Emmr Sor Posta'nın hikâyesi âWHazın bir aşk Vinnitsa, çiçeklerinin bolluğile şöhret | kazanmış küçük bir şehirdir. Anlattıkla- rına göre Vinnitsanın bahçeleri ve evleri | harikulâde güzelmiş.. gehrin tam orta ye- rinden küçük bir ırmak akarmış. İşte bu küçük ve güzel şehirde, bundaa tam yir- Mi üç yıl önce, oldukça zengin bir tücca- Tın oğlu yaşamakta idi. Bu delikanlı, orta tahsilini bitirdikten sonra mühendis mek- girdi ve mühendis oldu. Fakat ba- basının ölümünden sonra, ilmi veyahud tel çalışmak — istemediği için, birçok şarap firmalarının mümessli- tebin: sahalarda liğini yapan babasının mesleğine devam etti. Delikanlının işleri de iyi gitti. Az za- man içinde İngiliz mimarisi tarzında iki el bir ev yaplırdı. Az sonra da Ayni şehirden bir kız aldı. ni hîu a idi. M yordu. Ona çok kıymetli ho- Fakat bütün bunlara rağm te bahtiyar değildi. miş Muza hiç unı sev- raz da koca- dendi. güzel en- Çünkü kı Onunla evlen sının zengin Müuz damlı k mağı dığı koc İdi; yanı rea hayalinde ya- üiç te benze Muzanın kocası, karısil> kel sındaki farkı çok iyi anlıyor, rü isi ara- ından ötü- karısını bem müdhiş surette şımar- hera de onu fena de kıskanıyor- di kadını evine bi cak en kuv- vetli vasıtanın çocuk olduğuna kani ol- düğü için, karısının çocuk doğurmasını ve çocuklarile evde meşgul olmasını isti- de tıyo yordu Pakat Muza, bir tek kız çocuğu doğur- a iktifa etti. Kocası karısının bu ha- en büsbütün şübhelenmeğe, kendisi y bi bir başka şehre gittiği zaman, Müzanın bir diğerini sevmesinden kork- h ile mes'ud ol-| nüyordu. Halbuki şimdi var-| | | | kısmen şişman, kısmen de şaşı | Kuzanın y yenç yeniden kucaklaşmağa, vedalaşmağa başladılar. kaşını sevmek, o seveceği adama dünya-|rine âşık oldular.. aşk mektubları falan| ne gidiyor, ikisi başbaşa vererek saatler-| * nın bütün bahtiyarlıklarını tattırmak ar- le kocasının şehirde bulun- madığı bir gün Muza, çocukluk arkadaş- larından bir gence rasladı. Eski çocukluk arkadaşı, artık şimdi Muzanın bildiği kısa pantalonlu ilkmekteb talebesi değil- di. Saşa bir üniversite talebesi idi. Yaz tatili münasebetile annesinin yanına Vin- nistaya gelmişti. Şimdi o, güzel endamlı, yakışıklı bir delikanlı olmuştu.. Saşa zeki idi. Güzelliği nisbetinde şık giyinmesini de biliyordu. Değil yaltız taşralı basit bir kızın, fakat daha bir çok- larının da aklını başından çelebilirdi. derken birbirlerile buluşmağa — başladı- İlar.. çok geçmeden Muzanın kocası, kork-| ruyorlardı.. başına geldiğini anladı. Ka- tuğu şi rısına, bu masını tembih etti. Saşaya da, âlemin genç karılarına musallat olmukta devam ederse onu öldüreceğine dair bir haber| yolladı.. Fakat cesur delikanlı bu tehdidlere ku« ak asmadı. Gene eskisi gibi Muza ile buluşmasına devam otti.. Boş yaşında bir kızı olmasına Tağmnen Muza, ilk defa olarak aşkın ne olduğunu anlamıştı.. Saşasız geçen her gününü, |boş, manasız, kaybolmuş bir gün olarak PDAKtÜü yöne Tadüi ” evde yülgük KaL.| Saşa ile Muza bir gece toplantısında sayıyordu dikça sıkılıyor, ati —— -- — Hayır. Hiç şli yüreğinde bir baş- | karşılaştılar. ve daha o akşam birbirle- | se ile marizleşme- | Kaderimizmiş, kaşığımızda çıktı. | — Anlamıyo - rum, 'oğlum! Ka- şığında nedir çı - kan? Kodes. Sa « bahtanberi mer - diven altında mi- safirdik. Güâvu - run oğlu da ha - len orada, — Peki. İnsanı, durup dururken deliğe tıkmazlar ya?