BON POSTA İLORLAk Belamı versin | Bu, beraberce yaptıkları son gezinti/tan sohra yalnız dönerken mütemadiyen - Alfinızı istirham ederim..* madam l İstanbul Belediyesi İlân I 4 Karaağaç müessesatı buz fabrikasına lüzumu olan ve hepsine 629 lira 58 ku- ruş bedel tahmin odilen şaft, perçin çivisi vesaire 63 kalem malzeme açık eksilt- meye konulmuştur. Listesile şartnamesi Levazım Müdürlüğünde görülebilir. İs- tekliler 2490 sayılı kanunda yazılı vesika ve 47 lira 22 kuruşluk llk teminat mak- buz veya mektubile beraber 17/10/938 Pazartesi günü saat 14 buçukta Dalmi Encümende bulunmalıdırlar, — (7083) örelk e — a $di. Lüsyen ertesi sabah Parise hareket #tmek ve çalıştığı yerde bulunmak mec- buriyetinde idi. İvet ise daha on beş gün we yahud da üç hafta kalacaktı. Çünkü bu..ı— sıhhatine pek iyi gelmişti. Deniz kenarından doğru yavaş yavaş yürüyorlardı a koruluğun yanına geldikleri 2a- yen ürperdi; elile karısının ko- İuna dokunarak: . Otomobilden inen | 1 görüyor musun? İş-| Müdürünüz — Evet.. patron Süri ne kafa var.. mi bi de yaşıyor.. mi? | herifte biliyor mu-| görme bu tarafa bakmadı.. hem baksa | tanımaz ki.; benim varlığımdan | m.. Lüsyen bir dakika sustu; sonra gene| konuşmağa başladı: — Yarın gidişim pek fena olacak.. | — Peki canım, ben de seninle geleyim. — Hayır, onun için söylemedim. Se- nin burada daha kalmanı istiyorum. İs- tirahate ihtiyacın var. Ben, müdür için söylemiştim. Burada kalsaydım kendis klaşı fırsatını bulurdum. belki.. | bu tle, bulunduğum mevkiden daha Üstün bir vazifeye lâyık bir kimse oldu- Bumu gösterirdim. Yakında birkaç urmu- mi kâtiblik (hdas ediliyor; ihtimal bi beni getirebilirdi. O zaman vaziyetimiz ne kadar düzelirdi!.. — Pekâlâ, bu akşam git onu eti — Ziyaret mi?, Muhakkak ki benika bul etmez. Sana adımı bilmediğini söy- lemiştim. Hem sonra bu hiç te iyi bir netice vermez.. ziyaret — Ha, evet.. belki., Konuşma mevzuunu değiştirdiler. İvet #üşünceli görünüyardu. Yavaş yavaş bir plân tasarlamağa başlıyordu.. Ne o akşam, ne de ertesi günü kocası- na bir şey söylemedi. Lüsyeni uğurladık- Kimin fikrine — gelir idi ki, kalkıp tâ İstanbulun Surp Hagop'undan buraa geleceğim de, elin Arnavu - dundan dayak |dürü süzüyordu. Uzaktan, bay lar kazanıyor ve|man vi kafasını işletiyordu. Bununla beraber tereddüd etmekte idi. Kurduğu plân biraz garib ve tuhaftı.. fa- kat ):rndl.rlne güveniyordu. Genç, güzel, cazib ve biraz hülyaperestti vak'aları, hâdiseleri severdi.. Güzelliğini de bilmiyor değildi. Şayed vuaziyet sarpa sararsa meseleyi açıkça anlatırdı. Müdür herhalde mede- ni ve söz anlar bir adam olmalıydı.. 