( V E-' Hakkımda, herkes ne düşünürse düşün- sün! Benim, Kont Ogaref Cerkanofla ev- lenmeğe karar verdiğim zaman düşündü- ğüm yegüne şey, onun asaleti ve ünvanı, kabarık serveti idi. Zaten son günlerde benim vaziyetim çok fena idi.. genç, gü- zel ve mağrurdum; istediğim de, eğlence, lüks ve zevkten başka bir şey değildi. Bu düşüncelerin tesirile, yirmi yaşında ol- duğum halde altmış yaşındaki kocamı, aşksız fakat istekle kabul ettim. Altı aylık bir seyahatten sonra kontun Brötanyada bulunan malikâhelerinden birine yerleştik. Kocam, bir asilzadeye yaraşacak tarzda, fakat daima aradaki yaş farkını gözönünde tutarak bana hay- ranlıkla karışık bir şefkat gösteriyordu.. mağrur olduğu için benden şübhelenmi- yor; ve yaşı dolayısile de her - gittiğim yere benimle beraber gelemiyordu. Bü- tün harekâtımda beni serbest bırakmıştı amma bu serbestliği suilstimal etmiyor- dum. Gençliğimin bütün hararetile at merakına tutulmuş ve uzun uzun, atların üstünde ormanlıklarda dolaşıyordum. Bu gezintilerde bana kontun Ukranya- dan beraberinde getirdiği esmer yüzlü, mavi gözlü ve oldukça çirkin bir adam refakat ederdi. Bunun adı Yuşka idi. Ev- de bulunan hizmetçiler Yuşkaya tek ke- Hme fransızca öğretemedikleri için ona sadece Mujik diyorlardı. Temiz ve tiran- dar, muti ve sessizdi; Yuşka, bir hayvan sadakatile efendisine bağlılık gösteren takımdandı.. Yola çıktığımız zaman daima, beş adım arkadan beni takib eder, ne bir adım ge- ri ve ne de bir adım ileri giderdi. Yüzü- ne bakmadan ve bir söz söylemeden, se- dece işaretle ona emir verirdim.. Kont kalabalığı ve toplantıları sever- di. Komşu şato sahiblerile, bize yakın olan karargâhın zabitlerini sık sık davet eder- eklerin aşağı yukarı hepsi bana kur yaparlardı, Bazan onların içinde ho- şuma gidenler çok olurdu. Lâkin, koca- min sakin ve itimadkâr bakışları karşı- sında çabucak kendime gelirdim. Bize gelenlerden birisi pek hoşuma gitmeğe başlayınca içime bir korku dol- du. Bu bir süvari zabiti idi. Belki diğer- lerinden çirkin ve alımsızdı. Fakat harc- Herif çok hızlı yürüyordu. Torik kendi adımlarını onun ezgisine uydur- makta güçlük çek miyor idi ise de, Takvor daha ilk ağızda solumağa başlamıştı. Zarman köşeyi döndü., bir tü- tüncü — dükkânı- nın önünde du- rup, aldığı puro- lardan bir tanesi- ni yaktı, gene yoluna devam etti. Arkasına hiç dönüp bakmadan gidi- “yordu. Demek ki takfb olunduğundan asla şübhelenmemişti. Torik, içinden: «Oooh! Âlâ! diyotdu. Hele, hiçbir hâ- dise çıkmadan, teriha bir yere gelebil- sekl!» Bir aralık bir polis noktasının önü- ne geldiler. Takvor, Toriğin kolunu hızla dürtüp: — Haydi, zo! dedi. Yakalattır kera- tayı! . 'Torik aldırmadı. Takvor da onun gaflet ettiğine zahib olarak ses çıkar- madı, geçtiler. Bernin orta yerinde bir belediye bahçesi, bu bahçenin Içinde de, İsviç- relilerin uğur denedikleri birkaç ayıyı barındıran bir çuküur vardır. Herif bu bahçeden içeriye daldı.. o çukura doğru yürüdü. Henüz sabah, ve vakit erken olduğu cihetle bahçe tenha idi. Hergün, saat ondan itibaren burayı — dolduran irili ufaklı çocuklarla dadıları, güneşlen- meğe gelen ihtiyar —mütekaidler, dul kadınlar, avare gençler, âşık çiftleri ve ayılara yiyecek atmaktan zevk du- yan hayvan dostları sıra sıra peykele- rin Üstlerini daha işgal etmemişlerdi. 