| Elbette bir halt karıştırdınız ki... — Onun orasını sonra yolda anlatı- rım. Şimdi şu herifi bekletmi Kim 0? — *mıı.rıı dedik a, be yahu! Tüy » meyelim e yanıma yasakcı verdiler. İ anım odaya çıkıp pılwı maan beraber. İfakat hanım: l! dedi; daha burada bir tarafa çıkmadık, bir yer görmedik.. yoksam bizi kovuyorlar mı? | — Ha şunu bileydin! | Bizim bir suçumuz yok ki. Kime| ne fenalığımız dokunmuş? — Sizin yok ama, benim var, Biber ektim. Gurabi efendi ile karısı, ikisi birden hayretle sordular: Ne ektin? Biber, Nasıl biber? — Basbayağı biber.. kara biber., Kara biberiiim! Badem şekeriiim! Yök mu, haniya? İşta ondan. Haydi çabuk ol anne hanım! Yukarıy tası tarağı topla letme, Askısar?! İfakat hanım kendi kendine mırıl - dandı — Ah, bu oğlan! İnsana kan kustu - rur, yok mu? Onun sebebine başımıza agelmedık derd kal - |madı., Ve maamafih, To- riği posta eden me- murun — sabırsızlık âlâmetleri göster - diğini fark edince merdivenlere doğ « Tu yürüdü. Bir yarım saat kadar beklettikten sonra, elinde ba - vullarla peşi sıra gelen kat uşağile beraber tekrar indi. Çağırılan bir taksi - ye önce eşyayı, son- ra da Gurabi efendi ile karısını yerleş - tirdiler. Tam Torik İde arabanın kapı - luna yapıştı. — Hesab! Torik silkindi, — Ne hesabı? — Otelin hesabını görmeyi unuttu- nuz. arkasına döndü: gidiyoruz ki hesab söruyorsun? Kapıcı bittabi Almanca konuşuyor- du., — İh kan niht iynen aber zo las — Ben para vermeden gideceğim, sonra anlarsın. — Aber das get nişt! — Bak gözümün içine: Pişt! — Her polisay, bitte zagen zi etvas! — Karşımda enai enâai durma; hay - |sından içeriye ayak atarken, kapıcı ko- | — Biz buradan kendi arzumuzla m!ı | Muza hiç karkmadan delikacnlının evi- dan sonra Saşayı eve sokma-| İden korkuyardu. sık taşraya seferli hikâyesi Yazan: Mih, Zoşçenko - Çeviren ; H. Alaz ce yeni hayatları hakkında hayaller ku- neş, odanın duvarlarında, |dostça kucakla ” dL. Nihayet bir gün genç kadının ısrar- larına dayanamadı. Yüreği büyük - bir heyecan içinde olduğu halde sevgilisinin evine gitti.. genç kadının kocası Harkovs gitmişti. Saşa, genç kadınla aralarında kararlaş tırdıkları üzere, Muzanın evine sabahle yin gitti.. ah!. o bu sabahı ömrünün so nuna kadar unutmadı. Bu bir yaz sabahı idi. Pencereler ardı na kadar açıktı. Bahçe mis gibi çiçek ko h rdu. Pencerelerden odaya dolan gü aynalarda kisler yaparak titreşiyordu. Esmer tenli parlak gözlü Muza, ilâhi denecek kadar güzeldi. &- İki çılgın sevgili, beş saat, hiç durma dan birbirlerini sevip kokladılar., bu Mu İ za için o kadar yeni ve o kadar inanılmı- | yacak bir şeydi ki, genç kadın saadetin- den şuurunu kaybetme raddelerine gel di ar annesi birkaç defa yu- ç lma vaktinin geldiğini haber verdiyse de sevdalılar —ayrılmal için kendilerinde bir türlü kudret göre rdı., Fakat nihayet vedalaşmağa başladılar. odanın içinde dolaş- fa daha parlak isi ğe başladılar.. (.ı(rç kadın birdenbire, lâf olsun diye, u dakikada kocası gelse delikanlının ne Fakat delikanlı fakirdi; sonra henüz tahsilini de bitirmemişti. Bunun — için. şimdilik, yaşayış tarzlarını değiştirmele- | rine pek te imkân görmüyorlardı. Delikanlının annesi, Muzanın kendi evlerine gelişlerini pok hoş - görmüyor, bu sevdanın ergeç bir facla ile bitmesin- Fakat bu engeller, iki gencin birbirlerini deli gibi sevmelerine zerre kadar mâni olmuyordu.. Muza, sının son zamanlarda sık aptığını ileri sürerek BSaşayı gene kendi evlerine çağırmağa başladı. Saşa bunu ihtiyatsızca bir hare- ket saydığı için uzun müdm razı olma- nı, boyunbağı nı, şapkasını gösterdi. Daha sonra bahço