'Tesadüf te ona yardım etti. Plâja gel- diği zaman müdürle karşılaştı. Gö: ni yere indirdi; fakat belli etmedi m aştığı zi- nün buruş- genç görünüyordu. Yanın: e güzel olan 3 muş ve onu görünce baştan aşağı süz- Düüşi O gün, öğleden sonra banyo alırken gene müdürü gördü; geniş bir hasır kol- tuğun üstüne oturmuş, sigara içiyordu. İvet, biraz uzakça bir yera oturdu. O za- man bay direktör yerinden kalkarak yü- İrüdü ve genç kadının önünden geçerek onu hayranlıkla süzdü.. Müteakib günlerde de direktörü ayni, şekilde gi rdu. Genç kadının konuş- mak için müdhiş bir arzu taşıdığı belli İvet kendi kendine: «Benimle konuş- mak Üzere bir fırsat arıyor» diye dü-| şündü. Hakikaten bay direktör bu fırsatın zu- yordu. Eskiden gençken bir| tanıtacağını ummuştu. Bu suretle o da affakiyetleri vardı. Hâlâ da böy- le muvaffakiyetleri yok değildi. Bu güzel kadın onun pek hoşuna gidiyordu. Kendisinin de onun hoşuna gittiğini rüyordu. Fakat kadının öyle macera Fevkalâde | çlarile biyıklarının boyanmış| Jolduğunu farketti.. , | cekti. neden hep yalnızsınız? — Kocam Parişe döndü efendim. — Yanınızda bir dakika oturabilir mi- yim m&adam? İvet kalkmağa davranarak: — Gidecektim efendim, dedi.. Müdür onu takib etmek cesaretini ken- disinde bulamadı. Sadece «Ne lâtif, ne cana yakın bir kadım!, Benden de hoşla- diye düşündü. günü dolaşırken gene ona rast- no ve müştemilâtı kiraya verilecektir. . Direktör gayet na- i. Tiyatrodan, edebi- an bahsediyor ve durm anlatı- yordu.. bu güzel kadına gitgide tutulu- yordu. Ertesi günü gene buluştular, Bu sefer bay direktör: — Kocanız Paristen ne vakit avdet e- decek? diye sordu. Genç kadın: — Artık gelmiyecek efendim, dedi. Kocam serbest değil. Bir yerde memur.. büyük bir sanayicinin yanında çalışıyı Direktör kendi isminin söylendiğini duyunca hafif bir hareket yaptı; fakat belli etmedi. Yalnız: — Ya, öyle mi? diye mırıldandı.. Bu esraröngiz hal pek hoşuna gitmişti, hüviyetini saklamak pek enteresan ve zevkli bir şey olacaktı. İvet direktörün bu sükü şelenmişti 2 — Şubenin okuma müddeti üç 3 — Seçme sınavları Ankara (En: tundan endi- Hemen, müdürün kendısini kocası hakkındaki ricasını — söyliyebile- Kiralık kapalı yüzme havuzu gazino ve müştemilâtı Ankaranın kışlık eğlence yeri ihtiyacını karşılıyacak olan çocuk sarayı cad- desinde Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından inşa ettirilen 25 metre uzunluk 9 metre genişlik ve 1.70 ilâ 3.50 metre derinliğindeki kapalı yüzme havuzu, gazi- İhalesi 20/10/938 Perşembe günü saat 15 de Ankarada Çocuk Esirgeme Ku- rumu genel merkezinde yapılacaktır. Şartnamesini görmek ve daha fazla malü- mat almak istiyenlerin kurum hesab işleri direktörlüğüne müracaat etmeleri. (7233) Gazi terbiye enstitüsü Direktörlüğünden 1 — Enstitü beden terbiyesi şubesine leyli kız talebe alınacaktır, de), İstanbul, İzmir, Adana, Konya, Sıvas, Erzurum, Diyarbakır, Edirne, Trabzon, Bursa, lüklerinde 1/11/938 Salı günü yapılacaktır. 