'Takvor usulcacık Toriğin kulağına fısladı: — Köpoğlusu, enksesinden - geldiği- mizi farketti, maksuzdan buraa saptı.: — Zannetmem. — Öyledir, Kaspannek tehna yere “Son Posta,, nın Hıkâyesı YOLDA çevirmediğim hakle onu görür gibi olur- dum sanki.. ve o evimizden gidince etra- fımda bir boşluk duyardım. Bu işden bir tehlike çıkacağını sezince soğuk bir ta-| var takınmağa başladım. Fakat bu ma- | mevralar yavaş yavaş beni — yoruyordu. Artık o geldikçe görünmüyordum. O za- man Yuşkaşı çağırıyor, atları hazırlama- sını söylüyor ve yola düzülüyorduk. Atı biraz koşturduktan sonra içime bir hüzün çöker; hayvanı durdurur, gezinir- dim. Yuşka geçirdiğim buhranı anlıyor- muydu bilmem? Fakat efendisinin karısı olduğum için kat'iyen bir imada bulun- mazdı. Kontun birkaç gün süren mutad seya- hatlerinden birinde idi. Bir akşam, ma- samın Üzerinde yazısını tanımadığım bir zarf buldum. Hatırıma bir tek isim geldi; Furen.. muhakkak bu mektub ondandı. Mektubda, ertesi günü şafakla bera- ber, beni ormanın en kuytu bir köşesine çağırıyordu. Fakat bu çağırışta ricadan ziyade bir emir edası vardı. Kendi ken- dime «Bu adam deli galiba!» dedim ve kahkahalarla güldüm. Bu hakareti haz- medemiyerek Isyan ediyordum. Bununla beraber ertesi günü şafakla berabor atı- mı hazırlamalarını söyledim. Lâkin avluda Yuşkayı iki atı harırla- mış görünce bir tuhaf oldum; sıkıldım adetâ.. sinirli sinirli: — Yalnız gideceğim, dedim, bugün se- ni götürmiyeceğim.. Bu sözümü anlamadı; veya anlama- mazlıktan geldi. Beni bi dikten son- ra o da kendi atının üstüne atladı. Hiz- metçilere karşı gülünç bir vaziyete düş- memek için sesimi çıkarmadım. Fakat ormana girer girmez Yuşkaya dünerek karmnçı ile şatoyu gösterdim ve: — Git! dedim. Emrime taatsizlik edildiğini mek için atımı dörtnala kaldırıp uzak- laştım. Fakat epeyce bir fasıla ile arkam- dan Yuşkanın gelmekte olduğunu sezi- yordum. Birdenbire dönüp keskin bir sesle: — Defol! diye bağırdım. Öyle bir sarardı ve koyu mavi gözle- rinde öyle bir ıztırab vaziyetini gördüm, görme- İLDAR YOLDA BEKLİYEN | ketleri beni cezbediyordu. Gözlerimi ona | BON POSTA beni çıldırttığını hissedince evvelâ ağır ağır, sonra hızla dönüp elile müteessira- ne bir işaret yaptı. Tekrar yola doğruldum; beni randevu yerine götürecek dar yola geldiğim za- man bir yayanın bana doğru ilerlediğini gördüm. Yaklaşınca bunun Furen değil, Yuşka olduğunu hayretle seçtim. Hiddet- ten ne yaptığımı bilmez bir halde atı üs- tüne sürdüm; fakat hemen yularları ya- kaladı ve hayvanı durdurttu. Gözlerim dönmüş bir halde idi; kamçı- mı kaldırıp bütün kızgınlığımla suratı- nın ortasına indirdim. Yüzünü kaldırdı; ve kımıldamaksızın öylece bantı. Bense mütemadiyen kamçıyı rasgele yüzüne, gözüne, omuzlarına indiriyordum. Du- dakları kısılmıştı; titremeden, ve kımıl- damadan karşımda