni bir vapura koyun İstanbula gönderin!» Yaparlar mi? — Unu zanetmem, — Sebeb? — Boyle meşhur bir toneadoru eiğet kaçirmaya istemezler da onun d — Kuzum bay.. bay.. ne idi * ulan? — Muiz Şalom. — Nafile: Kıvıramıyorum. Sanf nu soracağım: Saatlardanberi geveleyip duruyorsunuz: Tol © ”Ph“ , ı-ıMd-.' rator.. Teodor.. her ne ise.. n0 bu? ğ — Bilmiyorsunuz? (Arkasi vE) BERP BE FBEREFS Ç BEYXEE B ELEALÇERSEZ —- LA YARSTESE € ETEÇVRP EFPER DA LH DA PD