4 — Umumi şartları öğrenmek için Kültür Direktörlüklerine, imtihana girmek için de en son 28/10/938 Cuma akşamına kadar adları yukarıda yazılı Kül- * tür Direktörlüklerine müracaat edilmesi lâzimdır. Balıkesir Kültür Direktör- (4179) (1236) Bunu müteakib günlerde direktör ar- r(lk onun peşini bırakmıyordu. Parise gi- |deceği günün arifesi müdür onu akşam yan takımdan olmadığı da belli idi. Ne/ yemeğine davet etti. İvet bütün mücade- olursa olsun onunla konuşmalıydı? Buna karar verdi.. lesine rağmen bu daveti kabul etmekten kendini alamadı. Eli boş dönmek istemi- Bir öğleden sonra, plâjın tenha olduğu | yordu. bir saatte büyük bir gayret sarfederek |İvete yaklaştı. — Affedersiniz madam, geçen Kiş si-|tatlı ve ateşli bir sesle konuşuyordu: zinle bir mecliste tanışmak şerefine mü- bahi olduğumu zannediyorum.. İvet kekeliyerek cevab verdi: — Hayır efendim, zannetmiyorum. yeeceğim — deyi?. O ki benim na: bim imiş, koca İstanbulda Ar -| navud sankim? — Kısmet| işte! Ne dersin ? — Öyledir.El - yyer! — Nasıl dedin? — Arabca: İnsana mukadder olan ne ise, o değişmez, demek . — Hay ağzını öpeyim! Gördün ki - bari lâfı? Hiç değilse bir şey daha ör-| yendim: Elmügayyer.. lâmüukatter.. Öy- | le değil? - Hayır. Elmukadder, lâyügayyer! - Zarar çuni! Ha Ali Hoca, ha Hoca Ali.. Hepisi de bir kapıya çıkar, — Arnavutla kavga mı ettiniz? — Yok, be canım! Nah, Torikzade-| min sebebile herif durup — dururken | enkseme tesallut oldu. — Büsbütün de sebebsiz olmaz ya?| Ne bahane buldu? — Bilirim ben? Beni kansolosa ben- zetmiştir.. Gurabi efendi, sıkışık göğsünün mü saade ettiği nisbette katıla katıla gül- meğe başladı: — Aman!, Bu, Takvor alındı: Ne imiş bunun tuhaflığı? — Kaç zamandır, ben.. ben de.. yü- züne baktıkca tanıdığım birisile.. mi şabehet arayordum. Konsolos ha! İlâhi Takvor!-Sahiden de benziyorsun. Süb- hâne men tehayyere! — Nedir genem dova okoorsun? Ki- me benzoormuşum? — Konsolosa! Altmallah tıpkıl .. bu pek tuhafi, yoğu_-lul - — Sen divane ol- mMuşun? — Yoksam bir pını dayak ta sen atmak istoor « sun? Benim konso -« losa benzer neyim nar? —A, vallahi de bcnııynr—un billâhi |de ! — Vakti nadığın var idi? Gurabi efendi İ - fakat hanımı işaret kasdile kaşını oyna- tarak cevab ver di — Evet. Takvor bu işare'e başka mâna ver - ilen ta- konsolos Torik | mişti. Gurabi efendinin kulağına eğil- di: — Bayanın eski kocasıdır! — A, ah! Meyaneci.. — Meyhaneci? Ya, şimdik konsolos deordun? — Meyhaneci demedim. (S ade- bir fısıltı halinde yavaşlatarak:) muhabbet dellalı.. kodoş. ihink demlek istersin? 'Takvorun simasında derin bir infial belirdi. — E aferim, bravo! Beni dasnihinge kiyas etmekliğin yakışır? Pek eyi: Böyle bir zatın konsoloslukla no alâ - kası vürdır? — Biz ona öyle ad takmıştık. Genç- |boştandığınızı umuyorum; hattf görüyo- | gee — GERENN İcabında günde 3 kaşe alınabilir. EENEEE Tatlı ve yumuşak gecenin içinde kı ların üstünde geziniyorlardı. Direkti — Sizi seviyorum İvet, sizi çılgıncası- na, hararetle seviyorum. Sizin de benden (Devamı 9 uncu sayfada) SON ıPOSTANlN Za EDEBPİ ROMANI Ayaklarını altı - na alarak tahta peykenin — üzerinde bağdaş kürmuş o - lan Torik, inceden inceye