duruyordu.. Bir aralık kan fışkıran yüzündeki ma- vi gözlerini bana dikti. Bu bakışlarında öy le müşfik bir sitem, öyle derin bir mer- hamet ifadesi gördüm ki birden yüreğim burkuldu; bu vahşt ve hunhar hareke- timden dehşet duyarak atımı döndürüp kaçtım. Şatoya gelip odarna kapandığım zaman gaatlerce ağladım. Kafamda ne randevü ve ne de süvari zabiti vardı. Gördüğü ve düşündüğüm yegâne şey, kanlı yüzün sonsuz bir şefkatle dolu mavi gözleri idi.. aklımda yalnız o vardı. Bir yumrukla be- ni yere germek kudretinde bulunduğu halde nin şerefini muhafaza için, bir kadının kırbaç darbelerine yü- zünü hedef tutan bu adamı unutamıyor- dum, Gece olunca, hizmetçilerin yattığı ta- van arasına çıktım. Mujikin yattığı kö- şeye giderek ondan, anlaşılmaz sözlerle özür diledim. Vakıâ, doktor yaralarını iyi etmişti. İlk kamçının aç h yaradan başka diğer yaraların hepsi kapanmıştı. Fakat biliyordum ki ilk kamçının bu yüzde açtığı yara ile dalma karşılaşmağa mahkümaum. Ondan sonza ne vakit sinirlerim ayak- lansa ve hiddetten köpürsem çok lâkırdı söylemesini sevmiyen Mujik gülümsiye- rek şehadet parmağını kaldırıyor, ve a- SON RPROMAN! Yuşkanın | IDııIıl Demiryolları ve limanları işletmesi Umum idaresi ilınlarıl Muhammen bedeli ve isimleri aşağıda yazılı 2 grup yol malzemesi 10/11/936 Perşambe günü saat 15,30 dan itibaren sıra ile ve kapalı zarf usulü ile Ankarada idare binasında satın alınacaktır. Bu işe girmek istiyenlerin teklif edilecek malın hizalarında yazılı muvakkat teminat ile kanunun tayin ettiği vesikaları ve tekliflerini ayni gün saat 14,30 a ki bir an tereddüd ettim. Mukavemetinin | kadar her grup için ayrı zarf halinde Komisyon Reisliğine vermeleri lâzımdır. " a y Şartnameler parasız olarak Ankarada Malzeme Dairesinden; Haydarpaşada tesellüm ve sevk şefliğinden dağıtılmak tadır. İsim (6807) Muhammen Muvakkat Bedel Teminat Lira Lira 34.274.00 2.570.60 409.BIT.SA 3.608.81 19.900.06 149250 İzmir Ticaret ve Zahire Borsasından : Borsamızın zahire ve hububat analiz işleri için aylık en az 90 Doksan İira ücretle bir kimyager alınacaktır. İsteklilerin vesikalarile Borsa idaresine müra- caatları, — <6991> Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. ğır ağır yüzünü ikiye ayırmış olan yara- yâ uzatıyor. İşte o zaman hiddetim dağı- lhıyor ve onun gibi sakin ve yumuşak bir tavır takınıyorum. 'Yuşka on aydır bana, yüzündeki yara- yı göstermedi.. OSTANIN geldi ki, şahidsiz şu- hutsuz her ikimizi de tepelesin deyi, — Hayır, Yanılı- yorsun. Hiç te bir şey çakmadı. Onun burada başka bir dalgası ölacak. Takvor başka mü- talea beyan etmedi. Yüreğine adamakıl. L korku girmiş, ba- caklarının, — kolları- nın büküm yerleri kesik kesik olmağa başlamıştı. — Toriğe gelince, o, için için seviniyordu. Biraz daha gitti- ler; herif, iki tarafı ağaçlı dar yollardan birine saptı. Ve buraya saptıktan son- leri duydu. Hızla arkasına döndü. Ve dönmesile, Toriğin avuçla biberi sura- tına savurması bir oldu. Bir feryad koptu.. müteakiben ya- bancı bir lisanda bir alay küfür! Acı acı yanmakta olan