ye nazır pencereye bir göz atarak, iyi bir sporcu olduğunu, agxg' rva tulunarak yere inmenin kendisi için bir iş teşkil etmiye- ceğini Hâve e İki sevdalı, bu tarzda şakalaşarak oda- nın içinde dolaşırlarkea delikanlının gö- züne masanın bir kenarında durmakta o- lan açılmış bir telgraf ilişti. Telgraf Mu- zanın kocasındandı. O bu telgrafında çar- şamba günü geleceğini yazıyordu. Saşanın yüzü birdenbire sarardı: Fakat bugün çarşamba, dedi. Demek kocanız bugün geliyor. (Devamı 13 ncü sayfada) ON ğDEP RPOMANI YAZAN: Ercümend Ekrem Talu «— Kodeste, sabahtanberi mer diven altında misafirdik!» di, bas! | Gurabi efendi seslendi; — Yahu! Ne yapıyorsun orada? | Torik bir tekme ile geriye ittiği ka - | pıcının suratına hızla kapıyı kapıyarak, |cevab verdi: | — Semai kahvesindeki gibi, kafiyeli konuşuyoruz, beybaba! Karakola vardılar. Takvor çoktan 0- rada hazır, bekliyordu. Bir çeyrek ka- dar süren bir muameleyi müteakip, ge- ne ayni polisin refakatile şimal istas- yonuna sevk edildiler. Gurabt efendi burada, kendilerini götürecek olan trenin hazırlanmasını beklerken usulca Takvora yanaştı. — Bizim oğlanın aklından zoru var otomobilin — içinden STANIN galiba.. dedi, bu gidişten — eğer bir şey anladımsa arab olayım! Hele şimendi - fere oturalım.. sa - na bir bir deeyim de, ağnarsın, — Biz şimdi ne - reye gidiyoruz? — Alamanyaya. — Yolumuz ora- dan mı geçiyor? — Torik berabe - rimizde — oldukcaz, yolumuz daha pek çok yerden geçe - cektir. Tren hazırdı. Geldi, rıhliıma ya - naştı. Üçüncü mev- ki bir kompartimana bindiler. Memur da kapının önüne dikildi. Bir kaç dakika geçince hareket etti- ler. Gurabi efendi de, İfakat hanım da, cesaret edip Toriğe bir şey soramıyor- lardı. Lâkin her ikisi de, meraktan, di- ken Üstünde gibi idiler. Artık, daha zi- yade dayanamıyarak ihtiyar, Takvorı nazarı dikkatini celh için sağ böğrü bir muşta vurdu. Ermeni bir çığlık ko- pardı: — Aman! — Ne oldun ? — Ne olacağım? Ârsız bızdık çocuk- far gibi dayak yemişim Her yanım âğ- roor, — Kimden yedin dayağı? Ben | — . —r — Aslını sorarsan, yediğim dayak Felektendir. Kul, salt vasta olmuştur. — Ay! Burada mı 0? — O kim? — Felek. Takvor, Gurabi tuhaf yüzüne baktı. — Tanarsın? — Nasıl tanımam? Bizim Üsküdarlı” dır. Babası Cemil bey, Evkafta benimi mirimdi. efendinin, tuhaf — Feleğin şeceresi olduğunu, ağzın- dan siftah diğnoorum. Besbelli, hepi * miz de göze uğradık: Akıllarımız birbi- rine karıştı. — Sen andan bahsetmiyor musun? Takvor bin zahmetle göydesini döne dürerek, Gurabf efendiye büsbütüll teveccüh e — Ne doorsun, 20? Ya ben divane oF muşum, yahud da senin kafanın pe” * vazına yaban arısı kaçmıştır. Ben ka Ğ bur Felekten baş edoorum, — sen banl şecer d okoorsun. Sen Feleğin sille* sini hiç ömründe yememişsin? — Yok! Pederine hürmetim olan bİf zattan ne diye saygısızlık göreyim?. | - Demok, pederine hürmetin var * dıir?. Eyi ya, işte! Tevekkeli değildi” sana piyango vurmuş ise, Benim (Feleğin babası ilen ehpaplığım olmu? |olsaydı, Patriğin sözüm ona merk€ len elli yıldanberidir metres hayâtl aşamaz idim, Gelgelelim, bu abdi € ak atan senin bildiğin değil, FE Şi z nevidir. — E, niçin vedın dayağı? — Cenabm pahtsız adam rornw mişin hiç? Allah bir kuluna dayak )î dirmek murad eder ise, İsviçerya?' göbeğinde onun karşısına Arnavut bi lem çıkarır. Haniya menşur | d «Avğustozda banyo alsam balta kesi” buz aIur. ben ağzıma şeker atsam İ' tesinde tuz olur'. derler, Benimkisi tıpa tıp öyledir. (Arkan var)