dalmış bu - Tunduğu şekerleme- den uyandı.. gerin - di.. esnedi.. bir ke - narından deldiği mukavva — kutudan bir sigara alıp yak - tı. — Dinle, beyba - bat dedi. —Mesele şu! We tâ başından nihayetine — kadar, ötelde İsveçli bir gazeteciyi nasıl Zormana benzettiklerini, nasıl göz hap- ne aldıklarını, peşine düştüklerini, üne biber savurduğunu, karakola düştüklerini, orada Bayram adında de- Yi bir Arnavuda rastindıklarını, Takvo- run mükerreren dayak yediğini, ve işte en sonunda hudud haricine çıkarıl- dıklarını anlattı. Hikâye tamam olunca: — Zararı yok, dedi. Yolumuzu biraz uzatacağız vükide ama, bu sayede de memleket göreceğiz. Gurabi efendi ciddt ciddi başını sal- ladı: — Ya, masraf? Gurabi efendi Necmiye seslendi: 'Torik güldü. —Necmi, evlâdım! Biraz —evvel| — Onun tasasını ben çekmeliyim, vüdetti idin.. şu macerayı hikâye ot de,| beybabal! Sana ne oluyor? Bak, şu İs- Necmi: <Dinle beybaba, mesele şu!.» dedi, liğimizde, yabancı yerlere gidip de pi- relerimizi dökmek istediğimiz zaman pasaportumuzu ondan alırdık.. yolu bi- ze o gösterirdi; ondan kinaye. — E, benim sıfatım benzoor? — Bir elmanın yarısı sen, yarısı da 0 — Fena değil, Muteber zanaattır. O da komisyonculuğun bir çeşidi.. — Şimdi bunları hep bir tarafa bıra- kalım da, sen şu hâdiseyi anlat. Ne ol- du, bakayım? — Bana hiç sival etme. Başından dibine kıdar işi idare eden Toriktir. Sor, söylesin. 3 Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. viçre midir, ne karın ağrısı yerdir? BU — kadar oturduk, yedik, içtik.. parayt beylik verdi, Evvel Allah, ben yanınt#f | da oldukça, elbette bir kulpunu bulüfe — bedavadan urup eksiğine geçiniriz. — Herhalde:bunlar iyi şeyler değil — Lâfa bak! Anafordan daha tatllk dünyada ne var ki? Hele masrafı bef” | liğe yükletmenin zevki, safası bir şey” | — ——— İ de yoktur. Bizim rahmetli peder ikidf ğ bir söylerdi: «Beyliğin malı deniz, yet yen domuz!» diye. İlle yabancı devl malı oldu mu, dokunma keyfine! Del mi ahpar? Bu hitaba maruz kalan Takvor: — He! dedi; ne dediğini du; şım ama, müstakil bir hikmet savüuf muşsundur genem. Bırak ki cevahir murtlasan diyneecek taketim yol Ulumbago olmuşum gibi bütün opi yerlerim ağroor, O köpoğlunun heri” kırbacladı ise, derimin üzerinde k: malar etmiştir. Cıbcıbıldak olsam göresin: — Vücudüm at meydınmdıu Dikili taş gibi düpedüz hiyeroğlif il€ dnlmuşmr — Haydi be, sen de! Ufacık bir d$ yağı amma da uzattın, ha! — Hangi ufacık dayak? Taksim $ * tadyomunda benim diyen hakem örü ” ründe böyle dayak yemiş değildir. HE rif iki tane daha vurmuş olsaydı, böğün bunda yoğudum, — Nerede idin ya? — Doymaz dereye sizden selâm 5 türeceydim. Lokomotifin düdüğü birdenbire acı öttü. Tren hudud istasyonuna mişti! İsviçreli memur bu dört N€ gayrimakbulü oradaki Alman mısı daşına makbuz mukabilinde tevdı f’ Sonra kendilerini selâmlıyarak, bif ler söyledi. Gurabi efendi Toriğe sordu: — Ne diyor? (Arkan vüf)