gözlerini mec- buren sımsıkı kapalı tutan zavallı adam- cağız, bir yandan, her feryadını küfürle bağlıyarak: «Polis!» diye haykırıyor, bir yandan da elindeki kalın bastonu rast- gele havada savuruyordu. Yüzü mütearrızlardan yana iyice dö- nüktü. Torik dikkatle baktı.. baktı. San- ra birdenbire Takvora dönerek: — Tüh, Allah belânı versin! O değil- miş, ulani YAZAN: Ercümend Ekrem Talu Demekle beraber bacaklarının olın-ı radır ki, peşi sıra pıtırpıtır ayak ses -|ca hızı ile kaçmağa başladı. Lâkin uzağa gidemedi. Herifin fer- yadlarma iki pefâs birden — yetişmiş, şübheli bir adamın oradan sür'atle u- zaklaşmakta olduğunu görünce yaka- sına yapışmıştı. Biraz sonra, o mahallenin polis ka- rakolunda Torikle Takvor ve bunların tecavüzüne uğrıyan biçare adam bir araya gelmiş bulunuyorlardı. Komiser, önce herifin ifadesini aldı: — İsminiz? — Olaf Enson.. — Nerelisiniz? — İsveçin payitahtı İstokholmdan. — Mesleğiniz? — Gazete muhabiriyim. Cemiyeti relerini takibe gel- dim. — Bu adamları tanıyor musunuz? Adamcağız, — süt dökmüş bir çift ke- di gibi duran Torik Necmi -ile Takvorun yüzlerine, hâlâ yan- makta olan gözleri- ni uğuştura uğuştu- Ta, iğreniyormuş gi- bi bir eda ile baka- rak: — Hayır! — dedi; bunların ikisi de be- nim — muhitimden değildir. Kendileri- ni tanımamakla müftehirim! Komiser bu sefer de Toriğe teveccüh etti: — BSiz kimsiniz? 'Torik afal afal bakıp ağız açmadı. Takvor müdahale etti. Çetrefil fran- sızcaslle: — Pardon, müsü komiser.: dedi; ar- kadaşim osmanlıcadan başka dil bil- mez.. — O halde siz tercümanlık edin. So- run bakalım, adı nedir? — Ben biloorum: Necmi derler. — UÜsulen suallerimi kendisine tek- rarlamanız Vâzımdır. — Afedersiniz. İktiza ise öyle ede- HERE — GEEEEN İcabında günde 3 kaşe almabilir. A A a L Ö Ç————: — tevdi Olunmasile, aklı sıra, ehemmiye- ti artmıştı. Toriğe adetâ yüksekten ba- karak sordu: — Adın nedir deorlar. Ermeninin birdenbire değişen tav- rına fena halde içerliyen Torik şu ters cevabı verdi: — Elinin körü! Bu ufacık tekdir bile, Takvoru yola getirmeğe kÂfi geldi. O saat yelkenleri suya indirdi. — Beyzadem- Usul öyle imiş deyi soroorum. Bay komiser emir etmiştir. — İşte, bildiğin gibi söyle: Necmi. Soy adım Torik. 'Takvor bu cevabı aynen - tercime etti. Komiser tekrar sordu: — Hangi milletten? — Türktür, — İsviçre toprağında işi ne? — Gezmeğe gelmişiz. — Beraber misiniz? — He! — Bu zate tecavfizünüzün #sebebi? — Birine benzetmişiz. — Kime? Takvor ezilip büzüliyordu: — Nasıl ağnattırayim? Mesele uzun- dur.. başınızı ağrıdır deyi korkarım.. — Şunun açıkçasını söyleyin: Cemi- yeti akvamdaki yabancı mürahhaslar- dan biri sandınız.. değil mi? — Yok. Asla! Bizim, Milletler küm- panyası ilen ne işimiz var? — Her halde ben bu hareketinizi şüpheli görüyorum. İkinizi de Yevkif edeceğim. 'Takvor ileriye doğru atıldı: — Aman; müsü komiser, etme! Tak dabanının dibini öpeyim, Kamiser hiç istifini bozmadı. Masa- sının üzerinde duran zile bastı. İçeriye giren memura her ikisini de işaret e- derek: — Al, götür! emrini verdi. n ÇArkası var)